Menü

İlk emri “oku!” olan Allah, Müslümanlara İslam medeniyetini ilim irfan temelleri üzerine bina etmelerini emreder. Onlardan vahiy yoluyla gönderdiği mesajları okumasını istediği gibi, kendine dönüp nefsini okumasını da emreder. Böylece Rabbini tanıyacak, kul olduğunun idrakine varacak, zaaflarını görüp zararlarından korunacak, iyi yönlerini keşfedip kendini geliştirecekti.

Müslümanlardan aynı zamanda insanı, aileyi, çevreyi, toplumu, çağı, hayatı, sosyal olayları, tabiat ve tarihi okumalarını ister. Bunların birini ihmal ettiklerinde hayatlarının cehenneme döneeceğini bildirir.

Yaratan Rabbinin adıyla oku! buyuran Rabbimiz, inanlardan okuyacakları şeyleri Allah için, Allah’ın adıyla ve onun koyduğu ölçüler içinde okumalarını emreder. Peygamberinin (a.s.m) diliyle onun adına okunmayan şeylerin bereketsiz ve sonuçsuz olacağını ilan eder.

İnanlara, okudukları şeylere hikmetle ve ibret nazarıyla bakmalarını isteyen Rabbimiz, onu tüm yönleriyle görmelerini, bundan ders çıkarmalarını ister.

Okumamızı istediği şeylerden biri de tarihi olaylardır. Tarihi olaylara dikkat çeken Rabbimiz, onları nasıl okumamız gerektiğini öğretir. Bunlardan biri Kureyş suresidir. Surede geöen tarihi olaylara işaret buyuran Allah, onları nasıl okumamız gerektiğini öğretir. Sûreyi çok şey ifade eden cami bir kavram olan ülfet kelimesiyle başlatır.

Sûrede kendisini “Şu beytin Rabbi” olarak tanıtan Allah, Kabe’yi kendi ismiyle birlikte zikrederek yüceltir, takdis eder. Kutsal beldede yaşayan Kureyşlilerin bu sayede, sayısız nimet mazhar olduklarını bildirir. “Kureyşlileri ülfet ettirdi.” Kureyş Sûresi 1 buyurarak, bu husutaki nimetlere dikkat çeker.

Kureyşliler, Efendimizin dedesi Kusay’ın çocukluğu zamanında birbirlerinden kopuk, tam anlamıyla darmadağınıklardı. Şehrin dışında, dağların eteklerinde ve tepelerinde yaşıyorlardı. Her aile bir dağın tepesinde yaşıyor, Huzâalılar tarafından itilip kakılıyor, ezilip horlanıyorlardı.

Bebek denecek yaşta babasını kaybeden Kusay, annesiyle dayılarının yanına gitti. Burada Kudâalılarla birlikte yaşadı. Babasının kim olduğunu öğrendiğinde gençliğinin baharındaydı. Yerinde duramadı. Hacılarla birlikte Mekke’ye gitti. Kureyşliler ve Kabe’nin durumunu gördüğünde üzüntüden kahroldu.

Rabbi, kalbine Kabe’ye ve Kureyşlilere karşı büyük bir sevgi ve ülfet yerleştirdi. Gece gündüz mücadele ederek, önce ümitlerini kaybeden Kureyşlere, kurtuluşun mümkün olduğunu anlattı. Ümit var olmaları gerektiğini söyledi. birbirlerine ülfet edip tek vücut olmadan Kabe’yi zalimlerin elinden kurtaramayacağını anlattı. Başarıları Kureyşlilerin ona güvenmelerini sağladı. Kalpleri birleştiren Allah, Kureyşlileri Kusay liderliğinde tek vücut haline getirdi. Kureyşlileri arkasına alarak zalimlere başkaldıran Kusay, Huzâalıları yenerek Mekke yönetimini ele geçirdi. Mekke şehir devletini kuran Kusay, Kureyşlileri zilletten kurtarıp birlik beraberlik içinde yaşamalarına vesile olmakla kalmadı, Kabe sayesinde büyük bir saygınlık kazandılar.

Ülfetle Dirilen Kalpler

Peygamberimizin ikinci dedesi Hâşim zamanında büyük bir kuraklık oldu, kıtlık baş gösterdi. Kıtlık uzayınca canlarının derdine düşen insanlar, birbirinden koptular. Ülfetleri kaybeoldu, akrabalık, kardeşlik, dostluk bağları kesildi. Fakir ve miskinler bir bir ölmeye başladılar. Ölümler her geçen gün artarak devam etti. Kendilerini görmezden gelip el uzatmayan yakınlarına kırılan insanlar, ölümlerinin yaklaştığını anlayınca, eşlerini ve çocuklarını alarak şehri terkettiler. Ölüm vadisi ismini verdikleri yere gittiler. Kabirlerini kazarak ölümü beklemeye başladılar.

Kalpler taşlaşmıştı. Gözler kör, kulakları sağır olmuştu. Kimse ölenleri görmüyor, bebeklerin çığlıklarını duymuyordu. Kalpleri yumuşatıp ülfet ettiren Allah, Hâşim’in oğlu Esed buna vesile kıldı.

Arkadaşının ailesi açlıktan ölmek üzereydi. Aile ölüm vadisine gitmeye hazırlandığını öğrenen Esed, göz yaşları içinde eve gitti. Durumu öğrenen Hâşim, insanların dertleriyle ilgilenmediği için utancından kahroldu. Şehrin önde gelenlerini toplayarak bir konuşma yaptı. Onları açlıktan ölmek üzere olan ailelere acil yardıma çağırdı. Kalplere ısındıran Allah, varlıklı insanları ihtiyaç sahiplerine yardıma yöneltti. Lakin bu geçici bir çözümdü.

Kutsal mekanda yaşayan halkın bu halden kurtulmasını kendine dert edinen Hâşim, sonunda bir çözüm buldu. Kervanlar kurup yaz kış ticari seferler düzenler, elde edilen kârın bir kısmını fakirlere verirlerse sorun çözülürdü.

Lakin bu nasıl olacaktı? Yarımadanın en büyük sorunu güvenlikti. Büyük devletlerin izni ve himayesi olmadan hiç bir kervan çölde yol alamazdı. Bu devletlerin pazarlarını Mekkelilere açmalarıysa hayaldi.

Kalpleri istediği yöne çeviren Allah, kralların kalplerini çevirir, her birini ilafa /anlaşmaya yöneltebilirdi. Öyle de oldu. Hâşim’in kalbini ümitle dolduran Allah, onu Bizans imparatoruna yöneltti. İmparatorla görüşen Hâşim, onunla vize ve himaye anlaşması, Şam pazarlarda ticaret yapma izni aldı. Dönüşte ticaret yolu üzerindeki kabile reisleriyle görüşüp tek tek anlaştı. Bunu Habeşistan, Yemen ve İran izledi. Krallarla anlaşma yapılınca kervanlar ticaret için yaz kış yola koyuldular.

Kureyş’i kış ve yaz yolculuğuna ısındırıp alıştırdığı için… “ Kureyş 106/1-2 buyuran Allah, bu hususa dikkat çekti.

Ayetin devamında ismini Kabe ile birlikte zikreden Allah, ilahi lütfun sebebinin, kalpleri birleştiren kutsal mekanın olduğuna işaret buyurdu. Bu eşsiz bir lütuftu. Allah, buna karşılık onlardan kendisine hakkıyla kulluk etmelerini, kutsal mekanlara hak ettikleri saygıyı göstermelerini istedi

“Kendilerini besleyip açlıklarını gideren, korkularından emin kılan şu beytin Rabbine ibadet etsinler.” Kureyş 106/3-4

Lütfun kıymetini bilmeyen Kureyşliler, bunun kendilerinden kaynaklandığı düşüncesine kapılarak şımardılar. Allah’a şirk koştu, Kabe’yi putlarla doldurdular. Hz. İbrâhîm ve Hz. İsmâîl’in davet ettiği dine sarılmak bir yana tamamen unuttular. İnsanları son peygamberin (a.s.m) gelişine hazırlamayı murat eden Allah, Fil vakasıyla Kureyşlilerle birlikte bütün Arapları derinden sarstı.

Yardım Çağrısı İstila Bahanesi Sayılıyor

Amr b. Luhay’la başlattığı putperestlik zamanla bütün Arap Yarımadasına yayıldı, haniflik unutulmaya yüz tuttu. Bu sırada Yemen’de yaşayan Necrânlılarla tanışan bir davetçi, onların Hıristiyan olmasına vesile oldu.

Yemen iktidar mücadelesinin yoğun olduğu bir yerdi. Sık sık krallar değişir, devletler yıkılıp devletler kurulurdu. Fil vakasından hemen önce Zû Nevâs isimli bir zalim iktidarı ele geçirince ülkeyi kan gölüne çevirdi, ülkenin üzerine kâbus gibi çöktü. Tahta çıktığı andan itibaren kan dökmeye başladı, kiminin malını aldı, kiminin mülküne el koydu. İnsanları canından bezdirdi. Ülkede mal ve can güvenliği diye bir şey kalmadı. Neccârlılar da bu zulümden paylarını aldılar. Hıristiyan olmalarını bahane ederek baskı yaptı. İbadethanelerini bastı, din adamlarını öldürdü, kutsal kitaplarını yaktı. Karşı çıkanlara acımadan katletti.

Zulme daha fazla dayanamayan Neccârlılar, kendileri gibi Hıristiyan olan Habeşistan kralından yardım istediler. Yardımı kabul eden kral, bu bahane ile Yemen’i istila etti. Tıpkı günümüzde olduğu gibi ülkeye adalet götürmek için gidenler, ülkeyi kan gölüne çevirdiler.

Habeş ordusunda çok hırslı bir komutan vardı. İlk fırsatta baş komutanı öldürerek yerine geçti. Habeş kralını ikna ederek yerini sağlamlaştırdı. Bu kişi, hırslarının kölesi olan Ebrehe’den başkası değildi. Himyer kralı olmak ona yetmedi. Gözünü Arap Yarımadasına dikti. Yarımadayı ele geçirme planları yaparken karşısına sürekli Kabe çıktı. Kabe, insanları mıknatıs gibi kendine çekiyor, bir araya getirerek tek bir yumruk olmasını sağlıyordu. Adeta ülfet merkezi gibiydi.

Kalplerinde sımsıcak bir meltem rüzgarı gibi eserek, sevgi saçıyordu. İnsanların acımasızca birbirini boğazladığı, mal ve can güvenliğinin bulunmadığı, merhamet ve şefkatin olmadığı bir coğrafyada, kalpleri ısıtan, insanları birbirine yaklaştırıp ülfet ettiren tek şey kutsal mekan Kabe’ydi.

Bunu farketmekte gecikmeyen Ebrehe, Kabe’yi hedef aldı. Halkı kışkırtmamak için önceleri yıkmaya kalkışmadı. Yerine Altarnatif üretti. Tıpkı bugün insanların İslam’a yönelmelerini veya İslam’ı yaşamalarını engellemek için önlerine konulan birbirinden cazip altarnatifler gibi. Çok görkemli, gözleri kamaştıran, harika bir kilise yaptırdı. Bütün imkanlarını kullanarak halkı kiliseyi ziyarete çağırdı. Olmadı kimse yüzüne dahi bakmadı.

Planları suya düşen Ebrehe, bunu bir türlü anlayamadı. İnsanlar nasıl olurda bu kadar çekeci bir mekana iltifat etmez, onca zahmete katlanarak Kabe’ye koşar diye düşündü. Ondaki manevi çekim gücünü hiç bir zaman anlayamadı.

Kabe’yi yıkınca hedefine ulaşacağını düşündü. Yeni planlar yaptı. İnsanları aciz bırakan çok büyük, bir ordu ile Kabe’yi yıkmaya giderse, halkın karşı çıkmaya cesaret edemeyeceğini düşündü. Öyle de oldu. Satın aldığı hainler işini kolaylaştırdı. Karşısına çıkanları aşarak Mekke’ye ulaştı.

Allah dileseydi, elbette Mekkelilerin kalplerini cesaretle doldurur, Fil ordusunun kalbine korku salardı. Mekkelilere kahramanlık destanları yazdırarak Fil ordusunu hezimete uğratırdı. Sonsuz kuvvet ve kudretini, tüm insanlığa göstermek isteyen Allah, çağlar geçsede kalpleri sarsmaya devam eden bir ibret tablosu yarattı. Küçücük kuşlar ve çakıl taşlarıyla, Arap alemini titreten dev orduyu yerle bir etti. Böyle yaptı ki inanalar güç ve kuvvetin bizans, fars, abd, rusyada değil, Allah’ın elinde olduğunu unutmasın. Onların planlarını bozacak yegane gücün Allah olduğunu hep hatırlasın:

“Onların planlarını /tuzaklarını boşa çıkarmadı mı?” Fil sûresi 105/2 buyurarak inananları ikaz etti. Zalimlerin inanları yok etmek için planları ve tuzakları varsa, Allah’ın da onların tuzaklarını bozacak pek çok planı vardır.

Ve mekerû ve mekerallah, vallahu hayru’l makirîn

Sonuç olarak denilebilir ki Fil Vakası pek çok önemli sonuçları doğurdu. Arapları sarsarak Hz. İbrâhîm’i hatırlattı. Bu sayede yarımadanın dört bir yanında ortaya çıkan Hanifler, halka tevhidi anlatarak, Allah Resûlü’nün (a.s.m) davetine zemin hazırladılar. Kabe’nin etrafındaki kenetlenen Araplar, Mekkelileri ehlullah sözüyle andılar. Bu nedenle Efendimiz insanlara putları terketmeye çağırdığında kendileri de putperest olduğu halde ona düşman olmadılar. Efendimizle Mekkeliler arasındaki mücadelede büyük ölçüde tarafsız kaldılar. Bu sayede İslam’a yönelmeleri kolaylaştı. Tıpkı Fil vakasının ardından Yemen’de gelişen hadiselerin sonucunda halkın İslam’a kucak açması gibi…

Ahiru Davana enil hamdu lillahi Rabbil alemin.

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x