Peygamberî soydan bir düşman…
Yüreklerin taş bağladığı, zamanın durduğu bir coğrafyada ileri gelenlerden biri O…
Mekke’de sihir, kehanet, şiir denilince akla ilk gelen isim de O…
Muhammed’e (sas) güvenenlerden ki Hacer’ülEsved’i yerine koymak için örtünün bir kenarından tutan da O…
Dârü’n-Nedve’de toplanmıştı İslam’ın düşmanları. Hem Efendimiz’i (sas) öldürme hem de dinin sesini kısma planları yapıyorlardı. Konuşmak istediler Allah Resûlü ile ve bu göreve Utbe b. Rebia talip oldu. Yapısı itibariyle arkadaşları Utbe’nin ikna yeteneğine inanıyorlardı. Efendimiz’in (sas) yanına geldi ve yumuşak bir üslupla başladı teklifler sunmaya. Sanıyordu ki kendi gibi sunduğu teklifler de Efendimiz’i (sas) etkileyecek ve dinin tebliğinden vazgeçecekti. Utbe b. Rebia konuşuyor Efendimiz (sas) ise tebessüm ile onu dinliyordu.
Hükümdarlık, para, mal, mülk, altın ve daha nice teklifleri var Utbe’nin. Onun taşlaşmış yüreği gözlerini karartmıştı. Öyle ki karşısında duran nuru fark edemiyordu. Utbe’nin söyledikleri Hz. Peygamber’de kulak arkası… Utbe’nin teklifleri bir hiç…
Hz. Peygamber’in (sas) Kur’an okuyuşunu gizlice dinliyor,ama yine de ayetlerin yüreğine girmesine izin vermiyordu. Bu davadan vazgeçilsin, ayetler unutulsun diye Hz. Peygamber’in yanına birçok teklifle gelen Utbe, hiçbir karşılık bulamıyorduResul-i Zîşan’dan. Efendimiz (sas) önce Utbe’yi dinliyorduardından;
–Ey Ebû’l-Velîd Söyleyeceklerini bitirdin mi? diye sordu.
– Evet, deyince Utbe, karşılıksız kalan tekliflere cevap ise İslam’ın yükselen gür sesinden geliyordu.
“Bismillahirrahmanirrahim
De ki: ‘Arzı iki devirde yaratanı inkâr edip O’na başkalarını ortak mı koşuyorsunuz? O yaratıcı ve âlemlerin rabbi olan Allah’tır. Arz üzerinde sarsılmaz dağlar oturttu, orayı bereketli hale getirdi; gerekli besinlerini orada -bunlara ihtiyacı olan varlıklar için eşit derecede olmak üzere- uygun ölçülerle yarattı. (Bütün bunlar) dört devirde oldu. Dahası O, duman halinde olan semaya iradesini yöneltti; ardından ona ve arza, ‘İsteyerek veya istemeyerek (varlık sahnesine) gelin!’ buyurdu. ‘İsteyerek geldik.’ dediler. Böylece onları iki evrede yedi gök olarak yarattı, her göğe işlevini ilham etti. Biz, yakın semayı kandillerle donattık ve onu koruduk. İşte bu, her şeye gücü yeten, her şeyi bilen Allah’ın takdiridir.”[1]
Utbe b. Rebia şaşkınlık içerisinde tek bir kelime etmeden Efendimiz’i (sas) dinliyordu. Efendimiz (sas) ise ayetlerle konuşmaya devam ediyordu.
“Hani onlara peygamberler gelip (ikna etmek için) her yolu deneyerek, ‘Allah’tan başkasına kulluk etmeyin.’ demişlerdi. Ama onlar, ‘Rabbimiz (buna inanmamızı) isteseydi mutlaka (elçi olarak) melekler gönderirdi. Bu durumda biz, sizinle gönderilen şeyin gerçek olduğunu kabul etmiyoruz.’ dediler. Anılan Âd kavmi, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve ‘Bizden daha güçlü kim var?’ dediler. Onları yaratan Allah’ın kendilerinden daha güçlü olduğunu düşünmezler miydi? Onlar, âyetlerimizi de inatla inkâr ediyorlardı. Sonunda dünya hayatında onlara alçaltıcı cezayı tattırmak için o kara günlerde üzerlerine dondurucu bir rüzgâr gönderdik. Âhiret azabı ise daha da alçaltıcı olacak, onlara yardım da edilmeyecektir.”[2]
Utbe ayetleri dinlemeye devam ediyordu. Efendimiz (sas) ise “Gece ve gündüz, güneş ve ay O’nun işaretlerindendir. Eğer gerçekten Allah’a tapıyorsanız güneşe de aya da secde etmeyin, onları yaratan Allah’a secde edin.”[3] ayetiyle sözlerini tamamladı. İkna kabiliyeti yüksek olan Utbe kendine güvenerek geldiği yerden hiç şüphesiz ki beklemediği bir şekilde ayrıldı. Utbe b. Rebia’yı bu şekilde gören arkadaşları;
-Ey Utbe! Ne oldu sana böyle? dediler. Utbehâlâ dinlediklerinin etkisinde çıkamamıştı. Ayetler paslı kulaklarını öyle dinlendirmişti ki söylediklerinin Efendimiz’de(sas) neden önemsiz görüldüğünü anlamıştı. Arkadaşlarına;
-Beni dinlerseniz, onu davasıyla baş başa bırakalım. Araplar arasında dilediğini yapsın. Araplar, onun hakkından gelirse sizde kurtulmuş olursunuz. Şayet başarır da onlara galip gelirse onun hakimiyeti sizin hakimiyetiniz, şerefi de sizin şerefiniz olur! Çünkü o sizdendir. Onun sayesinde kudret ve mutluluğun zirvesine ulaşırsınız.[4]
Duyuyordu, görüyordu, etkileniyordu; ama her ne olursa olsun iman etmiyordu. “Allah bir kimseye ışık vermezse onun aydınlıktan asla nasibi yoktur.”[5] ayeti adeta onun üzerinde tesir ediyordu.
Bedir Savaşı’nda Utbe, savaşa karşı olmakla birlikte EbûCehil’in onu ayıplaması üzerine oğlu Velîd ve kardeşi Şeybe ile mübârezeye çıktı. Onlara karşı Ensar’dan Hâris’in çocukları Avf ve Muavviz ile Abdullah b. Revâha çıktı. Ancak kendilerinin dengi olan akrabalarıyla çarpışmak istediklerini söylemeleri üzerine Hamza, Ali ve Ubeyde b. Hâris meydana geldi. Ubeyde,Utbe ile; Hamza,Şeybe ile; Ali de Velîd ile çarpıştı. Hamza ve Ali rakiplerini öldürdüler.Ubeyde ile Utbe ise birbirlerini yaraladılar. Hamza ve Ali,Ubeyde’ye yardıma giderek Utbe’yi öldürdüler. Yetmiş yaşında öldürülen Utbe b. Rebia, arkadaşları gibi Bedir’de bir kuyuya atıldı. Bedir’de Müslümanların safında yer alan oğlu Ebu Huzeyfe kazananlardan, kızı, Ebu Sufya’nın eşi olan HindbintUtbeise kaybedenlerin safında yer aldı.[6]
“Onların günah işleyen ve inkârcı olanlarına uyma!”[7]âyeti deUtbe b. Rebîa ile Velîd b. Muğire hakkında nâzil olduğu rivayet edilir.
Allah (c.c.) mağfireti en geniş olandır. Kimi bununla şereflenmiş, kimi ise görmesine ve bilmesine rağmen bundan mahrum kalmıştır. İşte bu mahrum olanlardan biri de Utbe b. Rebia’dır.
[1]Fussilet Suresi, 41/ 9-12.
[2]Fussilet Suresi, 41/ 14-16.
[3]Fussilet Suresi, 41/ 37.
[4]İbnuHişam, Sire, 1/313,314.
[5] Nur Suresi, 24/40.
[6] Demircan, Adnan “Utbe b. Rebia”, DİA, XXXXII, 236.
[7]İnsân Suresi, 76/24.