Menü
Ahmet Mercan
Ahmet Mercan
Çürümenin Anatomisi
Mayıs 3, 2025
Yazarın Tüm Yazıları

Dünya büyük bir krizle dönüyor. Üzerinde taşıdığı insan kendine yabancılaşmanın zirvesine doğru yol alıyor. Bu durum, kulağın duyulmayan acı feryatlarıyla kendini ortaya koyuyor; yine de sesini, meramını modern insana duyuramıyor.

Hava, su, toprak, gökyüzü ile yeryüzü üzerinde kaos üreten insanı taşımaktan yorgun düştü. Fıtratına yabancılaşan insanın en büyük kaybı, anlam kaybı. Anlamı olmayan bir dünyanın her şehri güvensiz, her sokağı patlamaya hazır bomba demektir.

Bedenin ruha tabi olması gerekirken beden adına ruhun susturulması bu yabancılaşmanın temel açmazı. Aklın “rehbersiz” keskin hali olan araçsal konumuyla pazara sürülmesi, bütün terazileri göstermelik hâle getirdi ve denge güçlünün lehine bozuldu. Daha doğrusu anlamsız bir düzlemde güç haklının yanında olmaz. Yaşadığımız dönem bunun en canlı misali. Yüzde beşlik bir oran bütün dünyayı kendi arzuları doğrultusunda bir tarla gibi ekip biçiyor.

İstedikleri ülkede kargaşa, savaş çıkarıyor, diledikleri bölgede yeniden harita çiziyorlar. Bütün bunları yaparken yanlarından eksik etmedikleri iki şeye; demokrasi ve insan hakları.

Bu iki kavram üzerinden insanlığı susturuyor, düzenleme yapmaya muktedir oluyorlar. Adeta seküler dünyanın dini haline gelen bu iki araçla teknolojinin korkutucu yeteneğiyle ülkeleri diz çöktürüyorlar.

Yaşadığımız dünyanın bu fotoğrafı bir çürüme durumudur. İnsanın kendine bahşedilen izzetli potansiyel varlığını koruma kanununa indirgemesi anlaşılır bir durum değildir. Orman Kanunu’nun bile bir kuralı vardır. Güçlü olan hayvan sadece açlığını gidermek için daha zayıf hayvana saldırır. Küresel dünya bundan daha acımasız. İhtiyacı olmadan öldürüyor, göz açlığından dünya zenginliklerini yarınını teminat altına almak adına topluyor. Ömür satın alamadığının farkında değil, nefes biriktiremiyor. Rezzak olanın yolunu kaybedeli dindiremediği ölüm, yok olma korkusunu yok etmek adına bilimi tek nefes çalıştırıyor. Ölmeyi bilmediği için öldürmeyi seçiyor.

İnsan kendine hayvanların acıyacağı bu duruma bir anda gelmedi. Yüzyıllara yayılan düşünce hareketleri, kırılmalar, göçler, afetler sonucu maddenin egemen olduğu küresel aşamaya gelindi.

Bu sürecin temel özelliği aklın gaybtan koparılmasıyla hakikat krizinin ortaya çıkması ve buna bağlı olarak hiçbir değerin bağlayıcı olmayacağına olan yaklaşımın neden olduğu ahlâk krizi zuhur etti. Dünyanın yaratıcı merkezli bir anlayıştan rehbersiz hareket eden araçsal aklın merkez olduğu bir kavrayışa evrilmesi insanın kendine yeteceği, insanın kendinin ölçütü olduğu çıkarımıyla ivme kazandı. Aklın gaybtan koparılması değerin hayattan çekilmesinin ve sözün bedenin taleplerinin hevanın eline geçmesinin bir başka ifadesiydi. Tanrının, insandan, toplumdan, doğadan el çekmesi, siyaset, ekonomi ve bütün alanların beşerî normlara endekslenmesi sonucunu ortaya çıkardı.

Bütün bu süreç sonunda yaratıcısı olan evrenin onun amacına matuf yönetilmesi ortadan kalktı. Düşünce maddenin ezeliliği üzerinden yürüdü. Günümüze uzanan bu durumun kırılma noktası reform hareketleriyle ortaya çıkan ve bugünlerde küreselliğin temelini oluşturan keskin kopuştur.

Dünyayı mekruh gören bir elit sınıf elinde şekillenen Katolik mezhebinin zindanından aşama aşama çıkılırken yeni bir yanlışa düşüldü. Çünkü reaksiyon hep zaaf yüklüdür.

Yeni anlayışın, ahireti dünya adına geçersiz görmesiyle şekillenen Protestanlık temelinde madde yer alan akılcılıkla yürürken geçmişinden rövanş alma tutumuyla yeni bir savrulmanın anaforuna dahil oldu. Din bir anda değil adım adım hayattan uzaklaştırılıp kültürel bir öğe durumuna kadar hayattan çekildi.

Düşünür Charles Taylor bu süreci üç başlık üzerinden ele alır:

1. Ekonomi, siyaset, eğitimin aşkın hiçbir değeri tanımayan rasyonel normların kamu alanına hâkim olması.

2. Dinin görünürlüğünün zayıflaması. Kiliseye devam edenlerde ve ayinlere katılımdaki sayısal azalma.

3. İnancın bağlayıcılığında gerçekleşen kayıp. Hayata dair dinin talepleri yerini akla bırakma sürecine girdi.

Geç kalmış modernliği geçme durumunda olan İslâm coğrafyasının içinde bulunduğu durum tam da Taylor’ın izahına denk düşüyor.

Batı düşüncesinin karakterinde sarkacın bir ucundan diğer ucuna savrulma, kendi geçmişinden rövanş alma olağan bir durumdur. Dünyayı zindan eden bir düşünceden dünyada cenneti inşa etme çabasına geçme bunun açık örneğidir. Beşerî düşüncenin gerçekliğe endeksli hali bunu zorunlu kılar. Batı kendi düşünsel sürecini pratik değişimini tek geçerli söylem olarak diğer medeniyetleri dayatması anlaşılmaz, tutarsız ve üstenci bir yaklaşım olmuştur. Diğer yandan mahrumiyet enerjisinin yeni anlayışla kâinata saldırması hayatı şiddet sarmalına taşımıştır.

Teknolojinin bu aşamada devreye girmesi, ürün vermesi Batı’nın geçirdiği düşünsel kırılmayı masum ve haklı gösteren algıyı harekete geçirmiştir. Teknolojik ürünlerin önce savaşlarda başarıyı etkilemesi farklı medeniyetlerde şaşkınlık, akabinde hayranlık, bir sonraki aşamada tabi olmayı beraberinde getirmiştir. Maddi başarının haklılığa endekslenmesi bunun ardından her boyutta görünen, istenen bir ölçüt olmayı başardı.

Psikolojik üstünlük, gerçekliğin başarıya endeksli yapısıyla fiziksel müdahaleye ulaşınca sömürgecilik teknoloji destekli yeni bir dünyayı insanlığın önüne koydu. Oryantalizm Batı’nın doğu toplumlarını kategorize etme, niteleme gücünü elinde bulundurma ayrıcalığı olarak farklı bir okuma türü olarak ortaya çıktı.

Oryantalizmin okuma biçimi çok geçmeden İslâm coğrafyasında değerlerini küçümseyen, kendinde kaçan uydu olmaya hazır aydın tipinin oluşmasına neden teşkil etti. Değerlerinin künhüne varamamış, Batı’ya bahse konu maddeye hâkim olma “üstünlüğü” üzerinden bağlanan bu yeni sınıf kendi toplumlarına yabancılaşmakla başlayan ıslah olmaz Batı hayranlığının temsilcisi durumuna geldiler.

Mekanik evren anlayış, araçsal akıl kalıbında indirgemeci bir tutumla “Orta Çağ karanlığı” vurgusunu bütün dinler ve kültürler için batılı Oryantalistlerin tespiti doğrultusunda kullandılar ve yeni rejimlerin ortaya çıkmasında öncü işlevler yüklendiler.

İslâm medeniyeti açısından bu durum vahim bir yanlışa işaret ediyordu. Kaynağı tahrif edilmiş hurafeler üzerinden kilise ve feodallerin kurgusu Katolikle İslâm’ı eşitlemek insafla ve İslâm Bilim Tarihiyle bağdaşır, izah edilebilir bir durum değildi.

Kilise’nin siyaseti ve dini elinde bulundurduğu, İncil’in yorumunda tek yetkili kendini gördüğü, bir din anlayışı ile düşünmeyi farz kılan, ilmî teşvik eden bir dinin eşitlenmesi cinayetti. Ve bu cinayet aydınlar eliyle işlendi. Çürüme böylece başlamış oldu.

Aydın kendi varlığını Batı’nın üretimini anlamaya adamış, düşünmekten aciz, taklidi kendinin yüce görevi bilen, Batı adına halkını küçümseyen, bülbül taklidi yapan karga görünümüyle Batılı rejimlerin ortaya çıkmasında öncülük etme pozisyonunu yüklendi. Osmanlının son dönemi bunun trajik tarihidir.

Toprağa bağlı sistemiyle Osmanlı batı ile teknoloji üzerinden hesaplaşmaya girmede geç kaldı. Yükseliş dönemiyle birlikte batıyı küçümsedi ve izlemekten uzak durdu. İnsanın önemli olduğu şuurundan uzaklaşmanın bedelini ağır ödedi. Nihayetinde Cumhuriyeti kuran aydın sınıfı Osmanlı çocuğudur.

Günümüze döndüğümüzde sömürge ülkesi olmuş halkı Müslüman ülkeler ve Türkiye gibi kendine bağlanma teminatı ile yarı bağımsız ülkelerde çürüme süreci ile filiz verme/uyanış süreci birlikte yürüyor.

Küresel dünya, dünya cennet kurma arzusunu sıkı tutarak dünyayı ateşe verme çabasını sürdürüyor. Psikolojik, kültürel, siyasi ve askeri gücüyle dünyada alternatifsiz olduğunu eylemleriyle ifade ediyor. İslâm coğrafyasında inşa ettikleri rejimler ve başlarına koydukları adamlarıyla sömürgeciliği yeni post modern boyuta taşımış durumdalar.

Dünyadaki en küçük titreşimi denetlemek için uzaya hâkim olma savaşı güderken süreç içinde insanı kaybetti küresellik.

İnsan, izahını yapamadığı yüzlerce sorunun ağında kendine yer arıyor. Yaptığı icada kendinin kim olduğunu soruyor. Şüphesiz bu insanın felç olmuş, ruhi melekelerini kaybettiğinin, biyoloji varlıkla sınırlı, kendine yabancı olduğunu gösterir.

Dünyanın her türlü silahı var. Öldürme maharetinde çağ atlamış durumda, ancak insan ne istiyor? sorusuna cevabı yok. İnsan çünkü ahlâk ile toplum kurar ve ayakta durur. Ahlâk dinle, din gayb ile varlığını sürdürür. Kendi yörüngesinde dönüp duran aklı hazların cenderesinden kurtaracak erdemlerle donatacak bir anlam arayışı küresel dünyanın gerçekliğine uymaz.

Küresel irade dünyadaki tüm söylemleri maharetiyle susturdu. İslâm’ın potansiyeliyle mücadele ediyor. Ve biliyor ki İslâm insanı maharetinden önce faziletiyle inşa edecek. Onun yarışma dışı kaldığı yeri hatırlatan her şeye savaş açması bu yüzden.

İslâm coğrafyasında küçük filizlenmelerin anında acımasız şekilde yok edilmesi, öldürme silahını kuşanan şiddet dilini benimseyen yeni grupların oluşmasına neden oluyor. Bu durum İslam’ı şiddetle eşitlemede bir fırsat olarak kullanılır pozisyon üretip yine küresel güçlerin vekalet savaşlarına verimli hâle getiriliyor. Kısır döngü aynı zamanda Müslümanların çözmesi gereken sorun olarak büyüyor.

Türkiye’de konum biraz farklı frekansta görünüyor. Bilgiye dayalı sosyal alanı içeren dönüşüm 2000’li yılların başında siyasi yapılanma ile sahne aldı.

Yüzyılın birikimi anayasal sınırların içinde, ülke yönetiminde, çeyrek asırlık kesintisiz ülkeyi yönetme yetkisiyle değerlendirmeye açık bir konum arz etmektedir.

Yirmi beş yılın arifesinde görüldü ki sivil alanın boşaltılıp politik varlığın güçlendirilmesi verimli sonuçlar doğurmadı. Yeteri kadar iktidar hazırlığı, birikim ve tecrübe açısından yaklaşım farkı ortaya konmadı. Sistemi demokrasiye taşıma, vesayetten kurtarmada önemli başarılar yanında, kapitalizm anlayış ve işleyişine en küçük müdahale olmadı.

Dindar camia ilkelerle reel politik arasına sıkışan bir ikilem içinde kaldı. Bu ikilem ortaya çıktığında reel politiğin popülerlikten beslenen demokrasilerde galip geleceği aşikârdı. Geldiğimiz aşamada siyasi ve sosyal alanda sözün inandırıcılığının bittiğine şahit oluyoruz.

Taylor’ın üç başlık üzerinden ele aldığı düzlemle, dindarlar iktidarda ve sosyal alanda yüzleşme yaşadılar ve reel politik yeni kutsal olarak dinin etkinlik alanında etkili konuma gelmesi sonucuyla karşılaştık. “Seküler dindarlık” diyebileceğimiz ahiretin inkârı değil ancak, dünya lehine azaltılması, ahiret bilincinin kaybı diyebileceğimiz sonuçlar ortaya çıktı.

Beklenen, fıtratla barışık sosyal adaleti sağlayan, dengeli ekonomik ve siyasi programlar yerine sistemin daha sağlıklı çalıştırılması öne çıktı. Sivil alandan aynı duyarlılıkla yol gösterici muhalif söylem eksikliği aslında reel politiğin zihinsel yozlaşmanın varlığını açığa çıkaran göstergeydi.

Reaksiyonsuz, kirlenmemiş, çağın koşullarını dikkate alan ulema otoritesinden yoksunluk, denetimsizlik, yaşanan sürecin en büyük eksikliği oldu. Halkı Müslüman bütün ülkelerin yaşadığı sorun aynı.

Dünyada felsefenin, genel anlamıyla düşüncenin tıkanması, yerini bedensel hazlara bırakmasına benzer bir durum olarak İslâm coğrafyası da düşünce krizine girdi. Oysa dünyanın yaşadığı bu durum tam da İslâm’ın peygamberler yoluyla dünyaya sunduğu fıtratla uyumlu değerleri yenileme zamanıydı.

Dünyevileşme metaforunda, değer yerini çıkara bırakırken ahlâk yerine piyasa etiği devreye girdi. Her şey, birbirine ekonomi ile bağlanan küresel makinenin sorunsuz çalışmasına yönelikti. Kuralı bozan boşluğa atılma durumundaydı.

Hayat tarzları arasındaki mesafe de oldukça daraldı. Moda üzerinden üretim, tüketim kalıpları örtüşür hâle geldi. Eğlence kültürü, iş, rekabet, girişimcilik, sermaye vb. başlıklarda eski farklılıklar görünürlükte yerini uyuma bıraktı. Ailenin yapısı, boşanma, evlenme içerikleri ve ailenin dağılması süreçte payını almada gecikmedi. Dindarlara ait kavram ve kurumlar dünya lehine dengenin bozulmasında etkili oldu. Nefsin hesaba çekilmesini, dünya ilişkilerini zaruret bahsine alan tasavvufî yapıların görünürlüğe yönelmesi, her şeyi çok net anlatan örnektir.

Reformasyon dönemi sonrası öngörüldüğü üzere hümanizm, agnostizm ve deizmin ilgi görmesi, gençliğin gündemini işgal etmesi, tıkanıklığın belirtisi durumundadır.

Süreç nereye evrilir? Umut bitti mi? soruları bu aşamada devreye anlamlı olarak alınmalıdır. İman umutla bitişiktir. Bundan sonraki düzlemde dindar kitle içinden ve dışardan hidayet bulanların Gazze aynasına bakarak, “Ey iman edenler, yeniden iman edin” hükmü gereğince zamanı imar, mekân inşa, insanı ihya bütünlüğüyle doğrulabilir. Bu uyanış insanın varlığını koruma, insanı ve insanlığı yozlaştıran, yok eden, hakir gören küresel dev makinanın elinden kurtarma savaşı olacaktır.

Dünyayı insandan boşaltmaya çalışan güç odaklı anlayış yerine insanı fıtratıyla dengeye, ahenge çağıran; erdemlerin hayat bulması için mücadele edecek ses er veya geç ortaya çıkmak durumunda yoksa insan şerefli konumundan yaşayan ölü durumu olan biyolojik uyduya dönüşecek.

Çok kültürlü insanlık ailesini bir arada yaşatabilme becerisini ancak varoluştan insanı değerli gören, kâinatın ona hizmet için var olduğunu özümsemiş ve ölçüyü bu duyarlılıkla yaşanır kılan söylemin yeni bir barış iklimi oluşturma imkânı olabilir. Bu duyarlılıkla söylemlerin yarışa çıkması insanın, insanlığın hayrına olacaktır. İnsanı bütün farklılıklarına rağmen can, mal/emek, din ve vicdan özgürlüğü, ifade özgürlüğünü içeren temel haklarda eşit gören ve kazanılmış haklarda adil bir yarışı öngören yaklaşım barışı kalıcı kılabilir. Ayrımcılığa düşmeden, kimliğine bakmadan kendini gerçekleştirme hakkı olan bu hukuk düzenini adalet üst başlığıyla yola çıkan ahlâki tutarlılıkla yol alan, ibadet duyarlılığıyla yaklaşımını gerçekleştirme arzusu ancak insan fıtratıyla barışık bir hayatı inşa edebilir.

Söz konusu inşa için tarihten ilhamla hesap verme duyarlılığının devrede, gönüllülük esasının önceliğinde yürürlükte olması elzemdir. Dünyayı emanet bilinciyle kullanma duyarlılığı bir kiracı duyarlılığıyla insanlığın paylaşım sorununu, şiddetten, israftan kurtarabilir. Bunun için iman edenlerin sözü edilen duyarlılıkla Rabb’e yönelip yeniden iman etmesi, ilahi mesajı ilk defa okuyor ve anlıyor gibi arınmaları, onarılmaları, elzemdir.

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
Hissetmekten mi korkuyorum, yoksa unuttum mu?...
Mehmet Kaman
Dijital Teknolojinin Ahlâkı ve Toplumsal Çürüme Ü...
Sadi Özgül
Cami Mimarisinde Kaybettiğimiz Hikmetin Peşinde Ol...
Avni Çebi
Ait Olmadığımız Dünyalarda Çürümek...
Şule Beşinci
Psiko-Sosyal Açıdan Güvenin Yitimi...
Ferhat Kardaş
RÖPÖRTAJLAR
“Hakikat algısının aşınmasıyla çürüyen insan ve ...
Ahmet Mercan
“Reform edilmesi gereken bir şey varsa o da modern...
Recep Şentürk
Öz eleştiri, varlığımızı geleceğe taşıma konusunda...
Temel Hazıroğlu
“Gazze” demek şahitler diyarı demektir....
Muhammed Emin Yıldırım
“Şahitlik; her zaman ve zeminde hakkı söyleme, hak...
Şinasi Gündüz
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Değişemeyen mi çürür, çürümek mi değişimdir?...
Abdülhamit Güler
Sinema Sanat Olmasaydı, Çoktan Bitmişti......
Abdülhamit Güler
Doğu Türkistan, Filistin ve Diğerleri: Sinemada Ek...
Abdülhamit Güler
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Bir Mabedler Şehridir Ankara
Mikail Çolak
Doğunun Tüm Yolları Erzurum'dan Geçer...
Mikail Çolak
Mağrur Bir Tarih Ribatı Gibi Dimdik Ayaktadır Kâşg...
Mikail Çolak
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
Dost Saliha Olandır
Rumeysa Döğer
Ya Hanzala Münafık Olmuş Olsaydı?...
Rumeysa Döğer
Leyla “A” dır
Rumeysa Döğer
Son Dokunuş Sahibi: Kusem b. Abbas
Rumeysa Döğer
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
NEBEVİ VARİSLER
Yahya İbrahim Hasan Sinvar: Filistin Davasının Bir...
Selcan Çakar
Ubey b. Kâ'b: Allah’ın Seçtiği Muallim...
Damla Mıdış
Ümmü Seleme
Hayrunnisa Duran
Allame Muhammed Salih Damollam
İkra Nur Demir
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x