Menü

Onlar, Mekke’nin ileri gelenleriydi. Büyük ve güçlü bir grupları vardı o zamanlar. Kendilerine göre herkesten üstün, herkesten güçlü, herkesten farklılardı. Onların kuralları geçerdi. Tüm Mekke’yi onlar yönetirlerdi. Adalet onların ellerindeydi kendilerince. İkramların en güzeli onlara aitti. İnançlarında bile herkesten güzellerdi hatta (!) En güzel ibadetleri de onlar yapardı. Soruldu

ğunda hepsinde Allah inancı vardı.

Bütün bu özellikleri hep kendi çıkarları doğrultusunda ilerlemişti. Eğer zarar veriyorsa bir şey kendine, kendinden birine, malına veya makamına kurallar ona göre işlerdi. Adaletten kasıtları buydu. Fazlaca ikramlarda bulunurlardı, davetler düzenlerlerdi ama hepsini amacı farklı farklıydı. Kimi tanınmak, kimi büyük görünmek, kimi birilerine yaranmak istiyordu. İstedikleri zamankötü iyi, iyi de kötü olurdu. Kendilerindense eğer biri, asla haksız veya suçlu olan o olmazdı.

Elbette Allah’a inanırlardı. Sorduklarında hep aynı cevabı verirlerdi, “Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı buyruğu altında tutan Allah’tır.” [1] Ama bunun yanında putlarını asla ihmal etmezlerdi. Onlar için kurbanlar keser, davetler düzenler, ikramlarda bulunur, hediyeler takdim ederlerdi. Allah, derlerdi ama yalnızca Allah, sadece ve sadece Allah, bir tek Allah demezlerdi. Bu yüzden Allah’tan başka her şeyin kulu olmuşlardı. Uğruna yaşadıkları hatta uğruna öldükleri şeyler kendileriydi, nefisleriydi, çıkarları, şehvetleri, servetleri ve kibirleriydi.

Cahiliye’nin hikmetlisi, İslam’ın cahili!

Asıl adı Amr bin Hişâm’dı. 570 yılında Mekke’de doğmuştu. Kureyş’inMahzumoğulları kabilesine mensuptu. Önceleri herkes ona Ebü’l-Hakem/ Hikmetin babası derdi. Döneminin saygı duyulan şahıslarından biriydi. Bilgisine güvenilirdi. Olaylar karşısında hâkimlik yapardı. Zekâ bakımından birçok kişiden üstündü. O dönemde sevilen ve güvenilen bir kimseydi. Sahip olduğu konum oldukça yüksek ve fazlaca insana hitap edebilecek durumdaydı. Bütün bu hasletlerden dolayıdır ki Allah Resûlü, “Allah’ım, şu iki adamdan –Amir b. Hişâm ve Ömer b. Hattâb’tan- sana en sevimli olanı ile İslam’ı güçlendir.”[2] diye dua etmişti.

Aradan zaman geçmişti. Allah Resûlü (sas) risaletini beyan etmiş ve yüce din için tebliğ çalışmalarına başlamıştı. İnanmasını arzu ederek Amr b. Hişâm’ın yanına da gitmişti. Bundan sonra İslam’ın en azılı düşmanlarından birisiydi artık. Resûlullah Efendimiz (sas) elindeki her fırsatı değerlendirip bıkmadan, usanmadan, vazgeçmeden her defasında onu dine davet ediyordu.Ama Allah Resûlü’nün (sas) duası Allah’a en sevimli gelen Hz. Ömer (ra) için kabul olunmuştu.

Asabiyet-i cahiliye

Muğire b. Şu’be (ra) bizlere anlatıyor: “Resûlullah’ı (sas) ilk tanıdığım günde, Amr bin Hişam ile beraber Mekke’nin bazı sokaklarından gidiyorduk. Hz. Peygamber (sas) bize rastladı ve EbûCehil’e:

– Ey Ebû Hakem! Allah’a ve Allah’ın Resûlü’ne gel! Seni Allah’a davet ediyorum, dedi.

Ebû Cehil:

– Ey Muhammed! Sen bizim mabudlarımıza küfretmekten vazgeçer misin? İster misin, biz senin tebliğ ettiğine şahidlik edelim. Biz şahidlik ederiz ki sen tebliği yaptın. Allah’a yemin ederim, eğer ben senin söylediklerinin hak olduğunu bilseydim sana tâbi olurdum, dedi. Bunun üzerine Resûl-ü Ekrem bizim yanımızdan geçip gitti. Ebû Cehil, bana yönelerek şöyle dedi: “Allah’a yemin ederim, ben onun söylediklerinin hak olduğunu biliyorum. Fakat ona tâbi olmaktan beni meneden bir şey vardır: Kusayoğulları… ‘Hicâb (Kâbe’nin bakımı) bizdedir’ dediler. Biz onlara ‘peki’ dedik. Sonra ‘Sikaye (hac su hizmetleri) bizim hakkımızdır’ dediler. Biz ‘peki’ dedik. Sonra ‘Nedve (Darü’n-Nedve idareciliği) bizimdir’ dediler. Biz ona da ‘peki’ dedik. Sonra ‘Liva (harp sancağı) bizimdir’ dediler. Biz buna da ‘peki’ dedik. Sonra gelen hacılara yemek yedirdiler. Fakat biz de yedirdik. Nerdeyse bu haslet konusunda eşit derecede idik. Sonra dediler ki: ‘Bizden bir peygamber geldi’. İşte vallahi ben bunu kabul etmem…”[3] Vallâhi ben iyi biliyorum ki onun söyledikleri hak ve gerçektir, itirafında bulundu.[4]

Nefret ve işkence

Makam sevdası, kibri ve hür-köle, zengin-fakir herkesi Allah katında eşit kılan İslam dinine karşı nefreti onu bile bile inanmamaya sevk etmişti. Öfkesi o kadar fazlaydı ki işkencelerinde sınır tanımıyordu. İman eden herkese isabet etmişti tehditleri. Çoğu onun işkencelerinden de nasiplerini almıştı. Sadece ashaba değil, ResûlullahEfendimiz’e (sas) çoğu kez işkence teşebbüsünde bulunmuştu. Hiçbir şekilde Efendimiz’i (sas) rahatsız etmekten, O’na işkenceler yapmaktan vazgeçmiyordu.

Bir gün Peygamberimiz (sas), Kâbe’nin yanında namaz kılarken, orada bulunan Ebû Cehil yanındakilere, “Hanginiz gidip falancaların dün kestiği dişi devenin işkembesini alarak, secde ettiği zaman Muhammed’in sırtına koyar?” dedi. Oradakilerin en şerlisi Ukbe b. EbûMuayt koşarak onu getirdi ve Peygamberimiz (sas) secdeye vardığında omuzları arasına koydu.[5] İnsanlar gülmeye, gülmekten birbirlerinin üstüne yıkılmaya başladılar. Peygamber (sas) secdeden başını kaldıramıyordu. Nihayet birisi gidip Fatıma’ya (ra) haber verdi. Hz. Fatıma gelerek onu sırtından attı. Peygamber (sas), namazını bitirince sesini yükselterek Kureyşliler’e beddua etti. Peygamber’in (sas) bedduasından korktukları için Kureyşliler’in gülmeleri kesilmişti. Peygamberimiz (sas) daha sonra (isim sayarak): “Allahım! EbûCehl’i sana havale ediyorum, Utbe b. Rabîa’yı, Şeybe b. Rabîa’yı, Velid b. Ukbe’yi, Ümeyye b. Halef’i ve Ukbe b. EbûMuayt’ı sana havale ediyorum.” dedi.[6]

Fitnenin babası

Resûlullah’ın (sas) içinde hep kavminin iman edeceğine dair bir ümit vardı. Ama onların bu tavırları Allah Resûlü’nü (sas) çok fazla üzüyordu. EbûCehil’in, Allah Resûlü’ne (sas) ve ashâbına yaptığı eziyetler bunlarla da sınırlı değildi. Birçok defa Hz. Peygamber’i öldürme teşebbüsünde bulundu. Darü’n-Nedve’de toplanmışlardı yine. Küfür kokulu toplantıları yine bir kötülüğü haber verecekti. Nasıl yapsak, Muhammed’i öldürsek ama suç hiçbir kabilenin üstüne kalmasa…

Ebû Cehil, hain düşüncelerinden birini sunmuştu diğer müşriklere: “İçimizdeki her kabileden güçlü, kuvvetli, şerefli, soylu birer delikanlı seçelim. Her birinin eline bir kılıç verelim. Onlar gidip tek vuruşla Muhammed’i bir anda vursunlar. Bunu bütün kabileler yaparsa, Abdülmuttaliboğulları bütünkabilelerle savaşamayacaktır. Ve biz de böylece Muhammed’den kurtulmuş oluruz.” [7] Bu fikir kabul gördü ve hemen uygulamaya geçtiler. Bu hain plan Cebrail (as) vasıtasıyla Allah Resûlü’ne bildirildi ve bu durum müşrikler için hüzünle sonuçlandı.

Kur’an-ı Kerim’de Ebû Cehil

Kur’an-ı Kerim’de birçok ayet ya dolaylı yada doğrudan olarak Ebû Cehil ile alakalıdır. Bunlardan bazıları şöyledir:

“Namaz kılarken bir kulu (Peygamber’i namazdan) men edeni gördün mü?”[8]

EbûHüreyre’den (ra) rivayetle o şöyle anlatıyor: Ebû Cehil, Hz. Peygamber’in (sas) secde etmesini kastederek: “Muhammed sizin aranızdayken, sizlerin yanında da yüzünü yere koyuyor mu?” diye sordu. “Evet” dediler. “Lat ve Uzza’ya yemin ederim ki onu, bunu yaparken görürsem boynuna basacağım veya yüzünü toprağa bulayacağım.” dedi. Bir gün Resûlullah (sas) namaz kılarken geldi, boynuna basabileceğini sandı bir de baktık ki elleriyle yüzünü koruyarak geri geri çekiliyor.

Ona: “Sana ne oldu?” diye sormuşlar, “Benimle arasında ateşten bir hendek, korku ve kanatlar oluşuverdi.” dedi. Allah’ın Resûlü (sas): “Eğer bana yaklaşsaydı melekler onu uzuv uzuv parçalayacaklardı.”[9] der.

“O, hemen gidip meclisini (kendi taraftarlarını) çağırsın. Biz de zebânîleri çağıracağız. Hayır! Ona uyma! Allah’a secde et ve (yalnızca O’na) yaklaş![10]

İbn Abbas’tan rivayette o şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber (sas), Mescid-i Haram’da Makam-ı İbrahim’in yanında namaz kılıyordu. Ebû Cehil geldi ve: “Ben sana bunu yasaklamadım mı? Ben sana bunu yasaklamadım mı?” dedi. Hz. Peygamber (sas) de oradan ayrılırken EbûCehil’e karşı biraz sert bir şeyler söyledi. Bunun üzerine o: “Beni neyle tehdit ediyorsun? Sen de çok iyi biliyorsun ki burada (bu vadide) topluluğu (taraftarları) benden daha çok kimse yoktur.” dedi. İşte bunun üzerine Allah-u Teala bu ayetleri indirdi. [11]

Başta Ebû Cehil olmak üzere müşrikler hakkında birçok ayet nazil olmuştur. Hicr Suresi 90. ayet, Kıyamet Suresi 31-35. ayetler bunlara örnektir.

Ölümü

Ensârdan Afra Hatun diye anılan Hz. Sümeyra’nınMuaz ve Muavviz adında iki oğlu vardı. Peygamber aşkı ile dolan yüreğiyle çocuklarını terbiye etmiş, Allah Resûlü’ne (sas) düşman olan herkese düşman olmuş ve çocuklarını da öyle yetiştirmişti. Artık Muaz ve Muavviz’in en büyük düşmanları, Allah Resülü (sas) ve O’nun ashâbına en çok zulmü dokunan Ebû Cehil olmuştu. Bedir Savaşı’na EbûCehil’i öldürmek ve bu şekilde Allah ve Resûlü’nü memnun etmek için katılmışlardı. Sonuçta da amaçlarına ulaştılar. EbûCehil’i bulup onu yaraladılar ve ölümüne vesile oldular.[12] [1] Ankebût 29/61.

[2] Tirmizî, Menakıb, 18.

 

[3] Beyhaki, Delailü’n-Nübüvve, II, 207.

 

[4] İbn-i Kesîr, el-Bidâye, III, 113.

 

[5] Buhârî, Salat, 21.

 

[6] Buhârî, Cizye, 21.

 

[7] İbnHişam, es-Sire, II, 480-481.

 

[8] Alak96/9,10.

 

[9] Bedrettin Çetiner, Esbab-ı Nüzûl, II, 961.

 

[10] Alak 96/17-18.

 

[11] Bedrettin Çetiner, Esbab-ı Nüzûl, II, 961.

 

[12] Mehmet Ali Kapar, “Ebû Cehil”, DİA, XX,117-118.

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x