Menü

Kur’ân şairimiz Mehmet Akif Ersoy (1873-1936) yaşadığı dönemde şahit olduğu nice olumsuz hadiseye karşı yürek yangınını şu şekilde ortaya koymuştu:

Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey!

Beş bin senelik kıssa, yarım hisse mi verdi?

Tarihi tekerrür, diye ta’rîf ediyorlar;

Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?

Her ne kadar tarihin tekerrürü genel manada menfi bir şey olarak görülse de bunun sebebi kötü ve yanlış şeylerin tekrarıdır. Yoksa iyi ve doğru işlerin tekrarı arzu edilen bir durumdur. Bundan dolayı tarihte olan-biten güzel hadiselerin yeniden yaşanabilmesi için tekerrür eden tarihin tefekkür ile yoğrulması gerekir. Eğer tarih, tefekkür ile okunmazsa hep yanlışları ile tekerrür etmeye devam edecektir.

Nedir Tarih?

Tarihi tefekkür ile okuyabilmemiz için öncelikle tarihin ne demek olduğunu iyice anlamamız gerekir. Öyleyse tarih nedir?

Tarih; zamanı, mekânı, şahısları ve olayları anlatan bir ilimdir.

Tarih; insanlığın kolektif aklı yani ortak aklıdır. 

Tarih; insanlığın tecrübelerinin birikimidir.

Tarih; insanlığın hafızasıdır.

Tarih; geçmişi anlatan, hâle mesaj veren, geleceği inşa eden bir imkândır.

Tarih, okunması elzem olan hadisât âyetleridir.

Görüldüğü üzere tarihin sadece geçmişi anlatan bir yanı yoktur. Eğer tarih anlatımı sadece bilgi olarak aktarılıyor ve bu bir bilince dönüştürülmüyorsa –ki üzülerek söyleyelim ki çoğunlukla böyle algılanıyor- arzu edilen istifadenin ortaya çıkmamasına, dahası toplumların uyuşmasına ve uyutulmasına sebep oluyor. Dolayısıyla biz, tarihi biraz önceki tanımlar çerçevesinden anlamak/okumak durumundayız.

Bu tanımlardan şu hakikati de kavramamız gerekir: Senaristi Allah, aktörü insan olan bir filmdir tarih… Senaryo kaderdir. Kader ise hayatın ve varlığın yasalarıdır. O zaman tarih, yasalarını Allah’ın belirlediği, uygulamasını ise insanın yaptığı hadiseler müktesebatıdır/birikimidir.

Hal böyle olduğu için Aziz Kur’ânımız neredeyse üçte ikilik kısmında bize hep tarihten bahsetmiştir. Yüzlerce âyette yaratılış öncesinden ve yaratılış sürecinden başlayarak, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem’den (as) son peygamber Efendimiz’e (sas) kadar birçok hadiseyi aktarmıştır. Kur’ân’ın bu anlatımları sadece tarihten bilgi verme, bahsetme maksadı taşımamaktadır. Biz, Kur’ân’ın bizzat kendisinden neden tarihi bu düzeyde anlattığını çıkarabiliyoruz.

Kur’ân’ın Tarih Anlatısının Gayesi

Kur’ân-ı Kerim’in tarihi anlatılmakta ki gayesini onlarca âyette okuyoruz. Bu gayeleri şöyle tespit edebiliriz:

Ders çıkarılsın. (Kâf 50/37)

Öğüt alınsın.  (Kamer 54/51)

Hatırlatma yapsın. ( Hûd 11/120)

Yolun kaderi öğrenilsin. (Bakara 2/214)

Örnek edinilsin. (Mümtehine 60/4)

Bahaneye yer kalmasın. (Nisâ 4/165)

Benzerlikler ortaya konsun. (Muhammed 47/10)

İbret olsun. (Tâhâ 20/128)

Kayıp Kavram: İbret

Aziz Kitabımız, işte bu gayelerden dolayı tarihe içerisinde çokça yer verir. Burada dikkat çekilen ifadelerden bir tanesi ibrettir. Özellikle Kur’ân, kıssaların en güzeli, en hası, en muhteşemi olan Hz. Yûsuf kıssasını bize anlattıktan sonra, son âyeti olan 111. âyette diyor ki:

لَقَدْ كَانَ ف۪ي قَصَصِهِمْ عِبْرَةٌ لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِۜ

“Andolsun ki onların kıssalarında akıl sahipleri için ibret vardır.” (Yûsuf 12/111)

Yine Âl-i İmrân Sûresi’nde Bedir’in anlatıldığı bölümde 13. âyetin sonunda der ki:

اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَعِبْرَةً لِاُو۬لِي الْاَبْصَارِ

“Elbette bunda basiret sahipleri için büyük bir ibret vardır.” (Âl-i İmrân 3/13)

İbret deyince biz ne anlamalıyız?  İbret kelimesinin Arapçada çok geniş anlamları vardır. Ancak Türkçe kullanımlarında bu anlamlar biraz daralır ve farklılaşır. Mesela, Türkçede “ibret olsun” dediğinizde, “karşınızda çok kötü bir şey vardır ve ondan gerekli mesajları almak lazımdır.” şeklinde anlaşılır. Ama Arapçada bir şeyden ibret almak için onun ille de kötü olması gerekmez. Çünkü ibret: “Görünenden görünmeyene geçmek, nesnelerin ve olayların dış yüzüne bakıp onlardaki hikmeti kavramaya çalışmak, olaylardan ders alıp doğru sonuçlar çıkarmak ve buna göre davranmak” anlamlarına gelir. İşte Kur’ân, tarihi tam da bunun için bize anlatır. Yani her şeyi ile ibret almak, ders çıkarmak, güzel ve doğru işleri örnek almak, çirkin ve yanlış şeylere düşmemek, geçmişi iyice anlayıp bugünü imar, yarını inşa etmeye gayret etmek…

Peki, tarihi her işiten veya okuyan ibret alabilecek mi? Alamayacağını yine bizzat Kur’ân biraz önceki âyetlerde bize söyledi: Ancak iki sınıf ibret alabilecek! Kim bu iki sınıf?

Ulû-l-Elbâb/Kendilerine verilen aklı en üst düzeyde kullananlar

Ulû-l-Ebsâr/Elde ettikleri bilgiden en üst düzeyde istifade edenler

Bu iki temel özelliğe sahip olanlar tarihten ibret alabileceklerdir. Bu iki sınıfta her zaman için toplumda az olacaklardır. Çünkü akıl nimetini kullanmak, nafile ibadetten daha kıymetli olan tefekkür ibadetini yapabilmek, zihin teri dökebilmek gerçekten çok zor bir şeydir. Zor olduğu için bugün genelde insanlığın, özelde Ümmet-i Muhammed’in en az yaptığı iş tefekkürdür. Tefekkür istenilen düzeyde olmadığı için ibret kavramı hepimiz için kayıp bir kavrama dönüşmüştür.

Tarih Nasıl Okunmalı?

            Tarih alanında haklı bir şöhrete sahip olan Mukaddime’nin müellifi İbn Haldûn (v. 808/1406) şöyle demektedir: “Gerçek tarih; var olan şeylerin aslını derin araştırma, gerçeğini anlama, kaynakları ile nedensel açıklamalarını verme, olayların nasıl ve niçin meydana geldiklerinin derin 

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x