Rabb’imiz (cc), göndermiş olduğu yüce kitabında, âlemlere rahmet olarak gönderdiği Peygamber’ini (sas) güzel sıfatlarla bizlere anlatmaktadır. Bu sıfatlardan bir tanesi de, yazımızın üst başlığı olan “üsvetün hasene/en güzel örnek” sıfatıdır.
Üsvetün hasene kavramının ne demek olduğunu, ne anlamamız gerektiğini bir önceki yazımızda ele aldığımız için tekrar kavram açıklamasına girmeyeceğiz. Onun yerine yazımızın asıl konusu olan ve kardeşlik ahlakı başlığı altında inceleyeceğimiz olayı aktarıp, anlamamız gerekenleri ele almaya çalışacağız.
Olaya geçmeden önce, olayın yaşanmış olduğu dönemden kısaca bahsetmek, meseleyi daha iyi anlamamızı sağlayacaktır. Dönem, Allah Resûlü’nün (sas) Medine’ye hicretinden sonraki bir dönemdir. Müşriklerle mücadele etmesi gereken Müslümanlar için, Medine’de yaşayan Yahudiler yeni bir cephe oluşturmuştur. Yahudilerin, Müslümanlara karşı çıkartmış oldukları fitneleri, yaptıkları haince planları, münafıkları teşvik edip onları daha da fazla kışkırtmaları, Allah Resûlü (sas) ve ashâbını yeterince zorluyordu. İşte böyle bir dönem içerisinde bir olay yaşanmıştı ve yaşanan olay üzerine inen ayetler, Yahudi bile olsa herkese karşı adaleti tesis etme görevinden bahsediyordu. O ayetlerin nüzûlüne sebep olan hadise ise şu idi:
Hakikati gölgelyen bir zırh
Ensar topluluğu içerisinde Zaferoğulları’na mensup Tu’me b. Ubeyrık isimli birisi vardı. Tu’me, yanında emanet olarak bulunan Katâde b. Numan’ın zırhını çalmıştı. Zırhı, bir un çuvalının içerisine saklamıştı. Un, zırhın açmış olduğu deliklerden dökülüyordu. Tu’me, bu un çuvalını Yahudi olan Zeyd b. Semin’in evine gizlemişti. Çalınan zırh, Tu’me’nin yanında aranmış, ama bulunamamış ve “Vallahi ben almadım ve onun hakkında bir bilgim de yok.” diye yemin etmiş.
Zırhın sahipleri: “Hayır, vallahi zırhı o çaldı. Gece karanlıkta bize geldiğini gördük, zırhı aldı, evine girinceye kadar da izini sürdük, zaten un izini de görmüştük.” dediler. Ancak Hz. Peygamber (sas) (hırsızlık suçlamasını reddeden) Tu’me’ye yemin teklif edip de o da zırhı kendisinin çalmadığına dair yemin edince zırhın sahipleri mecburen Tu’me’yi serbest bıraktılar. Ama un izini takip ederek nihayet Yahudi Zeyd b. Semin’in evine geldiler ve onu tutup Hz. Peygamber’e (sas) getirdiler.
Yahudi: “Zırhı bana Tu’me b. Ubeyrık verdi.” dedi ve Yahudilerden bir cemaat de buna şahitlik ettiler. Tu’me’nin kabilesi olan Zaferoğulları “Gelin, Resûlullah’a (sas) gidelim.” dediler ve Efendimiz’e (sas) gelip Tu’me’nin durumu hakkında onunla konuştular, arkadaşlarını savunma sadedinde: “Eğer bunu yapmazsan (hırsızlığı Yahudi’nin yaptığını ilanla onu cezalandırmazsan) arkadaşımız helak olacak, rezil rüsva olacak, Yahudi de suçsuz çıkacak.” dediler. Hz. Peygamber (sas), suçun Yahudi’ye ait olduğuna karar vermeye niyetlendi. Arzusu onlarla aynı yönde; Yahudi’yi cezalandırma yönündeydi ki Allah (cc) şu ayetleri indirerek Peygamberini uyardı:
“Allah’ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana Kitab’ı hak ile indirdik; hainlerden taraf olma! Ve Allah’tan mağfiret iste, çünkü Allah, çok bağışlayıcı, ziyadesiyle esirgeyicidir. Kendilerine hıyanet edenleri savunma; çünkü Allah hainliği meslek edinmiş günahkârları sevmez.”
Adalet-i İlahî
Yukarıda bu ayetin inmiş olduğu dönemden kısaca bahsetmiştik. Merhum Seyyid Kutub, o günün toplumu üzerinden bu ayetleri tefsir ederken hayranlığını gizlemeyip, şunları dile getirmişti:
“İşte o zorluk ve tehlike anında bu ayetler nazil oluyor. Resûlullah’ın (sas) ve bütün Müslümanların, hırsızlıkla itham edilen bir Yahudi’ye, her şeye rağmen insafla, adaletle muamele etmelerini emreden ayetler. Bir suçsuzu töhmet altında bırakmak üzere anlaşma yapanların cezalandırılması lazım geldiğini bildiren ayetler… Ne gariptir ki, bu ithamcılar Medineli idiler. Üstelik ensardan idiler. Resûlullah (sas) ordusunun neferi idiler. İlahî risâlete ve o yeni akideye karşı yöneltilecek hile ve tuzaklara mukavemet etmeye memur idiler.
Hangi adalet böyle yüce bir seviyeye ışık tutabilir? Hangi kelam, böyle bir ortamda insaf ve adaletle muameleyi emredebilir? Kaynağı ilahî olmayan her söz, her yorum, her kanun bu yüce seviyenin çok, pek çok altlarında kalmaya mahkûmdur. Bu seviye öyle bir zirveyi ifade eder ki, insanın oraya tek başına ulaşması katiyen mümkün değildir; bu bir tarafa, onu hakkıyla anlayabilmesi imkânsızdır. Ancak ilahî nizamın rehberliğinde bu mümkün olabilir…”
Dinin temel yapı taşı
Ayetlere tekrar geri dönecek olursak, Allah Teâla (cc), Resûlü’ne (sas) insanlar arasında hiçbir kimsenin hatırını gözetmeden, gayri müslim bile olsa hiçbir kimseye haksızlık yapmadan hak ve adaletle hükmetmeyi emretmiştir. Dinin temelini oluşturan yapı taşlarından bir tanesi olan adalet, ne olursa olsun, kimin zararına sonuçlanacaksa sonuçlansın, asla taviz verilemeyecek bir ilkedir.
Adalet kavramının önemine, bu olay üzerinden kısaca değinen Merhum Elmalılı M. Hamdi Yazır, şunları söylemektedir:
“Şimdi hakimiyet hakkı meselesinin önemini, hakimlerin, şahitlerin, avukatların sorumluluklarındaki dehşeti anlamalı ki, Allah Teâlâ, görünürde İslâm’a ve kavminin istek ve şehadetine dayanarak Tu’me’yi savunmaya meyletmiş olmasından dolayı Peygamber’i hata etmekten korurken, daha doğrusu kendisine gaybı haber veren bir mucize bahşederken bir hakimin, bilmeyerek de olsa, açık sebeplere aldanarak da olsa, bir hain yararına meyledip zimmeti temiz olan (aklanmış) bir kimseye düşmanlık etmesinin, aslında bir kusur olduğuna işaret için o hainleri savunucu olma ve Allah’a istiğfar et. Çünkü Allah affını isteyenlere gafûr, rahîmdir diye istiğfara davet etmeden diğer hatırlatmalara geçmemiştir.
Allah’ın lütuf ve rahmetiyle hikmet ve peygamberlik sayesinde böyle bir kusur ve hatadan koruduğu, sonra iyilikle anılacaksa da, ilk önce istiğfara davet edilmesi her halde bir belağatli azarlamaya işaret eder.
Şu halde bu belağatli azarlamayı hainlerin hainliklerini, haksızların haksızlıklarını bile bile zulüm ve hainliğe yardım edenlere ve bir menfaat hissi veya taassup ve yağcılık sebebiyle haksızlığa imrendirip ve teşvik edenlere ve aynı şekilde hükmünde, Hakk’ın hükümlerini esas almayıp kendi rey ve arzusuna tabi olanlara karşı şiddetini tasvir etmek mümkün olmayan gayet dehşetli bir tehdit ve korkutmayı ve tövbeye teşviki içine alır. Bunun için bu şiddet ve akıcılıkla hatırlatmaya devam olunarak buyuruluyor ki: Kendilerine hainlik edenler tarafından veya onlardan dolayı mücadele etme. Böylelerinin ne himaye eden vekili ol, ne şahitlikleriyle hükmet.”
Ayetlerden çıkarılması gereken detaylı mesajları, tefsir kitaplarımızdan okuyabiliriz. Onun için yazımızı uzatmamak adına iki İslam büyüğünün eserlerinden pasajlar aktararak kısaca değinmiş olduk.
Olayı okuduktan sonra, başlığımız olan kardeşlik ahlakı ile nasıl bir bağlantısı var diye düşünebiliriz. Bu konuda da kısaca şunları söyleyebiliriz:
Kardeşliğin
adaleti
İslâm’da adalet ve kardeşlik çok önemli bir konuma sahip olan iki kavramdır. Bununla birlikte bir de dinimiz bizden atacağımız her adımda ehem-mühim hassasiyetini göz önünde bulundurarak hareket etmemizi bekler.
Bu iki kavramı ehem-mühim penceresinden değerlendirdiğimizde, adalet meselesi hiç şüphesiz ehem kısmında sayılmalıdır. Yukarıda aktarmış olduğumuz olay ve neticesinde Rabb’imizin (cc) indirmiş olduğu ayetlerde, bizlerden bunu istediğini gösteren örneklerdir.
Kardeşliğin, ancak ve ancak adaleti göz önünde bulundurarak tam manasıyla tesis edileceğini gösteren Allah (cc) ve bu önemli ilkeye her daim hassasiyetle dikkat eden Allah Resûlü (sas), bizlere yol gösterici ve örnek konumundadırlar.
Adaleti mutlak olan Yüce Allah’ın (cc), her daim adaleti hayatlarımıza hakim kılmasını ve bize bu konuda yardımda bulunmasını niyaz ediyorum.