Menü

İffet kahramanı Safvân bin Muattal

Safvân bin Muattal, Süleymoğulları kabilesinin Zekvân koluna mensuptur ve künyesi “EbûAmr” dır.[1] Babası Muattal bin Rübeyyia es-Sülemi olup, annesinin adı kaynaklarımızda bulunmamaktadır. Hz. Safvân, “saf, temiz ve halis” manalarına gelen ismi ile müsemma bir sahabiydi. Cahiliye döneminde dahi ağzına içki sürmeyen ve iffetini koruyan nadir insanlardandı. Hicretin dördüncü senesinde Mustalikoğulları gazvesinden önce Müslüman olmuştu.[2] Bu tarih Uhud savaşı, Bi’rimaûne ve Recî’ vak’asından hemen sonradır. Uhud’un gençleri yaşlanmış ve Müslümanlar bu olaylarda birçok şehit vermişti. Mü’minlere sürekli tuzaklar kurulduğu için bu dönem insanların akın akın Müslüman olduğu dönemlere benzemiyordu. Arap müşrikleri Müslümanlara karşı topyekün savaş açmak amacıyla çeşitli hazırlıklarda bulunuyordu. Bu dönem sahabe açısından da Medine’deki en zor zamanlardı. Safvân bin Muattal (ra) işte böyle zor bir zamanda iman etmiştir. İslam düşmanı olan Süleymoğulları kabilesinin içinden çıkmış ve Medine’ye hicret etmişti.

Hz. Safvân, Resûlullah’a yakınlığı ile biliniyor ve Medine İslam cemaatinin çekirdek kadrosunda bulunuyordu. Allah Resûlü onun hakkında gelen şikayetlere hüsnü zanla yaklaşıyor ve şeriatın sınırları içerisinde Hz. Safvân’ı korumaya çalışıyordu. Birçok kez “Safvân’ı bırakın! Zira o, Allah’ı ve Resûlünü sevmektedir.” buyurmuştu.[3]

Safvân bin Muattal uzun boylu ve kuvvetli bir yapıya sahipti. Sert mizaçlıydı ve sözünü esirgemezdi. Genelde hicveden bir şairdi. Hatta bir savaş esnasında birisini hicvettiği için Hz. Peygamber’e (sas) şikayet gelmiş, Allah’ın elçisi ise şu cevabı vermişti: “Safvân b. Muattal’a dokunmayın, çünkü onun sözü sert olsa da kalbi iyilikle doludur.”[4] Bir diğer özelliği ise Süleymoğulları kabilesinin genelinde bulunan uykuya düşkünlüğüydü. Bu sebeple birgün hanımı, Resûlullah’ın yanına gelmiş ve Hz. Safvân’ı (ra) şikayet etmişti. Resûlullah, Safvân bin Muattal’a yönelerek “Senin sabah namazını güneş doğduktan sonra kıldığını söylüyor.” buyurmuştu. Hz. Safvân ise cevaben “Biz uykucu bir toplumuz. Bundan başka yapamıyorum.” dedi. Resûlullah bunun üzerine, “O zaman uyandığın zaman kıl!” buyurdu.[5]

Resûlullah (sas), insanlara görev verirken mizaçlarını göz önünde bulundururdu. Hz. Safvân’ın da uykuya düşkünlüğünü bildiği için ona ordu artçılığı görevini vermişti. Böylece onun uyanamaması işini aksatmasına sebep olmuyordu. Ordunun arkasından düşen ve unutulan eşyaları toplayarak ve de yolunu şaşırmış Müslümanları yanına alarak orduya yetişiyordu. Resûlullah’ın, Hz. Safvân’a bu görevi vermesi bizlere huyun değişmeyeceğini lakin bir şekilde terbiye edilebileceğini öğretmektedir. Ayrıca ordu artçılığı görevinin ona verilmesinden anlaşılan odur ki Hz. Safvân (ra) coğrafyayı ve yolları da iyi biliyordu. Çünkü yalnız başına çölde kalan biri bu konulardabilgi sahibi değilse kaybolabilirdi.

Hz. Safvân, Resûlullah’ın bütün savaşlarında yanında bulunmuştu. Öyle ki Hendek savaşında İslam saflarında kendi kabilesi olan Süleymoğulları’na karşı dahi savaşmıştı. Hendekten sonra Mustalikoğulları’nın Medine’ye saldırı yapacağı istihbaratı gelmiş, içinde Hz. Safvân’ın da olduğu İslam ordusu hızla harekete geçmişti. Böylece Müslümanlar düşmanı hazırlık yaparken basmış ve yenilgiye uğratmıştı. Seferden dönerken mü’minlerin arasına fitne sokmak isteyen münafıklar ilk önce muhacir ile ensârı birbirine düşürmeye çalıştılar fakat Resûlullah’ın (sas) müdahalesi ile bu sorun çözüldü ve ordu tekrar yola koyuldu. Fakat münafıklar bu tür çabalarına hiç ara vermeyeceklerdi.

Hz. Peygamber bir sefere çıkmakistediği zaman hanımları arasında kura çekerdi. Mustalikoğulları gazvesinde de kura Hz. Aişe’ye çıkmıştı.[6] Dönüş yolunda duraklayanİslam ordusuna, yola koyulma ilanı verildiğinde Hz. Aişe (ra) ihtiyaç gidermek üzere askerin bulunduğu karargahın dışına çıkmış ve karargaha geri döndüğünde gerdanlığını düşürdüğünün farkına varmıştı. Dönüp gerdanlığı aramaya koyulunca da gecikmiş ve orduya yetişememişti. “Yokluğumu fark edince aramak üzere yanıma gelirler.” düşüncesiyle olduğu yerde beklemeye başlayan annemiz gecenin ilerleyen saatlerinde uyuya kalmıştı. Safvân bin Muattal, Hz. Aişe annemizi uyurken görünce “Biz Allah’ın kullarıyız ve biz O’na döneceğiz” [7] ayetini okumuş ve Hz. Aişe bu sesle uyanmıştı. Hz. Safvân, hızlı bir şekilde Hz. Aişe annemizi orduya yetiştirmiş ve yol boyunca tek bir kelime dahi konuşmamıştı. Fakat münafıklar onların arkadan geldiğini görünce bunu bir fırsat bildiler. Münafıkların başı olan Abdullah bin Übey bin Selül’ün bu iki iffetabidesine attığı zina iftirası hızla yayıldı. Safvân bin Muattal, Medine’ye geldiğinde mü’minlerin annesine ve kendisine atılan bu çirkin iftiradan haberdar olmuş, üzüntüden “Vallahi ben hiçbir kadının eteğini çözmedim.” demişti.[8]

Bu iftiraların Medine’de dolaştığı zamanlarda EbûEyyûb el-Ensârî’nin zevcesi ÜmmüEyyûb, kocasına: “Ey EbûEyyûb! Halkın Aişe aleyhinde söylediklerini işittin mi?” diye sorunca, EbûEyyûb el-Ensârî: “Evet işittim. Onların hepsi yalan ve uydurmadır. Ey ÜmmüEyyûb! Sen Aişe’nin yerinde olsan böyle bir kötülük işler miydin?” diye sordu. ÜmmüEyyûb: “Hayır! Vallahi, ben öyle bir kötülük işlemezdim.” dedi. EbûEyyûb el-Ensârî: “Safvân’ın yerinde ben olsaydım, böylesine kötülük işler miydim?” diye sorunca ÜmmüEyyûb: “Hayır! Vallahi, sen de katiyyen öyle bir kötülük işlemezdin!” dedi. Bunun üzerine Hz. EbûEyyûb el-Ensârî şu cümleleri söyledi: “Şunu bil ki; Aişe senden Safvân benden hayırlıdır. Onlar hiç işlemezler.” [9]

İlgili vahiy de gecikince EbûEyyûb El-Ensârî gibi hüsnü zanla bakamayan bazı Müslümanlar, münafıkların bu iftirasına inanmıştı. Bir müddet sonra vahiy gelmiş, beraberinde beraat getirmişti. Hz. Peygamber minbere çıkarak önce Allah’a hamd etmiş ve bu “Bu iftirayı uyduranlar sizin içinizden bir gruptur…”[10] ile başlayan ayetleri okumuştu.[11] Sonra da Safvân bin Muattal’dan söz ederek “Ben, onun hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum.”[12] demişti. Bunun üzerine müfteriler susmak zorunda kaldılar.[13]

İfk hadisesinden alnının akı ile çıkan Hz. Safvân’ı hayatının geri kalanında da cihad meydanlarında görmeye devam ediyoruz. Ara ara Hz. Peygamber’in kendisine nâdilik vazifesi verdiğini yani Medine sokaklarında dolaşarak Resûlullah’ın duyurularını insanlara ulaştırdığını görüyoruz. Allah’ın elçisinin rahle-i tedrisatında 7 yılını geçiren Safvân bin Muattal, Hz. Ebû Bekir’in hilafetinde 2 yıl daha Medine’de kaldı. Daha sonra Hz. Ebû Bekir’in gönderdiği cihad orduları ile yola koyuldu. 6 yılını Irak ve Şam fetihlerinde geçirdi. Urfa’nın fethinde ordunun sol kanat komutanlığını yaptı lakin gönülleri fethedenler Urfa’yı sulhen ele geçirdiler. Urfa’da ordu ikiye ayrıldı. Bir kısmı Diyarbakır’a bir kısmı ise Adıyaman Samsat’a doğru yola koyuldular. Hz. Safvân o dönemde Ermenilerin yaşadığı Samsat’a yönelen ordunun komutanıydı. Samsat’ı fethetti ve en yetkili uç beyi olarak görevlendirildi. Orada ordusunu kuvvetlendirdi ve Bizans’a karşı sık sık taarruzlarda bulundu. Cihad meydanında ayağı kırıldı lakin o savaşa devam etti.[14] Nihayet ömrü boyunca arzuladığı ve peşinden koştuğu şehadete kavuştu. Vefat tarihi hakkında iki farklı rivayet vardır: Bir rivayete göre cihat meydanında H.19 yılında şehit olmuştur.[15] Bir diğer rivayete göre ise 40 yıldan fazla bir süre Adıyaman ve çevresinde valilik yapmış, H.60 yılında şehit olmuştur.[16]

Hz. Safvân’ın ömrü cihat meydanlarında geçtiği için çok fazla hadis rivayetinde bulunamamış Resulullah’dan (sas) sadece 2 hadisin bize ulaşmasına vesile olmuştur.

Safvân bin Muattal’ın kabri bugün Adıyaman’ın[17] Samsat ilçesinde bulunmaktadır. Kabrin Samsat’ta bulunduğu kesindir ve bu konuda İslam tarihi kaynaklarında hiçbir ihtilaf yoktur.[18] Şuanda kabri halkın ziyaretine açıktır ve halk tarafından sahabe-i sipi (temiz pak sahabe) olarak tanınmaktadır.

Elhamdülillah, bu yazıyı yazmadan önce Safvân bin Muattal’ın kabrini ziyaret ederek türbesinde geceleme imkanı bulduk. Bu imkanı bizlere sağlayan ve Adıyaman’da Safvân bin Muattal’ı anlatma gayesinde olan Siret Derneğine de hassaten teşekkür ediyoruz. Hz. Safvân’ın türbesine gittiğimiz zaman kabrin bulunduğu alana Türkiye Diyanet Vakfı tarafından içerisinde Kur’an kursu, camii ve türbe bulunduran büyük bir külliye inşa edilmekte olduğuna şahit olduk.

Bugün Hz. Safvan’ın kabrinde ne eti ne de kemikleri kalmıştır. Bizlere miras olarak sadece onun ufku ulaşmıştır. Çünkü bizler biliyoruz ki Safvân bin Muattal ve birçok sahâbî tüm zorluklara rağmen cihat yolu ile bu topraklara kadar gelmiş ve Anadolu’nun fethine öncülük etmiştir. Bugün bizler bu coğrafyada İslam’ın hilali altında yaşıyorsak onların bu topraklarda getirdiği “Allahu Ekber!” nidaları ve döktükleri şehadet kanları sayesindedir. Öyleyse bir vefa borcu olarak onları anlama ve anlatma gayretinde olmalı ve bu meseleyi gündemimize alarak yeni fetihlere kapı aralamalıyız.

[1] İbnSa’d, Tabakât, V, 166; İbnü’l-Esir, Üsdü’l-Ğabe, III, 31.

 

[2] İbnSa’d, Tabakât, V, 166; Benî Mustalik gazvesine Müreysî gazvesi de denir.

 

[3] İbnSa’d, Tabakât, V, 169.

 

[4] et-Taberânî, VI, 54.

 

[5] İbnSa’d, Tabakât, V, 170.

 

[6] Buhârî, Megâzi, 34.

 

[7] Bakara, 2/156.

 

[8] İbn Kesir, el-Bidâye ve’n-Nihaye, VII, 159; Safvân bin Muattal o dönemde bekardır, daha sonraları evlenmiştir. Hasur meselesi, yani iktidarsız olduğuna dair bazı bilgiler mevcuttur. Ancak bu kesinlikle hatalı bir bilgidir. Çünkü Hz. Safvân’ın künyesi “EbûAmr” yani Amr’ın babasıdır. Aynı zamanda bir başka rivayete göre Safvân bin Muatttal zifafta bulunmak için hanımına nafile oruç tutmasını yasaklamıştır. Hanımı yasağı Hz. Peygamber’e şikayet edince Resûlullah kadınlara kocasının izni olmadan oruç tutmayı yasaklamıştır. Bkz. İbnSa’d, Tabakât, V, 170.

 

[9] Taberi, II, 114.

 

[10] Nur, 24/10-20; İfk Hadisesi ile ilgili ardarda 10 ayet gelmiştir.

 

[11] İbnSa’d, Tabakât, V, 167.

 

[12] İbnü’l-Esir, Üsdü’l-Ğabe, III, 32.

 

[13] İfk hadisesinin tamamı için bkz. Buhârî, Meğazi, 34.

 

[14] İbnü’l-Esir, Üsdü’l-Ğabe, III, 32.

 

[15] İbn’ül Esir, El Kelam Fi’t-Tarih, 2, 495, İbn Hacer, El-İsabe, II, 580.

 

[16] İbnSa’d, Tabakât, V, 169; İbn’ül Esir H.58 demiştir. İbn’ül Esir, Üsdü’l-Ğabe, III, 32.

 

[17] İslam tarihinde Adıyaman’a Abbâsî Halifesi EbûCa‘fer el-Mansûr’un kalesi anlamında “Hısnımansur” denmiştir.

 

[18] İbnSa’d, Tabakât, V, 169; İbn Hacer, El-İsabe, II, 580; İbnü’l-Esir, Üsdü’l-Ğabe, III, 32.

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x