SEN BENDENSİN, BEN DE SENDENİM
Rumeysa Döğer
Kimi babalar yara açar kimi babalar yara sarar. Kimi “babasının kızı, babasının oğlu” desinler diye adımlarına dikkat ederken, kimi “babasının kızı, babasının oğlu” demesinler diye adımlarına dikkat eder. Düşün ki babanın adını Ebû Leheb koymuşlar… Düşün ki Rabbin hem annene hem babana cehennemden bir azap bildirmiş. Ve sen inadına “Benim Rabbim Allah’tır.” diye haykırmaya devam ediyorsun. İnsanların “Babasının kızı, ona iman fayda eder mi?” demelerine rağmen Allah yolunda ayaklarını sağlamca basmaya devam ediyorsun.
Bugün böyle bir hanım sahâbeden bahsedeceğiz. Yaşadığını yaşamayanlar onu anlayamazlar ki zaten anlayamadılar. Onu anlamayanlara inat, şerefiyle yaşayıp şerefiyle ölen Ebû Leheb’in kızı olmanın zorluklarıyla baş etmiş Dürre bint Ebû Leheb’den öğrenecek çok şeyimiz var.
Dürre, hayatı boyunca Hz. Peygamber’e (sas) düşmanlık eden, kendisi ve karısı aleyhinde müstakil sûre inen bir kimsenin kızı olmasına rağmen İslâmiyet’i daha Mekke devrinde kabul etti. Tam olarak bu kabulden onun ne kadar akıllı ve güçlü bir insan olduğunu anlıyoruz. Kocası, babası, annesi müşrik hem de öyle böyle sıradan bir müşriklik değil ama o “Ben sizden değilim!” diyebilecek cesareti yüreğinde barındırıyor. Bilindiği üzere Resûlullah’ın (sas) amcasının kızıdır. Kocası Bedir’de kâfir olarak öldürülünce nihayet müşriklerin içinde yaşamaktan kurtulacak olmanın sevinciyle Medine’ye hicret ederken eminim kendisini bekleyen onca sıkıntıyı tahmin bile edememişti. Allah Resûlü’nün amcakızı olması onu cahiliyeden kalıntılı sözler duymaktan alıkoyamamıştı.
Kişinin yalnızca kendi işlediği suçtan sorumlu olması İslâm dininin temel prensiplerindendir. Rabbimiz yüce kitabında “Hiçbir günahkâr/suçlu, başkasının günahını yüklenmez.” (Fatır 35/18) buyuruyor. Aynı şekilde Efendimiz (sas) Veda Hutbesi’nde “Kimse kendi suçundan başka bir şey ile suçlanamaz. Baba, oğlunun suçu, oğlu da babasının suçu üzerine suçlanamaz.” demiştir. Bunlar her ne kadar İslâm dininin yazılı kuralları olsa da maalesef pratikte zaman zaman karşılık bulamamıştır. Bu örneklerden bir tanesi Dürre’nin canını çok yakmıştır.
Mekke’den henüz gelmiş olan Dürre, Râfi‘ b. Muallâ ez-Zürakî’nin evinde misafir edilmektedir. Misafir olduğu eve gelen bir grup kadın ona “Sen Aziz ve Celil olan Allah’ın, hakkında Tebbet sûresini indirdiği, “Ebû Leheb’in eli kurusun, kurudu da!” dediği bir adamın kızısın. Hicretin sana ne faydası var?” dediler.
Kendimizi bir an onun yerinde hayal edelim. Eğer gerçekten hicretin ona bir faydası olmayacaksa, sırf seçme özgürlüğü bile olmayan babasının kızı olduğu için ehl-i cehennem olacaksa onca sıkıntıyı neden çekmişti? Kâfirlerin türlü eziyet ve baskılarına bir hiç uğruna mı dayanmıştı? Bu sorular zihninde dolaşıp dururken o da elbette yerinde duramayacaktı. Bir öğle sıcağında, kalbi buruk bir vaziyette kadınlar arasında geçen hadiseyi ve kendisine söylenen sözlerden dolayı Efendimiz’in (sas) huzuruna gitmeye karar verdi. O gerçekten hem şair ruhlu hem de çok zeki bir kadındı. Bu zekâsını ve şair ruhunu kurduğu giriş cümlesinde net olarak görüyoruz. O, “Ya Resûlullah! Kâfirler benden başka çocuk doğurmadı mı?” diyerek sözüne başladı. Allah Rasûlü şaşırarak “O nasıl söz?” dedi. “Ya Resûlullah! Medineli hanımlar anne ve babamdan dolayı bana eziyet veriyorlar. Onların müşrikliğini öne sürerek beni kınıyorlar. Bana İslâm düşmanının kızı nazarıyla bakıyorlar.” [Taberânî, Mu‘cem, 24/257] dedi. Efendimiz, Müslüman hanımların bu şekildeki davranış ve tavırlarını duyunca elbette çok üzüldü. Çünkü kendisi onun gönlü kırılmasın diye, olur da duyar babasından dolayı üzülür diye o hicret ettiğinden beri namazlarda Tebbet sûresini okumayı bırakmıştı. Çünkü Efendimiz çok iyi biliyordu ki Tebbet olmadan namaz olurdu ama insanı kötülükten alıkoyan namaz, kalbinde Allah inancı olan kimsenin gönlünü kıramazdı.
Onun gönlünü almak ve bir yanlışı düzeltmek üzere Dürre’ye mescidin bir köşesini göstererek “buraya otur” buyurdu. Sonra cemaate öğle namazını kıldırdı. Peşinden minbere çıkıp şöyle bir hitabede bulundu: “Ey İnsanlar! Sizin nesebiniz var da benim yok mu? Bazı kimseler beni, niçin soyum ve akrabalarımdan dolayı incitiyorlar. Dürre benim amcamın kızıdır. Onun hakkında hiç kimse hayırdan başka bir şey söylemesin! Haberiniz olsun, kim benim soyumdan gelenleri ve akrabalarımı incitirse beni incitmiş olur. Kim de beni incitirse Allah’ı incitmiş olur. Diriler, ölen yakınları yüzünden rahatsız edilmezler.” [İbn Hacer, el-İsabe fî temyizi’s-Sahâbe 4/290-291 ]
Bu muhteşem hutbeyi biraz inceleyelim. “Ey İnsanlar! Sizin nesebiniz var da benim yok mu?” bu cümle ne ifade ediyor? Yani “O, Dürre’yi kınadığınız babası var ya benim amcamdır. Dolayısıyla onun soyuna laf edenler bana laf ediyorlar hâlâ daha aynı bağ sebebiyle birilerini kınamaya devam edebilecek misiniz?” Bu bağlamda baktığımızda, kenara oturttuğu Dürre’ye hal diliyle “Ben senin yanındayım dik..
Dergiye abone ol! (iOS) Dergiye abone ol! (Android)