Menü
Osman Nuri Demir
Osman Nuri Demir
İnsanlık Mirası Olarak Sâlih Amel Ve En Büyük Sâlih Amel İman
Eylül 25, 2023
Yazarın Tüm Yazıları

İNSANLIK MİRASI OLARAK SÂLİH AMEL VE EN BÜYÜK SÂLİH AMEL İMAN

                                           Dr. Osman Nuri Demir[1]

Sultânü’ş-şuarâ diye anılan meşhur divan şairi Bâkî’nin (ö. 1008/1600): “Âvâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal, Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş” beytinde işaret ettiği üzere bu âlemde insanoğlu için gerçekten kayda değer hususlardan birisi Hz. Dâvûd (as) gibi kendi asrından yankılanıp çağlar ötesinden duyulabilen zamansız bir ses bırakabilmektir. Çünkü insan nazarında mühim olan şeylerin başında bu dünyaya arkasında bıraktığı güzel ve kalıcı bir mirasla veda edebilme iştiyakı gelmektedir.

Peki, şair Bâkî’nin “hoş bir sadâ” şeklinde tasvir ettiği kalıcı eserler nelerdir? Bu soruya Kur’ân’dan yardım alarak: “Mallar ve evlatlar, dünya hayatının süsüdür. Bâkî kalacak sâlih ameller ise Rabbinin katında, sevap olarak da ümit olarak da daha hayırlıdır.”[2] meâlindeki âyetle cevap verebiliriz. Buna göre dünya hayatından ayrılırken arkamızda bâkî kalacak hoş bir sadâ bırakabilmenin yolu ardımızda bizden miras olarak kalan sâlih ameller işleyebilmiş olmaktan geçmektedir. Esasında âyette yerilen davranış insanların fâni ve yolcu olduklarını bildikleri halde mallarını ve evlatlarını ya da dünyadaki herhangi bir şeyi nihaî ve maksut gaye haline getirmeleridir. Yoksa dünyadaki asıl hedefi iyi davranışlar ve âhiret hayatı olan kişi için mallar ve evlatlar da ebediyen kalıcı mahiyetteki şeylerdir. Nitekim Hz. Peygamber (sas): “İnsanoğlu öldüğü zaman, bütün amellerinin sevabı da sona erer. Şu üç şey bundan müstesnadır: Sadaka-i câriye, istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat.”[3] anlamındaki sözleriyle muhtemelen bu gerçeğe vurgu yapmaktadır.

Anlamı ve Kıymeti İtibariyle Sâlih Amel

Mâtürîdî (ö. 333/944) âyette geçen “el-Bâkıyâtu’s-sâlihât” ifadesini “hayırların ve itaatların tamamı” şeklinde açıklamaktadır.[4] Bu yönüyle sâlih ameller hem dünyada toprağın altına girenlerin yerin üstündekiler tarafından hatırlanıp yâd edilmelerini sağlayan hem de ebedî hayatta bâkî faydalar veren ve diğer maddî mirasların aksine nesilden nesile çoğalıp artan kalıcı bir miras olarak ön plana çıkmaktadır. Zemahşerî de (ö. 538/1144) bu durumu göz önünde tutarak insanın dünyada sâlih amel işleyerek sevabını umduğunu âhirette ise bu emeline kavuştuğunu ifade eder. Kuşkusuz sâlih ameli kıymetli kılan ve bir değer olarak karşımıza çıkaran en önemli unsur insanoğlunun fiillerini özgür iradesiyle gerçekleştirebilen bilinçli bir yaratılışa sahip kılınmış olmasıdır. Amel kavramının lügat anlamı da buna delâlet etmektedir. Zira fiil kelimesi, bilgisiz ve gayesiz olarak yapılan işleri de kapsarken amel kavramı “canlı varlığın gayeli olarak yaptığı işleri” ifade etmektedir. Bu anlamda sâlih amel bilinçli bir tercihtir. Çünkü irade sahibi insan burada başka şeyleri de seçme hürriyetine sahipken tercihini sâlih amelden yana kullanmaktadır. İnsanın diğer amellerini de şekillendiren en büyük ve küllî seçimi ise iman ve küfür arasında gerçekleşmektedir. Izutsu’nun da dediği gibi: “De ki ben de sizin gibi ancak bir beşerim. Ne var ki bana ilâhınızın ancak bir ilâh olduğu vahyolunuyor. Onun için her kim Rabbine kavuşmayı arzu ederse iyi amel işlesin ve Rabbine yaptığı ibadete hiç kimseyi ortak etmesin.”[5] anlamındaki âyette de bu hususa işaret edilmekte ve Allah’a şirk koşmadan iman etmenin en büyük sâlih amel olduğuna vurgu yapılmaktadır.[6]

Hz. Peygamber’in (sas) hiçbir amelin fazilet noktasında kelime-i tevhidin önüne geçemeyeceğini ifade etmesi de kulun en büyük sâlih amelinin Allâh Teâlâ’nın varlığını ve birliğini gönülden tasdik etmesi olduğunu göstermektedir.[7] Başka bir anlatımla temelde kalbin ameli olan iman fiili kulun en önemli ve en kıymetli eylemidir.[8] Buradan anlaşılmaktadır ki kulun yeryüzünde bilinçli olarak gerçekleştirebileceği en mühim edimi iman potansiyelini açığa çıkarmak ve fıtratında var olan bu potansiyeli işlevsel hale dönüştürmektir. Zira her insan hem bu hakikati gerçekleştirmekle hem de evlatlarına ve gelecek nesillere bunu tevarüs ettirmekle mükelleftir.

Bir Âyet Olarak Sâlih Amel

Âlemde Allah’ın varlığı ve birliğini haykıran sayısız kitabî ve kevnî âyetler bulunmaktadır. Şüphesiz tevhide delâlet eden en belirgin âyetlerin başında “küçük âlem” olarak isimlendirilen insanoğlunun kendisi gelmektedir. İnsanın bu temel fonksiyonunu imanla taçlandırması yani iman ederek sâlih amellerin en üstünde yer alan imanının sayesinde olgunlaşan ve böylece yapıp etmeleriyle gerçek anlamda insanlık mânasını zirveye çıkaran insanoğlu bizzat kendi zâtı itibariyle Allah Teâlâ’nın varlığının ve birliğinin en büyük âyeti konumuna yükselmektedir. Peygamber Efendimiz’in (sas): “İmanın yetmiş küsur şubesi vardır. Bunların en üstünü ‘Lâ ilâhe illâllâh’ (Allah’tan başka ilâh yoktur.) sözüdür. En alt derecesi ise yoldaki eziyet veren şeyleri kaldırmaktır. Hayâ da imanın bir şubesidir.”[9] anlamındaki hadisinde bir anlamda imanın mümini nasıl dönüştürdüğü ve onu Allah’ın varlığının bir âyeti olarak görünür kıldığı anlatılmaktadır. Başka bir anlatımla mezkûr hadiste kelime-i tevhid yani iman, sâlih amelin en zirvesi olarak tanımlanmakta, devamında ise imanın ve bu kapsamda onun altında yer alan bütün sâlih amellerin inanan insanı kalıcı bir şekilde iyilik ve erdem yoluna sevk ettiğine yönelik bir anlatım bulunmaktadır.

İmar, İnşâ, Islah ve Miras Olarak Sâlih Amel

Zirvesinden en alt noktasına kadar sâlih ameller önce sahibini imar ederek onun insaniyetini açığa çıkarır. Bu anlamda kendisine verilen akıl ve kalbin sahih ve sâlih bir şekilde amel ettirilmesiyle insan ihtidâ yoluna girer ve böylece sâlih amellerin zirvesi olarak iman fiili ortaya çıkar. Meseleye böyle bakıldığında sâlih ameli üç farklı şekilde inceleyebiliriz. Bunlardan ilki insanın kendi varlığıyla ilgilidir. Bu bağlamda az önce ifade ettiğimiz üzere bünyesine yerleştirilen akıl ve kalp sahih ve sâlih bir tarzda amele muvaffak olunca bu durum insanın kendi varlığı üzerinde kalıcı olarak hakikatin ortaya çıkmasını netice verir. Böylece insan bünyesi yaratılışına uygun olarak imar edilmiş ve onun bedeninde hakikatin inşâsı mümkün hale gelmiş olur. Kuşkusuz sâlih amelin en üstünü olan iman ile imar edilen insan bedeninde açığa çıkan bu hakikat sayesinde sadece insan varlığı imar edilmiş olmaz. Dahası imanla bezenmiş olan insanın, imanının gereği olarak gerçekleştireceği sâlih amellerle bizzat kendine, diğer insanlara hatta âlemde yaşayan canlı-cansız bütün varlıklara ve nihayet Yüce Yaratan’a karşı tavır ve tutumları ebedî hayat ekseninde tamamen farklılaşmış ve yaratılış gayesi ekseninde yeniden inşâ edilmiş olur. Sonuç olarak sâlih bir kul ilâhî rıza doğrultusunda kendisini ve çevresini bir bütün olarak imar, inşâ ve ıslah etmiş olur. Zaten halife olarak yaratılmış olan insandan beklenen de kendi varlığında olduğu gibi yeryüzünde de bir imar ve ıslah faaliyetini gerçekleştirmesidir. Bunun bir yansıması olarak da Kur’ân’da birçok defa peygamberlerin duası olarak sâlihlerden olma arzusu zikredilmiştir.[10]

Bireysel olarak iman ve sâlih amele muvaffak olan kimselerin güzel örneklikleri nesilden nesile nümûne-i imtisâl ve üsve-i hasene olarak intikal etmektedir. Meselâ Kur’ân’da sâlih amelin karşıtı olan amel-i seyyienin yani kötü amelin temsilcisi olarak zikredilen Kâbil’in karşısında konumlanan Hâbil’in işlediği sâlih amel ve onun sâlih kimse örnekliği insanlığın başlangıcından kıyamete kadar devam edecek olan bir insanlık mirası olarak bizlere kadar ulaşmıştır. Bu durum bize göstermektedir ki ferdî planda gerçekleştirilen sâlih amellerin etki alanına giren çevrede ve sonraki nesillerde ikinci bir dönüşüm yaşanmaktadır. Çünkü sâlih amelin aksedici ve dönüştürücü bir etkisi bulunmaktadır. Salih kimseler tatmış oldukları bu güzelliklerin kendileriyle ya da kendi nesil ve çevreleriyle sınırlı kalmasını arzu etmezler. Aksine iyilik ve güzelliğin bütün âleme yayılmasını gönülden isterler. Bu konuda en güzel örneklerden birisi Hz. İbrâhim’in (as): “Rabbimiz! Bizi sana teslim olmuş kimseler eyle. Soyumuzdan da sana teslim olmuş bir ümmet kıl. Bize ibadet yerlerini ve ilkelerini göster. Tövbemizi kabul et. Çünkü sen, tövbeleri çok kabul edensin, çok merhametli olansın.”[11], “Rabbim! Beni namaza devam eden bir kimse eyle. Soyumdan da böyle kimseler yarat. Rabbimiz! Duamı kabul eyle.”[12] anlamındaki yakarışıdır. Hz. İbrâhim’in diliyle Kur’ân’da bize öğretilen bu dualar ebeveynlerin evlatlarına bırakmaları gereken en önemli mirasın da maddî şeylerden ziyade manevî unsurlar ve bu anlamda örneklik teşkil edecek sâlih ameller olduğunu göstermektedir. Hz. Peygamber’den (sas) rivayet edilen şu hadiste de bu husus ön plana çıkarılarak asıl ve kalıcı olan mirasın insanı iyiye ve güzele ileten sâlih ameller olduğu anlatılmaktadır: “Hiçbir baba, çocuğuna güzel ahlâktan daha kıymetli bir miras bırakmamıştır.”[13]

Sâlih amelin bireysel olarak insanı dönüştüren kalıcı bir imar ve ıslah faaliyeti olmasının yanında üçüncü olarak topyekûn insanlığı ve âlemi imar ve ıslah eden bu bağlamda bir bütün olarak toplumları ve yeryüzünün tamamını etkileyen kalıcı bir iyilik kaynağı olduğu da unutulmamalıdır. Zaten bu sebepledir ki Kur’ân-ı Kerîm’de ısrarla yeryüzünü ancak sâlih kimselerin imar ve ıslah edebileceği ifade edilerek şöyle buyrulmaktadır: “And olsun, Zikir’den (Tevrat’tan) sonra Zebûr’da da ‘Yeryüzüne muhakkak benim iyi kullarım varis olacaktır.’ diye yazmıştık.”[14] Âyetten anlaşılacağı üzere Allah Teâlâ, Tevrat’ta, Zebûr’da ve Kur’an’da, dünyada kötüle­rin ve kötülüğün sürekli olarak pâyidar olamayacağını; iyiliğin asıl, kötülüğün ise ârızî olduğunu, hâkimiyetin eninde sonunda iyilerin eline geçmesinin mukadder bulunduğunu haber vermiştir. Buna göre tarih boyunca Kâbil gibi kötülüğün temsilcisi olanlar hakiki anlamda hiçbir zaman galip olamamışlar ve onların kötülük ve zulümleri asla kalıcı hale gelememiştir. Nitekim Allah Teâlâ tarihin her döneminde zalim ve despot kişi ve toplumları türlü vasıtalarla tarih sahnesinden silmiş ve onların yerine sâlih kimseleri vâris kılmıştır. Ayrıca sâlih amel ölen kimsenin ardından dünyada kalanlar için manevî miras olduğu gibi aynı zamanda ebedî âleme gönderilerek orada kalıcı olarak istifade edilecek ebedî bir miras hükmüne geçmektedir. Diğer yandan Elmalılı (1878-1942) merhumun da dediği gibi “Bu fâni dünyanın yerine de öteki dünya (âhiret hayatı) geçecek.” yani onun vârisi olacaktır. Malum olduğu üzere öteki dünyanın ebedî mutluluk alanının adı cennettir. Dolayısıyla bu dünyada sâlih olan kullar yani her şeyin ölçütü olarak ilâhî rızayı esas alan iyi, erdemli ve düzgün insanlar cennete girecekler ve arkalarında miras olarak bıraktıkları sâlih ameller sayesinde her iki dünyanın da gerçek vârisleri onlar olacaklardır.[15]


[1] Dr. Öğr. Üyesi, Ege Üniversitesi Birgivi İslami İlimler Fakültesi, İzmir.

[2] Kehf 18/46.

[3] Müslim, “Vasiyyet”, 14; Ebû Dâvûd, “Vasâya”, 14; Tirmizî, “Ahkâm”, 36; Nesâî, “Vasâyâ”, 8.

[4] Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Ḳur’ân, nşr. Komisyon, İlmî Kontrol: Bekir Topaloğlu (İstanbul, Mizan Yayınevi, 2005-2011),9/65.

[5] Kehf 18/110.

[6] Toshihiko Izutsu, Kur’an’da Dînî ve Ahlâkî Kavramlar, çev. Selahattin Ayaz (İstanbul, Pınar Yayınları, 2013), 311.

[7] İbn Mâce, “Edeb”, 54.

[8] Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm, Kitâbü’l-îmân, nşr. Muhammed Nâsırüddin el-Elbânî (Riyad, Mektebetü’l-Meârif, 1421/2000), 53.

[9] Nesâî, “Îmân”, 16.

[10] bkz. Yûsuf 12/101; Şu’arâ 26/83; Saffât 37/100.

[11] Bakara 2/128.

[12] İbrâhîm 14/40.

[13] Tirmizî, “Birr”, 33; İbn Hanbel, IV, 77.

[14] Enbiyâ 21/105.

[15] Elmalılı Hamdi Yazır’ın konu hakkındaki benzer yorumları için bkz. Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, (İstanbul, Eser Neşriyat 1979), 4/3373.

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
Şahitliğin Hakkını Veren Şehir: Gazze...
Recep Songül
Şehit ve Şahit İlişkisi
İbrahim Hanek
Şahitlik ve İhsân
Murat Kaya
Seyr u Sülûk Bir Şehâdet Arayışı mıdır?...
Hamit Demir
İlâhî Şahitlik
Yavuz Selim Göl
RÖPÖRTAJLAR
“Gazze” demek şahitler diyarı demektir....
Muhammed Emin Yıldırım
“Şahitlik; her zaman ve zeminde hakkı söyleme, hak...
Şinasi Gündüz
“Doğu Türkistan Çin’in bir parçası değildir."...
Hidayet Oğuzhan
“Eğer insanım diyorsanız, Doğu Türkistan bir insan...
Seyit Tümtürk
“Gazze’de yaşananlar, Batı’nın dünya kamuoyundan, ...
Derda Küçükalp
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Doğu Türkistan, Filistin ve Diğerleri: Sinemada Ek...
Abdülhamit Güler
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
Göstermenin Mesuliyetinde Sinemanın Örnekliği...
Abdülhamit Güler
Perdedeki Kimin Afeti, Felaketi, Kıyameti!...
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Doğunun Tüm Yolları Erzurum'dan Geçer...
Mikail Çolak
Mağrur Bir Tarih Ribatı Gibi Dimdik Ayaktadır Kâşg...
Mikail Çolak
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
Habib-i Neccâr’ın Gözyaşları
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
Leyla “A” dır
Rumeysa Döğer
Son Dokunuş Sahibi: Kusem b. Abbas
Rumeysa Döğer
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
Afrâ bint Ubeyd Yüzlü Kadınların Zamanından…...
Rumeysa Döğer
Bütün Şehit Annelerine: Sümeyra Bint Ubeyd Teselli...
Rumeysa Döğer
NEBEVİ VARİSLER
Ubey b. Kâ'b: Allah’ın Seçtiği Muallim...
Damla Mıdış
Ümmü Seleme
Hayrunnisa Duran
Allame Muhammed Salih Damollam
İkra Nur Demir
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Takvâ Sahiplerinin Öncüsü Hasan Basrî...
Beyza Durna
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x