Özgürlük…
O kadar kıymetli ve o kadar değerli bir kelime ki…
Tarih boyunca nice insanın hayallerini kurduğu, nice şairin hakkında şiirler yazdığı, nice filozofun üzerinde felsefe yaptığı, nice fikir adamının üzerinde düşünceler ürettiği bir kavram…
Özgürlük çoğu insanın elde etmeye çalıştığı büyük bir değer…
Onun için hakkında ne söylemler geliştirilmiş ne mücadeleler verilmiş, uğruna ne büyük bedeller ödenmiş, hasreti için ne gözyaşları dökülmüş, onu kazanma ve koruma adına ne acılara katlanılmış bir hedef…
Ancak özgürlüğün gerçek olanı sahte olanından ayrıştırılamadığı zaman, özgürlük adına niceleri farklı esaretlere ve köleliklere mahkûm edilmiştir…
Eder olarak pahalı, değer olarak kıymetli, talep olarak istekli olan her şeyin sahtesi olduğu gibi özgürlüğün de sahtesi vardır. Gerçeğini sahtesinden ayırmanın en önemli yolu ise özgürlük kavramının ne anlama geldiğinin iyice kavranılmasıdır.
Eğer özgürlük birilerinin anladığı gibi “herhangi bir koşulla sınırlanmama, zorlamaya ve kısıtlamaya bağlı olmaksızın düşünme ve davranma durumu” ise bu tanım kişiyi sahte bir özgürlüğe dolayısıyla bir köleliğe düşürecektir.
Çünkü özgürlük asla kuralsızlık, düzensizlik, sınırsızlık, sorumsuzluk ve saygısızlık değildir. Unutmayalım ki bir yerde kuralsızlık varsa anarşi, düzensizlik varsa karmaşa, sınırsızlık varsa kaos, sorumsuzluk varsa zulüm ve saygısızlık varsa bedevilik kaçınılmaz olacaktır.
O zaman gerçek özgürlük için kural/yasa, düzen, sınır, sorumluluk ve saygı şarttır. Bu konuda kimse farklı bir şey söylemeyecektir. Buradaki asıl sorun bu sayılanların nasıl, neye ve kime göre belirleneceğidir.
Öyle ya! Ferdî, ailevî, toplumsal hatta evrensel ölçüleri, kim neye göre ve nasıl ortaya koyacaktır? Bunu yapacak olan bir ideoloji mi olacak? Bir felsefe kuramı mı olacak? Bir siyasî otorite veya dinî bir kurum mu olacak?
Elbette her insan mensup olduğu ideoloji veya düşünce ne ise onun üzerinden bir şeyler söyleyecektir. Ancak tüm ön yargılarımızdan kendimizi kurtardığımızda kabul edeceğimiz bir hakikat var ki: Özgürlüğün içeriğini ve sınırlarını belirleyecek olan irade, asla bizler gibi beşerden değil; beşer üstü bir varlık olarak ilahî bir otorite olmalıdır. Bu ise Âlemlerin Rabbi olan Allah’tan başkası değildir. İşte bundan dolayı Allah (cc) bizi köleliğe değil kulluğa, zorlamaya değil iradeye, baskıya değil bilince, esarete değil özgürlüğe çağırmaktadır.
Özgürlük Eşittir Kulluk
Rabbimiz, Kur’ân-ı Kerîm’de yaratılış gayemizin kulluk olduğunu açıkça beyan etmiştir. Buyurmuştur ki:
وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ
“Ben cinleri ve insanları, ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât 51/56).
Görüldüğü üzere irade verdiği iki varlık olan cinlerin ve insanların yaratılış gayesinin kulluk olduğu açıkça ortaya konmuştur. Burada sorulması gereken soru şudur: Kulluk neticede belli sınırlara riayet ederek yaşamak ve belli sorumluluklar üstlenerek davranmaktır. O halde sınırları ve sorumlulukları olan bir insan nasıl özgür olabilir?
Eğer sınırları koyan ve sorumlulukları yükleyen yaratılan bir varlık ise orada özgürlükten bahsetmek tabii ki mümkün olmayacaktır. Ancak bunları belirleyen ve ortaya koyan yaratan ise yaratan aynı zamanda yaşatan olduğu için elbette yöneten de O (cc) olacaktır. Yaratan, yaşatan ve yöneten otorite olarak hiçbir şeye ihtiyacı olmadığı için insanı özgürleştirmek adına kulluğa davet etmektedir. Her türlü prangalardan, boyunduruklardan, zincirlerden ve etrafını kuşatan zindanlardan kurtarmak için onu kulluğa çağırmaktadır.
Özgürlüğün İşareti Olarak “Lâ!” Demek
Kulluğun sembolü tevhiddir. Tevhid, “Bir olanı birlemek”, şuurlu ve bilinçli bir şekilde “Lâ ilahe illallah” demektir. Kelime-i Tevhid’in başındaki “lâ” çok büyük bir özgürlük işaretidir. İnsan “lâ” dediği/diyebildiği kadar özgürdür. Çünkü “lâ” demek, “Hayır, red ediyorum, kabul etmiyorum, asla boyun eğmiyorum” diyebilmektir.
Bütün sahte ilahlara, güç ve mülk sahiplerine, dayatılan tüm batıl fikir ve ideolojilere, nefsin tüm arzu ve isteklerine, insana pranga vurmaya çalışan her şeye ama her şeye “Lâ” diyebilmek özgürlüğün en önemli göstergesidir.
Böyle olduğu için bütün peygamberler muhataplarına “lâ” dedirtmeye çalışmışlardır. Son peygamber olan Efendimiz (sas) de 23 yıl boyunca: “Lâ deyin kurtulun!” demiştir.
“Lâ ilahe illallah” diyen biri tüm sahte ilahlardan kurtulmuş ve sadece Allah’a kul olmuştur. Allah’a kul olan O’nun haricinde hiçbir şeye ama hiçbir şeye kul olmayacaktır. Böylece şeref kazanacak, izzeti kuşanacak, istiğna duygusunu elde edecek, kimselere boyun eğmeyecek; bundan dolayı da hürriyeti elde edecek, yani özgürlüğün gerçek olanına erişecektir.
Bu gerçek özgürlüğün tadına varan bütün köleliklerden kurtulacak, her türlü korkudan emin olacak, sahte ve sanal özgürlükleri asla hakikat zannetmeyecek, gerçekleşmesi mümkün olmayan hayallerin ve sevdaların peşinden koşmayacaktır…
Özgürlüğün Kodları
Gerçek özgürlük kulluk ile; gerçek kulluk ise ancak tevhid ile elde edilir. Tevhid hakikati ise bize özgürlüğün en temel kodlarını vermektedir. Bu temel kodlar ise şunlardır: Tekbir, Tahmid, Tesbih, Tehlil ve Telbiye.
Tekbir, Allahu Ekber, Tahmid, Elhamdülillah, Tesbih, Sübhanallah, Tehlil, Lâ ilahe illallah, Telbiye, Lebbeyk Allahümme Lebbeyk demektir. Bunları şuurlu ve bilinçli dillendiren biri aslında şunları söylemektedir:
Tekbir: Allah’tan başka büyük yoktur.
Tahmid: Allah’tan başka övgüye layık hiçbir makam yoktur.
Tesbih: Allah’tan başka tesbih edilecek hiçbir otorite yoktur.
Tehlil: Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur.
Telbiye: Allah’tan başka teslim olunacak, “buyur” denilecek hiçbir güç yoktur.
İşte bunlar özgürlüğün kodlarıdır. Bu kodlar istenilen oranda tesis edildiğinde insan her türlü tutsaklıktan azade olacak, gerçek manada özgürlüğün tadına ve lezzetine varacaktır.
Korkulara ve Arzulara Kul Olmak
Korkular ve arzular insanın iki büyük imtihan sahasıdır. Çoğu insan farkında olarak ya da olmayarak korkularının ve arzularının kölesi olur. İşin ilginç tarafı ise bu köleliği en üst düzeyde yaşayan biri özgür olduğunu iddia edebilir ve özgürlüğü hiç dilinden düşürmeyebilir.
Genelde insanlar beş alanda çok ciddi korkulara kapılabilirler. Bunlar, kaybetme, kınanma, kazan(a)mama, beğenilmeme ve gelecek korkularıdır. Bu korkuları taşımak bir yere kadar normaldir ama sınırları aşıp bunların esiri olmak insanı köleleştirecektir. Ne yazık ki çoğu insan bu korkularının kulları olmuştur. İşte tam bu noktada tevhid dediğimiz kulluğun sembolü bize çok önemli mesajlar vermektedir.
Bir insan tevhidi içselleştirirse ne kula kul olur; ne kulu kendine kul eder. O çok iyi bilir ki kula kul olan kullara köle olur; kulu kul edinen Firavun ve Nemrut olur. Bu iki duruma düşmemek için korkularının esiri olmama adına gayret edilmelidir. Bu gayretin neticesi olarak;
Hiçbir şeyden “büyüktür” diye korkmaz; çünkü en büyük olanın Allah olduğunu bilir.
Hiçbir şeyden “beni aç bırakır” diye korkmaz; çünkü rızıkları verenin er-Rezzak olduğunu bilir.
Hiçbir şeyden “güçlüdür” diye korkmaz; çünkü asıl güçlü, kuvvetli olanın el-Kavî olduğunu bilir.
Hiçbir şeyden “beni mahveder” diye korkmaz; çünkü asıl kahredecek olanın el-Kahhar olduğunu bilir.
Hiçbir şeyden “itibarımı kaybederim” diye korkmaz; çünkü asıl izzet sahibi olanın el-Azîz olduğunu bilir.
Hiçbir şeyden “beni sevmezler” diye korkmaz; çünkü asıl sevginin kaynağı olanın el-Vedûd olduğunu bilir…
Köleliğin En Kötüsü
İnsanın arzularına köle olması köleliğin en kötüsüdür. Bugün insanlar içerisinde hırsına, hamasetine, hasedine, hevasına ve hevesine köle olanlar o kadar çoktur ki …
Hırsına köle olduğu için mevki, makam, mal, şan, şöhret, şehvet için yapmayacağı iş yoktur.
Hamasetine köle olduğu için tüketmeyeceği ve satmayacağı değer yoktur.
Hasedine köle olduğu için yakmayacağı ve yıkmayacağı insan yoktur.
Hevasına köle olduğu için yapmayacağı ve etmeyeceği iş yoktur.
Hevesine köle olduğu için eğilmeyeceği ve düşmeyeceği seviye yoktur.
İşte gerçek özgürlük olan kulluk, insanı bu hallerin hepsinden kurtarır ve ona şeref, izzet, haysiyet, değer ve kıymet kazandırtır. Onu tüm sahte özgürlüklerden ve esaretlerden kurtarır ve ona hakiki hürriyeti/özgürlüğü tattırır.
Bütün Köleleri Kurtarmak İçin
Kölelik 21. asrın nefret ettiği ama kurtulamadığı bir durumdur. Ne yazık ki bugün dünya hiç olmadığı kadar esaret hali yaşamaktadır. Belki dünyanın birçok yerinde tarihte olduğu gibi fazlaca köle pazarları kurulmuyor, köleler alınıp satılmıyor ama annelerinden hür doğan insanlar çeşitli prangalara vurularak köleliğin çok farklı boyutlarını yaşıyor.
İşte tam da bunun için bütün bir dünyaya “Fekkü rakabeh/Kölelere Özgürlük!” (Beled 90/13). diye haykırmak gerekiyor. Bu haykırışın dünyada karşılık bulması için önce bizim kulluk ile iyice özgürleşmemiz, bize ayak bağı ve pranga olan her şeyden kurtulmamız, sonra bu özgürlük çağrısını bütün bir insanlığa ulaştırmamız gerekiyor. Bunun için de özgürlüğü çok iyi anlayabileceğimiz aziz kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’i ve mükemmel rehberimiz Hz. Peygamber’i (sas) bu nazarla anlamaya her zamankinden daha fazla gayret etmemiz gerekiyor.
Rabbimizden niyazımız bizi bu önemli meseleyi anlamaya ve anlatmaya muvaffak kılmasıdır.
Bizi gerçek manada kul olup özgürlüğün tadına vardırmasıdır.
Tadına varanlar ancak tattırabileceklerinden, bizi bundan mahrum etmemesi en büyük temennimizdir.
Son sözümüz, Hz. Meryem’in annesi olan Hanne validemizin karnındaki bebeğini daha doğurmadan Allah’a (cc) adarken yaptığı o duasıdır:
اِذْ قَالَتِ امْرَاَتُ عِمْرٰنَ رَبِّ اِنّ۪ي نَذَرْتُ لَكَ مَا ف۪ي بَطْن۪ي مُحَرَّرًا فَتَقَبَّلْ مِنّ۪يۚ اِنَّكَ اَنْتَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
“Hani İmrân’ın hanımı, ‘Rabbim! Karnımda olanı, ‘her türlü bağımlılıktan ve prangadan özgürlüğe kavuşturulmuş olarak’ Sana adadım, benden kabul et. Şüphesiz işiten de bilen de ancak Sensin.’ demişti.” (Âl-i İmrân 3/35)
Allah’ım! Bizleri de her türlü tutsaklıktan, bağımlılıktan, bağlardan, prangalardan ve köleliklerden kurtulmuş bir vaziyette gerçek özgürlük olan kulluğuna kabul et! (Âmin, âmin, âmin)