Anne tarafından dedesi olan Ebû Habîbe, Kureyş kabilesinin önde gelen kollarından Esedoğulları’nın mevlasıdır (köle olup azat edilmiştir). Esedoğulları içinde Zübeyr ailesinin mevlası olduğuna kesin gözüyle bakılmaktadır. Ancak aileden kimin mevlası olduğu hususunda farklı görüşler bulunmaktadır. Dedesinin Zübeyr b. Avvâm’ın kölesi olduğu ve onun tarafından hürriyetine kavuşturulduğu, dolayısıyla onun mevlası olduğu şeklinde bilgiler bulunduğu gibi oğlu Abdullah’ın veya eşi Ümmü Hâlid bint Hâlid b. Saîd’in mevlası olduğu şeklinde de bilgiler karşımıza çıkmaktadır.
Her hâlükârda dedesi Ebû Habîbe, Kureyş kabilesinin önde gelen ailelerinden birisinin yanında yaşamış, o sosyal çevre içinde yer almıştır. Dolayısıyla torunu Musa b. Ukbe de bu çevrede Hicaz kültüründe yetişmiş, maddî ve manevî olarak bu ailenin himayesini görmüştür. Kuşkusuz bu himaye Musa b. Ukbe’nin elde ettiği kıymetli bilginin kökenlerini göstermesi bakımından önem arz etmekte ve İslâm ilimlerinin birçok alanında iştihar etmesinin sebeplerini de net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Musa b. Ukbe ve ailesi, Zübeyr ailesine bağlı olmaları hasebiyle Kureşî, Medine’de yaşamaları sebebiyle de el-Medînî nisbesiyle bilinmektedir. Musa b. Ukbe’nin annesi, Zübeyr ailesinin mevlası olan Ebû Habîbe’nin kızıdır. Musa, Medine’de doğmuş ve orada vefat etmiştir. Medine dışına çıktığına dair herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Zübeyr ailesine mensup olması ve Medine dışına çıkmamış olması sebebiyle Emevî hanedanıyla irtibatının bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu onun Emevî sarayı ile herhangi bir ilişkisinin bulunmadığı anlamına gelmektedir.
Kaynaklarda Musa b. Ukbe’nin doğum tarihi hakkında bilgi yer almamaktadır. Ancak bazı çıkarımlar sayesinde Hicrî 55 (675) yılı civarında doğmuş olabileceği tahmin edilmektedir. Bu çıkarım, onun Necdetü’l-Harûriyye’yi hac esnasında Mekke’de görmesi üzerine kuruludur. Bilindiği üzere Necdetü’l-Harûrî Hicrî 68 yılında (Haziran 688) hac vazifesini yerine getirmiştir. Dolayısıyla Musa b. Ukbe’nin on üç yaşlarında bulunduğu bir sırada veya bundan daha sonra onu görmüş olabileceği düşünülmektedir. Buna bağlı olarak da doğum tarihinin 55 (675) yılından önce olamayacağı ileri sürülmüştür. Onun Hicrî 60’lı yıllarda doğduğunu ileri süren araştırmacılar da vardır.
İlim aldığı sahâbîler ve hocalar
Musa b. Ukbe hanım sahabîlerden Ümmü Hâlid’i dinlemiştir. O, Abdullah b. Ömer, Enes b. Mâlik ve Sehl b. Sa‘d es-Sâidî’yi görmüş, ancak onlardan rivayette bulunmamıştır. Zehebî tarafından tâbiînin küçükleri arasında zikredilen Musa b. Ukbe rivayet ehli olan birçok seçkin hocadan istifade etmiştir. Hadis, fıkıh ve meğâzî alanında pek çok mümtaz şahsiyetin öğrencisi olmuştur. Ebü’z-Zinâd Abdullah b. Zekvân, Abdurrahman b. Hürmüz el-A‘rec, Ebû Seleme b. Abdurrahman b. Avf ve İbn Şihâb ez-Zührî başta gelen hocaları arasında zikredilebilir.
O, kuşkusuz, kendisinden rivayet aktaran birçok öğrenci yetiştirmiştir. Ebû İshâk el-Fezârî, Süfyân es-Sevrî, Süfyân b. Uyeyne ve Mâlik b. Enes öğrencileri arasında önde gelen isimlerdendir.
“Meğâzî” adlı eseri
Kaynaklarda zikri geçen eseri, el-Meğâzî adıyla bilinmektedir. Günümüze tam bir nüsha olarak gelmemiş olmasına karşın uzun asırlar boyunca eserin kendisine veya ismine atıfta bulunulmuştur. Âlimler onun eserinden istifade etmiş ve eserin ismine işaret ederek ondan rivayet aktarmışlardır.
İmâm Mâlik’in “Musa b. Ukbe’nin kitabında yer almayan kişi Bedir’e kesinlikle katılmamıştır.” sözleri bunun çok açık ve öğrencisi olması hasebiyle önemli bir göstergesidir. Abdullah b. Mübârek, Meğâzî adlı kitabı Musa b. Ukbe’den aldığını belirtmiş, Musa b. Ukbe’nin bir rivayeti ile ilgili kendisine sorulan bir meseleyi inceleyerek yanındaki kitapta o rivayetin bulunmadığını belirtmiştir.
Ahmed b. Hanbel’in, “Size Musa b. Ukbe’nin el-Meğâzî’sini tavsiye ediyorum.” ifadelerinde de de görüldüğü üzere her dönemde eserine atıfta bulunulmuştur. İmâm Şâfiî, hacminin küçük, muhtevasının sınırlı olmasına karşın Musa b. Ukbe’nin kitabını en sahih meğâzî kitabı olarak değerlendirmiştir. İlerleyen asırlarda İbn Hacer eserin bazı nüshalarından alıntılar yapmış, Zehebî, Musa b. Ukbe’nin eserinin bir cilt olduğunu belirtmiştir.
Yukarıda da zikredildiği üzere Musa b. Ukbe çok zengin bir ilmî birikime sahipti. Onun Mescid-i Nebevî’de ders halkası vardı. O aynı zamanda bir fakihti ve fetva verirdi. Hadis rivayetleri oldukça zengindi. Ancak Musa b. Ukbe’nin fıkıh ve hadis sahasında pek çok rivayeti olmasına karşın kendisine nispet edilen bir eseri kayda geçmemiştir. Dolayısıyla kendisine atfedilen tek eser biraz sonra da bahsedeceğimiz ilerleyen yaşlarında yazdığı Meğâzî adlı kitabıdır.
İbn Kâdî Şühbe (ö. 789/1387), Musa b. Ukbe’nin Meğâzî adlı eserinden yirmi rivayeti seçerek el-Müntehab min Meğâzî Musa b. Ukbe adlı bir risale kaleme almıştır. Bugüne ulaşmamış olmasına karşın yirminci yüzyılın başlarında Almanya’da mevcut olan ve üzerine birçok çalışma yapılan bu nüsha Musa b. Ukbe’nin eserini teyit eden önemli bir delildir. Eser İkinci Dünya Savaşı esnasında yok olmuştur.
“Meğâzî”nin kaleme alınma sebebi
Öğrencisi Süfyân b. Uyeyne’nin verdiği bilgiye göre Musa b. Ukbe’nin kitabını kaleme alma sebebi Şurahbîl b. Sa‘d’ın siyer ve meğâzî hakkında yanlış bilgiler vermeye başlaması olmuştur. Şurahbîl, Bedir’e katılmadığı halde bazı kişileri Bedir’e katılmış gibi göstermiş, Uhud’da şehit olmayanları Uhud şehidi gibi zikretmiş, hicrete katılmayanları da katılmış gibi aktarmıştır. Bu durum Musa’nın kulağına gelince bunu yadsımış ve ileri yaşına rağmen kitabını kaleme almıştır. Bu hususta büyük bir gayret göstermiş ve megâzî konularıyla ilgili tek tek tespitlerde bulunmuştur. Bu yüzden önde gelen âlimler, onun kitabında yer alan isimlere çok itimat eder ve sürekli onu tavsiye ederdi. Onun bu çabası meğâzî sahasında kitap telif eden ilk kişiler arasında yer almasını sağladı.
“Meğâzî”nin Kaynakları
Musa b. Ukbe kitabını oluştururken pek çok raviye itibar etmiştir. Bazı araştırmacılar meğâzî ile ilgili rivayetlerini sadece İbn Şihâb ez-Zührî’den aldığını ileri sürmüş ise de Musa b. Ukbe, yirmi kişiden doğrudan nakilde bulunmuştur. Musa b. Ukbe’nin Meğâzî kitabına almış olduğu rivayetlerin büyük bir kısmı İbn Şihâb ez-Zührî’den gelen nakillerdir. Musa b. Ukbe’nin bu çabası sayesinde İbn Şihâb ez-Zührî’nin meğâzî rivayetleri belirginlik kazanmıştır.
O, günümüze ulaşan meğâzî rivayetlerinin büyük bir kısmında kuşkusuz İbn Şihâb ez-Zührî’ye dayanmış ve ondan yüz on beş rivayet aktarmıştır. Bu sayı günümüze ulaşan nakillerinin yaklaşık olarak yüzde altmışını teşkil etmektedir. Musa b. Ukbe buna ilave olarak İbn Ömer’in mevlası Nâfi‘den yirmi altı, Sâlim b. Abdullah’dan on beş, dedesi Ebû Habîbe’den altı, İbn Abbas’ın mevlası Küreyb’ten beş rivayet nakletmiştir. Birçok kişiden birer ikişer de olsa rivayet aktaran Musa b. Ukbe’nin ulaştığı kaynaklar oldukça zengindir.
Eserinde İzlediği Metot
Musa b. Ukbe rivayetlerini aktarırken Medine ekolünün yolunu izleyerek rivayetlerinin büyük bir kısmında senet zincirlerine yer verir. Hâdiselerin tarihini verme hususunda ihtimam gösterir. Rivayetler ve sözlü aktarımlar kadar yazılı belgelerden de istifade eder. Musa b. Ukbe bazı rivayetleri senetsiz olarak kendi ifadeleriyle zikreder. Bu aktarım şekli o günün genel üslubunun bir yansımasıdır. Bunlar dışında kendi araştırmaları ve tespitlerini de dile getirmiş, senet vermediği durumlarda bu sözlerin Musa b. Ukbe’nin bizzat kendi tespit ve görüşleri olduğu kanaati ilim dünyasında yerleşmiştir.
Musa b. Ukbe hadiseyle ilgili nazil olan ayetleri sunar. Bazen ilgili ayeti iktibas şeklinde kullanarak hâdiseyi aktarır. Rivayetin içine bunu katarak anlatır. O, özellikle savaşlara katılanlar, şehit olanlar hakkında bilgi sunar. Bu onun nesep ilmine gösterdiği itinanın bir işaretidir. Kabile isimlerine değer verir. Kişilerin neseplerini zikreder. Bu bilgileri İbn Şihâb ez-Zührî’ye dayanarak sunar.
Musa b. Ukbe, İbn Şihâb ez-Zührî’den hem dinleyerek hem de onun yazılı metinlerinden nakillerde bulunarak aktarımlarda bulunmuştur. Her ikisi de Medineli olan Musa b. Ukbe ile İbn Şihâb ez-Zührî’nin yüz yüze görüşmemiş olması düşünülemez. Bununla birlikte o, bazı rivayetlerini Urve kanalıyla aktarmaktadır.
Musa b. Ukbe’nin Meğâzî rivayetleriyle oluşturduğu eserini ondan pek çok kişi dinlemiş ve aktarmıştır. Ancak bunlardan sadece ikisi kanalıyla gelen rivayetler iştihar etmiştir. Bunlardan birisi erkek kardeşinin oğlu İsmail b. İbrahim b. Ukbe diğeri ise Muhammed b. Füleyh b. Süleymandır.
Musa b. Ukbe pek çok hadis âlimi tarafından rivayetlerine güven duyulan, sağlam ve sika bir ravi olarak değerlendirilmiştir. Rivayetleri yazılan ve nakledilen, kendisinden nakledilen rivayetlerde herhangi bir mahzur bulunmayan bir kişi olarak nitelendirilmiştir.
Vefatı
Kaynaklar Musa b. Ukbe’nin 141 (758) yılında Medine’de vefat ettiği hususunda ittifak etmiştir. 142 (759) yılında vefat ettiği şeklindeki Nûh b. Habîb tarafından verilen bilgiye ise itibar edilmemiştir.
Kaynaklar
Gregor Schoeler, “Mûsâ b. Ukbe’nin Meğâzîsi” (trc. Hüseyin Akgün), Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, IX/18 (2011), s. 103-136.
Gregor Schoeler, “Mûsâ b. Ukbe’nin Meğâzîsi İle İlgili Yeni Bulgular” (trc. Hüseyin Akgün), İstem XI/22 (2011), s. 11-21.
Mahmut Olgaç, Mûsâ b. Ukbe’nin (ö. 141/758) Siyer’e Dair Rivayetlerinin Değerlendirilmesi, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2015.
Musa b. Ukbe, el-Meğâzî (haz. Muhammed Hüseyin el-Bâkşîş), Riyad 1434.