Bir kavramı ele alırken onun çok boyutlu ve çok katmanlı bir yapı içinde varlık kazandığını dikkate alarak değerlendirmeye tabi kılmanın önemini idrak etmek zorunludur. Her kavram, kendi otantik yapısı içinde anlam kazanırken, kullanıldığı cümle ve paragraf içinde de yeni anlamlar kazanabilir. Ayrıca her kavram ironi, sembolik ve işaret/gönderme bakımından da farklı anlam tarzlarına sahip olabilir. Ama kavram her zaman kendi otantik yapısını gözeterek bu yeni anlamları alır.
Çürüme, negatif bir olguyu işaret eden temel kavramsallaştırmalardan biridir. Olumsal bir boyut taşımadığı gibi olumsuzluğu içeren temel bir yaklaşımı da içinde taşır. Yaşamın her alanında bir çürümeden söz edilebilir ve bu çürümenin yaşamın temel dinamiklerinden biri olduğunu gösterir. Kişisel ahlâkî yozlaşmayı bir çürüme olarak göreceğimiz gibi toplumsal bir çürümeden de söz edebiliriz. Aslında neyi ele alırsak alalım, kendi doğal boyutundan uzaklaşmaya başladığı andan itibaren bir çürüme vakıası ile karşı karşıya kalındığının göstergesi olacaktır.
Her olayın, olgunun, durumun ve varlığın kendine has bir doğası ve bu doğasını güçlü kılacak bir anlam çerçevesi vardır. Yani varlığın ve olay ile olgunun doğası kadar ona yüklenmiş bir amacın varlığı da söz konusu… İnsan söz konusu olduğu zaman onu yaratılış amacının dışına taşıyan her söz, eylem, düşünce, niyet ve bakış çürümeye yönelik bir baskıyı tetikleyecektir.
İnsanın, ağacın, meyvenin, bitkinin, duvarın, suyun veya herhangi bir şeyin çürümesi demek, onun sağlıklı ve sıhhat sunan boyutundan uzaklaştığını ve onunla kurulacak ilişkinin niteliğinin de olumsuz olacağını işaret eder.
Örneğin, sosyal çürüme, toplumsal çürüme, bireysel çürüme, bilimsel çürüme, iktidar ve güç çürümesi gibi birden çok farklı zeminlerde çürümeden söz edilebilir. Ve bu çürümeye konu edinilen her olgu, kendi doğal zemininden uzaklaşarak o şeyin amacını gerçekleştirme zeminini kaybetmesi anlamını taşır.
Çürüme; hedef, amaç ve anlamın yitimini sağlayan şeyin başlangıcından itibaren onu tamamen ortadan kaldıran bütün sürecin adı olarak betimlenmelidir. Çürüme; azı, ortası, çoğu veya pek çoğu gibi sıfatların hepsini taşır. Bir şeyin doğası ne ise ona sırtını verdiğin andan itibaren bir çürüme durumu ile karşı karşıya kalınır. Bu başlangıç, sırtı dönme, uzaklaşma, yabancılaşma ve tamamen hafızadan çıkararak karşı çıkma ve düşmanlığa dönüşme gibi süreçleri ifade eder.
İlk başlangıç, bir şeyin doğasından rahatsız olmakla başlar. Rahatsızlığınız, ona sırtınızı dönmenizi sağlar. Sırtınızı döndüğünüz o şey ile irtibatınız negatif bir karaktere taşınır. Bu negatif karakter, sizi ondan uzaklaştırmaya yarar. Uzaklaştığınız şeye karşı yabancılaşma başlar. Bu yabancılaşma ise ona karşı bir nefreti içinde besler. Bu nefret ise onu unutmaya, hafızadan silmeye başlar. İşte bu noktadan sonra o şeye karşı bir öfke, kızgınlık, istememe hali ve süreç içinde düşmanlık baş gösterir.
Çürümeyi tetikleyen unsurlar vardır. Her zaman ve zeminde bunlar çürümeyi tetikler, insanların doğalarından uzaklaşmasını sağlar. Ama bunu sağlarken, onlara daha doğru, daha iyi ve daha yararlı ve daha kazançlı işler önerisi altında yapılır.
Çürümeyi, dış etkenler ve iç etkenler olarak iki kategoride değerlendirmek mümkündür. Dış etkenler, kişiyi ve olguyu saran unsurları eleştiriye tabi kılarak ve ona ilgi duyacak şeyler önerisinde bulunarak ve bazen onu sağlayarak elindeki şeyin yetersizliğini ifade eder ve ondan kurtulmadan bir kurtuluş çaresi bulunamayacağı iddiası dillendirilerek sağlanır. Eğer ikna olursa, zaten yeni bir duruma doğru yönelme söz konusu olacaktır. Bu yeni durum, eski durumun ortadan kaldırılmasını temellendirecek güce sahip ise çürüme adım adım yürürlüğe girecektir. Bazen dış etkenler gücü kullanır. Bu güç kullanımı, sizi mevcut şeyin doğasına aykırı bir noktaya şiddet kullanarak iter. Eğer bir direnç olmazsa ve kabulü kolay olursa, çürüme orada da açığa çıkar. Bazen de mevcut doğanın dışına çıkışı sağlayacak rüşvetler sunulur. Hayatı kolaylaştıran, yaşamını iyileştiren, kolay paraya, yaşama, güce sahip olman gibi arzularını tetikleyecek öneriler üzerinden sana imkânlar sunulur ve seni kendi istedikleri biçime sahip kılarlar.
Yani çürüme, dış etkenler bakımından da bir çoğulcu yapı içinde varlık kazanmaktadır. O yüzden insan, içinde yaşadığı kültür kodlarını doğru bir okumaya tabi kılmalıdır. Çoğu zaman, çürüme mevcut kültürün şekillendiği niyet ve hedefler üzerinden de sağlanabilmektedir. Örneğin, modernleşme süreci veya herhangi bir şeyi kendi doğası dışında konumlandırarak onu kültürün bir öğesi haline dönüştürmek bunun gibidir. Yani şirkin doğuşu, zulmün ayyuka çıkışı, cehaletin öne çıkarılması vesaire de çürüme üzerinden betimlenebilecek olgulardır.
İç etkenler ise çürümeyi her iki boyut içinde de güçlü kılar. İç etkenlerin en önemli hususiyetleri, insanın kendi anlam ve amaç dünyasından kopuşu veya bunu sağlayacak bir kültür içinde varlık kazanması ile birlikte başlayan anlamsızlık ile birlikte yaşamın salt dünya ile sınırlı bir boyut taşıdığının inanç düzeyinde olmasa da yaşam düzeyinde kabulü ile başlar. Dış etkenler tetikleyici, iç etkenler ise uygulayıcı bir pozisyonu inşa ederler. Bu yüzden iç etkenlerin varlığı çok önemli ve onlarla başa çıkmanın yolunu bulmak elzem hâle gelmektedir.
İnsanın kendisini tanıması, anlamını bilmesi, amacını öğrenmesi, hedefini tam olarak tespit etmesi kendi otantik varlığı açısından elzem olandır. İnsan ve bilgi arasındaki derin ilgi ve etkileşim önemli ve bir o kadar da zorunluluk arz eder. Hangi bilgi sorusu önemini işaret eder. İnsanın doğasının neliği meselesi çürümenin neliği meselesini de izah eder. İnsan, Allah tarafından kendisine gönderilmiş vahye dayanarak kendi anlamını, hedefini ve amacını bulabilir. Gönderilmiş vahiy/bilgi ve bu bilginin neye tekabül ettiğini öğreten Nebi/peygamber insanın anlamını, hedefini ve amacını tam olarak idrak edilmesini sağlayacak bir bilgiyi sunar.
İnsan, sahip olduğu düşünme melekesi üzerinden de kendi varlığı, yaşam ve bu yaşamı oluşturan bir Gücün varlığı konusunda sorular sorabilir. Burada olmanın bura ile sınırlı olmadığını idrak edebilecek bir melekeye sahiptir. Bu sorgulama onu vahye taşır. Din olgusu ile tanışan insan, kendi kıymetini, değerini, anlamını, amacını ve hedefini tanımlayabilir düzeye gelir. İşte iç etkenler bu öğrenilmiş doğru bilgilerden uzaklaşmaya yönelik bir eğilim üzerinden çürümeye yönelik bir işlevselliğe kavuşur.
İnsanın iyiye ve kötüye meyyal oluşu açık ve kesin bir karinedir. İnsanlık tarihini izlediğimizde bu temelin varlığı açıklık kazanır. İyi ve kötü aslında insan davranışlarına yönelik geliştirilmiş bir kavramsallaştırma olarak öne çıkmaktadır. Bu yüzden insanlığın çürümesi ve insanlık ile birlikte yaşamın bütün parametrelerinin çürümesi insanın kötülüğü kurumsallaştırarak onu kalıcı hâle dönüştürmesi sayesinde gerçekleşecek bir olaydır. İnsan, edebini kaybettiği andan itibaren, sınırlarını flulaştırır ve çürümeye kapı aralar.
Burada otantik doğanın belirli sınırlar içinde varlık kazandığı gerçeğini bize açık bir şekilde gösteren şey haddini bilen insanın varlığıdır. Edep, sınırlarını bilerek o sınırlar içinde varlık kazanmak anlamını taşır ki insan, kendi sınırları ve sınırlılığı içinde kalarak kendini korur. Çünkü burası başıboş bir şekilde yaşamın varlık kazandığı bir şey değildir. O burada bir çıkış yolu bulacaktır. İlâhî rıza bu çıkışı sağlayacak temeli işaret eder. İlâhî rıza aynı zamanda kişinin sınırlarını ve uyumunu da işaret eder. İşte kişi, kendi isteği yerine ilâhî rızayı eksene alarak kendi sınırları içinde anlamlı bir yaşam kurmasını mümkün kılar. İç etkenler üzerinden kişinin çürümeye başlaması ise kendi isteğini eksene alan ve kendi iktidar alanını kendi akli yetisi üzerinden elde ettiği bilgi üzerine kuran kişinin yaşamının yeni yönelimini işaret eder. Bu yönelim çürümeyi daimî kılmaya yarar. O yüzden ilâhî rahmet, inayet, insanın tövbe ederek kendini bu çürümüşlükten kurtarmayı mümkün hâle getirmektedir.
Bu noktada dış etkenler ile iç etkenlerin ortak bir zeminde buluşmalarını sağlayacak şeyin bizatihi kendisi insanın sahip olduğu arzunun yegâne merkez olarak iradeyi belirleyici bir pozisyon ortaya çıkarmasıdır. O zaman her iki etken de hayata geçirilmiş olacağı için çürüme kaçınılmaz olmaktadır. İnsanın kendisini müstağni saymayı/sanması ve tekebbür ederek olan biteni kendisinin yaptığını zannetmesi ile başlayarak bunu bir inanca dönüştürdüğü zaman çürüme kalıcı hâle gelmektedir. Çürüme, günahın kalıcı bir boyut kazanarak yaşamı düzenleme imtiyazı kazanması ile birlikte başlayan bütün süreci içerir.
İnsanın iki ‘özne’ tarafından esir alınması anlamını taşıyan nefsin tutkusu, arzusu ve bencilliği ile şeytanın ayartıcı nefesi, vesvesesi çürümenin niteliğini belirgin kılar. İnsan, şeytanın vesvesesine karşı uyanık olmalıdır. Aynı şekilde kendi nefsinin ayartıcılığını da gözlerden ırak tutmamalıdır. Vesvese ve arzu arasındaki ilgileşim çürümenin varlığının izharını sağlar. Bu noktada insan, hem vesveseye karşı diri, uyanık, dikkatli olmalı, hem de arzularının esiri olmamalıdır. Arzularının kendi geleceğini nasıl belirleyebileceğini dikkate alarak her arzusunun niteliğini ve sonuçlarını da dikkate alarak adım atmalıdır.
Şeytanın vesvesesi ile insanın arzularının kışkırtıcılığı aynı zamanda çürümenin sinsice bir zemin üzerine kurulu olduğunu gösterir. Bu çürüme ise zamanla ayyuka çıkar, toplumsal bir karaktere taşındığı zaman artık gözlere sokularak varlık kazandığı zaman itirazlar başlar, ahlâksızlığa vurgu başlar, anlamsızlığın kötülüğü gündeme taşınır. Ama çürümeyi durduracak olan şey söylem ile birlikte eylemin varlığıdır. Çürüme de salt söylem düzeyinde işlevsellik kazanmaz! Bilakis, eylemde açığa çıktığı zaman kalıcı hâle dönüşür. Bu imtihan insanın vermesi gereken ve amacını belirleyen bir imtihandır.
Çürümenin sinsiliği, onun iyilik formu içinde kendisini saklı tutarak varlık kazandığını bize gösterir. Örnek, iyiye tekabül eden kültürün, ya da iyilik tarafından inşa edilmiş bir kültürün tarihsel süreç içinde yanlışın kullanımını mazur gösteren bir kültüre dönüşmesi ve çürümeyi içinde taşıması dikkate şayandır. Teknolojiye yapılan vurgular, hayatı kolaylaştıran bir boyut taşıması yanında çürütücü boyutu giderek azgınlaştığı halde insanlara kolayca benimsetilebilir olmaktadır.
Çürümede asli unsur, doğasından kopartılan varlık, kültür, inanç, eylem ve niyettir. Modern düşünce bu boyutu ile çürümenin bütünlüğünü temsil etmektedir. Kendi ifadesi ile kadim olandan tam bir kopuş üzerinden modern düşünce kendisini ilan etmektedir. Yeni bir kültür ve inanç evreni inşa ettiği ise tartışılmaz bir gerçekliktir. Kadim doğayı yeni bir modern doğa ile değiştirmiştir. Bu yeni değişim, seküler bir kültür ve inancı öne çıkarmaktadır. Bu seküler kültür ise çürümenin bel kemiği olan kurgusal ve yapay bir olguyu inşa ederek anlam kazanmaktadır. İnsanın dinden, tanrıdan, ahlâktan bağımsız olarak kendi varlığının anlamını kendisinin bulacağı birey, toplum ve ulus devlet marjı içinde anlam kazandığı bir dünya inşa edilmiştir. Bu yeni dünya bir ahlâk üretemediği gibi bir anlam dünyası da inşa edememiştir. İnsan ise sürekli kendi tutkularının esiri olarak her türlü kötülüğü meşru görmenin eşiğinde debelenip durmaktadır. İki büyük dünya savaşı yanında irili ufaklı yüzlerce katliamı işlerken hep daha iyiye kavuşma umudunu sunmuştur. Son Gazze olayı, binlerce masum insanın öldürülmesi, yaralıların öldürülmesi, tedavi yöntemlerinin yok edilmesi, gazeteci ve doktorların öldürülmesi, çocukların bilerek kastı mahsusa ile öldürülmesi ve bütün dünyanın buna seyirci kalması, karşı çıkanların ise bu dünyayı değiştirme gücüne sahip olmaması da durumu gözler önüne sermektedir. Son ABD başkanının Gazze halkını tamamen topraklarından sürmeyi öne çıkarması bile çürümenin nasıl bir seviyeye çıktığını gösteren cinstendir. Toplumsal cinsiyet üzerinden erkek ve kadın ilişkisini bitirmek, aileyi yok etmek, insanlığı yok eden projeler üzerine dünyadaki bütün açları doyuracak kadar israfa yönelmek hep bu çürümenin ne kadar büyüdüğünü gösterir.
Çürümenin katmerli hali ise yeni bir değerin, anlamın, ahlâkın inşa edilebilmesinin zemini olan kadim kültür ve inançların sahip olduğu din ve düşünce ile kültürleri asimile ederek onları kendi doğalarının dışında konumlandırması, kadim Çin ve Hint kültürü kadar kadim Latin Amerika kültürünü de asimile etmiştir. Hristiyanlık ve Yahudiliği yeniden seküler kültüre göre yeniden formatlayan modern düşünce çürümenin kalıcı bir unsur olarak varlığını sürdürmesini garanti altına almaya çalışmıştır. Bu noktada kurgu ve yapay kavramlarının modern düşüncenin bel kemiği olan iki temel kavram olduğunu ve bu iki kavramın aynı zamanda çürümeyi besleyen temel kavramlara kaynaklık ettiğini de dikkatlere sunmak elzem olmaktadır.
Daha temel bir şey ve bizi de bir Müslüman olarak ilgilendiren şey ise çürümeyi asla ortadan kaldırmamak için İslâm dinini de yeniden tanımlayarak onu yeni bir kurgu üzerinden yapay bir zemine taşıyarak onu asli doğasının dışına taşıma arzusudur. Buna yönelik oryantalist yaklaşımlar ile birlikte içeriden satın alınan aydın, entelektüel ve ajanlar aracılığı ile İslâm ve onun geleneğine dair yalan, yanlış, kasıtlı çarpıtmalar ortaya koyarak Müslümanların zihnini değişime taşıma ve onları bu çürümenin bir parçası kılarak çürümeyi kalıcı hâle getirmeye çalışmalarıdır. Çin, Hint ve Latin Amerika kültürleri, Afrika yerel kültürleri zaten tahrife uğramış kültürler iken değişime uğratılmaları nispeten daha kolay olmuştur. Aynı şekilde Hristiyanlık ve Yahudilik içinde bu zemin bir anlam ifade edebilir. Ama İslâm, ilâhî son din olması, kitabının ve elçisinin hâlâ apaçık bir şekilde bütün ihtişamı ile ayakta olmasına rağmen, ona milyarlarca insanın inanması söz konusu iken bunu başarmaları, Müslümanların iç etkenlerin etkisi ile dış etkenlerin etkisinin kesiştiği bir noktayı işaret eder.
İşte çürüme bu kadar yaşamın derinliklerine sirayet ederek varlık kazanmaktadır. Müslümanların kendilerine gelmesi, kendi tarihlerine, kültürlerine, inançlarına, dinlerine, kitabına ve peygamberine yeniden yönelmeli, bunları kendi doğalarını tam idrak ederek ilişki kurmaya yönelmeli, bunu sağlayacak olan ilk adımın ise modernleşmenin inşa ettiği akıl, kültür ve kavramlar dayatmasından kurtulmayı elzem kılmaktadır. Tam bir tövbe, ümmet olarak, cemaat olarak, fert olarak, âlim, olarak, entelektüel olarak, aydın olarak ve öncü ve önderler olarak tövbe etmeli ve yeniden kendi doğamızı bulacak bir usulü öne çıkartarak adım atmaya başlamalıyız. Islah olmadan, çürümeden kurtulmak mümkün olmayacaktır. Önce tövbe, sonra ıslah ve ardından sâlih amel ile başlayarak yeni bir doğuşu, yeni bir kurtuluşu ve yeni bir dirilişi mümkün kılabilir. Çürümeden de kurtulmanın yollarını inşa edebiliriz…