Toplumsal sorunlar, tarih boyunca sanatın en temel anlatı konularından biri olmuştur. Hikâye anlatmak temelinde kendini var eden sinema da bir asırdan fazla zamandır kişisel ve toplumsal meselelere kafa yorar.
Toplumsal bir konuyu ele almak ve yorumu genele yaymak için illa da büyük resimden bahsetmeniz gerekmiyor. İnsana dair anlatılan her şey aslında toplumu da yansıtmaktadır. Sinemanın yansıtma özelliği dikkate alındığında varılan sonuç şu olur: Bütün filmler toplumsal konulara eğilir.
İnsan gibi toplum da gelişir ve belki ölür. Adına tam olarak ölmek diyemesek de değişim kaçınılmazdır. Değişimin şartı ise iyi ile kötünün çekişmesinde kendini bulan ‘çürüme’dir. Bir meyvenin kendi başına çürümesi, o meyvenin ölümüne işaret eder. Toplumlar için de benzer değerlendirmeler yapılır belki. Oysa meyve çürüdüğünde kendi için bir son olsa da toplum için yani yeni meyveler için toprağa dahil olacak katkı maddesine dönüşür.
Yani çürüme dediğimiz şey esasında yeniden doğumun habercisidir…
Konuyu romantize etmeye hacet yok. Elbette çürüme, yaşandığı çağda ve yakın zamanda hayatı mahveden bir gelişme. Sebeplerine ve çarelerine bakmak lazım. Ancak en geniş planda, büyük resmin de büyüdüğü yerde bilmemiz gereken çürümenin sonrası olmalı…
Genellikle anlık değerlendirmelerle yapılan yorumlarda ifade edilen çürümüşlük değişimin ifadesidir. Çünkü çürüme diye addedilen şeylerin ciddi bir kısmı değerlendirme yapanın kuşağının zihin yapısının sonucudur. Yani çürüme yorumlarının önemli bölümü yeniliğe kapalı olanın beyanıdır.
Buradan bakınca “çürüme yoktur” sonucu çıkmaz tabi ki… Sadece çürüme derken ifade edilen çerçeveyi doğru sınırlandırmak gerektiğinin ehemmiyeti ortaya çıkar. Değişimin, eskiye ya da şimdiye ait olanın dönüşümü demek olduğu, bunun da bazı kabullere yeni yorum manasına geldiği, insanların bir kısmının yeniliğe kapalı olduğu ve çok geniş tutulan kırmızı çizgiler sebebiyle zaruri olan değişimlerin de çürüme şeklinde yorumlanabileceği bilinmeli.
Söz konusu sinema olduğunda değişim-çürüme ekseninde iki farklı boyut önümüze çıkıyor. Birincisi değişim ve çürümeyi yorumlayan filmler, ikincisi değişim ve çürümeye yol açan filmler… Ya da sinemanın yorumladığı çürüme ile çürümeye yol açan sinema…
Sinemanın değişime ve ötesinde çürüme yol açtığı son örnekliği LGBT konusunda görebiliriz. Bundan 10 yıl önce tek tük filmlerde gördüğümüz LGBT konusu artık filmlerin geneline yayıldı ve festival-ödül organizasyonlarının şartı haline geldi. Mesela Oscar, 2024 itibariyle LGBT’yi de kapsayan “dezavantajlı” grupları ele almayan ya da ekibinde onları barındırmayan filmleri yarıştırmıyor. Bunu bir şart olarak da öncesinden duyurdu. Başka bir örneği Netflix’in Türkiye’ye giriş yaptığı 2016’dan itibaren görüyoruz. Türkiye’ye giren ilk yabancı dijital mecra olan Netflix, dizi ve filmlerinde LGBT konusunu özellikle işlediği, hatta bunu şart koştuğu iddialarıyla gündeme gelmişti. Aradan geçen onca zamanda gördük ki gerçekten Netflix için LGBT meselesi vazgeçilmez bir unsur. Hatta bir proje, projeksiyon olarak işleniyor.
Başlarda Türkiye için değişim gibi görünecek bu konu ilerleyen zamanlarda toplumsal çürüme diyebileceğimiz bir yapıya büründü. Çünkü LGBT meselesi Anadolu toplumu için kırmızı çizgi olarak nitelenecek bir unsurdur. Başlarda ciddi toplumsal tepkiye yol açtı. Netflix’in protesto edilmesinden karşı kampanyalara kadar çok sayıda gelişme yaşandı. Geldiğimiz noktadaysa sadece Netflix değil herhangi bir dizi ya da film projesinde LGBT bireyin yer alması, bunun normalleştirilme çabası, kabul edilmesi gereken insani bir durum olduğu fikri eskiye nazaran daha geniş kitle tarafından kabul görüyor. Ciddi bir değişim bariz şekilde gözleniyor. Anadolu insanının kültürü ve inancı bağlamında baktığımızdaysa çürümeye yol açan bir kangren yaşandığı kesin.
Özgürlük kavramının sınırlarının sinema ve dijital mecralar eliyle genişlemeye zorlandığı, bunun yansıması olarak genç kuşakta yeni bakış açılarının oluştuğu, bunun da kuşak çatışmasını derinleştirdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Kuşak farkının eskisi gibi 20 yıl ile değil 5-10 yıl ile oluştuğunu düşünürsek, baba/anne ile oğul/kızdan öte kardeşler arasında bile kuşak çatışması yaşandığını görebiliyoruz.
Çürüme gibi çetrefilli bir kavram etrafında yol alırken sadece serzenişte bulunmak yeterli değil. Hiçbir konuda tavır bu olmamalı fakat ele aldığımız meselenin hassasiyeti dikkate alındığında eli kalem tutan herkesin sorunun yanında çözüm yolunu da işaret etmesi gerekli. Bu açıdan bakıldığında toplumsa değişim/dönüşüm esnasında çürümenin aza indirilebilmesi (sıfırlamak söz konusu olamaz, eşyanın tabiatına aykırı) için yapılması gerekenler var.
Öncelikle kuşaklar arası farkı gözeterek çekici dil oluşturulmalı. Eskilerin yenisinin yenilerin eskisi olduğunu bilmeli, sözün gücünün zayıflamaması için söze başka bir form belirlemeliyiz. İşte burada sinema imdadımıza yetişebilir. Yeni neslin iletişimi görüntü ekseninde çerçevelendirdiği ve yaşadığını düşünürsek dizilerin ve filmlerin ve dahî sosyal medya içeriklerinin kullanılması elzem görünüyor.
Nasihat eden değil ifade eden, doğrudan anlatan değil ima eden, itham eden değil tespit eden, yaraya tuz basan değil merhem olan, iten değil çeken, sürükleyen değil yoldaş olan, şikâyet eden değil çare arayan, yıkan değil imar eden bir tutum ile üretmek ve illa da üretmek gerekli.
Üretim dediğimiz şeyin yetişkinlerin tekelinde kalması da en temel sorunlardan biri. Gençlerin üretim alanına dahil olması, kendi bakış açılarını kullanması, gençlere doğru şekilde hitap edilebilmesinin başlıca şartı olmalı.
Gençlerin ciddiyetle, hassasiyetle, ehemmiyetle ve kendilerince içinde yer aldıkları hiçbir kavram eskimez, hiçbir unsur tepkiye yol açmaz, hiçbir değişim çürümeye mahal bırakmaz…
Gençler için dertlenenlerin içinde gençlerin olmaması ülkemizdeki sivil toplumun da en temel yanılgılarından biri. Gençlik organizasyonlarının yetişkinlerin hakimiyetinde kalması her meseleyi tek pencereye mahkûm kılarken, gençlerle birlikte yol alındığında çeşitli pencerelerinin açılacağı aşikâr. Hal böyle olunca sorun ile çarenin de aynı yerde olduğunu söyleyebiliriz. Dönüşümün çürüme evresine geçmemesinin yolu tecrübe ile gençliğin harmanlandığı tutumların yaygınlaşmasından geçer.
Zamane gençliği derken kastedilen şeyin yakın zaman geleceği kapsadığının da farkında olmak gerek. Zira yola çıkılan çareler günübirlik olmayacaktır ve bugünden yarına varıldığında dünde kalan sorunlarla bugün yeni/den ortaya çıkanların gözden kaçmamış olması lazım gelir.
Tam da burada ‘gelecek projeksiyonu’ dediğimiz şey devreye girer ki, tam da tecrübe-gençlik formülünün ortalamasından vuku bulur. Tecrübeliler tek başlarına çare üretemez. Gençler, tecrübenin ışığı olmadan eyleme geçemez. Geçse de kadük kalır. Bu yüzden bugünün sorunları için yola çıkmak en büyük hata olacaktır. Çürüme de burada başlar zaten. Bugünü sorunun yarının eskisi olacağından, bugünün zaviyesinden hareket edildiğinde eşyada tepkime oluşur ve sorunların bütünü çözümsüzlüğe varır ki, buna da çürüme demek gerekir…
Evet, galiba tam olarak böyle tanımlamak gerek; Toplumsal çürüme, çözüm yollarının geçiciliğinden, hareketin sakilliğinden, tıkanıklıklardan ve bugüne saplanıp kalmaktan doğar.