Şahitlik, kişinin kendi kişisel gelişiminin üst bir aşamaya çıkarılmasındaki etkisi kadar, kendi dışındaki insanlarında kendi kişisel gelişimlerini sürdürme becerisi kazanacağı bir zemini de inşa eder.
ahitlik, insanın aklı, ruhu ve kalbi ile tanıklık ettiği şey üzerinden yaşamını sürdürmesi, temsil etmesi ve başkasına örneklik oluşturacak bir düzlemi inşa etmek demektir. Şahitlik, duyularla ilişkili olduğu kadar bilişsel süreçle de ilişkili bir durumu ifade eder. Kişi, tanık olduğu çağı yorumlayarak başkaları içinde bir tanıklık imkânı sağlar.
Şahitliğin ilk merhalesi kendine tanıklığıdır. Kişinin kendisi üzerine tanıklığını ve kendisine dışarıdan bakarak kendi üzerine bir tanıklığı icra edebilmesidir. Bu durum kişinin kendisine rağmen, kendi dışına çıkarak kendi üzerine bir tanıklığı icbar eder. Bu da bize şahitliğin insanın kendisi üzerine gerçekleşmesi için kendisinin dışında kendi kalan bir boyutun varlığını izhar eder. Vicdan, ruhun, bedenden bağımsız ve akıl ile duygulardan arınık halde kendisi üzerine bir bakış geliştirmesi anlamını içermektedir. Bu bize kişinin kendisi üzerine şahitliği bir irade ve bu iradeyi sağlam tutacak bir basireti de içermektedir. İrade ve basiret aynı zamanda kişinin kendisine rağmen, nesnel bir tutumu içerecek şekilde kendine tanıklık ederek kendini düzeltmek, değişime açık hale getirmek ve geliştirmek için gereken referansı sağlayabilsin…
Şahitlik, iki boyutlu bir düzleme sahiptir. Birinci düzlem, kişinin kendisine şahitlik etmesidir. İkinci düzlem ise, kişinin kendi dışındaki her şeye şahitlik etmesidir. Birinci düzlem olmadan ikinci düzlemi kendi tamlığı içinde gerçekleştirmek mümkün görünmemektedir.
Yukarıda birinci düzlemin akıl, kalp ve ruh bağlamında bir tanıklığı ve bu tanıklığın nesnel zemini için irade ve basireti harekete geçirmenin temel şart olduğunu belirtmiştik. Akıl, şahitliğin, tanıklığı işaret ederken bir başkasına aktarma ve olayı kendi rasyonel zemininde kavrayışı taşıması bakımından elzem bir durumdur. Akıl, tanıklığın ve her iki boyutunu da içerecek bir düzlemi işaret eder. Akıl, aynı zamanda kalbin ve ruhun gizemini daha anlaşılır bir düzleme taşınması bakımından da önemli bir olguyu içerir. Kalp, duyusal zemin kadar tecrübenin içtenliğini sağlayan temel olgudur. Kalp, bir şeyin ruhuna nüfuz ederek onun tam olarak neliğini açığa çıkaran bir işlevselliğe sahiptir. Kalp, o yüzden insanın bizatihi kendisidir. Kalbi olmayanın vicdanı olmaz, vicdanı olmayanın kendi olması mümkün değildir. Çünkü o kendine yabancılaşmıştır. Bu noktada kalp, vicdanı temsil ederek yabancılaşmayı engelleyerek, nesnelliği kendi otantik yerinde durmasına zemin oluşturur. Kalp, aynı zamanda iradeyi besleyen bir gücü harekete geçirdiği gibi basireti de kişide açığa çıkaran bir olgusal zemine kaynaklık eder. Kalp, aklın ayak oyunlarını yerli yerinde durdurarak kendi nesnel zemininde kalmasını, kendisi olarak şahitliği tam olarak yerine getirmesine imkân tanır. Ruh ise, şahitliğin hem içe dönük ve hem dışa dönük boyutunda kendi otantik yapısını kurmasındaki bütün aşamalarda ona yükleyeceği anlam ve diriliş zeminidir. Ruh, bedeni hayata taşıdığı gibi aklı ve kalbi de kendi otantik yapısı içinde varlık alanında gerçeklik zemininde yer almasını sağlayan ve kendine tanıklığında da birinci amil olarak işlevsellik kazanır. Ruh, insan dediğimiz bütünlüğün anlamını, dirilişini, hareket kabiliyeti yanında her parçanın kendi iç tutarlılığı yanında bütün içindeki konumunu da doğru bir zeminde kurmasını sağlayacak olan insanın özünü temsil eder. Yaratılış sürecinde insanın yeryüzündeki serüvenini anlamlı ve sürekli olgunlaşmaya yönelik boyutunu harekete geçirmesini sağladığı gibi insanın kendi bütünlüğünü dışarıdan bir göz olarak kendini izlemesini de gerçekleştirir. Bu yüzden şahitlik, kişinin kendisi üzerine tanıklığını ruh aracılığı ile gerçekleşir. Ruh, kalbin mekânını kullanır, kalbi, aklın önüne çıkartarak aklın kendi otantik yapısını terk etmesini engeller.
İşte kişinin kendisine şahitlik etmesi, kişinin bütün davranışlarının da temelini oluşturur. Bu şahitliğin konumuna göre kişinin davranışları yön değiştirir. Bu yüzden vicdan, ruhun esintisini süreklileştirerek varlık kazanmasını sağlayarak kişi ile ruhu arasındaki irtibatı sağlar. O yüzden vicdanlı insan ruhunun kendisi üzerindeki etkisini devam ettiren kişidir. Vicdanını yaralayan kişi, ruhunu da yaralamış olur ve ahlâkî kayba uğrar. Ahlâkî olanın ruh ile bağıntısı kavramak önemli olduğu kadar zorunlu bir durumdur. Ruh, ahlâkî olanın derinliğini sağlar. Ruh, bunu kalp üzerinden gerçekleştirir. Kalp, duyguların mekânı olduğu kadar, ruhun mekânlığını da icra eder. Böylece hem duygular ve ruh aynı mekânda buluştuğu için ruh beden tamlığı da icra konumuna erişir.
İrade ve basiret olmadan nesnel bir zemini inşa etmek mümkün görünmemektedir. İrade, bağımsızlaşmayı, etkileşmede dikkatli olmayı, etken olmayı edilgen olmaktan önde tutmayı beraberinde taşır. İrade, kendi bağımsızlığını ilan ederek, kendisine karşı var olmayı ve kendini gözetlemeyi mümkün hale dönüştürür. Basiret, bu bağımsızlığın nerede durması gerektiğini belirgin kılar. Basiret, aynı zamanda irade tarafından aldatılmayı da önceleyen ve yapılması gerekeni yaparken bihakkın yapmayı mümkün kılar. Basiret, biliş süreçlerini doğru bir zeminde adâlet üzere gerçekleştirmeyi sağlar ve kişinin aldığı kararları sağlıklı ve sahici olmasına zemin oluşturur. O yüzden kişi, basiret üzere olduğu zaman bütün parça ilişkisi yanında parça-parça ilişkisini de sağlam ve sahih bir zeminde kurabilir.
İnsanın kendine şahitliği aynı zamanda insanın kendisine karşı nesnel bir tutumunu da zorunlu kılar. İşte basiret bu nesnel tutumun sağlam bir zeminde durmasını sağlayacak bir bilgi ve biliş sürecine yoldaşlık eder.
İnsanın kendisine tanıklığı, insanın anlam dünyasını doğru bir zeminde kurmasını ve adâlet üzere hareket etmesini de sağlar. Kişinin kendisini istikamet üzere tutabilmesinin yolu, kendisini dışarıdan gözlemleyecek bir iradeye sahip olmasını zorunlu kılar. Bu aynı zamanda kişinin kendisine karşı bir sorumluluğu olarak da icra edilmelidir. Çünkü dışa dönük bir şahitliğin olmazsa olmazı, içe dönük şahitliğin sağlam ve sahih bir zeminde gerçekleşmesine dayanır. Bu noktada adâlet sahibi olmak önemlidir. Adâlet, kişinin, herhangi bir etken altında kalmadan, bütün etkenlerden azade bir şekilde bir anlam üzerinden hareket ederek dışsal olaylar, durumlar ve olgular üzerine basiret üzere şahitlik ederek tanıklığını ifadeye ve iradeye kavuşturarak eyleme dönüştürmesini sağlayacak şeydir.
Anlam ve adâlet, bir şeyin neliği konusunda açıklığa kavuşturulmasını sağlamada temel etkenlerdir. Her iki olgu, kişinin hem kendisine dönük yaklaşımını ve hem de dışa dönük yaklaşımını belirler. Bu yaklaşım, aynı zamanda şahitliğin olmazsa olmazıdır da… Şahitlik, anlam ve adâlet üzerinden kendisine zemin bulur ve böylece başkaları için bir örneklik teşkil eder.
İşte şahitliğin birinci konumdan ikinci konuma yükselişini sağlayacak olan şey örneklik dediğimiz temsiliyet meselesidir. Kendi dışındaki varlığa şahitlik etmenin yolu temsil kabiliyeti kazanmaya matuf bir eylemliliğin içinde var olmaktır. Temsiliyet, sahip olduğun anlamın adâlet üzere yerleşik hale getirilmesini sağlayacak bir örnekliği canlı bir emsal olarak varlık sahasına çıkarmak ve bunun örnekliğini kendi şahsında billurlaştırmayı başarmana bağladır. Kendi şahsında billurlaştırmanın irade ve basiret üzere oluşuna gönderme yapmıştık. Aslında irade ve basiret aynı zamanda dışa dönük bir temsiliyetin kurulması ve bu temsiliyetin sağlıklı ve sahih bir şekilde örneklik düzleminde varlık kazanmasını da beraberinde taşır. İçerdeki şahitliği sağlayan irade dışarıdaki şahitliği de sağlayan bir yapı arz eder. İrade içerde ve dışarıda basiret üzere hareket etmeyi başardığı oranda her iki şahitliği de gerçekleştirmiş olacaktır. Basiret ise hem içeride ve hem dışarıda iradeyi sağlam zeminde tutarak kendisini sürekli geliştirmeye ve her konuma göre doğru olanı, hakikati temsil etmeyi öne çıkartır. Bu yüzden basiret şahitlik tarafından beslenen bir özelliğe de sahiptir. Basiret, şahitliği yaşarken, sürekli kendisini de geliştirir. Çünkü insan şahitlik üzerinden öğrenir. Peygamber’in isrâ olayını da bu düzlemde yeniden düşünmeliyiz. Yaşamadığı bir şeyi insanın tanıması, bilmesi ve basirete dönüştürmesi beklenemez! O yüzden yay örneği anlatılır Kur’ân’da, böylece peygamberin temsiliyetinin gerçek karakteri ortaya çıkar. Peygamber tam bir temsiliyet gerçekleştirerek kendisinden sonraki bütün insanlar için bir örneklik teşkil ederek miras bırakmıştır. Kendisini takip eden Müslüman âlimlerde benzer bir duygu ve durum içinden kendileri dışındaki Müslümanlar için bir örneklik teşkil ederek öğrenim sürecinin süreklileştirirler.
İşte öğrenim süreci ile temsiliyet arasındaki temel bağıntı açığa çıkar. Hatırlamak, bir örnekliğe mebni olarak zihne taşınır. Yaşamadığı bir şeyi hatırlaması beklenemez insanın… Bu temsiliyet meselesini çözen kişinin hem kendi öğrenimini ve basiretini artırırken, hem de kendi dışındaki kişilerin hatırlamasına ve öğrenmesine zemin oluşturur. Böylece şahitliğin öğrenmeyle bağıntısını ve basiretin kaynağının neliği konusu da açıklığa kavuşmuş olur. Peygamber ve peygamber mirasına sahip ulemanın temsil niteliği de bu zeminde işlevsel hale gelir.
Şahitliğin görsellikle bağını yeniden düşünmekte yarar var. İnsan etkileşiminin en önemli araçlarından biri olarak görsel hafıza kişinin gelişim dinamiklerinin başında yer alır. Bu yüzden hafızaya neyi yüklediğimiz çok anlamlı hale gelmektedir. Modern dünyanın görsel şovları üzerinden insanın kendisine yabancılaşmasını nasıl sağladığının izahını da bulabiliriz böylece…
Şahitlik ve temsiliyet meselesi ile örnekliğin yeniden inşa edilmesi arasındaki bağ tartışılmaz bir gerçekliğe sahiptir. Şahitliğin dışa dönük boyutu içinde bu iki olgunun; temsiliyet ve örnekliğin varlığı tartışılmazdır. Temsiliyeti tam olarak sağlayacak olan şeyin ise adâlet üzere ve barış içinde var olmayı sağlayacak bir zemine ihtiyacı vardır. Olgunlaşmış bir temsiliyetin ki bunun en güzel örneği, nübüvvettir… Peygamberler temsil liyakatini tam olarak gerçekleştirmiş olanlardır. Son Peygamber Hz. Muhammed (sas) bu konuda üsve-i hasene olarak isimlendirilmektedir. Her mümin kişinin de kendi peygamberini örnek alarak şahitliğini iyi örnek üzerinden yaşamaya çalışması elzemdir.
Çünkü bugün en çok yokluğu hissedilen şey temsiliyet olgusudur. Müslümanlar kendi dinlerini doğru bir şekilde temsil edemedikleri için bugün insanlar giderek ve hatta Müslümanlar giderek dinden uzaklaşmaktadırlar. Son Aksa Tufanı ve sonrası gelişmeler, Gazze halkının temsil liyakati göstermesi dine yönelik bir coşkunun varlığını izhar etti. Dine yönelmeler, dine girmeler önceki tarihlere göre birkaç misli artmaktadır. Bu da bize temsil ve başkasına şahitlik etmenin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha derinden göstermektedir.
Dışa dönük şahitliğin sağlam bir zeminde devam etmesi için gereken akıl, kalp ve ruhun kendi tanıklığından dışa dönük tanıklığa geçiş yapması elzemdir. Bu noktada ciddi bir sorun oluşmaz! Çünkü irade ve basiret aynı zamanda anlam ve adâleti ikame ederek barışı garantiye alır.
Anlam, yaşamın ruhudur. Anlamı olmayanın ruhu olmaz, ruhu olmayanın şiddete meyyal oluşu kaçınılmaz olacağı bedihidir. Şiddet ise barışı ortadan kaldırır ve anlamı yokluğa tevdi eder. Bu çerçevede adâletin vuku bulması da beklenemez! Adâlet, hukuktan bağımsız ve onu da içerecek şekilde ama onu aşkın bir olguyu işaret eder. Adâletin tecellisi bazen bir rahmet ve şefkati de içermelidir. Merhamet ve şefkat, yaşamın anlamının tecelli edeceği vasatı inşa etmede önemli bir konumu açığa çıkartır. Adâlet, bir insanın neyi hak ediyorsa ona göre bir tavır geliştirmedir. Adâlet, her zaman bir cezayı içermez, çoğu kez mükâfatı da içermelidir. Her zaman sertliği taşımaz, yumuşak davranışı da taşımalıdır. Anlam, adâletin çerçevesini de taşıyan bir olgusal zemine işaret eder. Anlam, insanın yeryüzü macerasını bir imtihan olgusu içinde tanımlayarak yola çıkarsa insana kendisi olma fırsatı sunacaktır.
Şahitlik, anlam ve adâlet üzerinden insanın yeryüzü macerasındaki anlamın içeriğini belirlemede de anlamlı bir yerde durmaktadır. İnsanın imtihan gereği bir görelilik durumu ile karşı karşıya kalışının doğru bir betimlemesi için de şahitliğin insana kazandıracağı tecrübenin duyusal zeminden akli zemine taşınarak kesinliği inşa edeceğini belirlemek elzemdir. İnsan şahitliğini bir kesinlik üzerine kurar ve böylece iradesi şaşırmayacak bir netlikte varlık sahasına çıkar ve basiretini bu kesinliğin üzerine kuracağı içinde hem içsel şahitliğini hem dışsal şahitliğini hakikatli bir şekilde yapmasını mümkün kılar.
Bu noktada ilâhî şahitliğin neliği ile insanî şahitliğin neliği meselesi mutlak ile mukayyet arasındaki dengede konumlandırılmalıdır. Ama olgusal zeminde bir fark yoktur. İnsanın şahitlik ederken iradeye ihtiyaç duyması ilâhî meşietin irade zemini üzerinden varlık sahasına çıkışı ile aynı öze sahiptir. Fark ise birisi ulûhiyeti diğeri ise yaratılmış bir varlığı/insani hasleti işaret eder. Ama Allah’ın Kur’ân’da Ben Allah’tan başka ilah olmadığını şahitlik ederim, kıst/ölçüsü olan/adâlet sahibi âlimlerde şahittir derken kastedileni doğru anlamakta yarar var.
Modern dönemde oluşturulmaya çalışılan deist yaklaşımların irade sahibi olmayan bir Tanrı tasavvuru asla mümkün olamaz! Çünkü o zaman bambaşka bir evren ve insan söz konusu olmalıdır. Hâlbuki tam tersi irade sahibi bir Allah ve irade sahibi kıldığı insan şahitliği aynı düzlemde yerine getirmektedirler. O yüzden şahitlik, bilgi, biliş süreçleri kadar, eylem ve eylem süreçlerini de derinden etkileyen bir unsurdur. İnsanın ve varlığın gelişim dinamiklerini de derinden etkileyen şahitliğin daha çok gündem olması ve üzerine düşünülmesi elzem olandır.
Bugün yeryüzünün şahit olduğu dünya Müslümanların anlam dünyalarının oluşturduğu dünya değildir. Kıyamete doğru son sürat giderken yaşadığımız dünyaya şahit olan insanlar olmalıyız ve Müslümanlar olarak biz kendi anlam dünyamızı kuracak bir yaşama şahitlik edecek bir düzlemi ve dünyayı var kılmalıyız ki ilahi rızaya erecek bir zemine sahip olabilelim… Allah’ı insandan razı edecek şey insanın şahitler olarak varlık sahasına çıkmasını başarmasıdır. Bir müminin diğer insanlar karşısında taşıdığı sorumluluğu gereği şahitlik yapması da elzemdir. Bu onu ilahi rızaya eriştireceği gibi kendisinin Allah’tan razı oluşunun da delili olacaktır.
Rabb’imizden dileğimiz bizi şahitler olarak katına almasıdır. Şahitler olarak canımızı teslim etmektir. Ey insan! Neye şahitlik ettiğini dur yeniden düşün ve ona göre karar ver…