Malum olduğu üzere şeytan -cin cinsinden olan İblis- bir anlatıya göre “ilk kıyasçı” olarak bilinir. Bu şekilde anılmasının nedeni de A‘raf 7/12 ve Sâd 38/76’da geçen şu ifadeleridir: “Ben ondan (Adem’den) üstünüm/hayırlıyım. Beni ateşten, onu ise topraktan/çamurdan yarattın.” Allah’ın emrine karşı gelirken İblis’in öne sürdüğü bu gerekçe/bahane ve bunları dile getirirken kullandığı kıyaslamanın ve onun altında yatan söylemi burada analiz etmeye çalışacağız. Yalnız burada ele alacağımız kıyas/kıyaslama, mantık ve fıkıh usulünün konusu olan bir hakikat veya hükmün ortaya çıkarılması için kullanılan akıl yürütme metodu olan kıyas değildir.
Evet, İblis bu kıyaslamayla varlık ve değer ilişkisindeki dengeyi altüst etmiş, değerler sıralamasında da büyük bir haksızlığa ve dolayısıyla ilk zulme imza atmıştır. İblis bir “değer yargısı” ifade eden “üstünlük” meselesini, Allah nezdinde ve hakikatte eşit ve mevcut olma durumları açısından bir farkları olmayan, felsefî tabirle ifade etmek gerekirse varlık ve yoklukları eşit olan “mümkün” iki varlığı, yani ateş ve toprağı birbiriyle kıyaslamakla esasen bir ötekileştirmenin ve yepyeni bir çatışmanın da fitilini ateşlemiş oldu.
Öncelikle meselenin daha iyi anlaşılması için “öteki” ile “ötekileştirme” arasındaki farkı da burada netleştirmemiz lazım. Esasen “öteki”nin tanımı “ben”in tanımına ve varlığına bağlıdır. Zaten ben olduğu için öteki vardır. Ben olmasaydı ötekinden söz etmemiz mümkün olmayacaktı.
Ben ve öteki, insanın varlık sahasındaki bilinçlenme, kendini tanıma ve yaşamdaki yerini anlamlandırma sürecinde kaçınılmaz olarak gerçekleştirdiği zihinsel ve duygusal bir eylemdir. Bu son derece doğal bir süreçtir. Bunun yadsınacak veya garipsenecek bir yönü yoktur. Zira sınırlı, sonlu ve sorunlu bir varlık olan insanın; herhangi bir ‘şey’i algılaması ancak o şeyin sınırlı insan kapasitesine indirgenmesi ile bir nevi sınırlandırılması ile mümkündür. Zihnimizde canlandırdığımız dış dünyanın gerçeklerine dair izlere “kavram” denmesinden hareketle, insanın bir şeyi anlaması onu kavramasına bağıdır. Kavrama ve anlamlandırma sürecinde insan öncelikle “şey”i, dış dünyadan soyutlaması ve sonrasında kendi zihin kapasitesine indirgemesi ve sınırlaması gerekmektedir. Ancak bu şekilde bir şey hakkındaki algısı ve bilgisi mümkün olabilmektedir. Duyduğumuz seslerin, kulakların algılayabileceği bir desibel seviyesinde/sınırında olması; gözün gördüklerinin belli bir renk aralıklarıyla sınırlı olması vs… yüzlerce örnek ortadadır. Kısacası insanın bir şeyi algılayabilmesi için onu kendi dünyasına indirgemesi, soyutlaması; dahası aynı ve benzer olan ile farklı olanı ayrıştırması gerekiyor. İşte bu ayrıştırma esasen ben ve ötekini otomatik olarak gündeme getirmektedir. Zaten ortada bir “ben” varsa muhakkak bir de “öteki” olmalı ki “ben”in tanımı ve özgün varlığı ortaya çıksın. Buradan hareketle insanın varlıkları sınıflaması, kategorilere ayırması; zihnî veya duygusal, rasyonel veya reel olan gibi pek çok ayırıcı, farklılaştırıcı kavramları gündemine alması hep bu “ben”in kendini görünür kılmasının kaçınılmaz sonuçlarıdır. İnsan bu işlemi zihnî boyutta yaptığı gibi gerçek/reel daha farklı ifadeyle görünür, dokunulur olan evrende de yapmaktadır. Bir bebek kendi benliğini fark ederken daha doğrusu algılamaya başlarken aynı zamanda çevresini de tanımaya/tanımlamaya başlar. Çevresindeki nesneler ile kendi ayırdına varmaya başlar. Böylece ben ve öteki ortaya çıkar.
Buraya kadar her şey doğal bir süreçte işlemektedir. Peki İblis’in kıyası ile bu ötekileştirmenin ilişkisine geri gelirsek ne çıkarırız biz bu mevzudan? Şöyle ki: İblis’in “Onu topraktan beni ateşten yarattın” söyleminde İblis kendini ve Hz. Âdem’i (as) yani ötekini önce nesnel olarak tanımlamıştır. Burada yanlış bir şey yok elbet. Burada bir ben ve öteki tanımları var ve gayet doğal. Sıkıntılı olan kısım ise bu ötekiyi tanımlarken kullandığı ve değer yargısının bir ifade biçimi olan “Ben ondan üstünüm/hayırlıyım…” ifadelerinin satır aralarında yatmasıdır. Bu kıyas ile artık ortada sadece ben ve öteki yoktur, “mutlak ben” ve “ötekileştirme” vardır. İblis, burada ontolojik çeşitlilik ve farklılığı, yaratılıştan gelen doğal hali, özünde olmamasına ve yaratıcının da öyle bir tanımı ve betimlemesi olmamasına rağmen, yeni bir söylem ve iddia ile bir ötekileştirme sürecini başlatmıştır. Yani “değer”ler kümesinin elemanlarını “eder”ler kümesine katmak ile âyetin ifadesiyle “kibirlenme ve böbürlenme” tavırlarıyla bir “ötekileştirme” söyleminin ve eyleminin başlatıcısı..