Her an her şey altüst olabilir. Olmaz denilen ne varsa, bir anda olur. Gerçeklik dediğimiz zemin, birdenbire kayabilir. Fizik bile yüzüstü yere düşer. Eğer bir vasat varsa, o da seviyesizliğin çoğulluğundan doğar. İmkân ile imkânsızlık arasında salınan zihin, sadece kendini oyalamakla meşguldür.
“Ol deyince olduran”ana kul olduğunu bilenler için gözün gördüğü, idrâkin erdiği, eremediği her şey ve olay mucizedir.
Kudretinden sual olunmaz. Hâlik tarafından yaratılan, varlığa aklı nöbetçi kılan da o benliği dik yokuşlarda sonunda acziyetin kollarında teslimiyetle can bulur. Canı bulan, canın bundan sonraki ödevi, cananı bulmak olur.
Kudretinden sual olunmaz. Yaratan O’dur; varlığa aklı bekçi kılan, bilinci eşikten içeri koyan yine O’dur. Benlik, sarp yokuşlarda sınanır; nihayetinde acziyetin eşiğinde, teslimiyetin kucağında can bulur. Canı bulan, artık bir başka arayışa düşer: Bu defaki ödev, canânı bulmaktır.
Teslimiyetle gelen huzur ve güven ılık bir bahar günü olarak ışıtır mekânı. İnsan içinden açılmaya durur. Gökyüzünden daha sınırsız, mavilikle güne girer. Bu aşamada delil karartmakla, tutunma arasında seçim serbestliğini değerlendirmek onu beşerden insana taşıyacak. İşaretin arkasında uzayıp giden canhıraş anlatım, sessiz seda ile bir ahengi, meramı iddiayı sırtlanmıştır. İçinde gökyüzü açılana kadar her işaret bir gök gürültüsüdür.
Her şey kadar, her an da mucize. Var olunca olanı bilmek ve bu durumda yıldızlara dil çıkarmak, insan düzleminden menzilsiz inişlere düçar olmaktır. İnsanın kendini ömür boyu zindan kılması acınası bir yok ediştir ve belirgin “suç” delil karartmaktır. Şu öldüren gece gündüz inkâr kalesinde işaretlere örtü örene kim el uzatabilir. Sayısız işaret onu anlam yağmuruna tutarken, Rahmân’ın ayrımsız merhametiyle gölgelendiği mekândan göç sonrası, işaret de örtüsüde yok.
Varlık merhamet, hayat iyiliktir. Sema ile toprak barış içinde. Kimse ölçemez ve varlık toplanıp saymaya kalksa noksan kalır, insanı karşılayan nimeti.
Her şey bağış. İster gör, düşün, yorul, ister düşün, gör yorgun düş. Bu kıyısız merhamet denizinin varlığı senin için.
İman, doğrunun, iyinin, güzelin zihnî ve duygu ile bütün sayıların üzerinden geçip habire yol alması. Yol ki ne yükselişi ne de menzili var. Her hâliyle mucize. Mucizenin bir başka görünümü, umut. Gün gelir yakan ateş yakmaz olur. An gelir denizden yollar açılır. Zorluk kimin için? Neden, imkân, formül insan için. Sınırsız semayı göz bebeğine yerleştirenin yaptığı ve yapabileceği dile gelmez. Onun kudreti, yaratılanı anlam bahsinde kötürüm bırakır.
Kendine ölçü ulaştırılan insan, umudu iman etmekle kazanır. Ancak umudun gerçekleşmesi adına konum alma, harekete geçme ve sonucu rıza olma durumu kaçınılmaz.
Umudun insandan talebi var!
Kendine verilen sayısız nimeti ilahî ölçü ile değerlendirme konumuna ulaşma zorunluluğu var. Vahiy bildirir ki: Peygamber her zorda kaldığında mucize gelmemiştir. Bütün takdir O’na aittir.
Kul için umuda sarılarak çalışmak ve her zaman açık, belirgin mucize talebi yerine, her eylem imkânı ile ilahî yardımın farkına varmak önemlidir.
Umudu hak etme mesafesine gelmenin çabası, imandan mutlu ve mutmain olarak onun gereğini yapmaktır.
Barış içinde bir kâinat kendine emanet edilen insan, varlığa savaş açarak ahengi bozup dengeyi ihlal etti. Bu yıkıcı aşamaya ölçüye sırt çevirmekle sahip oldu.
Hevasının talebini ölçü sandı ve bütün çabasını, bu talebin doğruluğunu ispata yöneldi. Deneyler, laboratuvarlar, hatta bilimin dahi semaya bakma yasağı altında çalıştırıldı.
Gelinen küresel aşamada dünyaya egemen olan güç; korku, endişe, depresyon… Kıtalar arası işgaller ve toplu katliamlar. Yaldızlı bütün yalanların süresi dolmuşken, Kâbe’nin çocuklarının bu hâli itiraz edemez durumda. Sanki elleri yok değiştirmeye, sözleri yok, umutları sönmüş, kalpleri yok. Koyu bir gece geziyor sinelerinde.
Umut imanın bir cüzüdür oysa. Davranmayan, tavır almayan daha önemlisi halis niyeti yerinde olmayanın umut etmeye yüzü de olamaz. Umut, bir bilinç ve gayreti gerektiriyor. Yapılabilecekleri yapmak ve ziyadesini umut etmek. Rabb’im isterse buna rağmen her an akla izana sığmaz imkanlar açabilir. Veya çabamızın sonucunu alamadığımız da olabilir. Her işin künhüne vakıf olmak cahil ve bencil olan insanın mahiyetini aşar.
Yaşadığımız dünyaya, hayatımıza baktığımızda dünyada iki milyar Müslüman yaşıyor. Elli yedi ülkeden oluşan büyük kitlenin iradesini temsil eden yönetimler hayır yolunda mı? Ellerinde yeryüzünün en büyük hazinesi olan ilâhî hikmet varken, neden iyilik üzere yaşamıyor ve neden ilâhî yardımı alma mesafesine gelip umut beslemiyorlar.
Beş milyon Siyonist’in karşısında çaresizliğin her çeşidini benimsiyorlar. İki yıla yaklaşan süredir kardeşlerimiz dünyanın sessiz kalışıyla katliama uğruyor.
Bu felâketin bir dili, bir anlatımı var. Meramı okunamıyor, tavır geliştirilmiyor ve dolayısıyla yeryüzünde bir “araz” olarak bulunmayı kendilerine reva görenlerin umut etmeye yüzleri olabilir mi?
Tüm dünya kutsalını defalarca çiğnedi. Bu, mümin için yeni imkanlara umutla sarılmanın işaretidir. Her zorlukta bir kolaylık, her şerde bir hayır hükmünce bakıldığında yapılacak pek çok imkân çıkar karşımıza.
BM yapısının işlevsiz olduğunu bir kez daha Gazze işgal ve katliamı ile ortaya çıkması yeni bir yapılanmanın gereği olarak okunabilirdi. İslâm ülkeleri bu gerçeklerin üzerinden bir araya gelme, siyasî, ekonomik birliktelik sağlayıp askerî birlikteliğin imkânı aranabilirdi. İsrail’e karşı ticaretin kesilmesi için ortak bir dayanışma içine girebilirdi. Yapılabilirlikler bahsinde çok şey sıralanabilir. Ancak bundan önce ülkelerin bağımsız bir kimlik sahibi ve şahsiyetli olması gerekir.
İslâm ümmetinin bu dağınık ve düşmana bağımlı yapısı şehadete koşmak isteyen binlerce gencin önünde engel görevi görüyor. Yapılan yardımların sınırda insanlara ulaşmaması, yeni yapılanmaları kaçınılmaz kılıyor.
Yapılacakları yapmadan umut etme eşiğine varılmıyor. İnsan iradesinin toplumsal boyutta hareketlendirilmesi mümkün olmadan Mevlâ’ya el açmak ancak mahcubiyetle olabilir.
Biz bu haldeyiz.