Menü

Allah’a hamd O’nun kutlu elçisi Peygamber Efendimiz’e (sas)selatü selam olsun.

Allah’ın Resûlü(sas) kıssalar üzerinden bizlerehayatımız boyunca sakınmamız gereken halleri bildirip bizleri güzel bir dille uyarır. Bu yazımızda da derin şekilde okuyup düşündüğümüzde bizleri hizaya getirecek olan kel,kör ve abraş  kıssasını ele alıp kıssa üzerinden nimete eriştiğimiz zaman, şükrünü nasıl eda etmeli ve Allah’ı nasıl razı etmeliyiz? sorularına cevap bulmaya çalışacağız.

Unutmamamız gereken bir hakikat var ki Cenab-ı Hak kimini yokluk, kimini de varlık ile imtihan eder. Kimini  de hem yokluk hem de varlık ile imtihan eder ve  kulların O’nun hoşnut olacağı davranışları sergileyip sergilemeyeceğine bakar. Bu kıssada da Peygamber Efendimiz (sas)İsrailoğulları’ndan imtihana tabi tutulan üç adam üzerinden insanın darlıkta ve bollukta, hastalıkta ve sağlıkta nasıl farklı davranabileceğini bizlere öğretmektedir. Şunu bilmeliyiz ki davranışlardaki bu farklılık, her şeyden önce murakabe şuurundan uzaklaşmaktan ileri gelmektedir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de de bu tutarsız davranışlara işarette bulunulmuştur. Örneğin Cenâb-ı Hak Lokman Suresinin 32. ayetinde mealen şöyle buyurmuştur:“Onları, gölgeler salan dağlar gibi dalgalar sardığı zaman, bütün samimiyetleriyle O’na yalvarırlar. Fakat Allah, onları kurtarıp karaya çıkarınca içlerinden bir kısmı orta yolu tutar (bir çoğu da inkar eder); zaten bizim ayetlerimizi (öyle) nankör gaddarlardan başkası inkar etmez.”

Bu duruma düşmekten Allah’a sığınırız. Şimdi de Cenâb-ı Hakk’ın verdiği nimetler karşısında acaba biz hangi tavrı takınacağız. Son nefesimize kadar Allah’a şükreden bir kul olabilecek miyiz muhasebesiyle kıssanın Buhâri’de geçti şekliyle aktaralım.

“İsrâiloğulları arasında biri abraş (ala tenli), biri kel, biri de kör üç kişi vardı. Allah Teâlâ onları sınamak istedi ve kendilerine bir melek gönderdi.

Melek ala tenliye geldi:

– En çok istediğin şey nedir? dedi. Ala tenli:

– Güzel (bir) renk, güzel (bir) ten ve insanların iğrendiği şu halin benden giderilmesi, dedi. Melek onu sıvazladı ve ala tenlilik gitti, rengi güzelleşti. Melek bu defa:

– En çok sahip olmak istediğin mal nedir? dedi. Adam:

– Deve (yahut da sığır)dır, dedi. Ona on aylık gebe bir deve verildi. Melek:

– Allah sana bu deveyi bereketli kılsın! diye dua etti.

Sonra kele gelerek:

– En çok istediğin şey nedir? dedi. Kel:

– Güzel (bir) saç ve insanları benden uzaklaştıran şu kelliğin giderilmesi, dedi. Melek onu sıvazladı, kelliği kayboldu. Kendisine gür ve güzel (bir) saç verildi. Melek sordu:

– En çok sahip olmak istediğin mal nedir? Adam:

– Sığır… dedi. Ona da gebe bir inek verildi. Melek:

– Allah sana bunu bereketli kılsın! diye dua ettikten sonra körün yanına geldi ve:

– En çok istediğin şey nedir? dedi. Kör:

– Allah’ın gözlerimi iade etmesini ve insanları görmeyi çok istiyorum, dedi. Melek (onun gözlerini) sıvazladı. Allah onun gözlerini iade etti. Bu defa Melek:

– En çok sahip olmak istediğin şey nedir? dedi. O da:

– Koyun… dedi. Bunun üzerine ona döl veren bir gebe koyun verildi.

Deve ve sığır yavruladı, koyun kuzuladı. Neticede birinin vadi dolusu develeri, diğerinin vadi dolusu sığırı, ötekinin de bir vadi dolusu koyun sürüsü oldu.

Daha sonra melek ala tenliye, eski kılığında geldi ve:

– Fakirim, yoluma devam edecek imkânım yok. Gitmek istediğim yere önce Allah sonra senin yardımın sâyesinde ulaşabilirim. Rengini ve cildini güzelleştiren Allah aşkına senden yolculuğumu tamamlayabileceğim bir deve istiyorum, dedi.

Adam:

– Mal verilecek yer çoook, dedi. Melek:

– Ben seni tanıyor gibiyim. Sen insanların kendisinden iğrendikleri, fakirken Allah’ın zengin ettiği abraş değil misin? dedi. Adam:

– Bana bu mal atalarımdan miras kaldı, dedi. Melek:

– Eğer yalan söylüyorsan, Allah seni eski haline çevirsin, dedi.

Sonra melek, eski kılığına girip kelin yanına geldi. Ona da abraşa söylediklerini söyledi. Kel de abraş gibi cevap verdi. Melek ona da:

– Yalan söylüyorsan, Allah seni eski haline çevirsin! dedi.

Körün kılığına girip bu defa da onun yanına gitti ve:

– Fakir ve yolcuyum. Yoluma devam edecek imkânım kalmadı. Bugün önce Allah’ın sonra senin yardımınla yoluma devam edebileceğim. Sana gözlerini geri veren Allah aşkına senden bir koyun istiyorum ki, onunla yoluma devam edebileyim, dedi. Bunun üzerine (eski) kör:

– Ben gerçekten kördüm. Allah gözlerimi iade etti. İstediğini al, istediğini bırak. Allah’a yemin ederim ki, bugün alacağın hiçbir şeyde sana zorluk çıkarmayacağım, dedi. Melek:

– Malın senin olsun. Bu sizin için bir imtihandı. Allah senden razı oldu, arkadaşlarına gazap etti, cevabını verdi (ve oradan ayrıldı).”[1]

Kıssayı okuduktan sonra hemen bir insan karakteri analizi yapabiliyoruz. Zikredilen şükür imtihanını ancak üç kişiden biri kazanabiliyor ve bu oran da aslında insanoğlunun ilahi nimetler karşısındaki tavrını ortaya koyup insanın iç yapısında ciddi şekilde nankörlük taşıdığını bizlere gösteriyor.Cenâb-ı Hak bu hakikati Kur’ân-ı Kerim’de “Şükreden kullarım gerçekten pek azdır.”[2] ayetiylebeyan ediyor. Aynı zamanda insanda malı elde ederken inanılmaz bir hırs, verirken de acayip bir cimrilik olduğunu görüyoruz. Çünkü insan malını başkalarıyla paylaştığı zaman malının sürekli azalacağını ve birgün biteceğini düşünüyor. Günümüzde zekat verme oranının az olmasının sebeplerinin en başında bu korku olduğunu söylesek acaba hata etmiş olur muyuz? Peki cimri olan kişinin akıbeti ne olur sorusunu sorduğumuzda da aziz kitabımızdan şu cevabı alıyoruz. “Allah’ın, kereminden kendilerine verdiklerini (infakta) cimrilik gösterenler, sanmasınlar ki o, kendileri için hayırlıdır; tersine bu onlar için pek fenadır. Cimrilik ettikleri şey de kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.”[3]

Hastalığımızı teşhis ettikten sonra tedavi için şöyle bir soru sormamız gerekiyor. Nankörlük ve cimrik hastalığından nasıl kurtulabiliriz? Öncelikle sahip olduğumuz nimetlerin asıl sahibinin Allah-u Teala olduğunu asla unutmamalı ve bize verdiği nimetleri aynı şekilde alma kudretine sahip olduğunu bilmeliyiz. İkinci olarak bize bahşetmiş olduğu nimetlerden dolayı Cenâb-ı Hakk’a şükretmeli ve bu şükrün göstergesi olarak bize bahşettiği nimetleri başkalarıyla paylaşabilmeliyiz. Çünkü bu nimetler başkalarıyla paylaş­tığımız takdirde azalmamakta; aksine fazlalaşmak­tadır. Nitekim kıssadan öğreniyoruz ki kör olan adam da bu tavrı sergileyip ihtiyaç sahibi ki­şinin, sürüsünden dilediği kadar almasına izin vermişti. Allah da onun bu yaptığından çok memnun olmuş ve verdiği nimetleri ondan geri almamıştır.

Son olarak şunu diyebiliriz. Allah’ın bize bahşettiği nimetler karşısında biz nasıl bir tavır takınıyoruz? Bu nimetleri O’nun istediği yerlerde sarf ediyor muyuz? En önemlisi de bu nimetlere karşı şükür mü yoksa nankörlük mü ediyoruz?


[1]Buhârî, Enbiyâ 51; Müslim, Zühd 10.

[2]SebeSûresi, 34/13.

[3]Âl-i İmran, 3/180.

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x