İmrân b. Husayn el-Huzâî, Mekke’de ilk Müslüman olanlardandır.[1]EbûCüneyd olarak künyelendirilmiştir.[2]Kaynaklarımıza göre Kureyş’in saygın kimselerinden olan babası Husayn b. Ubeyd’den önce iman etmiş ve onun imanına şahit olmuştur.Bir gün Kureyş’in ileri gelenleri Husayn’a gelerek “Bizim için şu adamla konuş. Durmadan putlarımıza sövüyor…” dediler. Bunun üzerine tartışmak üzere hep beraber Resûlullah’ınyanına geldiler. Husayn,Resûlullah’ın yanına girdiğinde oğlu İmrân b. Husayn, Efendimizin yanında bulunuyordu. Babası içeri girince yerinden bile kıpırdamadı. Husayn, Resûlullah’a yönelerek “Nedir senden duyduklarımız? Durmadan, putlarımıza sövüyor ve onları kötü tanıtıyorsun. Oysa baban temiz ve iyi bir adam idi.”dedi.Resûlullah (sas) şöyle buyurdu: “…Ey Husayn! Söyle bakalım! Kaç tane puta tapıyorsun?”Husayn: “Yerde yedi puta gökte bir ilaha tapıyorum.” deyince Efendimiz: “Pekâla başına bir felaket gelirse kime yalvarıyorsun?” dedi. Husayn: “Göktekine” cevabını verdi.Resûlullah“Malın helak olursa kime yalvarıyorsun?” diye sormaya devam etti. Cevap yine “Göktekine” oldu. Efendimiz (sas) onu düşünmeye sevkederek son bir soru daha sordu: “O, tek başına senin duanı kabul ediyor, sen tutmuşsun ötekileri de ona ortak ediyorsun. Şükür anında ondan hoşnut musun, yoksa sana galip olacağından mı korkuyorsun?” Efendimizin sorduğu bu son soru Husayn’ın gönlünde adeta kelebek etkisi yaparak fırtınalara sebep olmuştu.Resûlullah’a “Dediklerinden hiçbir değil” diye cevap veren Husayn etrafındakilere yönelerek “Hiç bunun gibi konuşanı duymadım.” demişti. Resûlullah (sas) Husayn’a yönelerek şöyle dedi: “Ey Husayn! Müslüman olursan kurtulursun!”Husayn o an kalbini yokladı, gönlüne imanının tohumunu atan Efendimize: “Benim kabilem vardır. Ne diyeyim?” dedi. Resûlullah(sas) “Şöyle de: Allah’ım işimde doğruyu bulmam için senden hidayet istiyorum. Bana yarayacak ilmimi artır!” buyurdu. Husayn da Efendimizin söylediklerini bir bir tekrar etti. O an hakikatin cazibesini kapılan Husayn oturduğu yerden kalkmadan Müslüman oldu. Bunun üzerine aynı mecliste bulunan oğlu İmrân b. Husayn hemen ayağa kalktı, babasının başını, ellerini ve ayaklarını öptü. Bu manzaraya şahit olan Efendimiz (sas) ağlamaya başladı ve sebebini soranlara şunu söyledi: “İmrân’ın davranışından dolayı ağladım. Husayn kâfir olarak girdi. İmrân o geldiği için kalkmadı, yüzüne bile bakmadı… Müslüman olunca hakkını edâ etti. İşte bundan dolayı çok duygulandım.” Tüm bunlar yaşandıktan, o duygusal hal biraz olsun yerini sükûnete bıraktıktan sonra Husayn evine gitmek üzere ayaklandı. Efendimiz (sas): “Haydi kalkın! Onu evine kadar uğurlayın.” buyurdu. Kureyşin ileri gelenleri onun kapıdan çıktığını görünce “Ecdadının dininden döndü!” diyerek yaygarayı bastılar ve ondan uzaklaştılar.[3]
İmrân b. Husayn’ın,Hayber’in fethi sırasında Ebu Hureyre (ra) ile birlikte Müslüman olduğu da rivayet edilmektedir[4] ancak ilk Müslümanlardan olduğu rivayeti bizce daha doğrudur. Resûlullah (sas) ile birlikte birçok gazveye katılan İmrân b. Husayn, Mekke’nin fethinde Huzâa kabilesinin bayraktarlığını yaptı.[5]Alemlere rahmet Hz. Muhammed ile birlikte Veda haccına katılmış ve onu (sas) adım adım takip etmişti. [6]
İlme olan iştiyakı
İmrân b. Husayn’ınnaklettiği bir rivayetten anlıyoruz ki onun ilme müthiş bir iştiyakı vardı. İmrân b. Husayn’dan rivayet olunur ki: Yemenli bir grup Resûlullah’ınhuzuruna geldiğinde iman etmişlerdi.Resûlullah’tan iman hakikatleri adına bazı bilgiler alıyorlardı. Hz. Peygamber (sas) alemlerin yaratılışını şöyle anlatıyordu: “Allah vardı. O’ndan başka hiçbir şey yoktu. O’nun Arş’ı su üzerindeydi. Zikirde her şeyi yazdı. Gökleri ve yeri yarattı…” Efendimiz (sas) sözlerine devam ederken biri “Ey Husayn’ın oğlu! deven kaybolup gitti!” dedi. İmrân b. Husayn bir anlık dikkat dağınıklığı sebebiyle kendini dışarı attı fakat devesi gitmiş, ardı sıra seraptan başka bir şey kalmamıştı. Bu haldeyken Efendimizin anlattıklarından mahrum kaldığı için çok dertlenmiş ve kendi kendine “Keşke deveyi bıraksaydım da yerimden kalkmış olmasaydım!” demişti.[7] İşte böyle bir ilim aşkıyla yanan o büyük insan birçok talebe yetiştirdi. Bunlardan bazıları Hasan-ı Basri, Ebu’l-Esveded-Düelî ve kendi oğlu Nuceyd’dir. Hz. Ömer, İmrân b. Husayn’ın ilminden istifade etmek istemiş ve onu Basra’ya fıkıh öğretmeye göndermiştir.[8]Çünkü Basra şehri o dönemde insanların günaha daldığı, açıkça kötü işler yaptığı bir şehirdi.Sahabeden Basra’ya giden ilk kişi[9] olan Hz. İmrân, burada ilim halkaları kurmuş ve hadis rivayetinde bulunmuştur.[10] Kendisinden bize 193 hadis rivayeti ulaşmıştır.[11]Tabiin’in büyük âlimlerindenİbnSîrîn onun hakkında şöyle demişti: “Resûlullah’ın (sas) Basra’dan gelen ashabı arasında, İmrân b. Husayn’dan üstün tuttuğu bir kişi yoktur.”[12]
Beni kadılıktan azat et!
Ubeydullah b. Ziyad, İmrân b. Husayn’ı Basra kadısı olarak tayin ettiğinde;[13] iki kişi aralarında meydana gelen bir anlaşmazlığı kendisine ilettiler. Deliller bunlardan birisinin aleyhine sübuta erince, İmrân b. Husayn (ra) bu kişinin aleyhinde karar verdi. Adam da, “Sen aleyhime karar verdin ama meseleyi iyice araştırmadın; yemin olsun ki bu karar batıldır.” dedi. İmrân: “Yemin eder misin?” dedi. O da “Kendisinden başka hiçbir ilahın olmadığı Allah’a yemin ederim.” deyince İmrân b. Husayn, hemen yerinden fırlayarak doğruca Ubeydullah b. Ziyad’ın yanına gidip; “Beni kadılıktan azlet!” dedi. Ubeydullah ise “ Sakin ol Ey Ebü’n-Nüceyd!” dedi. O da, “Hayır, kendisinden başka hiçbir ilahın olmadığı Allah’a yemin ederim ki, Allah’a kulluk ettiğim sürece iki kişi arasında hüküm vermeyeceğim!” dedi.[14]
Fitne zamanındaki sulh gayreti
İmrân b. Husayn kadılık vazifesini bıraktıktan sonra fetva vermeye devam etti. Bu zaman dilimleri fitne kapısının kırıldığı zamanlardı. Hz. İmrân, fitne çıkmaması için çok büyük gayretlerde bulunmuştu. Cemel Vakasından hemen önce bu talihsiz vakayı durdurmak adına talebeleriyle taraflara mektuplar göndermişti. Adîoğullarına giden talebesi Huceyr b. er-Rebî, Hz. İmrân’ın kendisine söylediklerini şöyle nakletmişti: “Onlara git, mümkün mertebe herkesi mescide topla ve ayağa kalkarak kendilerine şunu söyle! ‘Beni size, Resûlullah’ınsahabisi olan İmrân b. Husayn gönderdi. Sizlere selam söylemekte ve sizin için rahmet dilemektedir. O benim sizlere öğüt verici olduğumu bildirmekte ve kendisinden başka hiçbir ilahın olmadığı Allah’a yemin ederek; isabet etsin, etmesin karşı karşıya gelerek birbirine ok atan iki Müslüman gruptan biri olmaktansa, dağ başında ölünceye kadar yavrulu keçileri otlatan kıvırcık saçlı Habeşli bir köle olmanın kendisi için daha sevimli olduğunu söylemektedir. O halde anam babam size feda olsun, durun, yapmayın!’ de.” dedi.Huceyr bunu söyleyince insanlar “Bizi rahat bırak delikanlı! Yemin ederiz ki biz Resûlullah’ın (sas) geride bıraktığı eşini hiçbir şekilde yalnız bırakacak değiliz!” dediler. Ertesi gün yaşanan Cemel olayında Hz. Aişe’nin etrafındaki insanlardan 70 kişi ölmüştü.[15]
İmrân b. Husayn, bu fitne ortamında kendisine fetva soranlara sığınılacak yer olarak mescidi göstermiş, mescitte de kendisine saldırılma ihtimali olursa ne olacağını soranlara evine git demiş ve insanları fitneden uzak tutmaya çalışmıştır. İnsanlar “Ya evimde de bana saldırılırsa?” diye sorduğunda da “Eğer ben evimdeyken de birisi canıma ve malıma kastederek bana saldırırsa, o zaman kesinlikle onun katlinin bana helal olduğunu anlarım. ” demişti.[16]Tüm bunlar yaşanırken 30 sene karın sulanması hastalığının acısını çeken İmrân b. Husayn, Hicretin 29. senesinde Fars illerinde çıkan ayaklanmayı durdurmak için at sırtında cihad etmiş, süvarilerin komutanlığını yapmıştır.[17]Hastalığı sebebiyleipek kullanması caiz olan Hz. İmrân, bunu vesile bilerek insanların içine güzel ve ipekli bir elbiseyle çıkmış, onların dikkatini böylece çekerek Resûlullah’ın şu hadisini nakletmiştir: “Allah kuluna bir nimet ihsan ettiği zaman, nimetinin eserinin kulunun üzerinde görünmesini sever.”[18]
Vefatı
İmrân b. Husayn’ın yarası gün geçtikçe daha kötü olmaktadır fakat o dağlatmamakta ısrar eder ve insanları da bundan nehyeder. Hz. İmrân, en son sancılarına dayanamaz ve insanların kendisini ikna etmesiyle yarasının dağlanmasını kabul eder. Bunun vicdan azabıyla geçirdiği iki yılın sonunda dağlama izi geçmiş, İmrân b. Husayn’ın hastalığı geçmemiştir. Kısa bir süre sonra yataklara düşmüş, ölüm döşeğindeyken çocuklarına ve hanımlarına bazı vasiyetlerde bulunmuştur. “Hanımlarımdan kim benim arkamdan çığlık atarsa ona vasiyet yoktur.” diyerek buna engel olmak istemiştir. “Öldüğüm zaman tabutuma sarık bağlayın. Geri döndüğünüzdeyse kurban kesip yemek yedirin.” diye vasiyette bulunmuştur. Kabrinin kare biçimde ve dört parmak yüksekliğinde olmasını istemiştir. Bu büyük zat bir rivayete göre H. 52, bir rivayete göre H. 53 yılında Basra’da vefat etmiştir.[19]
[1]İbnSa’d, Tabakât, V, 201. İbn Hacer, el-İsâbe, III, 548.
[2]İbnSa’d, Tabakât, V, 201. İbn Hacer, el-İsâbe, I, 509.
[3]İbn Hacer, el-İsâbe, I, 509.
[4]İbn Hacer, el-İsâbe, III, 548.
[5]İbn Hacer, el-İsâbe, III, 548.
[6]İbnSa’d, Tabakât, V, 202.
[7]İbn Kesir, el-Bidâye ve’n-Nihaye, I, 17.
[8]İbnSa’d, Tabakât, X, 6. İbn Hacer, el-İsâbe, III, 549.
[9]İbn Hacer, el-İsâbe, III, 549.
[10]İbnSa’d, Tabakât, X, 7.
[11]Ai Yardım, “İmrân b. Husayn”, DİA, XXII, 233.
[12]İbnSa’d, Tabakât, V, 202.
[13]İbnü’l-Esir, el-Kamil fi’t-Tarih, III, 298. İbn Hacer, el-İsâbe, III, 549.
[14]İbnSa’d, Tabakât, V, 202.
[15]İbnSa’d, Tabakât, V, 203.
[16]İbnSa’d, Tabakât, V, 204.
[17]İbnü’l-Esir, el-Kamil fi’t-Tarih, II, 588.
[18]İbnSa’d, Tabakât, V, 206. İbnSa’d, Tabâkat,X, 6.
[19]İbn Hacer, el-İsâbe, III, 549.