Bir tohum düşer toprağa. Üstü kapatılır. Tüm zorluklara göğüs germesi ve başını dimdik güneş ışığına çıkarması beklenir tohumdan. Zorlu bir yolculuktur bu. Bir tohumdan; bir koca ağaç, bin meyve olmanın yoludur bu. Dimdik gökyüzüne tırmanabilmenin yoludur tohumunki. Daha yapılacak çok şey, aşılacak çok engel vardır. Bu yolda küçük tohum ilk desteğini âb-ı hayattan alır. Bir damlacık âb-ı hayat bağlar onu toprağa. Onun sayesinde yerini yadırgamaz, zorluklara göğüs gerebilir küçük tohum. Çünkü içmiştir bir kere, varmıştır tadına onun…
Bundan 1400 yıl önce düştü İslâmiyet tohumu toprağa. Tüm zorluklara, işkencelere rağmen Müslümanlar âb-ı hayat ile hayata tutundular. “Müslüman Müslümanın kardeşidir.”[1] sözünde buldular âb-ı hayatı. Kardeşlik denizinin her bir damlasında buldular eminliği, huzuru, vefayı… Peygamber Efendimiz (sas) kardeş kıldı onları. İslâmiyet ağacının âb-ı hayatı oldu kardeşlik. Kazanılan zaferlerde, fethedilen gönüllerde hep bir damlacık âb-ı hayatın tadı vardı. Sa’d b. Rebî(ra) ile Abdurrahman b. Avf’ın(ra) muhabbetinde gördük onu. Hz. Ebû Bekir (ra) ile Hz. Ömer’in (ra) sofralarının tuzu oldu kardeşlik. Bir bir binlere ulaşan âb-ı hayat ile bir bütün oldular kardeşlik denizinde.
Daha sonra kaybettik onu. Toprağa tutunmak isteyen her bir Müslüman,âb-ı hayatın yerine kini, adaveti, haseti, nifakı ve inadı koydu. Sandılar ki kardeşlik olmadan da tutunabilirler toprağa. Sonra başladı kardeş kavgaları. Bir damla âb-ı hayatın çözebileceği meseleler için binler hayatı feda ettik. Hâlbuki Peygamber Efendimiz (sas) ne de güzel tarif etmişti bizlere;
Müslüman Müslümanın kardeşidir
Bir Müslümanın ancak başka bir Müslüman,kardeşi olabilir. Aynı davaya, aynı değerlere sahip başka bir Müslüman ancak kardeşinin yaralarını sarabilir. Ebeveyn-çocuk hukukundan önce kardeş olmayı öğrenememiş bir aile, İslâmiyet’in yeşereceği bir aile olamaz. Muallim-talebe ilişkilerinden önce birbirine kardeş, yoldaş olmayı öğretememiş bir eğitim programı İslâm’ın özlemle beklediği nesli yetiştiremez. Kardeş olamamış, aynı dava uğruna tek vücut olmayı öğrenememiş Müslümanlar bugün felaha eremez. Bu sebeple önce kardeşliği tesis etmeliyiz. Önce kardeş olmalı, sonra kardeş olmayı öğretmeliyiz.
Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz
Bediüzzaman Said Nursû’nin de dediği gibi; “Eğer bir gemide dokuz masum, bir cani olsa o gemi tek bir cani yüzünden batırılmaz. Yahut bir gemide dokuz cani, bir masum olsa yine o gemi batırılmaz, zulümdür. Aynen böyle de bir mü‘minin vücudunda komşuluk, iman, İslâm gibi dokuz değil, belki yüzler iyi haslet var…”[2] Nasıl olur da bir Müslüman, kardeşinde gördüğü bir tane hoşuna gitmeyen hasletten dolayı ona düşmanlık besler? Böyle bir düşmanlık Müslüman kardeşimize yapacağımız en büyük zulüm ve haksızlık değil midir? Bazen gayr-i Müslimlere, zalimlere karşı hoşgörülü olurken misafirperverlikte bulunurken nasıl olurda Müslüman kardeşimizi hor görebiliriz?
Onu düşmana teslim etmez
Bu güne kadar kaç tane Müslüman kardeşimizi ellerimizle, bazen sözlerimizle, bazen klavyelerimizle düşmanın ellerine teslim ettik? Kaç siyasi çıkar, dünyevi menfaat, az bir gelir uğruna Müslüman kardeşimizi atıp gayr-i Müslimlerin safında yer aldık? Kardeşimize yapılan zulme sessiz kalmak, zulmü görmezden gelmek, yahut o zulümleri bir gündem gibi görüp sonraki gün unutmak da bizi kardeşini düşmana teslim etmiş yapmaz mı?
Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir
“Yanı başındaki komşusu açken tok olarak geceleyen kişi (olgun) mü’min değildir.”[3]diyen bir Peygamber’in (sas) ümmeti olarak kaç Müslüman kardeşimizi gayr-i Müslimlerin umuduna bıraktık? Birbirimizi kardeş olarak görmediğimizden, birbirimizin sıkıntıları ile de ilgilenmez olduk. Peygamber Efendimiz’in (sas) dediği gibi her birimiz “bir vücudun azaları gibi”[4] olsaydık kardeşimizin sıkıntısına kayıtsız kalabilir miydik?
Kim bir Müslüman’dan bir sıkıntıyı giderirse, Allah azze ve celle o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir
Bir Müslüman, düştüğü zaman kardeşinin elinden tutmayı ve onu düştüğü yerden kaldırmayı bilmelidir. Nasıl olur da uhuvveti gerçekten anlamış bir Müslüman kardeşini düştüğü yerde bırakabilir? Elbette ki sevinç ve mutlulukları da paylaşmak çok önemli. Ama bir insan derdini paylaştığı, sıkıntısını gideren kardeşini unutabilir mi? Bir Müslümanın sıkıntısını, derdini Müslüman kardeşinden başka kim en iyi şekilde anlayabilir?
Kim bir Müslüman’ın ayıp, kusurunu örterse Allah da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter
Her söylediğimiz söz hak olmalı, ama her hakkı söylemeye de hakkımız yoktur.[5] Her söylediğimiz doğru olmalı ama her doğruyu her yerde söylememeliyiz. Zira kardeşimizin kusurunu araştırmak, ifşa etmek insanlar arasında ancak adavet, kin ve nefreti arttırır. Müslüman kardeşimizin ayıp ve kusurunu ortaya çıkarmak kardeşimizin zamanla utanma duygusunu yitirmesine sebebiyet verir. Bu sebeple Peygamber Efendimiz (sas), Müslüman kardeşimizin kusurunu örtmemizi emretmiştir.
Yüce Rabbimiz Kur’ân-ı Kerîm’in birçok ayetiyle, Peygamber Efendimiz (sas), hadisi şerifleriyle bizlere kardeşliği emretmiştir. Sahâbe-i Kirâm yaşantısıyla nasıl kardeş olmamız gerektiğini bizlere göstermiştir. Tarih boyunca Müslümanın hiçbir zaman Müslümandan başka dostu olmamıştır. Kardeşlik öyle mühim bir mesele kiİslâm’ın temeli olan imanı konuşurken dahi konu gelip kardeşliğe dayanmaktadır. Çünkü İslâm dini sevgi dinidir. Ve bizler birbirimizi sevmedikçe gerçek anlamda iman etmiş olmayacağız.[6]
Eğer her birimiz İslâm adına toprağa atılmış birer tohum isek önce kardeşlik âb-ı hayatından içmeliyiz. Önce kardeşliğin tadına varmalıyız ve daha sonra onu tüm Müslümanlara tattırmalıyız. Önce kardeşliği öğrenmeliyiz, daha sonra tüm Müslümanlara öğretmeliyiz.
[1]Buhârî, Mezâlim3.
[2] Said Nursî, Mektubat, s.294.
[3]İbnEbîŞeybe,Kitabu’l-iman, 33.
[4]Buhari, “Edeb”, 27; Müslim, “Birr”,66.
[5]Nursî, Mektubât, s.296.
[6]Müslim, “İman”, 93-94.