Menü
Abdülhamit Güler
Abdülhamit Güler
Sinema, İnsanoğlunun En Eski Umut Taşıma Aracıdır
Temmuz 19, 2025
Yazarın Tüm Yazıları

Umut fakirin ekmeği idi… Onu da mı zengin aldı… Umut, elden alınacak bir şey miydi? Elden gelen ile ele gelen arasında kalan incecik çizgi… Hani, kıldan ince, kılıçtan keskin olan. Sırat’ta mıydı? Umutla mıydı?

İnce çizgiler adına yemin eden sütten kesilmemiş bebenin Safa ile Merve arasındaki yoluna hayat demişler.

Bütün ince çizgilere yemin olsun ki, umut fakirlik değil varlık göstergesidir. Belirti arayana işaret, onay bekleyen reddiye, gönül ferahlığı isteyene şerh ve yola devam etmek isteyene yolun kendisi oldu, umut…

Oysa müslümanı müslüman olmayandan ayıran en ince çizgi umut değil miydi? Cenk meydanında düşmanın kılıcı boynundayken de muzaffer kumandanın tepelerinde de beşikte de teneşirden önceki adımda da umut etmek, hayatın kendisi demek değil miydi?

“(Ey Resulüm!) De ki: ‘Eğer sizin duanız (davanız, takvanız) olmasaydı, Rabbim size ne diye değer versindi?’” (Furkân, 25/77) derken Yaradan, elbette çokça şey söylüyordu. Fakat dua derken kastettiği tam da umut değil miydi?

İnsan var olduğu zamandan beri heybesinde olan tek şey umuttu. Hayata geldiğinde de veda vakti yaklaştığında da umutla yol aldı, insan… Yolun başından ortalarına kadar umudu kendisi için diri tuttu insanoğlu. Sonra kendine yaklaştıkça umudu kendi dışındakilerle yaşattı.

36 bin yıl önce Paris’teki Chauvet Mağarası’nda duvarlara resimler çizen insanoğlu, belki onlarca yıl kalmak zorunda kaldığı mağarada umudu diri tutmaya çalıştı. Üstelik, mağarada 36 bin yıl önce başlayan “not bırakma” eylemi binlerce yıl devam etti ve birbirini tanımayan insanların, hiç tanımayacakları insanlara miras bıraktı. Duvar resimlerinin anlattığı şey sadece “nasıl yaşıyoruz” değil, “bizden size ne kalacak” idi.

https://artsandculture.google.com/project/chauvet-cave” adresinden açıkça göreceğiniz gibi on binlerce yıl önceki insanların bize anlatmak istediği çok şey var. Mesela bir ışık kaynağını duvarda gezindirdiğinizde şekiller hareket ediyor. Bu yüzden “İlk sinema salonu burası mı” sorusunu sitede görürsünüz.

Evet, ilk sana galerisi olması kesin ama ilk sinema salonu olmasından duyduğumuz heyecan da umudumuzu diri tutuyor. Wernard Herzog’un sağa ile ilgili yaptığı “Kayıp Düşler Mağarası” belgeselini mutlaka izleyin. Anlatamadığımız çok şey orada var. Filmi izleyin, siteyi inceleyin ve elinizdeki her şeyi bırakıp, derin nefes alıp düşünün. Heyecanınızın atacağını göreceksiniz.

Göreceksiniz ki 36 bin yıl önceki insanoğlu, buzul çağı henüz biterken mahpus kaldığı mağarada bize umuttan bahsediyor. Hangi şart altında olursa olsun hayatın kendisinin kıymetli, insanın kendi dışındakilerle önemli, yaşadıklarımızla birlikte yaşayamadıklarımızdan çıkarımlarımızla umutlu kalacağımızın ispatı gibi…

Sinemanın önemi ve toplumsal etkisinin insandan başlayan serüvenine dair anlam arayışımıza büyük katkı sağlayan şeylerden biri, sinemanın umut taşıma aracı olma işlevidir. Evet, sinema umut taşır. Yapandan izleyene, dünden yarına ama daha önemlisi geçmişe dair de umut taşıyan bir yolculuktan bahsediyoruz.

Filmler, yapan kişinin kişisel tecrübesi ışığında zamanlar ötesine söz söyleyen araçlarsa, film şeridinin taşıdığı şeylerin yekününün ders, dert ve umut olduğunu söyleyebiliriz.

Sadece sinema tarihinin değil insanlık tarihinin en kıymetli isimlerinden olan Andrei Tarkovsky, “Sinema bir dua biçimidir” der. Ne güzel söyler… Duamız olmasaydı ne kıymetimiz olurdu? Yani dua yöntemi olmasaydı, sinemanın ne kıymeti olurdu?

Gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki sinema bir dua biçimidir. İnsandan insana, insanı insana, insanı hayata, hayatı insana, insanı yarına, yarını insana, bugünü düne, dünü yarına anlatan bir dua biçimidir, sinema…

Elbette, kimin nasıl yaptığına göre değişir. Elini açan herkesin aynı samimiyette ya da doğru formatta dua etmemesi gibi filmlerin tamamını da aynı kefeye koyamayız. Sadece eğlendirmeyi hedefleyen, izleyicinin hazzına oynayan, anlatıyı da anlamı da arka plana atan (ticari sinemanın genel örnekleri gibi) filmlerin bu sayfada konu edilmesi zaten söz konusu olamaz. Haliyle, derdi olanın yaptığı, derdi olana yaptığı, dertlenenlerin dertlenenlerle birlikte izlediği filmler dua kadar kıymetlidir.

Tam da bu açıdan sinema ciddi bir sorumluluk alanıdır. Anlatılan şeyden anlatım yöntemine de kadar her başlık, yapan için iki cihan saadeti olabileceği gibi azabına da yol açabilir. İnsanoğlunun yapıp ettiği hiçbir şeyin karşılıksız kalmayacağını biliriz ya, işte sinemada karşılıksız kalmayacak şeylerin sonu yoktur. Zira bir sinema filmi sadece yönetmeni hayattayken ulaştığı kişilere değil, asırlar geçse de bir şekilde ekranına düşeceği herkese karşı mesuliyet taşır. Anlam ve yöntem açısından kıymet arz eden filmlerin ortak özelliği, ölümsüz olmasıdır. 100 yıl önce yapılmış birçok filmi şimdilerde heyecanla izleyebiliyorsak, bugün yapılan filmin bir asır sonra, asırlar sonra, insan var olduğu müddetçe ilgilisine ulaşacağını ve bunun da ölümsüzlük manasına geleceğini kabul etmek lazım. Nasıl ki bir insan öldükten sonra amel defterini kapatmayacak olan iyilikleri ve birikimi vardır, filmler de yapanların amel defterinin sonsuza kadar açık kalmasını sağlayan eylem alanlarıdır. Bu defterde ne yazdığı, yapanın nasıl anılacağı elbette filme bağlıdır. İşte, tam da bu açıdan sinema ciddi bir sorumluluk alanıdır.

Yine tam da burada sinemanın sorumluluklarından birine işaret etmek gerekir. Sinema, hikâye etmektir. Her film bir anlatıdır. Kadim kültürde dilden dile gelen masallar, destanlar gibi… Şarkılarda, türkülerde ifade edilenler gibi… Edebiyatın çeşitli alanlarında dile geldiği gibi… Filmler de hikâye anlatma sanatıdır. Ve bu sanatta yer alması gereken en temel unsur umut olmalıdır. Bir sinemacının kendisine, toplumuna, dünyaya ve bütün zamanlara karşı en temel vazifesi bu olsa gerek. Hikâye edilen şey ne kadar vahim olay olursa olsun, neticenin umut olması gerekiyor.

Tabi ki anlatılan şey kadar nasıl anlattığınız da önemlidir. Bir filmi diğerinden ayıran şey, bir insanın bir başkasından ayıran şeyle aynıdır; üslup… Haliyle, umudu anlatmanın da yolları vardır. İşte bunlar sinemaya tür olarak yansımıştır. Dram türünde bir hikâyeyi filme alırken de komedi unsurunun eski ya da yeni yöntemleriyle bir şey anlatırken de fantastik bir film yaparken de animasyon hayata geçirirken de unutulmaması gereken şey, neticede zamana bırakılması gereken şeyin umut olmasıdır…

Sanat eserinin umut barındırması gerekliliği hamasi bir söylem gibi gelse de sadece ve sadece insanlık birikimi gözlemlenerek bile çıkarılacak bir sonuçtur bu. Ne dedik… 36 bin yıl önce mağaraya resim çizenler, belki henüz konuşmayı bile öğrenmemişken on binlerce yıl sonrasına ulaşacak bir anlatı yöntemi kullandılar ve hikâye ettikleri şey zor yaşam şartları olsa da hep umuttan söz ettiler.

Aslında insanın, hiç tanımadığı birilerine bir şey anlatabilme ihtimali bile kendi başına umut doğurur. Düşünsenize… Sadece size ait olduğunu düşündüğünüz ya da sadece sizden izler barındırmaktan başka kıymeti olmadığını düşündüğünüz bir eser, insanoğlu var olduğu sürece hiç tanımadığınız kişilere ulaşacak. Bunu yapabiliyor olmak bile umut denen şeyin dimdik ayakta kalmasın sağlamaz mı?

Evet… Kanaat olarak ifade ettiğimiz şeylerin çoğu esasında sorudur. Soru, umuttur. Umudu olmayan soru sormaz. Cevap arayanın umudu vardır. Sanat, insanoğlunun soru sorma yöntemi olduğuna göre… Her sanatkâr da umut taşıyıcısıdır. Her sanat eseri, 36 bin yıldır varlığından haberdar olduğumuz umut olgusunu, duygusunu, anlamını diri tutar. Ölüm bile böyle değil midir? Olmasaydı, hayat olur muydu? Hayat varsa, umut var. Ölüm varsa hayat var. Yani ölümle birlikte umut var…

Bütün kötü duyguların varlığı da umuta bağlı değil midir?

 

 

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
Umudu Filizlendirmek
Sinan Özyurt
Vahdetten Kesrete Lügatten Bir Kelime: Umut...
Özlem Duralı
Hissetmekten mi korkuyorum, yoksa unuttum mu?...
Mehmet Kaman
Dijital Teknolojinin Ahlâkı ve Toplumsal Çürüme Ü...
Sadi Özgül
Cami Mimarisinde Kaybettiğimiz Hikmetin Peşinde Ol...
Avni Çebi
RÖPÖRTAJLAR
“Gönüllere dokunan davet, umudun ete, kemiğe bürün...
Mustafa Karaca
“Hakikat algısının aşınmasıyla çürüyen insan ve ...
Ahmet Mercan
“Reform edilmesi gereken bir şey varsa o da modern...
Recep Şentürk
Öz eleştiri, varlığımızı geleceğe taşıma konusunda...
Temel Hazıroğlu
“Gazze” demek şahitler diyarı demektir....
Muhammed Emin Yıldırım
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Sinema, İnsanoğlunun En Eski Umut Taşıma Aracıdır...
Abdülhamit Güler
Değişemeyen mi çürür, çürümek mi değişimdir?...
Abdülhamit Güler
Sinema Sanat Olmasaydı, Çoktan Bitmişti......
Abdülhamit Güler
Doğu Türkistan, Filistin ve Diğerleri: Sinemada Ek...
Abdülhamit Güler
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Turks ve Caicos Adaları
Mikail Çolak
Bir Mabedler Şehridir Ankara
Mikail Çolak
Doğunun Tüm Yolları Erzurum'dan Geçer...
Mikail Çolak
Mağrur Bir Tarih Ribatı Gibi Dimdik Ayaktadır Kâşg...
Mikail Çolak
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
İyiye Talib Olmayı Öğreten Ümmü Büceyd...
Rumeysa Döğer
Dost Saliha Olandır
Rumeysa Döğer
Ya Hanzala Münafık Olmuş Olsaydı?...
Rumeysa Döğer
Leyla “A” dır
Rumeysa Döğer
Son Dokunuş Sahibi: Kusem b. Abbas
Rumeysa Döğer
NEBEVİ VARİSLER
Abdülfettâh Ebû Gudde (1917–1997): Bir İlim ve Ahl...
Nazlı Çakar
Yahya İbrahim Hasan Sinvar: Filistin Davasının Bir...
Selcan Çakar
Ubey b. Kâ'b: Allah’ın Seçtiği Muallim...
Damla Mıdış
Ümmü Seleme
Hayrunnisa Duran
Allame Muhammed Salih Damollam
İkra Nur Demir
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x