Kusem bin Abbas, Medine’de asr-ı saadet melteminin estiği yıllarda Mekke’de dünyaya gelmişti. “Her hayrı kendisinde toplayan” anlamına gelen “Kusem”, aynı zamanda Peygamber Efendimizin (sas) isimlerinden birisiydi. Babası Hz. Peygamber’in amcası Abbas (ra), annesi Hz. Hatice’den sonra iman eden ilk hanım olan Ümmü FadlLübabe’dir. Ehl-i beyt ile süt kardeşi olma şerefine nail olan Kusem’in (ra) doğum tarihini bilemiyoruz. Fakat Hz. Hasan ile süt kardeşi olması hasebiyle takribi doğum tarihinin h.3 /m.624 olduğunu söyleyebiliriz.
Peygamber Efendimiz, kendisine sıkça benzetilen Kusem’in çocukluk yıllarında, arkadaşlarıyla oynarken görmüş ve bineğinin arkasına bindirmişti. Babası Abbas, Kusem’i“Üstünlük ve seçkinliğin yüce sahibi Peygamber’e benzeyenKusem!” diye severdi. Babası ve kardeşleriyle birlikte Resûlullah’ın duasını almıştı. Kusem, Peygamber mescidinin avlusunda büyüyen, vahyin terbiye ettiği çocuklardan biriydi. Resûl-i Ekrem’in vefatında henüz dokuz yaşındaydı. Küçük yaşına rağmen, cenazesinin yıkanmasına ve kabrine yerleştirilmesine yardım etmiştir. Kabirden en son o çıkmış, bu sebeple son Peygamber’in bedenine en son dokunan sahâbeünvanına nail olmuştur.
Kusem, yaşı gereği Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman (r.a) döneminde herhangi bir resmi vazifede bulunamadı. Hz. Ali’nin hilafeti döneminde iki ay gibi kısa bir süre Medine valiliği yaptı. Daha sonra Mekke valiliğine tayin edilen Kusem bin Abbas Hz. Ali’nin şehadetine kadar bu görevini sürdürdü. İdari görevinin dışında hac emirliği de yaptı. Bu görevlerini icra ederken kendisine havale edilen konularda fetvalar verdi. Bizzat Peygamber Efendimizden hadis rivayet ettiği gibi, diğer sahâbilerden de rivayetlerde bulundu.
Yezid bin Şecre’nin Emeviler tarafından hac emiri olarak atanmasına (39/659) karşı çıktı. Emeviler, bunun üzerine Yezid bin Muaviye komutasında üç bin kişilik bir orduyu Mekke’ye yolladılar. Kusem bin Abbas, bu ordunun Mekke’ye girmemesi için Mekke halkına çağrıda bulundu, fakat yalnız bırakıldı. Hiç bir direnç ile karşılaşmadan Mekke’ye giren Emevi birliklerine karşı tavrında ısrar etti ve Yezid bin Şecre’nin yerine bir başkasının tayin edilmesini istedi. Tek başına bırakılmasına rağmen tavrından ödün vermeyen Kusem bin Abbas’ın isteği yerine getirilerek hac emirliğine Şeybe bin Osman getirildi. Halid bin El-As’ın Muaviye tarafından. 42/662 yılında Mekke valiliğine atanması ile altı senelik Mekke valiliği sona erdi.
Cihad aşkı ile tutuşan Kusem bin Abbas valilik ve diğer görevlerinin sona ermesini bir imkan bilerek kılıcını kuşandı. 56/675 yılında Said bin Osman’ın kumandasında bir birliğin Horasan bölgesine gittiğini öğrendi. Hz. Ali’nin hilafetinde Mekke valiliği yapması ve hilafet mücadelesinde Hz. Ali’nin yanında yer alması sebebiyle Emevi hanedanı ile anlaşamıyordu. Bu sebeple kendisine bir komutanlık verilmemiş ve savaşa basit bir nefer olarak katılmasına izin verilmişti. Bu durum karşısında Kusem, “Ben ki Resûlullah’ınamcasınınoğlu, Ehl-i Beyt’in süt kardeşiyim. Mekke-i Mükerreme’nin ve de Medine-i Münevvere’nin valisi idim. Benim yeni yetmelerin emrinde basit bir nefer olmamımıistiyorsunuz?” kabilinden söylenebilecek birtakım farklı mülahazalara girmedi. Ezanın duyulmadığı her karış toprağa İslam sancağını dikmek adına muhalif olduğu bir idarenin komutasında basit bir nefer olarak gidebileceği son noktaya kadar yürümeye başladı. ÇünküO, cihadaşkınınalevini söndürebilecek tek çarenin şehadet şerbeti olduğunu çok iyibiliyordu. Ayrıca mesele cihad gibi ila-i kelimetullah gibi İslam ümmetinin büyük gayeleri ve maslahatları olduğunda bir takım iç muhalefet tartışmalarına takılmadan ana hedefe doğru yol almasını da gayet iyi biliyordu….
Said bin Osman, Emevilerden olmasına rağmen Hz. Peygamber’e benzerliği ve de yakınlığı ile bilinen fakat bu sebeplerle kendini ayrıcalıklı görmeyen Kusem’in bu mütevazi tavrını görmüş ve ona hayran kalmıştı. Nitekim bir rivayete göre: Said bin Osman, Kusem bin Abbas’ın savaşta gösterdiği kahramanlık dolayısıyla ganimetten kendisine bin hisse verilmesini teklif etmişti. Ancak Kusem bin Abbas herkes gibi kendisine de ganimetten eşit pay verilmesini talep etti. “Önce diğer insanlarınhissesini verin, daha sonra benimkini düşünürüz.”dedi.[1]Kusem bin Abbas’ın hakkı koruyan, takva ve kanaatkar tavrı onun faziletinin dillerden dillere dolaşmasına vesile oldu.
Said bin Osman komutasında sefere devam eden Kusem bin Abbas tavırlarıyla İslam’ı tebliğ ediyordu. O topraklardaki yerel halkın Müslümanlara kucak açmasını sağlıyordu. Böylelikle fetihler kolaylaşıyor, imanın nuru kalplere doluyordu. Kılıç zoru ile değil, iman nuru ile fethedilen topraklar bağrını İslam’a açıyor, halklar bölük bölük İslam’a giriyordu. Kusem, evinden çıkalı neredeyse iki sene olmuş, katettiği yol dört bin km’yi aşmıştı. Medine ve Basra’dan sonra Maveraunnehr’in ötesine Horasan bölgesine, daha sonra Ceyhun’un ötesine, Buhara’ya ve bugünün Özbekistan sınırları içerisinde kalan Semerkand’a doğru ilerliyordu. “Haydi gelinüstüme, ölene kadar savaşacağımsizinle. Tek bir dava uğruna, tüm zalimlerle!” dercesine yürüdüğü cihad meydanlarında kahramanlık destanları yazıyordu. Ezanın olmadığı yerlerde ezan okumak için çıktığı bu yolda gidebildiği son noktaya kadar gelmişti. Semerkand’ın fethinden sonra karşısına çıkanşehadet denizine hiç düşünmeden atını sürdü ve bi-iznillah şehadet düğününün şanlı damadı olarak ebedi bir hayata başladı.
Bugün kabri Semerkand’da Şah-ı Zendi (Yaşayan Sultan) olarak bilinir. Halk arasındaki efsaneye göre tam küffarın çemberine düştüğünde mücizevi bir şekilde bir kaya bağrını kendisine açmış ve Kusem bu kayanın içine girince kaya kapanmıştır. Biz efsanenin gerçekliğini tartışmaya gerek duymuyoruz fakat onun Şah-ı Zendi olduğuna inanıyoruz. Çünkü: “Allah yolundaöldürülenlere“ölüler”demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ancak siz bunu bilemezsiniz.”[2] ayetine iman ediyoruz. Dönmek için değil, ölmek için çıktığı bu yolculukta vefat ettiğinde evinden binlerce kilometre uzaktaydı. Abdullah bin Abbas’ın, kardeşi Kusem hakkında “Doğduğu yerleöldüğüyer birbirinden ne kadar da uzak! Mekke’de doğdu fakat Semerkand’da vefat etti.” dediği rivayet edilmektedir. Annesinin aşıladığı şehadet hasretiyle yârın yurdundan ağyarın yurduna giden ve bu yolda can veren ailenin tek ferdi de değildi.
İbn Sa’d, Tabakât’ında“Biz hiç bir ananın çocuklarının kabirlerini, Abbas’ın Ümmü’lFadl’dan olan çocuklarının kabirleri kadar birbirinden uzak görmedik. Fadl, Şam’da; Abdullah, Taif’te; Ubeydullah, Medine’de; Kusem, Semerkand’da; Ma’bed ise Afrika’da öldü.”rivayetine yer vermiştir.[3]
[1] Zehebî, Târîhu’l-İslam, IV, 288.
[2] Bakara 2/154.
[3] İbnSa’d, Tabakât, IV, 6.