Menü

O yüzden her hadis kitabının ilk sözü “Niyetler amellerden hayırlıdır.” olur. Çünkü amel, niyetsiz boş çuval gibidir. Hayatta bir karşılığı yoktur. Niyet, bir şeyin anlamlı ve değerli oluşunun teminatıdır. Bir eylemin değeri onu gerçekleştirenin niyeti ile ilişkilidir. Niyeti oluşturan şey ise kişinin varlık, var oluş ve var olanlar karşısında oluşturacağı anlamdır. Anlam ile niyet arasındaki karşılıklı ilişkiyi dikkate almadan meseleyi açıklığa kavuşturamayız. Burada kişinin kendi doğasının saf hali ile kurduğu ilişkide oluşturduğu anlamın üzerine niyetini belirgin kılması ile birlikte o niyetin hem istikameti hem de anlamı yeniden derinleştirerek varlık sahasına çıkarması elzemdir. Bu döngüsel ilişki olmazsa hiçbir amelin bilinç ve inanç ile sahih ve sahici bir ilişki kurması beklenemez!

Niyet, belirleyici bir özellik olarak insan yaşamında önemli bir yer tutar. İnsanın hedefini belirginleştirir. Modern dönemde niyet yerine ön varsayım kavramı kullanılır. Ön varsayımlar üzerine ulaşılması gereken hedef bina edilir. Bilgi, bilim, inanç ve yaşamın diğer kalan boyutları da… Niyet, insanın temel duruşunu belirleyerek istikametini tayin eder ve bu istikamet üzere hayatı kuşatarak yaşamın akışını belirgin kılar.

Bu konuda niyeti pozitif anlamı ile betimliyoruz. Tabi ki kötü niyet söz konusu ve bu kişiyi kötü eylemlere taşıyabilecek bir özelliği açığa çıkartır. Bu yüzden niyeti istikamet üzere betimledim. İstikametin oluşumundaki başlangıç âmilidir. Varlığını bu istikamet üzere kurması, kişinin bugün ve geleceğini belirleyerek onun karakteristik yapısını oluştururken hem bilişsel sürecini hem de ilişkiler ağını tanımlar.

İstikamet, kişinin yönelimini ve yönünü tayin ederek yolu işaretler, yoldaki tehlikelere karşı duyarlı ve engelleri bertaraf edecek bir pozisyonu elinde tutmaya yarar. İstikamet, yolda olup bitenlerin neler olması gerektiği ve karşı karşıya kalınan her duruma nasıl bir tepki verilmesi gerektiğini tayin eder. Yoldan sapmamayı ve yola itidal üzere revan olmayı istikametin ağırlığı belirler.

İstikametin tasdik tarafından güçlendirilmesi esasa taalluk eder. Tasdik, istikametin hem niyet hem eylem düzeyinde kararlı bir şekilde kişinin ahlâkî zeminini güçlendirdiğini gözlemlemeye imkân tanır.  Bu kararlılığın kişide çok önemli bir güveni temin ettiğini ve bu güven üzerine iki temel aksiyoma zemin oluşturduğunu görürüz. İlki, kişinin kendisinde oluşan bu güvenin onda samimiyeti çoğalttığı ve ikincisi ise muhataplarında oluşan güven ve samimiyetin belirginleşmesidir. Samimiyet ise kişinin karakter olarak varlığını istikametin doğrulanmasına mâtuf olarak yaşamasını sağlar ve istikrar oluşturmadaki konumu, kişinin samimiyetini çoğaltır, aynı zamanda muhataplarda oluşturduğu bu samimi karakterin ortak bir karaktere dönüşmesine sebep olarak samimiyetin varlığını ortak bir idrake dönüştürür. İşte bu idrak, hem istikameti güçlendirir ve sabitleyerek kişinin inançlarının güçlendirilmesine kaynaklık eder hem de toplumsal yapıda istikametin temel bir etken olarak sadakat ve samimiyeti çoğaltarak toplumsallaşmasına aracılık eder. Çünkü istikamet, sadakat ve samimiyet ile desteklenmezse dışarıdan yapılacak saldırılara veya şeytanın iğvâlarına zaaf oluşturacaktır ama iman, bilinç ve amel bütünlüğü oluşmadan istikamet kendi yolunu çizme konusunda sorunlar yaşayacaktır.

İstikametin sürekliliğini sağlayacak olan ise onun sahici vasfıdır. Sahicilik, istikameti düzenli bir şekilde varlığını idame ederken ona güç katmasına imkân tanımasıdır. Sahicilik her eylemde ve düşüncede yabancılaşmayı bertaraf ederek onun otantik yapısını korumaya zemin oluşturur.

Sahicilik, kişinin sahici eylemlere sahip olmasını sağladığı gibi etki ve tepkilerinde de sahici oluşunu garanti altına alır. Düşüncede de sahicilik, düşüncenin doğruya tekabülünü sağlama konusunda kişiye önemli bir katkı sağlar. Sahicilik, her türlü sahte ve yabancılaşmayı kişinin, toplumun, düşüncenin ve eylemin dışına iter.

İman, istikamete yönelik bir güveni oluşturur. Bu güven iki boyutlu bir işleve sahiptir. Kişinin kendisinde oluşacak güven ki bu özgüveni oluşturur. Diğeri ise kişinin özgüveninin sağladığı atmosfer üzerinden başkalarında kişiye karşı oluşturulacak olan güvendir. Bu iki güven unsuru birlikte harekete geçtiğinde iman belirli bir bilinç üzerinden harekete geçer.

İman; anlam, niyet ve istikametin kendi doğalarının saflığı ile buluşarak kişinin inanma, değer oluşturma, güven sağlama, güven duyma ve güvenlik idraki hem ontolojik güvenliği hem epistemik güvenliği sağlama almayı içerir. Hem enfüsi derinliği hem afakî sonsuzluğu iman üzerinden betimleme imtiyazı kazandırır. İman, kişinin kuracağı ilişkiler ağının değer boyutunun vazgeçilmezidir.

İman, varlığın anlamını ve gizini açıklayacak inanç ilkelerine olan tam bağlılık ve dolaysız güvendir. İman, anlamdır çünkü Yaratıcının varlığı ve yaratılışın oluşumu ile devamı, Yaratıcının sonsuz bir kudrete sahip olduğu ve tam bir iradeye sahip oluşu da inanç ilkeleri arasındadır. İnsanın yaratılışı ve onun yeryüzündeki amacına matuf ‘ilahi bilgi’nin yüklediği ‘hilafet’ de bu inancın ilkeleri içindedir. Yeryüzünde bulunmanın bir ‘imtihan’ oluşu ve ‘yaptıklarımızın hesabını vereceğimiz’ yine inanç ilkeleri içindedir ve bu inanç ilkeleri bize anlamı verir. Bu yüzden iman anlamı içinde taşır ve insanın hayatını kuşatıcı bir şekilde düzenleyerek onun kendini gerçekleştirme imtiyazını ona verir.

İmanın yaşama dönüşmesi için zorunlu bir kavram vardır: bilinç. Bilinç; imanın mücessem biçimde, istikamete uygun bir şekilde varlık kazanması ve amelin varlık sahasında kendi doğasına mâtuf bir varlık zemini üzerine kurulması için elzemdir. Bilinç; iman ve amel arasındaki korelâsyonu sağlayan temel saiktır. Bilinç üzerinden gerçekleşen iman, ameli ‘Sâlih Amel’ pozisyonuna taşır. Amelin, yaşamda bir karşılığının oluşması ve diğer insanlar nezdinde erdem ve iyi olarak betimlenmesi için bilinç üzerinden gerçekleşmesi kaçınılmazdır. Bir bilince dayalı olmayan ameller, zorunlu olarak tahfif edilir ve kendisini yabancılaştırır. Bu yabancılaşma hem kişiye yönelik hem amelin kendi doğasına yönelik bir yabancılaşmadır. İstikametin, niyet üzerinden gerçekleşmesi, imanın amele dönüşürken bir sâlih amel olarak varlık kazanması, her aşamada ancak bilincin devrede olması ile gerçekleşebilecek bir durum içerir. Bu yüzden iman bilinçten bağımsız düşünülemez, amel de hem iman hem de bilinçten bağımsız düşünülmemelidir.

Bilinç, bir duyarlılığın inşâsıdır. Bu duyarlılık ile ilişkide olduğu şeye karşı kişi bir yakaza/duyargaları tam açık halini oluşturur. Kişi,  imanın enfüste kalıcılaşmasını sağlarken, afakta varlık kazanmasını da bilinç üzerinden gerçekleştirir. Bilinç, kişinin varoluşunun bütün parçalarının birbiri ile bütünlük oluşturmasını sağlar. Bütünlük üzerinden parçanın işlevini de tayin eder bilinç. Bilinç, kişinin kendini keşfederken, kurarken ve bir karakter oluşumuna taşırken zorunlu vasıtadır. Kişi, her safhada yanında bilinci taşımazsa ne imanından bir etkilenme ne de amelinden bir hayır görecektir. Bu yüzden bilinç; kişinin her aşamada inancını oluştururken, bu inanç üzerine niyetini sahih kılarak istikametini belirginleştirmeli, bu istikameti doğrulama ve samimiyet ile beslerken, bu istikametin ete kemiğe dönüşen amellerini nicel ve nitel olarak da beslemelidir. O yüzden bilinç kişi için vazgeçilmez bir özelliktir. Tabi ki bu bilinci oluşturan istikamet ve inanç ilkeleri üzerine bina edilen iman da bilinç için vazgeçilmezdir.

Amel/eylem, kişinin kendini oluştururken ve her adımda kendini gerçekleştirirken gerekli olana tekabül eder. Amel olmadan insanın varlığı boşlukta asılı kalır. Bu boşluğun giderilmesi amel ile sonlanır. O yüzden kişinin varlık kazandığı zemin, ameli boyutudur. Amelini erdem ve iyilik ile beslemelidir, desteklemelidir. Kişi ancak ameli ile kendi değerini açığa çıkartır.

Amel, kişinin varlığını soyuttan somuta taşıyan en temel olgudur. Bu temeli görmeden kişinin amel ile ilişkisini tartışmak beyhude bir çaba olur. Amele dönüşmeyen bir iman, sahicilik vasfı kazanamaz. Tek başına bilinç, yaşam karşısında bir vasfa sahip olamaz. Ta ki amel ile bütünleşince anlamını izhar eder. Bu yüzden amel; niteliğin nicelikle buluşması, karakterin ete kemiğe dönüşmesi, ruhun bedene kavuşmasıdır. Amel, zihinde oluşmuş en güzel bir yapının varlık kazanmasının temel özelliğidir. Yapıya dönüşmeyen her zihni faaliyet sadece zihinde kalır. Onun varlığa dönüşmesi amel ile bütünleşmesiyle gerçekleşir. Bu yüzden amelsiz bir iman eksiklik ve zaaflar taşıyarak zamanla yokluğa tevdi olur.

Amel ise bilinç üzerinden gerçekleştiği zaman o bilincin zeminini kuran inancın yaşamda bir karşılık üreterek varlık kazanmasına imkân sağlar. İstikametin somutlaşarak kişide oluşturacağı özgüvenin üzerine bina edilen doğrulama/sadakat ve samimiyet/ ihlâs yeni bir anlamın neşvünema bulmasına aracılık eder. Bu da salt kişi ile sınırlı olmayacak bir şahitliğin/tanıklığın oluşumunu besleyerek anlamın toplumsal karşılığının oluşumunu besler.

Sâlih amel, kendisinden önceki merhaleleri aşarak kendisine gelen kişiye nasip olacak bir düzeyi işaret eder. Bu tıpkı, varoluş süreci sonrası var olanların sahnedeki yerini alması gibidir. Sâlih amel var olan olarak varlık kazanır ama bir varoluş sürecine de mebnidir. Bu varoluş süreci ise niyet ile başlar ve istikamet ile doğrulur, iman ve bilinç üzerinden ayağa kalkar. Böylece amel ile taçlanarak sâlih amelin varlığını aşikâr kılar. Bir amelin sâlih amel olarak kabul görmesi için sahiciliği ve bilincin imbiğinden geçmesi şarttır.

Her şey ikiye ayrılır: iyi ve kötü amel de ya sâlih amel adını alır ve kişinin kurtuluşunun garantisi olur. Ya da kötü amel adını alarak kişinin ateş ile imtihanının garantisi olur. Her iki durumda da amel kişinin kaderini elinde tutan bir özellik gösterir. Bu yüzden amel öncesi kişinin yapması gereken şeyler önemlidir. Kişi; niyet, istikamet ve iman ile bilinç üzerinden amele ulaştığında sâlih amel sahibi olur ve kurtuluş beratını elinde tutar.

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x