Bindokuzyüzyetmişaltı yılında Paris’te dünyaya geldi. Anne sevgisi sonraki yıllarda yaşayacaklarının sermayesi oldu. Üç yaşında iken uzun süre yalnız kalması gereken hastanede annesinin tülbentiyle teselli edildi. Bir defasında kaybolduğu Paris sokaklarını daha sonrası da dahil hiç o kadar gezmemişti. Uzun bir süre doğduğu şehre dönemedi. Çocukluğuna dair birçok hatıra, Sen nehrine açılan ahşap pencereli evde kaldı. Yedi yıl sonra yaz tatili için memleketine yaptığı yolculuğu hiçbir zaman unutamadı. Belki de bu yüzden masmavi gökyüzü özgürlüğünün, yeşil orman ve turkuaz renkli denizse tutkularının kaynağı oldu.
Memleketinde geçirdiği o on iki yıl, hayatının şekillenmesinde son derece etkili oldu. Şehir ve köy hayatını bir arada gördü. Seksen ihtilali öncesi çatışmaların ve sonrasındaki siyasi gelişmelerin yaşandığı yılların etkilerine bizzat şahitlik etti. Bir Kayseri geleneği olan çocukların ticari zekasıyla eğitime yatkınlığının testine tabi tutuldu. Erken yaşta iş hayatına atıldı.
Yeni bir kitap almak için girdiği kitabevinde kitapların arasından düşen sarı, yuvarlak bir metal (altın yüzük) onun okuma tutkusunun ödülü olarak kitabevi sahibinin hediyesi oldu. İlkokul yıllarında çocukluğunu mahalle kültürünün henüz yok olmadığı, komşuluk ve akrabalık ilişkilerinin bitmediği bir dönemde geçirdi. Mahalle arkadaşlarıyla oynadığı oyunlar ona, analitik düşünce sistematiğini kazandırdı ancak mahalle baskısından Fransızca’yı unuttu. Ortaokul birinci sınıfta iken din dersine olan ilgisi ve öğretmeninin katkısıyla hayatı sorgulamaya başladı. Bu vesileyle yeni yeni arkadaşlar edindi, fikir ve zikir meclislerine katıldı. Yine bu dönemde okul dışında tanıştığı edebiyat öğretmeniyle dört yıl boyunca mektuplaştı. Mektuplu yılların yazı hayatına ciddi katkısı oldu. Fırsat buldukça evlerinin yamacında bulunduğu dağın tepesinden uzun uzun Erciyes’i seyrederdi. Onun için lise dönemi aynı zamanda ciddi okumaların yapıldığı yıllar oldu. İnsanı, doğayı, hayatı ve yaşananları okumaya gayret etti. İnsan davranışlarını ve karakterlerini öykü tadında kaleme aldığı Doksandokuzyüz, bu yıllardan itibaren hayatının sonraki dönemlerini de kapsayan şahitlik ve okumalarına dayanmaktadır. İlk gençlik yıllarında severek dinlediği bant tiyatroları ve ezgileri yayınlamak üzere sunuculuk ve program yapımcılığını üstlendiği radyoculuk onun için ayrı bir tecrübe oldu. Sinemaya olan merakı o yıllarda kurulan yerel bir radyo tv’deki program yapımcılığıyla oluştu. Bir gezi vesilesiyle geldiği İstanbul, sonraki yıllarda hem yüksek öğrenimi hem de ticari hayatına ev sahipliği yaptı. İstanbul’u duygu, düşünce ve aksiyon hayatına katkılarına dair ayrıcalık olarak gördü. Buradan mülhem birçok sivil toplum kuruluşunda gönüllü olarak vazife aldı.
Hayatı tasarlayan el-Lâtif olanın yaratmasından etkilenerek çizgilerin, renk ve dokuların da bir dili olduğu inancıyla; hayata farklı bakmaya ve yorumlamaya başladı. İkibinondört yılında başlayan Türkiye’de ve dünyada alanında bir ilk olan Alemlere Rahmet Uluslararası Kısa Film Yarışması’nın dört yıl genel koordinatörlüğü ve sanat yönetmenliğini yürüttü. Hayatında farklı bir yere konumlandırdığı “insana ve hayata dokunman”ın huzurunu başka hiçbir yerde bulamadı. Doğu’da ve Batı’da farklı coğrafyalara yaptığı seyahatleri hayat yolculuğuna eklenmiş renkli bir kaldırım taşı olarak gördü. Yamaç paraşütü, rafting, uzun yürüyüşler (trekking) vb. doğa sporları yapmayı tefekkür için bir ikram olarak gördü. Her daim mutfağa girmekten ve dostlarıyla bir arada bulunmaktan keyif aldı. Uzun yıllar edindiği yayıncılık tecrübesini şimdilerde Siyer Dergisi yayın kurulu başkanlığıyla sürdürmektedir. Duygusal ve fiziksel gelişmede fıtrî bir destek olarak gördüğü babalığı, iki evladı için elinden geldiğince yerine getirmeye çalışıyor.
(Hayatı Film Olacak Adamsın )
Selam Ve Dua ile