Menü
Mustafa Tekin
Mustafa Tekin
Hurafenin İki Yüzü: Modern(izm) ve Gelenek(selcilik)
Mayıs 3, 2025
Yazarın Tüm Yazıları

Bugünün dünyasında üzerinde konuşulmayı hak eden odak konularından birisi de hiç kuşkusuz kavram kargaşasıdır. Bu sorun kavramların tanımlarının içerikleriyle (mahiyeti, tabiatı) ile örtüşmemesinden başlayarak bir coğrafyanın içinden geliştirilerek tanım bulmuş, bir medeniyet düzlemine referansta bulunan ideoloji yüklü ve geniş bir tayf içerisinde çeşitlilik göstermektedir.

Bu, biraz da kavramlar üzerinden egemenlik kurma tavrını ortaya çıkardığı gibi paradigma kavramayı da dumura uğratıyor görünmektedir.

“Yeni”, “hemen”, “şimdi”ye kuvvetle vurgu yayan modernlik, bugün dünya ölçeğinde farklı din, kültür ve coğrafyaları etki alanına almıştır. Hatta kendi iddialarına göre modernlik, tüm insanlık için geçerli evrensel bir bakış açısı olarak dünyanın sonuna dair iyimser vaatlerde bulunmuştur. Kendisini ifade eden farklı kavramlar üzerinden insanlık tarihi içerisinde ulaşılan zirve olduğunu da açık ve örtük şekillerde beyan etmiştir. “İlerleme” miti de bu kavramlardan birisini oluşturmaktadır. Modern olan kendisini kurarken ilkin kendisini gelenek karşıtı olarak konumlandırmaktadır. Bu minvalde modernlik geleneksel olanla tezat konsepti içerisinde konumlanmakta, gelenek karşısında sürekli yeni olanı temsil ettiği iddiasını sürdürmektedir.

Burada konumuz açısından vurgulanması gereken diğer önemli nokta, modernliğin dine dair yargıları ve varsayımlarıdır. Zaten kilise ile mücadele sonunda yükselen modernlik, dini bir batıl inanç, hurafeler yığını, metafizik spekülasyon, irrasyonel alan gibi nitelemelerle kavramsallaştırmıştır. Modern söylemde ilerleyen tarihte din yani teoloji aşılması gereken geri bir aşamayı temsil etmektedir. Nitekim Comte’un insanlık tarihini tasnifte sırasıyla teolojik, metafizik ve pozitif aşamalar birbirlerini takip etmektedir ki teolojik safha insanlığın erken dönemine karşılık gelmektedir. Hem Batı’da hem de Osmanlı’nın son döneminden itibaren tartışmalar dikkatle takip edildiğinde modernlikle birlikte “hurafe” tartışmaları da yoğunlaşmıştır. Bir yandan modernlik dini bir hurafe, batıl inanç olarak görürken, diğer yandan dinin hurafelerden temizlenmesi de bir başka tartışma konusu olmuştur. Burada aynı zamanda dinin Kantçı anlamda modernleştirilmesi ya da konuşacaksa modern formatlarda konuşması gerektiği açık ve örtük biçimde ifade edilir ki, modern din ya da modernleştirilmiş din aynı zamanda bazı devlet politikalarında bir strateji haline de gelmektedir.

Özellikle yeni bilgi üretiminin ve metodunun hâkim bir öge haline gelmesiyle birlikte vahiy, din ve dini bilgi aynı zamanda metafizik spekülasyon olarak değerlendirilmiştir. Meselâ; Kant “Saf Aklın Eleştirisi’nde özellikle bunu vurgulamaktadır.1 Yine Batı’da hâkim olan dualizm çerçevesinde rasyonel ve irrasyonel şeklindeki tasnifte modern olan bütün araç ve enstrümanlarıyla rasyonel olanı temsil ederken din irrasyonel alanla örtüştürülmektedir. Bilhassa Aydınlanma Düşüncesi rasyonel birey” tasarımı ve rasyonaliteye olan vurgusuyla modernliğin temelin inşa etmiştir. Bütünüyle “akli” olanı temsil eden modernlik karşısında din, akılcı olmayan, spritüel alanı tanımlamaktadır. Bu bir anlamda Orta çağ’da hâkim motto “saçma olduğu için inanıyorum” ifadesinin bir karşılığı gibi durmaktadır.

Descartes modern olana geçişin kilit ismidir. Descartes “cogito ergo sum” mottosuyla insanı merkezileştirirken, Tanrı da dahil olmak üzere tüm evren ve eşyayı yeniden tanımladı. İşte bu değişimle birlikte modern öncesi “geleneksel”, yeni dönem ise modern olarak adlandırıldı. Elbette modern öncesi ile modern dönemi birbirinden ayıran fark paradigmadır. İlk anda insan ve eşya ile ilişkide Tanrı merkezlilik söz konusu iken, ikincisinde insan merkezlilik (hümanizm) söz konusudur. Bu ise eşya ve insana bakışı köklü bir şekilde değiştirmiştir.

Burada iki kavram konumuz bağlamında öne çıkmaktadır. Bunlar; gelenek kavramı ve onun türevleri ile modernlik kavramı ve türevleri. Gelenek (Batı dillerindeki karşılığıyla tradition) “bir toplumda nesilden nesile aktarılarak sürdürülen değer ve tüm birikimlerdir. Toplumda insan, çevre ve aşkınlıkla kurulan ilişkiler sonucu erken zamanlardan itibaren birikim oluşmaya başlar. Bunlar tecrübe edilerek uygun olanlar bir sonraki nesle deneyimlenerek aktarılır. Bu sebeple gelenekler çok uzun yüzyılların ürünü olarak oluşmuştur.”2 Aslında bir toplumun genel olarak tüm birikimlerini tanımlamaktadır. Fakat “gelenek” kavramını modernizmin tavır koyduğu şekilde olumsuzlamak doğru değildir. Çünkü bir geleneğe, birikime yaslanmayan toplumların sürekliliğini sağlamak zor görünmektedir.

Fakat geleneğin aşırı yüceltilmesi ve kutsallaştırılması tavrını birlikte getiren gelenekselcilik ile gelenek arasında operasyonel bir ayrım yapmak zorunlu görünmektedir. Bu bağlamda “gelenek” olumlu atıflara sahipken, gelenekselcilik geçmişi kutsallaştırma ve mutlaklaştırma tavrı sebebiyle olumsuzdur. Kur’an-ı Kerim aslında bu operasyonel ayrımı yapmakta ve korumaktadır. Nitekim “Tevhid” bir üst değer olarak ilk insan olan Hz. Âdem’den (as) bu yana sürdürülen bir gelenektir. İslam tüm peygamberlerin getirdiği dinin ortak ismi olarak bir gelenek inşa etmiştir. Bu sebeple İslam bir bidat değildir. Bu bağlamda Hz. Âdem ve önceki peygamberler Kur’an’ın atıf yaptığı “uzak gelenek” olarak nitelendirilebilir. Kur’an’ın referansta bulunduğu yakın gelenek ise Hz. İbrahim’e olan göndermelerle öne çıkar ki, Hz. İbrahim Mekke toplumunun yakın geleneği olarak hafızasında yer almaktadır. Bu göndermelerin hepsinde “gelenek” olumlu anlamda karşımıza çıkmaktadır. Diğer yandan Kur’an-ı Kerim toplumu iman etmeye çağırırken Mekkeli müşrikler “biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız”3 şeklindeki ifadeleri ile bir gelenekselcilik örneği vermektedirler ve Kur’an bunu “ya atalarınız bir şeyden anlamayan kişiler ise de…”4 şeklindeki cevabıyla kınamaktadır. Bu durumda gelenekselcilik, “toplumdaki inanç, kurum ve kuralların meşruluklarını, geçmiş dönemlerde de uygulanmış olmalarına dayandıran davranış veya düşünüş biçimidir.”5 Dolayısıyla gelenekselciliğin bir potansiyel olarak hurafe, mit, efsane üretmeye yatkınlığı anlaşılabilir. Elbette geçmişin bugüne gelirken biriktirdiği “iyi”ler olmakla birlikte bir şeyin olumluluğu sadece geçmişteki uygulamasına dayandırılamaz.

Gelenek kavramının iki anlamı daha ihtiva ettiğini belirtmeliyiz. İlki, yukarıda bahsedildiği üzere kavram modern öncesi, antik ve feodal toplumları birbirinden ayırmanın aracı olmuştur. İkincisi de, S. Hüseyin Nasr’ın kullandığı gibi insanlığın “ilahi olan bağlantısı”nı ihtiva eden bir referans sistemi şeklinde bir içeriğe sahiptir. Bu bağlamda modernin karşıtı anlamını muhtevi olmaktadır. Bu yönüyle gelenek Tanrı’nın merkezde yer aldığı bir dünya görüşü ve yaşam biçimi çerçevesinde istikrarlı bir duruma gönderme yapmaktadır. Çünkü insanlar geleceği takip ederek hayatlarını idame ettirmektedirler. Gelenekselcilik ise, birikimleri sorgulamaya yanaşmadığı için tarihi aşabilme noktasında sıkıntı yaşamakta ve tıkanıklık oluşturmaktadır.

Modernizm ise “Aydınlanma çağı ile gelen zihinsel dönüşümün ortaya çıkardığı ideoloji ve yaşam biçimi. Hümanizm, sekülerizm ve demokrasi sacayağına kurulu, egemenliği insanı özgürleştiren, kurtuluşu dinde değil bilimde arayan insanbiçimci ve insan merkezci dünya görüşü”6 şeklinde tanımlanmaktadır.

Modernizm kavramı, modern kelimesinin bir türevi olup onun ideolojisi ya da dünya görüşüdür. Modern kelimesi bir sıfat olup bir durumu ya da fenomeni tasvir ederken, modernite modernliğin şu andaki mevcut durumu, modernleşme ise bu yoldaki süreci ifade etmektedir. Dolayısıyla modernizm, modernliğin bir dünya görüşü olarak ideolojik çerçevesini çizmektedir.

Peki burada “gelenekselcilik” ve “modernizm”i niçin hurafenin iki yüzü olarak ele almaktayız? Gelenekselci yaklaşım geçmişin biriktirdiklerinde bir “iyi” bulmakla birlikte, daha ileri giderek geçmişin içinde kaybolur ve bu minvalde bugün, tarih ve gelecek arasındaki farkı belirginleştiren çizgileri de bulanıklaştırır. Bunu bazen tarihsel formu bugüne getirmeye çalışarak ama her halükarda zihnen geçmişte yaşayarak yapar. Burada gelenekselciliğin birkaç türlü tavır geliştirdiğini söylemeliyiz. Birincisi, bugünün çağdaş sorunlarını konuşmak yerine o sorunun geçmişte nasıl halledildiği üzerine odaklanır. Söz gelimi; önemli bir global problem olan adaletin bugün dünyada nasıl tesis edileceği üzerinde durmaz ancak Hz. Ömer’in (ra) adaletini anlatır. “Bugün”ü düzenlemek üzere tarihi olana her başvuru, son kertede tarihsel anlatıda farklılaşmayı birlikte getirir. Böylece tarih anlatısı da bir hurafeye doğru dönüşür. İbn Haldun tarihçilere eleştiri getirirken onların abartılı ve sosyal hadiselerin tabiatına uymayan anlatılarına dikkat çekecek tarihi bilgilere yalan konuşmanın sebeplerini anlatır.7

Toplumlar değişim ile karakterize edilmektedir. Zaman geçtikçe yaşanan değişimler, toplumsal düzlemde de insanı değişime zorlarlar. Gelenekselcilik eski tarihsel formlara sıkı bir şekilde bağlanması sebebiyle değişime ayak uydurmada zorlanmaktadır. Esasen onun anlatısı hem tarihsel form hem de geleneksel dönemle ilintili olduğundan tarihin içine saplanıp kalacaktır. Halbuki tüm birikimlerin bir şekilde kontrol edilerek seçilmesi gerekmektedir. Gelenekselci yaklaşım sürekli tarihe başvurarak ve tarihin içinde kalarak bir mitoloji anlatımı biçimine dönüşmektedir. Öte yandan modernizm karşısında gelenekselciliğe sığınma tavrı da tarihsel anlatılar içinde çözüm aramak gibi tuhaf bir durumu sonuçlamaktadır. Bu sonuç ise son kertede problemlere çözüm üretemeyeceği için bir toplumsal çürüme üretecektir.

Bunun karşısında modernizm ile hurafe ilişkisi nasıl kurulmaktadır. “Hemen” ve “şimdi”ye odaklanan modernizmin hurafeci bir anlatıya sahip olması, bugün ve geleceği kurmaya çalışan söylemindedir. Söz gelimi; tarihi sürekli bir ilerleme olarak düz bir çizgi üzerinden okuyan modernizm kendisine geçmişin karşısında olumlayan bir anlatı kurmaktadır. Bu durum modernizme dair gerçeği yansıtmadığı gibi söz gelimi Batı toplumlarının, kültürünün diğerlerine üstünlüğü gibi bir söylemi pekiştirmektedir. Bahsedilen nitelik esasen hem tarihe hem de bugün ve geleceğe dair modernizmin hurafelerini beslemiştir. Buna göre gelenek üzerinden tarih bir hurafeler yığını (yeni bir başka hurafe uydurarak), insanlığın gelişmemişliğinin çizgisi, gelecek ise mutlak uyumun yakalanarak insanın mutluluğu yakalayacağı bir zaman olarak resmedilmektedir. Geleceğe doğru iyimser iddiaları ile öne çıkan modernizm, bilindiği gibi geçen yüzyılda gerçekleşen iki dünya savaşı ile bu hurafelerinden geri çekilmişti. Diğer yandan Aydınlanma düşüncesi üzerinden tasarlanan “rasyonel birey”in postmodernlikle birlikte nasıl mitoslara geri döndüğünü de deneyimlemekteyiz. Hasılı insanlığın daha iyi olacağına dair modernizmin iddiaları büyük oranda derin varoluşsal krizlerle birlikte bugün hurafelere dönüşmüş bulunmaktadır.

İnsanın temel hedefi, içinde yaşadığı dünyada hurafelerden kurtulmak olmalıdır. Bu ise tarih ve bugüne olduğu kadar gelenek ve modern olana da dengeli bir şekilde yaklaşılmasını gerektirmektedir. Özelde bugünün yeniden inşası, geleneğe ihtiyaç duy(ur)makla birlikte gelenekselcilikle mesafeli olmak durumundadır. Aynı şekilde çağı ve dilini dikkate almakla birlikte modernizmin hurafelerinden uzak durulmalıdır.

Bugün tüm dünyada bir toplumsal çürüme halinin giderek derinleştiği müşahede edilmektedir. Hâkim olan modernizm karşısında gelenekselcilik de çağı karşılama noktasında problemler yaşadığından bir çürümenin önüne geçme potansiyeli zayıftır. Dolayısıyla gelenekselciliğe dönüşün problem halletme ufku bulunmamaktadır. Fakat modernizm de bu hurafenin bir başka yüzü olarak değerler ve anlam problemini derinleştirerek çürütme yaratmıştır.

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
Hissetmekten mi korkuyorum, yoksa unuttum mu?...
Mehmet Kaman
Dijital Teknolojinin Ahlâkı ve Toplumsal Çürüme Ü...
Sadi Özgül
Cami Mimarisinde Kaybettiğimiz Hikmetin Peşinde Ol...
Avni Çebi
Ait Olmadığımız Dünyalarda Çürümek...
Şule Beşinci
Psiko-Sosyal Açıdan Güvenin Yitimi...
Ferhat Kardaş
RÖPÖRTAJLAR
“Hakikat algısının aşınmasıyla çürüyen insan ve ...
Abdülaziz Tantik
“Reform edilmesi gereken bir şey varsa o da modern...
Recep Şentürk
Öz eleştiri, varlığımızı geleceğe taşıma konusunda...
Temel Hazıroğlu
“Gazze” demek şahitler diyarı demektir....
Muhammed Emin Yıldırım
“Şahitlik; her zaman ve zeminde hakkı söyleme, hak...
Şinasi Gündüz
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Değişemeyen mi çürür, çürümek mi değişimdir?...
Abdülhamit Güler
Sinema Sanat Olmasaydı, Çoktan Bitmişti......
Abdülhamit Güler
Doğu Türkistan, Filistin ve Diğerleri: Sinemada Ek...
Abdülhamit Güler
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Bir Mabedler Şehridir Ankara
Mikail Çolak
Doğunun Tüm Yolları Erzurum'dan Geçer...
Mikail Çolak
Mağrur Bir Tarih Ribatı Gibi Dimdik Ayaktadır Kâşg...
Mikail Çolak
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
Dost Saliha Olandır
Rumeysa Döğer
Ya Hanzala Münafık Olmuş Olsaydı?...
Rumeysa Döğer
Leyla “A” dır
Rumeysa Döğer
Son Dokunuş Sahibi: Kusem b. Abbas
Rumeysa Döğer
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
NEBEVİ VARİSLER
Yahya İbrahim Hasan Sinvar: Filistin Davasının Bir...
Selcan Çakar
Ubey b. Kâ'b: Allah’ın Seçtiği Muallim...
Damla Mıdış
Ümmü Seleme
Hayrunnisa Duran
Allame Muhammed Salih Damollam
İkra Nur Demir
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x