Menü
Sevda Dursun
Sevda Dursun
Karanlığa Hapsolmanın Evrensel Kuralları
Mayıs 3, 2025
Yazarın Tüm Yazıları

2024 yılı sona ererken, Oxford İngilizce Sözlüğü 2024 yılının en popüler kelimesini açıkladı. Oxford’a göre, 2024 yılının kelimesi ‘beyin çürümesi’ (brain rot) oldu. 37 binden fazla kişinin katıldığı oylama ile seçilen kelime, sosyal medyanın insanın beynini ne derece etkilediğinin açık göstergesi. Türk Dil Kurumu (TDK) ve Ankara Üniversitesi’nin 2024’te yılın kelimesi için başlattığı oylamada ise ‘kalabalık yalnızlık’ seçildi. Oylamaya 1 milyon kişinin katıldığı belirtildi.

Birbirinden farklıymış gibi duran bu kelimeler, anlaşılır bir şekilde birbirini tamamlıyor. Beyin çürümesi hangi yollarla oluşuyorsa, kalabalık yalnızlık da o sebebin veya o yolların bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Son yirmi yılda hayatımıza giren internet ve sosyal medya, hızla çürümeye ve yozlaşmaya yol açtığı gibi kalabalıklar içinde yalnızlığı da beraberinde getirdi.

Çürüme bir yerden başladı mı, insanoğlunun nüfus ettiği her alana kolaylıkla yayılır. Din, siyaset, ekonomi, eğitim, kültür ve sanat bundan beri olamaz. Çürümeden söz edebilmemiz için belli bir süreçten de bahsetmemiz gerekiyor. Başlangıç yani çürümeden önceki iyilik durumundan, şimdiye yani yozlaşmadan söz ettiğimiz ana gelindiğinde bir gerileyiş ve çöküş yaşanması gerekiyor. Bunu birçok alanda gözlemleyebilmek mümkünken, somut olarak en net görebildiğimiz alanlardan biri de kültür ve sanat. Çünkü kültür, bir toplumun sahip olduğu değerleri, inançları, gelenekleri ve yaşam biçimlerini ifade eder. Ve nesiller boyunca gelişip, bir önceki değerlerin üzerine eklenerek gelir. Sanat da insanların hayal gücü, duyguları ve düşüncelerini ifade etme aracıdır. Resim, heykel, müzik, tiyatro, sinema, edebiyat ve daha birçok alanda gelecek nesillere aktarılır. Kültür yozlaşırsa sanat da yozlaşır. Kültürel olarak çürümüşlük yaşanırsa, insanların kendilerine olan saygıları kaybolur, bu da sanat ve edebiyata düşüş olarak yansır.

Çağdaş Sanatın Eser Karmaşası

Konuyu teorik olarak kısaca özetledikten sonra günümüz kültür ve sanatın çürümüşlüğüne göz atabiliriz. Son yıllarda adına “çağdaş sanat” denilerek sunulan sanat eserleri, sınırları olmayan, kural tanımayan, “özgürlük” adı altında ne yapılırsa kabul görmesi gereken bir mevhum haline geldi. Çağdaş sanatın sınırları kısık sesle tartışılsa bile, bu çürümüşlüğün önüne geçilmesi için artık çok geç. Neyin sanat olup olmadığı bile çok belirsiz. Duvara bantlanmış muz 120 bin Dolar’a satıldığında bu özgürlüğün nasıl yozlaştığını da görmüş olduk. Boş çerçevenin 125 dolara satılıyor olması, bir sanatçının 30 gramlık konserve kutusunun içine dışkısını koyması ve bir kutunun 270 bin Euro’ya alıcı bulması hiç de yabana atılacak yozlaşma değil. Sanat eseri diye satışa sunulan bu ve buna benzer nesneler yüzünden bir çağdaş sanat galerisinde yangın vanasının üzerine “not art (sanat değildir)” yazısı yazılmak durumunda kalındı. Şimdi burada gelecek nesillere bırakılacak olan nasıl bir sanat anlayışından bahsedilebilir?

Şarkılar da Kirlendi

Lvbel C5’in geçtiğimiz ay yayınlanan “Havhavhav” ve eski Survivor şampiyonu Turabi’nin “Wine Me, Dine Me” şarkısı müzik alanının da ne kadar kirlendiğinin bir işareti. Rapçi Lvbel C5’in şarkısında havlaması, sosyal medya platformlarında dalga konusu olurken, Turabi’nin ahlâk dışı sözler bulunduran şarkısına Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bir süre sonra erişim engeli getirdi. Sanatsal ve estetik kaygılardan uzak, sokak jargonunun yanı sıra ahlâk dışı ifade ve görüntülerin yer aldığı şarkılar, birçok insan tarafından tepkiyle karşılansa da maalesef alıcısı var. Ve gün geçtikçe şarkıların kirlenmesini de normalleştiriyor. Bir zamanlar underground olarak dinlenen küfürlü rap parçaları, artık popüler kültür arasına girdi bile.

Postnormal Çağda Sanat

İngiltere’de yaşayan ünlü düşünür Ziyaüddin Serdar, belirsizliğin hâkim olduğu ve cehaletin değerli bir meta haline geldiği bu hızla değişen dünyayı anlamak için yaşadığımız dönemin adını koyma girişiminde bulundu. Hayatımıza internetin hızlıca girmeye başladığı dönem olan 2005 sonrasını “Postnormal Çağ” olarak isimlendirdi. Mahya Yayıncılık’tan çıkan “Postnormal Zamanlar Seçkisi” kitabında bunun detaylarına yer veriyor. Klasik, Modern, Postmodern çağın ardından gelen Postnormal Çağ’da, insanların sosyal medyanın etkisiyle görünme ve paylaşma saikleriyle hayatlarını anlamlandırdıklarını ele alıyor. Postnormal zamanların temel kavramlarını “karmaşa, kaos, karşıtlıklar, belirsizlikler ve bilgisizlik” olarak ortaya koyuyor. Sınırlar dağılıyor, toplumlar birbiriyle ilgileniyor. Bilin bakalım Postnormal zamanların ressamı olarak kimi işaret ediyor: Elbette ki Banksy. Muhtemeldir ki galeri girişinde para verip eserlerini görmediğimiz, sokak ortasında herkesin kolaylıkla ulaşabildiği, şahsının belirsizliği ve eserlerinin paylaşarak çoğalmaya müsait olması kendisini bu dönemin ressamı haline getiriyor. Klasik dönemde Picasso, Modern dönemde Jackson Pollack, Postmodern dönemde Andy Warhol örneklerine bakarsak, günümüzde Banksy’i işaret etmesini rahatlıkla anlayabiliriz.

Oscar, Sinemayı Yozlaştırdı

Postmodern çağda toplumlar arası etkileşimin en önemli aracı televizyondu. Bugün ise internet. İnternet yaygınlaştıktan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Televizyonun kültürel değerleri yozlaştırması üzerine çok tartışıldı. Belki hâlâ tartışılıyor ama televizyon artık sınırlı bir kutu. İnternet, toplumlar arasındaki sınırları kaldırdıktan sonra, artık hiçbir değer, hiçbir kültür, hiçbir sanat kendi kültürü içinde değerlendirilemez oldu. Sinemacılar sınırları aşabilmek, Oscar gibi önemli ödüllerle adını duyurabilmek için son yıllarda akademinin şartlarına uygun filmler çekmek zorunda kaldı. O şartlardan biri ve en yaygın olanı ise çeşitlilik adı altında LGBT dayatmasıydı. Akademiye göre en iyi film için sinemacıların LGBT içeriği üretmesi ve setlerinde LGBT’li sanatçı bulundurması zorunlu. Bunu yapmayan film, dünyanın en iyi yapımı olsa bile değerlendirmeye alınmıyor. Üstelik son yıllarda bununla da yetinilmedi, çeşitlilik adına sınırlar gittikçe zorlandı.

Bu senenin Oscar adaylarından “Cevher” filmi, genç ve güzel kalmak uğruna, yaratılmışların en şereflisi olan insan bedeninin korkunç bir şekilde deforme edilme görüntülerini izleyenlerin zihnine boca etti. Yine bir başka Oscar adayı olan “Emila Perez”de erkekten kadına dönen birinin hikayesi anlatıldı. Sıradan bir erkek değil, sert tavırların en net gözlemlendiği mafya babasının kadına dönüşme hikayesiydi anlatılan. En iyi film ödülünü alan “Anora”da ise bir seks işçisinin Rus oligarkın oğluyla tanışmasıyla hayatının nasıl değiştiğine odaklanıldı. “Vesikalı Yarim” gibi masum bir yerden olaya bakıldığı sanılmasın, ilk sahnelerden itibaren sınırları zorlayıcı görüntülere yer verildi. Sinemada günümüz yozlaşmasının en önemli ayağını “Oscar Ödülleri” oluşturuyor desek, hiç de abartmış olmayız.

Dizi Deyip Geçmeyin

Ülkemizin dizi piyasasından da bu çürümenin portresini çıkartmak mümkün. Son yıllarda yurt dışı piyasasının oluşması, Türk dizilerinin kalitesini belli oranda etkiledi. Her ne kadar tarihi diziler yurt dışında talep görse de yurt dışı piyasa, özellikle de Orta Doğu ve Kuzey Afrika’dan oluşan Mena Bölgesi, Türk dizilerinde kadın işlerine talip. Yapımcılar da parayı oradan kazandıkları için, son derece çarpık ilişkiler ağı ile yürüyen, kimin eli kimin cebinde olduğu anlaşılmayan, entrikalarla dolu sahnelerle birbirine benzeyen diziler çekti ve çekmeye devam ediyor. Ülkede televizyon seyreden çok az kesim de alıştıkları yerden reyting vermeye devam ediyor. Farklı bir şey deneme imkânı sadece dijitalde kaldı. Netflix örneğinden net olarak biliyoruz ki onların da tıpkı Oscar gibi dizi kabul etme şartlarında LGBT içeriği ön koşulu var. Alakasız bir dizinin alakasız bir sahnesinde ‘sempatik’ bir eşcinsel çiftin bulunması, son yıllarda tüm dünyada LGBT’nin normalleşmesine açık bir şekilde hizmet etti. Geriye sadece temiz ve farklı içeriklerin denenebileceği, TRT’nin dijital platformu olan ‘tabii’ kaldı. Şimdilik bu cepheyi ne kadar sarıp sarmalasak yeridir.

Sapkınların Sanatı

Modern Çağ’da sanat, genellikle Batı’nın sanat anlayışıyla gelişim göstermişti. Postmodern Çağ’da da bu değişmedi. Küçük bir köy haline gelen günümüz internet dünyasında ise sanat, sınırları belli olmayan, kimi temsil ettiği ile ilgilenmeyen, bulunduğu toplumu kaale bile almayan, dilde çeşitlilik ama gerçekte son yüz yılda olduğu gibi bu dönem de Müslümanları öteleyen, hazza ve nefse hitap edeni önceleyen, metalaşan ve anlamını yitiren bir hâle dönüştü. Birey ve toplumun faydasına hizmet etmek yerine çürümeyle birlikte sapkın sınıflara hizmet etmeye yatkınlaştı.

Heidegger’e göre sanat, bir kültürün üslubunu o kültürün dünyası içinden gösterir, ifade eder ya da yeniden yapılandırır. Sınırları olmayan sanat artık buna hizmet etmiyor. Dostoyevski, “Sanat, insanlık için yemek ve içmek kadar büyük bir ihtiyaçtır. Güzelliğe ve onu somutlaştıran yaratımlara duyulan ihtiyaç, insanlığın ayrılmaz bir parçasıdır ve bu olmadan insan belki de yeryüzünde yaşamak istemeyebilir” demişti. Sanat artık güzelliği ortaya çıkarmaya da hizmet etmiyor. Kendi coğrafyamıza geldiğimizde, Mevlânâ’ya göre sanat kişiyi Allah’a ulaştırmalıdır. İlahî tecellîlerin görünmesi noktasında ortaya konulan eserler sanat olarak nitelenebilir. İslâm’ın sanat felsefesinde ise sanat ile hakikat arasında bir farklılık yoktur. Hiçbir evresinde sanat, hakikate feda edilmemiştir.

Hakikat Arayışı ‘Out’,

Karanlıkta Kaybolmak ‘In’

Nereden bakarsanız bakın sanat, esasında güzeli ortaya çıkarma becerisidir. Bu, Doğu veya Batı fark etmez, temel kabul görmüş bir tanımdı. Şimdiye baktığımızda; müzikten edebiyata, resimden sinemaya sanatın bütün dalları incelendiğinde, çirkini ortaya çıkarma ve kaosa hizmet etme şeklinde bir yozlaşma görülüyor. Batılılar, “İçindeki karanlığı ortaya çıkart” temasıyla herkesin içinde bir karanlık olduğu ve bunu en sapkın haliyle ortaya çıkarttığında iyileşmenin gerçekleşeceği inancını yaydı. Çürümeyi gencecik dimağlara öyle bir boca ettiler ki, hakikat arayışı ‘out’, karanlıkta kaybolmak ‘in’ oldu. Kişi içinde ne varsa sanatıyla da onu ortaya koyar. Bütün bunların birleşimiyle kültürler oluşur. Oysa şimdi geçmişin o ince estetik zevkleri, yerini kocaman bir çürümeye bıraktı. Beyinler çürüyünce, geriye bir şeyin kalması zaten mümkün değildi.

Bu yozlaşmadan en az etkilenmenin yolu, bireysel çabadan geçiyor. Bir sanatçı Batı’nın normlarına göre değil de kendi özüne sahip çıkarak sanatını yaparsa, tüm dünyaya yayılan bu çürümeye de bir sınır koymuş olur. O karanlığa ve yozlaşmaya hizmet etmeden yapılan sanatın çokluğu, var olan standartları da değiştirebilir. Çürümeye hizmet etmek yerine sanatın evrensel normlarına hizmet etmek bir gün mutlaka kazanacaktır. Bunu yapan az sayıda da olsa sanatçımız var ve başarıları her türlü engele rağmen sınırları aşabiliyor. Tabii ki hiç kolay bir şey değil. Zira sanat yapmak yüksek değerli bir iş ve desteksiz olmuyor. Bu yüzden kendi kültürüne ve değerlerine sahip çıkan kurumların, temiz içerikleri desteklemesi çok önemli. Bir sanatçı eserini ortaya koyabilmek için Batı’dan destek alıyorsa, onların normlarına göre eser ortaya koymak zorunda kalır. Milli sermayeden destek alırsa, bu mecburiyet ortadan kalkar ve kültürün de sanatın da yozlaşmasının önüne geçebilir.

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
Hissetmekten mi korkuyorum, yoksa unuttum mu?...
Mehmet Kaman
Dijital Teknolojinin Ahlâkı ve Toplumsal Çürüme Ü...
Sadi Özgül
Cami Mimarisinde Kaybettiğimiz Hikmetin Peşinde Ol...
Avni Çebi
Ait Olmadığımız Dünyalarda Çürümek...
Şule Beşinci
Psiko-Sosyal Açıdan Güvenin Yitimi...
Ferhat Kardaş
RÖPÖRTAJLAR
“Hakikat algısının aşınmasıyla çürüyen insan ve ...
Abdülaziz Tantik
“Reform edilmesi gereken bir şey varsa o da modern...
Recep Şentürk
Öz eleştiri, varlığımızı geleceğe taşıma konusunda...
Temel Hazıroğlu
“Gazze” demek şahitler diyarı demektir....
Muhammed Emin Yıldırım
“Şahitlik; her zaman ve zeminde hakkı söyleme, hak...
Şinasi Gündüz
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Değişemeyen mi çürür, çürümek mi değişimdir?...
Abdülhamit Güler
Sinema Sanat Olmasaydı, Çoktan Bitmişti......
Abdülhamit Güler
Doğu Türkistan, Filistin ve Diğerleri: Sinemada Ek...
Abdülhamit Güler
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Bir Mabedler Şehridir Ankara
Mikail Çolak
Doğunun Tüm Yolları Erzurum'dan Geçer...
Mikail Çolak
Mağrur Bir Tarih Ribatı Gibi Dimdik Ayaktadır Kâşg...
Mikail Çolak
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
Dost Saliha Olandır
Rumeysa Döğer
Ya Hanzala Münafık Olmuş Olsaydı?...
Rumeysa Döğer
Leyla “A” dır
Rumeysa Döğer
Son Dokunuş Sahibi: Kusem b. Abbas
Rumeysa Döğer
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
NEBEVİ VARİSLER
Yahya İbrahim Hasan Sinvar: Filistin Davasının Bir...
Selcan Çakar
Ubey b. Kâ'b: Allah’ın Seçtiği Muallim...
Damla Mıdış
Ümmü Seleme
Hayrunnisa Duran
Allame Muhammed Salih Damollam
İkra Nur Demir
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x