Umut, Batı düşünce tarihinde yakın dönemlere kadar neredeyse bir günah olarak kabul edilen kavramlardan biridir. Bunda modern Batı düşüncesinin mimarlarından Freud ve Nietzsche’nin önemli etkileri olmuştur. Nietzsche’ye göre umut “gerçekte, kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü insanın eziyetini uzatır.” Freud ise insanın doğasını cinsellik ve saldırganlık dürtülerinin esareti altındaki karanlık bir yapı olarak ele almış ve olumlu yönleri kimi zaman bir savunma mekanizması, kimi zaman da bir nevrotik yanılsama olarak ele almıştır. Bu yaklaşımların etkisiyle umut ve iyimserlik 1970’li yıllara kadar daha çok olumsuz boyutlarıyla ele alınan bir kavram olmuştur. Bu tarihlerden sonra yapılan yeni araştırmalar ve ortaya konulan yeni yaklaşımlar umudun ve iyimserliğin iyileştirici güçlerini ortaya koymuş ve psikoloji bilimi yeniden umuda dönmüştür.
Modern batı düşüncesinin insan doğasını karanlık bir yapı ya da boş bir levha olarak ele alan yaklaşımlarına karşın, İslâm fıtrat kavramına işaret eder ve umudu kulluk sorumluluklarından birisi olarak ele alır. Fıtrat “ilk yaratılış sırasında Allah’ın insan tabiatına bahşettiği yaratanını tanıma eğilimi, ruh temizliği vb. olumlu yetenek ve yatkınlıkları” ifade eder.[1] Buna göre insan temiz bir tabiatla doğar ve iyiyi, doğruyu, hakkı benimseme eğilimini varoluşsal kodlarında taşır. İslâm, umutsuzluğu ise haddi aşmak olarak kabul eder ve bu konuda “Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin, çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O çok bağışlayan, çok esirgeyendir” (Zümer 39/53) ayetiyle umutsuzluk konusunda güçlü bir uyarıda bulunur.
Bu yüzden umutla kurduğumuz ilişki hayatta durduğumuz yerle, yaşama yüklediğimiz anlamla, varoluş gayemizle ve yaşam tarzımızla yakından ilişkili hale gelir.
Umut Nedir?
Umut meselesi insanlığın kadim gündemlerinden birisidir. Günümüzde de ruh sağlığı alanında en çok ele alınan temalardandır. Umut kavramının gündelik yaşamdaki kullanımı genel olarak geleceğe dair olumlu beklentiler içinde olmayı ifade eder. Bu yönüyle popüler kültürdeki umut tanımı daha pasif bir beklenti haline işaret eder. Psikoloji bilimi ise umut kavramını hedefler belirlemek, bu hedeflere ulaştıracak yollar planlamak ve bu planları hayata geçirecek bir adanmışlık içinde olmak şeklinde kavramsallaştırmaktadır. Buna göre umut pasif bir beklenti hali içinde olmak değil, hayatımız için güzel şeyler yapma gayreti içinde olmaktır. Bu kavramsallaştırmaya göre umut kavramının merkezinde engellerle karşılaşma, engellerin etrafındaki yolları planlayabilme ve bu planları aktif şekilde yerine getirme süreci yer almaktadır.[2]
Umutlu Olmanın Anlamı ve Gereği
Umut bir varoluş biçimidir. Kendimize, insanlara ve hayata umut gözlüğünden bakarız. Umutla kurduğumuz ilişki yaşamla kurduğumuz ilişkiyi belirler. Umudun olmadığı bir bakış her şeyin karanlık, çirkin, olumsuz, çözümsüz yolunu gösterir bize. Bu da hayatımızı felç eder. Depresyon ve intihar gibi ruh sağlığı sorunları tam da böyle bir zeminde filizlenmeye başlar. Tembellik ve atalet hali umutsuzluk ve karamsarlık ikliminden beslenir. Sorumluluktan kaçışın beslendiği en önemli kaynaklardan birisi umutsuzluktur. Günahları saplanıp kalma içinde umutsuzluğun da olduğu bir ruh halinin sonucudur.
Umut haddimizi bilmektir. Geçici hallerin, zahiri sebeplerin, şer gibi görünen durumların karşısında inancı ve gayreti hemen terk etmemektir. Dünyanın, hayatın ve hadiselerin bizim arzu ve irademizle ilerlemediğini, yaşamdaki büyük planların sadece küçük birer parçası olduğumuzu hatırlamaktır. Sınırlarımızı ve sınırlılığımızı kabullenmektir. Kendi işimizi doğru yapmak, Allah’ın işine karışmamayı bilmektir. Bu yüzden de bir imtihan yaşadığımızda sabretmek, bir iyiliğe kavuştuktan sonra şükretmektir. İlk imtihanda, ilk engellenmede, ilk başarısızlıkta, ilk zorlukta vazgeçmemektir. Elimizden gelen çabayı hakkıyla ortaya koyduktan sonra Allah’ın bizim için daha güzelini murat ettiğine inanmaktır. Umut, her şeye rağmen o kapıda beklemeye devam etmek ve Allah’tan beklentiyi kesme hadsizliğine düşmemektir.
Umut hayat verir, aydınlatır, canlandırır, sevdirir, inandırır, değiştirir, dönüştürür. Umutsuzluk öldürür, şevki söndürür, nefret ettirir, inançsız hale getirir ve derin bir bataklığa sürükler.
Umut gayrete getirir, yol açtırır ve neticeye ulaştırır. Umutsuzluk atalete götürür, çözümsüzlüğe sürükler, bütün güzel şeylerden mahrum bıraktırır.
Umut zaferden değil seferden sorumlu olduğumuzu, kötüye razı olmaktan değil iyiyi inşa etmek için çabalamaktan sorumlu olduğumuzu hatırlamaktır. Sonuçtan değil, çabadan sorumluyuz. Nihai menzilden değil, yolculuğun kendisinden sorumluyuz. Umudun, anlamın ve gayretin en büyük kaynaklarından birisi budur. Sonuç, zafer, başarı odaklı her girişimin insanın yanlışa sevk etme, onu bir yerde hüsrana uğratma ve zemine sert bir şekilde çarpma ihtimali var. Biz üzerimize düşeni yaparız, sonucu olumlu veya olumsuz, başarılı veya başarısız kılmak Allah’ın takdir ve iradesindedir. Ama yine Adetullah kanunlarına dönüyoruz; elimizden gelenin en iyisini yaptığımızda çok büyük olasılıkla Allah olumlu sonucu da veriyor.
Bu yüzden umuda mecburuz.
Umudun Yararları ve Umutsuzluğun Zararları
Depresyon ve intiharla en çok ilişkilendirilen sorun umutsuzluktur. Başka bir deyişle, umutsuzluk depresyona sürükler ve öldürür. Bu yüzden filozof Soren Kierkegaard umutsuzluğu ölümcül hastalık olarak tanımlar. Çünkü umutsuzluk kişinin yaşama ilişkin tüm beklentilerini yitirmesine ve bir anlamda sonu gelmez bir can çekişme hali içine girmesine neden olur. Özellikle son 30 yılda ruh sağlığı alanında yapılan araştırmalar umudun ve iyimserliğin iyileştirici etkisine ilişkin çok önemli veriler ortaya koydu. Uzun yıllar öğrenilmiş çaresizlik, karakter güçleri ve pozitif psikoloji üzerine çalışan araştırmacılarından birisi olan Martin Seligman sonuçlardan birine şöyle işaret etmektedir[3];
“Son yirmi yılda elde ettiğim bulgulara göre kötü şeyler olduğunda kötümserlerin depresyona girmeleri olasılığı 8 kat daha fazladır. Kötümserler okulda, sporda ve çoğu işte becerilerinin elverdiği kadar başarılı olmazalar. Kişiler arası ilişkileri çalkantılıdır ve daha iyimser olan rakipleri karşısında Amerikan başkanlık seçimlerini kaybederler.”
Seligman’ın ortaya koyduğu bu model ve kitabında derlediği binlerce araştırmanın sonuçlarına göre iyimser satış personellerinin satış oranlarının karamsar olanlara göre belirgin şekilde daha yüksek olduğu, iyimser ABD başkan adaylarının kazanma seçim kazanma ihtimallerinin açık ara farkla çok daha yüksek olduğu, iyimser insanların yaşam sürelerinin kötümserlere göre %20 oranında daha fazla olduğu, sağlıklı bir yaşlanmanın en önemli göstergelerinden birisinin iyimserlik olduğu, eşler arasındaki ilişki kalitesi ve doyumunun eşlerin birbirilerine iyimser açıdan bakmalarından doğrudan etkilendiği ortaya konulmuştur. Benzer şekilde iyimser insanların daha etkili sorun çözme gücüne sahip oldukları, hastalık durumlarından daha hızlı iyileştikleri, spor oyunlarında daha iyi performans gösterdikleri, iş yaşamında daha başarılı oldukları, kayıp ve yas süreçleriyle daha kolay baş ettikleri belirlenmiştir.
Görüldüğü gibi umutlu ve iyimser olmak yaşamın her alanında kişiyi birkaç adım öne geçiren güçlerden birisidir. Fiziksel sağlıktan ruh sağlığına kadar neredeyse hayatın her alanıyla doğrudan ilişkilidir.
Bir Karakter Gücü Olarak Umut
Umut güçlü bir karakterin temel yapı taşlarından birisidir. Kişiliğe hayat, karaktere güç verir. Umutlu insanların zorluklar karşısındaki psikolojik dayanıklılık düzeyleri diğer insanlara göre belirgin şekilde daha yüksektir. Umutlu bir karakter yaşadığı imtihan ve zorluklardan yeni olumlu anlamlar üretir. Engeller, tehditleri, zorlukları kendi gelişimine yönelik bir meydan okuma olarak kavramsallaştırarak mücadeleyi, çabayı ve sebat etmeyi tercih eder.
Umutlu bir karakter karanlık zamanlarda bir yol açmanın, bir aydınlık oluşturmanın, bir hal çaresi bulmanın arayışı içine girer. Zayıf karakterler gibi hemen pes etmez, sadece şikâyetlerle sızlanıp durmaz, çözümü hep başkalarından beklemez. Her koşulda gayret şuurunu kuşanır ve küçük de olsa elinden gelen şeyleri sürdürmeye odaklanır. Çünkü umutsuzluğun sonu gelmez bir karanlık olduğunu, ye’sin derin bir bataklık olduğunu, karamsarlığın insanın şuurunu felç eden bir hastalık olduğunun bilincindedir.
Umutlu bir karakter de zaman zaman enerjisini yitirir, şikâyetçi olur, olumsuzlukları görür, kötü gidişatın farkında olur. Ancak bu hali uzun zaman sürdürmez ve o bataklığa saplanıp kalmaz. Her gün yüzleştiği o acı gerçeklere rağmen düştüğü yerden kalkmayı, o bataklıkta uzun zaman durmamayı ve günün sonunda sadece kendi çabasından sorumlu olduğunu bilir.
Umudu Öğrenebilir miyiz?
Umudun ve iyimserliğin bir bölümü genetik yapımızdan kaynaklanır, bir bölümü çocukluk çağından anne-babamızdan kalan mirastır, bir bölümü de yaşam boyu karşılaştığımız olaylar yüklediğimiz anlam ile şekillenir. Araştırmalara göre[4] umutlu bir karaktere sahip çocukların tipik olarak umutlu rol modeli olan ve onları değer verilen hedeflerin önündeki engelleri aşmak için planlar geliştirmek ve bunları uygulamak üzere yönlendiren ebeveynleri vardır. Buna göre sıcak ilişkilerin olduğu, kuralların tutarlı şekilde uygulandığı, kuralların öngörülebilir olduğu, çatışmaların adil şekilde çözümlendiği, ebeveynlerin tutum ve davranışlarında doğru rol model oldukları aile ortamları umut gelişimi için en uygun ekosistemi ifade etmektedir. Bu durum çocuk yetiştirmeye ilişkin sorumluluklardan birinin de umutlu bir karaktere sahip çocuklar yetiştirmek olduğunu da ortaya koymaktadır. Ancak kötü geçmiş bir çocukluğa rağmen oraya mahkûm değiliz. J.K. Rowling’in ifadesiyle; “Ebeveynlerinizi, sizi yanlış yöne sevk ettikleri için suçlamanın da bir son kullanma tarihi vardır; dümene geçecek yaşta olduğun an, sorumluluk sana aittir”.
Bu yüzden psikoloji bilimi iyimser ve umutlu olmayı öğrenebileceğimizi ortaya koymaktadır. Buna göre iyimserliği ve umudu geliştirmenin temel yöntemi yaşamda karşılaştığımız zorluklara yüklediğimiz anlamları olumlu yönde dönüştürmektir. Bir zorluk gördüğümüzde, bir imtihan yaşadığımızda, bir engelle karşı karşıya geldiğimizde karamsar, çözümsüz, olumsuz yorumlar yerine, daha olumlu, daha işlevsel, daha çözüm odaklı bir bakış açısı geliştirmek umudu geliştirmenin temel anahtarıdır. Bu çözüm odaklı bakış açısını zamanla sürdürmek ve bir alışkanlık haline getirmek karakterimizi dönüştürür ve bizi umut dolu bir insan haline getirir.
Nietzsche’ye ait güzel güzel bir tespit var; “Yorulduğumuzda ve cesaretimizi kaybettiğimizde yıllar önce yendiğimiz düşüncelerin hücumuna uğrarız.” Bu yüzden umudu korumanın ve sürdürmenin yollarından birisi de geçmişte aştığımız yolları, yendiğimiz zorlukları, üstesinden geldiğimiz engelleri yeniden hatırlamaktır. Yendiğimiz o eski düşüncelerin tekrar hayatımızı istila etmesine izin vermemektir. O zorluklarla baş ederken kullandığımız güç kaynaklarını yeniden hatırlamak ve yeniden göreve çağırmaktır.
İnsan zamanla en çok vakit geçirdiği bir kişinin ortalaması haline gelir. Muhatap olduğumuz insanların bakış açıları, umut düzeyleri, karamsarlıkları farkında olmadan bizim de üzerimize sinmeye başlar. Karamsar ve şikayetçi insanlarla uzun zaman birlikte olan insan umudunu yitirmeye ve bir süre sonra her şeyden şikâyet etmeye başlar. O yüzden umudun yollarından birisi de umutlu ve iyimser insanlarla daha çok vakit geçirmektir.
Kimse yoluna gül dökmeyecek, kimse elinden tutmayacak, kimse işleri senin için kolaylaştırmayacak. Aksine çoğu zaman önüne engeller koyacaklar. Ama sen buna inat var olacak, buna rağmen kendi yolunu bulacak, kendi erdemini inşa edecek, umut ve gayretle kendi kaderine yürüyeceksin.
Vahşet ve Zulüm Dolu Bir Dünyada Umutlu Olabilir miyiz?
“Geldik, çağı gördük ve ürperdik.” diyor şair. Bilge lider Aliya ise şöyle söylüyor: “Evet, ben de korkuyorum ama yürümemi gerektiren sebepler, korkmamı gerektiren sebeplerden daha fazla.”
Evet, biz de bu çağdan nefret ettik
Ama umut ve gayret için nedenlerimiz daha fazla.
Gazze kasabı Netanyahu; soykırım günlerinin başında “Bu mücadele aydınlığın çocukları ile karanlığın çocukları arasındadır. Bu mücadele insanlık ile orman kanunları arasındadır” demişti. Bunu ifade eden zihniyet zaman içinde hastaneleri, çadırları, camileri, aş evlerini, pazarları, üniversiteleri, uluslararası kuruluşların yardım depolarını bombaladı. Binlerce bebek, çocuk, genç, yetişkin, yaşlı öldürdü. Zaman karanlığın çocuklarının tam da bu zihniyet olduğunu tüm dünyaya açıkça gösterdi. Peki, bu karanlık bize ne öğretecek? Dünyadaki bütün bu arsızlıklardan, zulümlerden, gözyaşından, kötülüklerden, zorbalıklardan umut mu devşireceğiz, yoksa umutsuzluk ve karamsarlık mı? Gazze, Arakan, Doğu Türkistan, Suriye, Sudan, Yemen bize umudu mu, yoksa karamsarlığı mı öğretecek? İnsan ve hakikat sonrası bir çağa adım atmak üzere olduğumuz bir zamanda umuda mı umutsuzluğa mı teslim olacağız?
Bu çağın insanları ve Müslümanları olarak belki de en çetin imtihanlarımızdan birisi budur. Bugün İslâm coğrafyası olarak Moğolların Bağdat’a girdiği, tarihin en büyük katliamlarından birini yaptığı, Dicle nehrinin günlerce kan ve mürekkep renginde aktığı zamanların çaresizliğini ve acziyetini yaşıyoruz. Ancak coğrafyamızın kan gölüne döndüğü ve her şeyin yakılıp yıkıldığı o karanlık günlerin üzerinden bir asır geçmeden Osmanlı Devleti kuruldu ve Avrupa kıtasından ilk toprak parçasını alacak kadar genişledi. Benzer şekilde Selahaddin Eyyubi Kudüs’ü ilk fethetme denemesinde yenilir ve ordusunun % 90’ını kaybeder. Buna rağmen umutsuzluğa teslim olmaz ve kaybettiği gün yeniden fetih hazırlıklarına başlar. 10 yıl sonra Kudüs fatihi olur. Hz. Peygamber’in (sas) hayatındaki en zorlu zaman dilimi akrabalarıyla maruz kaldığı boykot dönemi, hüzün yılı ve Taif’te taşlandığı dönemler oldu. Bu zorlu günlerin hemen ardından teselli olacak güzel gelişmeler yaşanır. Tarihte buna benzer çok örnek sıralanabilir. Yani en karanlık dönemleri yeni aydınlık zamanlar takip eder. Her zorlukla birlikte bir kolaylık gelir ve her imtihanla birlikte bir imkân açılır. Tarih ve olaylar Allah’ın murat ettiği yöne doğru akar. Bize düşen doğru yerde durmak ve kendi imtihanımızı doğru vermektir. Belki de bu yüzden yine en zor zamanların birinde şöyle haykırıyordu Mehmet Akif;
Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak…
Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak.
Dünyâda inanmam, hani görsem de gözümle.
İmânı olan kimse gebermez bu ölümle:
Ey dipdiri meyyit, ‘İki el bir baş içindir.’
Davransana… Eller de senin, baş da senindir!
His yok, hareket yok, acı yok… Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana… Sen böyle değildin.
Kurtulmaya azmin neye bilmem ki süreksiz?
Kendin mi senin, yoksa ümîdin mi yüreksiz?
Ye’s öyle bataktır ki; düşersen boğulursun.
Ümîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!
Azmiyle, ümidiyle yaşar hep yaşayanlar;
Me’yûs olanın rûhunu, vicdânını bağlar
Umuda çağıranlardan birisi de Mehmet Akif İnan’dır. Umut Gazeli şiirinde şöyle der;
Acılar umudu buldurur bize,
Bir zırha büründüm bu çağa karşı
Bütün bu acılar ve acı gerçekler bize umudu buldurmalı ve bu vahşet çağına karşı bulabildiğimiz her türlü vesileyle güçlü bir zırha bürünmeliyiz. Bugün bizi öldüren yeis, kötüleri canlandıran umuttur. Bugün bizi öldüren tembellik, zalimleri canlandıran gayrettir. Bugün bizi öldüren atalet, zorbaları canlandıran bilim ve teknolojidir. Karanlık bir zamanda aydınlığımızı korumaya mecburuz. Zulüm dolu bir dünyada umutlu olmaya, iyimser kalmaya mecburuz. Çünkü başka seçeneğimiz yok. Umutsuzluk karanlığa teslim olmaktır.
Karanlık zamanlarda kendi odamıza kapanma lüksümüz yok. Kendi konfor alanımızda duyarsız kalma, duyarsız bir şekilde günümüzü gün etme lüksümüz yok. İnsan olmanın, insan olarak kalmanın ve insan onurunu savunmanın sorumluluğunu taşıyoruz. Bu da varoluşun bize yüklediği sorumluluklardan birisi. Gayret tam olarak budur; karanlık zamanlarda bir mum yakmak. Belki bu mum her tarafı aydınlatmayacak ama iki değerli anlamı ifade edecek; birincisi karanlığa karşı bir direnişi temsil edecek. Karanlığa koşulsuz boyun eğmemeyi temsil edecek. İkincisi de bu karanlıkta bir çaba içine girmek isteyen insanlar için ilham ve cesaret kaynağı olacak.
Son Söz Niyetine
Umutsuzluğa ve karamsarlığa dair anlatacak çok hikâye var. Umuda ve iyimserliğe dair de öyle. Yol hep ikiye ayrılır. Biz umut yönünü tercih ediyoruz; çünkü orada her zaman bir ihtimal daha vardır. Öteki yön ise ışığı olmayan sonsuz bir karanlık, dibi olmayan derin bir bataklıktır. Ünlü düşünür Pascal “Görmek isteyenler için yeterince aydınlık, görmek istemeyenler için de yeterince karanlık vardır” der. Bu bizim kadim imtihanımız. Karamsar bir insan dünyanın her yerinde kendi karamsarlığını haklı çıkaracak olumsuz işaretler görür. İyimser bir insansa her yerde kendi iyimserliğini doğrulayan umut işaretleri bulur. Peygamberlerin, büyük düşünürlerin, etkili bilim insanlarının, dünyayı değiştirme cesaretine sahip insanların ortak özellikleri; her şeye rağmen umuda, aydınlığa, gayrete bakmalarıdır. Zorlukların üzerine üzerine gitmeleri ve ilerledikleri yoldan geri dönmemeleridir. Tarih bu insanların her alanda ilham veren yaşam hikayeleri ile doludur. Bu insanların umutları üzerine filmler çekilmiş, kitaplar yazılmış, teoriler geliştirilmiştir. Umudunu yitirenleri, karamsarlığa kapılanları, sadece şikâyet edenleri, karanlığa saplanıp kalanları kimse hatırlamaz. Onların bir hikâyesi yok. Dünya umutlu bir karaktere sahip insanların gayretlerinin etrafında bir şekillenir. Yahya Kemal Beyatlı’nın güzel sözleriyle ve umutla tamamlayalım:
Yürü! Hür maviliğin bittiği son hadde kadar!
İnsan, âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar.
[1] https://İslâmansiklopedisi.org.tr/fitrat
[2] Carr, A. (2016). Pozitif psikoloji. (Çev: Ü. Şendilek) İstanbul: Kaknüs Yayınları.
[3] Seligman, M. (2019). Gerçek Mutluluk. (4. bas.). (Çev: S. Kunt-Akbaş). İstanbul: Eksi Kitaplar Yayınları.
[4] Carr, A. (2016). Pozitif psikoloji. (Çev: Ü. Şendilerk) İstanbul: Kaknüs Yayınları.