Menü
Mehmet Ferhat Ünalan
Mehmet Ferhat Ünalan
Ümitvarız Yâ Rab!
Mayıs 3, 2025
Yazarın Tüm Yazıları

Farklı birçok tanımı yapılabilen sosyal çürümüşlük kavramı genel olarak toplumun ahlâkî, kültürel ve sosyal değerlerinin zayıflaması, bireyler arasındaki dayanışmanın azalması ve toplumsal yapının bozulması anlamına gelmektedir. Sosyal çürümüşlük ve ahlâki yozlaşma, günümüz toplumlarının karşı karşıya olduğu en ciddi sorunlardandır. Bu durum, tarih boyunca birçok toplumda görülmüş olup genellikle ekonomik eşitsizlikler, adaletsizlikler, siyasal ve kültürel erozyon, aile yapısının bozulması ve manevi değerlerin kaybı gibi faktörlerle yakından ilişkilidir.

Sosyal çürümüşlüğün bir neticesi olarak toplumun önem arz eden temel değerlerinde aşınma, kurumların işlevsizleşmesi, bireyler arasındaki güvenin ile toplumun bir arada tutulmasını ve dayanışmayı sağlayan bağların zayıflaması gibi sorunlar ortaya çıkar ve bu da toplumsal çözülmeyi beraberinde getirir.

Günümüz toplumlarında sosyal çürümüşlük, özellikle modernleşme, kentleşme, küreselleşme, kapitalizm ve bireyselleşme gibi süreçlerle birlikte daha da belirginleşmiş ve toplumsal yapıyı tehdit eder hâle gelmiştir. Toplumlar, sosyal çürümüşlük ve ahlâki yozlaşma sebebiyle birçok sorunlarla karşı karşıyadır.

Son yıllarda ülkemizde de buna bağlı olarak oluşan ve gittikçe artan sorunlar, toplumsal hayatın birçok alanında gözle görülür hâle gelmiştir. Yaşanan olumsuzluklar yurdumuz insanını adım adım yok olmaya götürmekte, bizi biz yapan manevi ve ahlâki değerler birer birer hayatımızdan ve toplumsal yaşantımızdan çıkmakta ve toplumsal hafıza adeta allak bullak edilmektedir.

Üzülerek söylemek gerekir ki; toplumun temel direği olan aile kurumu gün geçtikçe değersizleştirilmekte, yuvalar yıkılmakta ve evlatlar kimsesiz kalmaktadır. Ahlâksızlık, adaletsizlik, yolsuzluk, utanmazlık, bencillik, açgözlülük, sorumsuzluk gibi olumsuzluklar yaygınlaşmış ve neredeyse övülür hâle gelmiş durumdadır. Bozulan toplumsal düzende güvensizlik, umutsuzluk, hoşgörüsüzlük ve şiddet hali hâkimdir. Bu durum maalesef endişe veren boyutlara ulaşmıştır.

Manevi ve ahlâki tahribat, sistemli bir şekilde gerçekleştirilmekte, ahlâk dışı bir hayat sürekli teşvik edilmektedir. Mutluluğun, hayattaki varlık sebebinin sadece maddiyattan, sınırsız hazlardan, nefsani arzulardan geçtiği fikri zihinlere enjekte edilmektedir.

Bu denli ciddi sorunlar karşısında toplumumuzun bitkisel hayata girmişçesine ölü taklidi yapması, ahlâksızlığın sıradanlaşması ve ahlâki dinamiklerin hayata geçirilmemesi işin vahametini daha da artırmaktadır. Süregelen sorunların fotoğrafının çekilip bir ahlâk formatı atılmaz ve tez zamanda gerekli önlemler alınmaz ise bu durumun toplumsal çöküşü beraberinde getireceği yadsınamaz bir gerçektir.

Böylesine bir ortamda insanı ayakta tutan güç, benimsemiş olduğu inancı, değerleri ve umududur. Temiz kalmak, dimdik durmak, kötülüklere meydan okumak, ezcümle fıtratı bozan bütün düşünce ve eylemleri ortadan kaldırmak zordur ama bunu başarmak en büyük erdemdir. Çünkü fıtrata uygun yaşamak ahlâklı olmayı gerektirir. Çürümüş zihinlere ahlâk libasını giydiren, böylece insanın ayakta kalmasını ve kulluk mücadelesini kendisine yaraşır şekilde sürdürmesini sağlayan güç hak din olan İslâm’dır. İnsan bu mevziiyi koruduğu müddetçe kendisini de korumuş olacaktır.

Aziz kitabımız Kur’ân-ı Kerim’in birçok âyetinde toplumsal çürümenin nedenleri, bunun önlenmesi için yapılması gerekenler ve bu önlenemez ise toplumların akıbetlerinin ne olacağına dair önemli açıklamalar yapılmış ve bütün insanlık helake karşı uyarılmıştır. İsrâ Suresi’nin 16. âyetinde buna dair toplumsal yasa mealen şöyle açıklanmaktadır; “Bir ülkeyi helâk etmek istediğimizde oranın şımarmış yöneticilerine (iyiye yönlendirici) emirler veririz; onlar ise orada günah işlemeye devam ederler, sonuçta o ülke helâke müstahak olur, biz de oranın altını üstüne getiririz.”

Âyet-i kerimede bir toplumun çürümesi ve bozulması neticesinde helak olmayı hak ettiği vurgulanmaktadır. Zira Yunus Suresi 44. âyette buyurulduğu üzere; “Şüphesiz Allah, insanlara hiçbir şekilde zulmetmez; fakat insanlar kendilerine zulmederler.”

Yüce Allah (cc) insanlara salih bir kul olmayı, itaati, takvayı emretmiş ve nice nimetler ikram etmiş ancak insanoğlu ise sayısız nimetler karşısında şükrünü, amelini, tevazuunu artıracağı yerde azgınlaşmış, haddini aşmış, sınır tanımayarak Allah’ın (cc) emirlerine aykırı davranmıştır. İşte tamda bu noktada toplumsal çürüme, Allah’a (cc) teslim olunması gerekirken onun şeriatından dışarı çıkılmasını, toplumun akide, amel, ahlâk ve bütün yaşam biçiminde bozulmayı ve sırat-ı müstakimden sapmayı ifade eder.

Bu durum aynı zamanda temiz fıtratın bozulması anlamına gelmekte olup fıtrat bozulunca aile, kadın, çocuk mefhumu, ahlâk anlayışı, değerler hiyerarşisi tamamen alt üst olmakta ve binlerce yıllık kadim değerler adeta çöpe atılmaktadır. İslâm’a olması gereken teslimiyet yerini sınırsız hevaya ve nefsani arzulara bırakmaktadır.

Hafızamızı yokladığımızda tarihte çürümüş toplumlara örnek olarak Nûh, Âd, Semûd kavimlerinin Allah’a (cc) ve elçilerine karşı kafirce tutumları, Lût kavminin sınır tanımayan ahlâksızlıkları, İsrailoğullarının kibirleri ve nankörlükleri, Mekke cahiliyesi ilk akla gelenlerdir. Allah’ın (cc) gönderdiği her elçinin karşısına ya bir Firavun ya bir Nemrut ya bir Samirî ya da bir Ebû Cehil dikilmiş, Allah’ın nurunu söndürmek için türlü oyunlar kurulmuş, tuzaklar hazırlanmış ancak başarılı olamamışlardır.

Bu meyanda kurtuluş reçetesini, en hayırlı nesil olan sahabe efendilerimizin oluşturduğu Ashab-ı Suffa’da bulmak mümkündür. Suffa Ashabı, öz eleştiri ve toplumsal sorumluluk bilincini bir arada yaşayan muhteşem bir örnektir. Onlar, kendi ihtiyaçlarını ikinci plana atarak toplumun yararına çalışmışlardır. Yoksulluk içinde yaşamalarına rağmen, manevi olarak en yüksek mertebeye ulaşmış, dünya malına değer vermeden, sadece Allah’ın (cc) rızasını kazanmak için çabalayarak “çürümüşlük” kavramının tam zıttı bir yaşam tarzını benimsemişlerdir.

Ashâb-ı Suffa, ilim öğrenmeye olan tutkuları, sade ve mütevazı bir yaşam sürdürerek zühd ve takva ehli olmaları, İslâm için büyük fedakârlıkları ve daha birçok alanda topluma katkıları ile hem örnek birer mümin hem de örnek bir toplum olmuşlardır. Bu güzide nesil, toplumsal dayanışmanın ve sosyal adaletin sembolü haline gelmiştir.

Onların örnek yaşamları, günümüzde de tüm insanlara ve dolayısıyla da bizlere ilham vermektedir. Ashab-ı Suffa’nın ruhunu yeniden canlandırarak, modern dünyanın sosyal sorunlarına etkili çözümler üretebilmek mümkündür. Toplumsal dayanışma, sosyal adalet ve manevi değerlerin korunması, Ashab-ı Suffa’nın temel prensipleridir. Günümüzde bu prensiplerin yeniden hayata geçirilmesi, sosyal çürümüşlüğün önlenmesi ve daha adil bir toplumun inşa edilmesi açısından büyük önem taşımaktadır.

Yüce Allah’ın (cc) Âl-i İmran Sûresi 104. âyetteki “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” buyruğu gereği gücümüzün yettiği kadar hayra çağırmak, şerre sessiz kalmamak günümüzde hayır namına güzel bir duruştur. Emr-i bi’l ma’rûf ve nehy-i anil münker yani iyiliği emredip kötülükten sakındırmak aynı zamanda cihadın bir parçasıdır. Dünyada huzura, ahirette ebedi felaha kavuşmamız bu yöndeki çabalarımıza bağlıdır. Çürüyen, bozulan topluma her aklıselim mümin kimsenin yapacağı hayırların başında buna karşı sessiz kalmayıp harekete geçmek gelmektedir.

Bir imtihan yeri olan şu dâr-ı dünyadan bizden önce milyonlarca insan, çok sayıda toplum gelip geçmiştir. Bu toplumların bir kısmı toplumun kimyasını bozan inançsızlık ve ahlâksızlık salgınları ile helak olmuş ve büyük hesap gününü beklemektedir. Biz de geçmiş toplumların bir parçası olarak aynı toplumsal yasalara tâbiyiz. İçinde yaşadığımız toplumla beraber azaba ve fitneye uğramaktan kurtulmamızın tek yolu, Allah’ın ve Resûlullah’ın (sas) bizi ihya edecek çağrılarına icabet etmemizdir.

Ashab-ı Suffa’nın günümüzde birer şubesi olan, Allah’ın (cc) rızasının gözetildiği, İslam’ın şerefli ve izzetli kimliğini elde etme gayretinin verildiği Suffa İlim Meclisleri bu yaranın tedavisi için bir vesiledir. İlahi emaneti bütün dünyaya ulaştırma azim ve kararlılığı ile bu meclislerin yolunu tutmak manevi bir cihat olacaktır.

Bu durumda bize düşen Semure ağacının altında Peygamber Efendimiz’e (sas) biat eden sahâbe efendilerimiz gibi toplumun değişim ve dönüşümü için sonuna kadar mücadele etmektir. Malımızla, canımızla, Kur’ân’la, namazla, zikirle, maddi ve manevi tüm imkânlarımızla Allah’ın ipine sımsıkı sarılmak ve kötülüğü silip yok edecek hayra dair işlerde koşturmaktır. Dünya hayatına dalmış bütün kardeşlerimizin elinden tutmak ve onları hak ve hakikate çağırmak için ilim ve irfan yuvaları olan Suffalar birer limandır.

Hani Peygamber Efendimiz (sas) “Hiçbiriniz kendisi için istediğini mü’min kardeşi için istemedikçe gerçek iman etmiş olamaz.” buyuruyor ya biz de tüm kardeşlerimizin hayrı, iyiliği ve kurtuluşu için sana yakarıyoruz. Ümitvarız Ya Rab! Gayret bizden, takdir sendendir…

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
Hissetmekten mi korkuyorum, yoksa unuttum mu?...
Mehmet Kaman
Dijital Teknolojinin Ahlâkı ve Toplumsal Çürüme Ü...
Sadi Özgül
Cami Mimarisinde Kaybettiğimiz Hikmetin Peşinde Ol...
Avni Çebi
Ait Olmadığımız Dünyalarda Çürümek...
Şule Beşinci
Psiko-Sosyal Açıdan Güvenin Yitimi...
Ferhat Kardaş
RÖPÖRTAJLAR
“Hakikat algısının aşınmasıyla çürüyen insan ve ...
Abdülaziz Tantik
“Reform edilmesi gereken bir şey varsa o da modern...
Recep Şentürk
Öz eleştiri, varlığımızı geleceğe taşıma konusunda...
Temel Hazıroğlu
“Gazze” demek şahitler diyarı demektir....
Muhammed Emin Yıldırım
“Şahitlik; her zaman ve zeminde hakkı söyleme, hak...
Şinasi Gündüz
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Değişemeyen mi çürür, çürümek mi değişimdir?...
Abdülhamit Güler
Sinema Sanat Olmasaydı, Çoktan Bitmişti......
Abdülhamit Güler
Doğu Türkistan, Filistin ve Diğerleri: Sinemada Ek...
Abdülhamit Güler
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Bir Mabedler Şehridir Ankara
Mikail Çolak
Doğunun Tüm Yolları Erzurum'dan Geçer...
Mikail Çolak
Mağrur Bir Tarih Ribatı Gibi Dimdik Ayaktadır Kâşg...
Mikail Çolak
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
Dost Saliha Olandır
Rumeysa Döğer
Ya Hanzala Münafık Olmuş Olsaydı?...
Rumeysa Döğer
Leyla “A” dır
Rumeysa Döğer
Son Dokunuş Sahibi: Kusem b. Abbas
Rumeysa Döğer
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
NEBEVİ VARİSLER
Yahya İbrahim Hasan Sinvar: Filistin Davasının Bir...
Selcan Çakar
Ubey b. Kâ'b: Allah’ın Seçtiği Muallim...
Damla Mıdış
Ümmü Seleme
Hayrunnisa Duran
Allame Muhammed Salih Damollam
İkra Nur Demir
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x