İnsan doğası gereği kazanmak ister. Kazanmak, daha çok kazanmak… İflas etmeksizin devamlı surette kazanmak. Fakat dünyevi kazançlarda bu zordur. Nice zenginler vardır ki onca mala mülke sahip olduktan sonra servetini yitirmiş, mâlikî değil bekçisi olduğu servet artık başkalarına intikal etmiştir. İflas etmese bile dâru’l bekâya olan irtihali, onunla malının arasını ayıran başka bir ayrılık sebebidir. Velhasıl, insanın mala olan tutkusu hep bir hicranla sonuçlanır. Bununla birlikte insanın mala karşı hırsı, malla gelen mutluluğun hüsranla sonuçlanacağını insana unutturur. Faniliğin bizatihi kendisinin ıstırap olduğu hakikatini göz önüne alırsak baki olanın asıl istenmesi gereken olduğuna ulaşırız. Bu hakikati şu âyet gözler önüne seriyor:
“Servet ve oğullar dünya hayatının süsüdür. Kalıcı olan sâlih ameller ise Rabbinin nezdinde hem sevapça daha hayırlı hem de ümit bağlamaya daha layıktır.”[1]
Dünya hayatının süsü ifadesine bir bakalım. Süs, ziynet bunlar güzeldir ama kalıcı değildir. Göze hitap eder, gönle neşe katar. Fakat kaybedilmesi de gönülde yara açar. Ama sâlih amel öyle midir? Sâlih amel ne dünyada ne de âhirette zayi olur. Sâlih amel nedir peki?
Sâlih amel, başta yaptığımız ibadetler olmak üzere insanlara fayda veren her türlü hâl ve hareketlerimize, davranışlarımıza varıncaya kadar birçok iyi, güzel işi içine alan bir kapsama sahiptir. Bu tarif, sâlih amelin oldukça geniş bir alanı olduğuna işaret eder. Hatta bu amellerin tabiri caizse alt limiti de yoktur. Zerre kadar bile olsa bu kapsamdadır. Küçük bile olsa hiçbir iyiliğin zayi olmayacağını biz şu âyetten öğreniyoruz:
“Yavrucuğum! Haberin olsun ki yaptığın bir hardal tanesi ağırlığınca olsa da bir kaya içinde veya göklerde yahut yerin dibinde gizlense Allah onu getirir, mizanına kor. Çünkü Allah en ince şeyleri bilir, her şeyden haberdardır.”[2]
Sâlih amel deyince aklımıza hemen büyük büyük şeyler gelmesin. Hep büyük şeylerin yolunu gözlemek önümüze çıkan sâlih amel fırsatlarını kaçırmamıza sebep olur. Sâlih amel faydalı olandır. Mümin de insanlara faydalı olandır. Bu açıdan dert dinlemek, sana derdini açanın bir nebze olsun derdini almak bir sâlih ameldir. Sevmek ama kırmamak, dost olmak ama incitmemek, iyilik yapmak ama başa kalkmamak sâlih ameldir. Sana bir konu hakkında danışanla ilgilenmek, uzun zamandır konuşmadığın dostuna hâl hatır sormak sâlih ameldir. Hayat bir yolsa bu yol sâlih amel yapacak fırsatlarla doludur. Bu yolu hakkını vererek yürümek, çok yol yürümek ama yürürken çiçekleri ezmemek sâlih ameldir.
Bu saydıklarımız küçük gibi görünse de insanın kaçırabileceği, ihmal edebileceği şeyler olabilir. Bu nedenle Allah’ım sen bunları yapmaya beni muvaffak kıl diyerek dua etmek gerekir. Böyle dua etmeyi biz, Süleyman aleyhisselâmdan öğreniyoruz:
“Ey Rabbim! Beni; bana ve ana-babama verdiğin nimetlere şükretmeye ve razı olacağın sâlih ameller işlemeye sevk et ve beni rahmetinle sâlih kullarının arasına kat!”[3]
Kur’an’daki sâlih amel ifadesinin geçtiği âyetlere baktığımızda sâlih amelin hemen yanı başında, ona arkadaşlık eden bir kelime görürüz. Bu kelime sâlih amelin kardeşi, onu sâlih amel olarak makbul kılan imandır.
“Allah, iman edip sâlih ameller işleyenlerin dualarına karşılık verir; lütfundan onlara fazlasını da verir.”[4]
İman, sâlih amelsiz olursa imanı gösteren nur olmaz. Sâlih amel imansız olursa sâlih amel şartlarını taşımaz. Peki, bir amelin sâlih amel sayılabilmesi için hangi şartlara sahip olması gerekir? Herhangi bir işin ya da eylemin sâlih amel olabilmesi için:
•Öncelikle o işin sahibinin Allah’a ve âhirete iman etmiş olması şarttır. Çünkü iman temeldir ve sâlih amel de onun üzerine kurulan bina gibidir. Üzerinde bina bulunmayan bir temel ise korunaksızdır, kaybolma tehlikesi altındadır.
• Sâlih amel, İslâm ölçülerine göre doğru kabul edilen fiildir.
•Sâlih amelin makbul olması için en önemli şart sâfiyâne Allah için yapılmış olmasıdır. Bu yüzden niyet meselesine alimlerimiz o kadar ehemmiyet vermişlerdir ki kitaplarına şu hadisle başlamışlardır:
“Yapılan işler niyetlere göre değerlenir.”[5]
Katışıksız, berrak bir şekilde O’nun rızası için yapılmayan amellerin bir değeri yoktur. Aslında amelin bizzat kendisinin dikkate alınacak varlığı yoktur. Ona can veren, nefes veren niyetidir. Bu hakikati büyük mutasavvıflardan İbn Ataullah el-İskenderi şöyle dile getirmiştir:
“Ameller ayakta duran sûretler ve heykeller gibidir. Ruhları, İçlerinde bulunan ihlâs sırrının varlığıdır.”[6]
Bediüzzaman Said Nursi hazretleri de niyetin ve ihlasın önemini şöyle izah eder:
“Niyet bir ruhtur. O ruhun ruhu da ihlâstır.”[7]
Bu şartları taşıyan her eylem sâlih amel cümlesindendir. Sâlih amelin bir başka özelliği de cennet anahtarı olmasıdır.
“İman edip, sâlih amel işleyenlere gelince işte onlar cennetliklerdir.” [8]
“İman edip, sâlih amel işleyenleri ise müjdele! Kendileri için altından ırmaklar akan cennetler var…” [9]
Sâlih amel öyle kıymetli öyle etkilidir ki kulun duasının kabul olmasına vesile olabilir. Bir hadiste geçmiş kavimlerden üç kişinin başından geçen bir hadise anlatılır:
“Yağmurdan kaçan üç kişi, bir mağaraya sığınır. Mağaranın ağzını dağdan düşen büyük bir kaya kapatır. Üç kişi kayayı bir türlü kımıldatamayınca yaptıkları sâlih amellerle Allah’a dua etmeye karar verirler. Her biri sırf Allah rızası için yaptığı bir sâlih ameli anlatır. Biri, yaşlı anne-babasını doyurmadan akşam yemeğine oturmamaktadır. O akşam da eve geldiğinde anne babasının uyuduğunu görür. Yemek için anne babasının uyanmasını beklerken sabah olur. Uyandıklarında, onlara yemeklerini yedirir ve; ‘Ya Rabbi, bunu sırf senin için yaptıysam bizi buradan kurtar.’ der. Kaya biraz kımıldar. İkinci kişi ise çok sevdiği amca kızına gayrimeşru bir teklifte bulunur. Kız hiçbir zaman bu teklife yanaşmamışken kıtlık zamanında istemeyerek de olsa teklifi kabul eder. Ancak amcasının oğlu kendine yaklaştığı sırada, Allah’tan korkmasını, bu işten vazgeçmesini ister. O da kıza dokunmaz. Bunu anlattıktan sonra; ‘Eğer bunu sırf senin rızan için yaptıysam, bu kayayı aç.’ diye Allah’a dua eder. Kaya biraz daha kımıldar. Üçüncü kişi de yıllar önce ücreti karşılığında bir iş yaptırmıştır. İşçi, ücretini almadan gitmiştir. İşi veren, o işçinin ücretini işletir. Yıllar sonra işçi çıkagelir. Yaptığı işin karşılığını ister. İşi veren de koskoca bir sürüyü göstererek hepsinin onun olduğunu söyler. İşçi, benimle dalga geçme, der. O da dalga geçmediğini söyler. İşçi sürünün hepsini alır gider. Bunu anlatan üçüncü kişi de; ‘Ya Rabbi, eğer bunu sırf senin rızan için yaptıysam kayanın kalan kısmını da aç.’ der. Kaya tamamen açılır ve üç kişi kurtulur.”[10]
Sâlih ameller dünya denizinde bizim için gemi mesabesindedir. Sâlih amel biriktirmek gibi bir hedefimiz olmalıdır. O ameller ki fırtınalı denizlerde, hayatın en meşakkatli anlarında Rabbimize kendisiyle yalvaracağımız vesilelerimizdir.
Peygamberler insanların en üstünü, ahlâkça da en güzelidirler. Ancak onlar dahi sâlihlerin, iyilerin arasında olmak isterler. Hz. İbrâhim’in duası hepimize örnektir:
“Ey Rabbim! Bana bir hikmet bahşet ve beni sâlih kimseler arasına kat.”[11]
Bir peygamber duası olan sâlih kimselerinden olmayı istemek, mümin kimliğin zirvesidir. Bütün kimliklerin, makamların üstünde imtiyazlı bir konumdur. Bu konuma bizi yaklaştıracak formül ise; sâlih amel, sâlih arkadaş, sâlih niyet…
Fatma Şeyda Selek
[1] Kehf, 18/46.
[2] Lokmân, 31/16.
[3] Neml, 27/19.
[4] Şûrâ, 42/26.
[5] Buhârî, “Nikah”, 5.
[6] el-Hazîn Hüsnü Geçer, Hikem-i Ataiyye Şerhi, 38, Millî Basım Yayın, İstanbul, 2018.
[7] Mesnevî-i Nuriye, s.112, 2006.
[9] Bakara, 2/25.
[10] Buhârî, “Edeb”, 5.
[11] Şuarâ, 26/83.