Menü

İslâm yeryüzünden fitnenin, zulmün giderilip adaletin hâkim olmasını yegâne amaç olarak edinir  (Bakara 2/193). İnsanı, toplumu, kurumları ve devleti iyilikten yana tutum ve davranış almaya, kötülüğe karşı mücadeleye çağırır (Âl-i İmrân 3/103). Semâ ile cüz arasındaki uyum ve barışa dikkat çeken âyetlerle, aslonanın huzur ve barışın olduğunu açıkça beyan eder. “Sulh daima iyidir.” (Nisâ 4/178) vurgusuyla barışın her mekânda ve zaman diliminde esas olduğunu ortaya koyarken Müslümanları çaresiz insanlar adına mücadeleye çağırır (Nisâ 4/75-76). Zulmü tanımlar ve ona meyletmenin ateşe yaklaşmak olduğunu beyan eder (Hûd 11/113). Bütün peygamberlerin mücadelesinin dünyaya dönük yanında haksızlıklarla mücadele ve sonuçta zulmü ortadan kaldırma çabası vardır. Dünya hayatının imtihanı vahiyle özetlenecek olsa iman edip sâlih amel de bulunmak olarak ifade edilebilir. Haksız tartan terazilerin, baskıların olduğu dönemlerde zulmün zirveye vardığı aşamada gelen peygamberlerin karşısında zulüm düzenini kuran ve işleten zalimler dikilir. Ezilenlerin kurtuluşu için risalet görevini üstlenmiş önderler canlarını ortaya koyan iyilik savaşçıları olurlar (Kasas 28/5).

Peygamber Efendimiz tebliğine başladığı zaman Mekke’de zulüm altında inleyen mazlumlar ve onlara her türlü eziyeti reva gören zalimlerden oluşuyordu. Önemli ticari merkezlerden olan Mekke pazarında, uzaktan gelen tüccarlara karşı adalet dışı muameleler yapılmaktaydı. Tüccarların malını ucuza almak el koymak adına çeşitli yöntemler kullanılmaktaydı.

Hz. Muhammed’in (sas) gençliğine denk gelen böyle bir olay karşısında yaşanan haksızlığı gidermek ve mağdura hakkını teslim etmek için ortaya çıkan genç insanlar arasında Efendimiz’de yer almıştı. Hilfü’l-Fudûl/Faziletliler Birliği anlamına gelen bu birliktelik daha sonra da aynı minval üzere haksızlığa uğrayan insanların yardımına koşmaktan çekinmemiştir. Daha da önemlisi peygamberlik sonrasında da Efendimiz bu birlikteliği övmüş ve sonuna kadar bu iyilik hareketinin içinde yer almıştır.

Hz. Muhammed’in yirmi üç yıllık risalet sürecinde sözleri, fiilleri hep huzuru, güveni oluşturmaya, barışı daimi kılmaya yönelik olmuştur. İlâhî denetimde geçen bu zaman diliminde herhangi bir hata veya duraklama, vahyin yönlendirilmesiyle sağlıklı akışını sürdürmüştür. Bu özelliğiyle saâdet asrı bütün zamanlara ilk örnekliği oluşturur. Bu zamanın tamamı zulme/kötülüğe karşı iyilikten, huzur ve barıştan yana çok yönlü örnekliği uhdesinde barındırır.

Peygamberlik dönemde zengin örneklite üç olayı merkeze alıp günümüzün can yakıcı sorunlarına çare üretmek imkân dahilindedir. İlki ifade özgürlüğünün güzel bir atmosferi olarak Necâşî ortamını ele alabiliriz. İkincisi çaresiz insanlar uğrunda mücadelenin sözlü ve fiili ifadesi olan Hilfü’l-Fudûl olayını değerlendirmek mümkündür. Üçüncüsü modern dönemin büyük çıkmazına o günden ilham olacak Medine Vesikası’dır. Farklı inanç ve kültürdeki insanları bir arada barış içinde tutmanın imkânı olan Medine Vesikası günümüzün yakıcı sorununa yorumlandığında çözüm olacak mahiyettedir. Bu yazının konusu Hilfü’l-Fudûl’ü anmak ve anlamak üzerinedir. Erdemliler-Faziletliler Birliği olarak o gün ortaya çıkan bu yapı tam da sivil toplum kuruluşu olarak ele alınabilecek normlara sahiptir. Devletin etkisinde olmadan, tamamen gönüllülerden oluşan, ne yapacaklarını bilen, hedefleri açık insanların kendilerini bir yeminle birbirlerine bağlamaları sağlam bir söylem ve eylem birlikteliğinin ifadesidir. Her yönüyle günümüze, dernek, vakıf, girişim grubu vs. yapılara örneklik sunulmaktadır.

Diğer yönüyle amacın içselleştirilmeye müsait hedefin net ve anlaşılır olması başarılı olma açısından önemli verilerdir. (Kimi sivil toplum kuruluşlarının günümüzde amaç maddelerinde her şeye el atma arzusuyla harekete geçememe, hedefleri netleştirememe sorunu yaşadıklarına şahit olmaktayız.) Yine hedefin daraltılması, verimin artmasıyla doğru orantılı olarak, kararlı, şüphe ve pişmanlık barındırmayan çalışma azmini mümkün kılmaktadır. Teoriden pratik; pratikten teori okunduğunda belirsizlik olmadığı açığa çıkar;

“Kim olursa olsun zalime karşı

  Kim olursa olsun mazlumdan yana”

Zulüm hiçbir Müslümanın özelliği değildir ve de olmamalıdır. Müslüman zulüm eylemi işlerse, “biz”dendir diye ona müsamaha tanıdığımızda ateşin azabını çağırmış oluruz. Günümüzde yaşanan yanlışların başında bu sorun gelmektedir. Kimliğine bakarak yanlışa sessiz kaldığımızda aynı yanlışın yanında yer almış oluruz. Yanlışı ve doğruyu, iyiyi ve kötüyü vahyin ışığında tespitle işe başlamalı ve yanlışı kim yaparsa yapsın karşısında; doğruyu kim yaparsa yanında yer almak durumundayız. Bu elbette olay bazlı bir yaklaşımdır. Yani eylemi merkeze almak durumundayız. Aynı bağlamda o an mazlum olanın, başka bir eylemde zalim olması veya zalim olanın bir başka eyleminde adil olması, imkân dahilindedir. Burada önemli olan sâlih eylemi öne çıkarıp teşvik etmektir. Eğer yanlışı/zulmü yapan bir Müslüman ise onun da bu olaydan ders almış olmasını sağlamak ek bir katkı olacaktır.

Hilfü’l-Fudûl’un bize armağan ettiği, çaresiz insanlar uğruna mücadele etmek, eylemi zulüm ve mazlum fiillerinin yerli yerine doğru oturtulmasıyla doğru netice verir. Günümüzde geçerli olan kimi seküler taleplerin uğruna mücadele etmek için öncelikle onların marufa/iyiliğe denk düşüp düşmediği meselesine bakmak icap eder. Ayrıca eylem bazlı konumun sadece temel haklar kategorisiyle sınırlı olduğu unutulmamalı. Yoksa edilgen bir zeminde kalınmış olur. İslâm’ın ortaya koyduğu bu dayanışma bir sâlih eylem sürekliliği olarak devam edebilir.

Konuyu biraz daha açarsak hayatın dayanışma ve yarışma alanları olduğunu görürüz. İlâhî çağrıda da bunu görmek mümkün. “Ey insanlar!” hitabı farklı bir yaklaşımı “Ey iman edenler!” hitabı farklı bir muhataplığı içerir. İslâm’ın can, mal, din, akıl, nesil emniyeti evrensel bildirgenin ilk otuz maddesine denk düşer. Yaşama hakkı, mülkiyet hakkı, din ve vicdan hürriyeti, ifade özgürlüğü olarak isim alan haklarda nesil emniyeti İslâm’a has orijinal artı bir kategoridir. Bu temel haklar üzerinden kimliğe bakmaksızın dayanışmaya durmak Müslüman için bir sâlih amel hükmündedir. Bu dayanışma, eylemin niteliği üzerinden ve kimliğe bakmaksızın gerçekleşmesini iktiza eder. Diğer taraftan sözlerin/söylemin en güzelinin seçilmesi için var oluşa, hayata, insana, ahirete ait sözlerin/söylemin yarışı söz konusudur ki bu düşünce, tasarım ve siyasetin alanını oluşturur.

Temel haklar insanın/insanlığın dayanışma alanı olarak, hiçbir baskıya uğramadan iman/inkâr tercihini kullanabildiği sürekli aktif kalması gereken, diyaloğun esas alındığı alandır. Bütün fitnelerin üretime durduğu dayatma alanının kaldırıldığı, insanın korkuya, baskıya uğramadan tercihini yapabilmesinin imkânı olan dayanışma alanının inşası dün olduğu gibi bugün de ancak Müslümanlar eliyle oluşturulabilir. İnsanın sisteme kurban edildiği, buluşlarıyla teslim alındığı modern dönemde ayrımsız olarak şerefli varlık olduğunun yeniden inşası, sorumluluk olarak önümüzde durmaktadır.

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x