Menü

Güneş doğar da nasıl delile gerek kalmaz, işte ona benzer peygamberlerin gelişi. Açık, anlaşılır ve mutmain bir iklimin imkanı gibi.

Bütün peygamberlerin gelişine karşı oluşan tepkilere bakıldığında ortak olgulur ortaya çıkar. Ortaya çıkan olgular aslında,  tersten birer şahit olarak, tasdik görevini üstlenirler.

İlk önce zorbalar karşı çıkar. Haksızca yürüyen düzenlerinin yıkılacağı korkusuyla, düşünmeden, bütün güçleriyle  peygambere karşı dururlar. Gerekçeleri de “atalar” düzenidir. Bu sayede, ortak noktadan hareketle, toplumu arkalarına almak isterler. Suçlamalarda benzer şekildedir. Yerleşik anlayışa “saygısızlık”, putlara hakaretle başlayan suçlamalar gelecek karşılığa göre şekillenmeye durur.

Devamında, suçlamalar peygamberi gözden düşürme mesajı geçersiz kılmak adına tüm becerilerin seferber edilmesi başlatılır. O zamana kadar taktir edilen, eminlik vasfıyla anılan kişi hakkında, geçmişle ilgili malzeme bulmak zordur. Dolayısıyla anlık bir arıza bulmak zorundadırlar. Cinlerin musallat olması, şairlik ve benzeri verilen ilk tepkiler, akıl sağlığıyla ilgilidir ve getirilen “söylemin” geçersiz kılınmasına yöneliktir.

Hiçbir peygamber bu tepkiler karşısında davasından vaz geçmemiştir. İnsanlığı uyarmak, doğru yolu göstermek için görevlendirildiklerini söyler ve ayrımsız herkesi ebedi kurtuluşa çağırmaya devam ederler.

İnkarcılar bu defa zihinleri etkileme yoluna yönelerek peygamberlerin bir beşer olmalarını bir nakısa olarak gösterip hakkı tebliğ için, aslında bir meleğin gelmesi gerektiği mazeretini öne sürerler. Bundan sonrası kavmin durumu, sosyo-kültürel ortama göre çeşitlense de inkarın ortak tarzı, sözden fiile değişmeden sürer. Kimileyin mesele pazarlığa dahi dökülerek, peygamberin tebliğden vaz geçmesi durumunda dünyalık iktidar ve servet önüne serilir.

Yine vaz geçilmez!

Bu defa, kızgınlık bahsiyle yeni yöntemler devreye girer. Tehditler hafiften başlar ve yükselmeye durur.

Yine vaz geçilmez!

Son aşamadan önce yalnızlaştırma sürecine başvurulur. Peygamber ve taraftarları önce psikolojik baskı ile toplumdan uzaklaştırılır.

Yine vaz geçilmez!

İnkarda yöntem bitmez. Güneşle savaşılmayacağını bilmez karanlık. Boykot devreye girmede gecikmez. Her türlü ihtiyaca karşı toplum “duvar” olur. Konuşmayan, ticaret yapmayan, iman edenden mal almayan ve satmayan, hiçbir talebine cevap verilmeyen bir ortam. Çöl ortasına bırakılmış gibi.

Yine vaz geçilmez!

Tırmanış bıkmadan yeni yöntemlerle sürer. Yurttan çıkarılma ve akabinde öldürme!

Yine vaz geçilmez!

Asla!

Çünkü vaz geçilebilir gibi değildir bu muştu.

İnsana sonsuzluk bağışlayan, ölüme yeni bir anlam yükleyip insanı sonsuzluk ırmağında nimete boğan çağrıdan vaz geçmek mümkün müdür?

Asla!

Vaz geçilmez, mümkün değil.

Allah’ın ipine sarılmadan yaşamak, hayat değil.

Adaletten, tevhitten, merhametten uzak olmak, insan olmanın burcundan düşmek, yer ile yeksan olmak demektir.

Canları pahasına, davasını candan makbul bilip taşıdıkları muştuyu gök boşluğundan arzın her yerine taşıyanların konumu, ışıl ışıl parlamaya devam etmektedir. Her zaman fazlası olan, eksiği olmayan muhataplıkta tebliğe karşı inkarcıların da bir geleneği, sistematiği mevcuttur:

-Önce tebliğe karşı atalar dinini ileri sürmek.

-Ardından bozgunculukla suçlama.

-Akıl sağlığını yitirmiş biri olarak gösterme.

-Pazarlık.

-Yalnızlaştırma.

-Boykot.

-Sürgün.

-Ölümle tehdit.

-Öldürme teşebbüsü.

Çünkü eldeki kazanım, sanılan dünya nimetleri  ve kuşatılmış alışkanlıkların ne kadar sahici oldukları konusunu düşünmeye yeltenmezler. Ortak özellikleri kibir olan inkarcılar her kazanımı üstünlüklerinin eseri olarak görürler. Hatta peygamber gelecekse bile bu kendilerinden biri olmalı diye düşünürler.

Davalarından vaz geçirme teklif ve tehdidine peygamberlerden tek birinin dahi en küçük tereddüt dahi göstermemesini düşünmek bile istemezler. Her biri diğerini selamlayarak tevhid sancağını elden ele son nebiye kadar ulaştıran önderlerin “vasıflarındaki birliktelik” de bir başka yönden ibret vericidir.

Eminlik /

Kararlılık/

Cesaret/

Fedakarlık/

Cömertlik/

Ve dua/

Ve diğer güzel hasletler, hedefi dünya ile sınırlı hükümdarların yapamayacağı erdemlerdir. Evet onlar aynı zamanda birer beşerdirler ve o yüzden de tam olarak örnektirler. Savaşta kazanır ve kaybederler, ancak kaybederken ve kazanırken erdemlerinden ayrılmazlar.

Yeryüzünde hiçbir kimse, taşlandığında ayakları kan içindeyken, taşlayanlara dua etmemiştir, edememiştir; edemez!

Bu ancak vahyin gücüdür.

Seküler anlayışta hiç kimse, işkence gördüğü, sürgün edildiği şehre girerken rövanş almadan, intikam hesabını görmeden rahat etmez. Ancak vahiyle şereflenenler, kuyuya atılanlar sevgiyle kardeşlerini affedebilirler. Sözle değil erdemin fiil haliyle, insan hakları söyleminin zirvesine yerleşirler.

Bu fedakarlık aklı aşan bir şeydir.

Evet öyle, cahiliyenin seküler aklının almadığı da budur.

Biz, vahyi taşıyanlara tabi olanlar, aklı kendi içinden kanatlandırır imanın iklimine salarız.

Biz aklı merhametle yoğurup gönül yaparız.

Biz sevgiyi yol yapan, acıdan merhamet çıkaran önderlerin izinde oldukça, ateşi de dünyalık hesaplarla birlikte yakarız.

Değil mi ki, yolumuz sonsuza…

Değil mi ki, ölümden şehadet çıkarma mahareti sinemizde…

Bahara benzeriz biz, usanmadan yine yeniden dirilişe geçeriz.

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x