Hicretten yaklaşık beş ay sonra, Peygamber Efendimiz, muhâcirler ve ensâr arasında uhuvvet (kardeşlik) kurarak o günkü sosyo-kültürel-ekonomik problemlerin çözümünde çok önemli bir adım atmıştır. Asr-ı Saâdet’te gerçekleşen muâhât, o dönemin şartlarında ortaya çıkan birtakım acil sıkıntıların giderilmesinde etkili olmuştur. Bu yönüyle kardeşlik kurumu (Muâhât), Asr-ı Saâdet ahlâkının özünü oluşturur ve her asırda gelecek İslâm toplumları için önem taşır. Esasında muâhât denilen bu uygulama, daha sonra en gelişmiş içeriğiyle “Müminler ancak kardeştirler…” (Hucûrat, 49/10) âyetiyle bütün asırları ve kıyamete kadar gelecek müminleri kapsayacak şekilde umumileştirilmiştir.
Unutmayalım ki her devirde mahiyeti farklılaşsa da Asr-ı Saâdet’te yaşanan zorlukları andıran birtakım sıkıntılarla karşılaşmak mukadderdir. Böyle durumlarda bize ışık tutan en yüksek değer, tüm çağlara ışık tutan “Muâhât, Uhuvvet Tesisi” gibi unvanlarla tarihimize geçen kardeşlik örneğidir. Günümüzde İslâm dünyası hakikaten muâhât nokta-i nazarından ziyadesiyle ele alınacak durumdadır. Zira İslâm coğrafyasına dikkatle baktığımız zaman sosyo-kültürel ve ekonomik açıdan kendine yeter durumda olan Müslüman ülkesi, maalesef parmakla gösterilecek kadar azdır. Ayrıca İslâm ülkelerindeki toplumlar muâhât kucaklaşmasının çok dışında kalmışlar; mezhep, mizaç hatta meşrep farklıklarını konuşulabilir, tolere edilebilir geçişken unsurlar yerine ayrıştırıcı yapılara dönüştürmüşler, kendi şemsiyelerinin gölgesinde oturanlara besledikleri kardeşlik duygularını başkalarından esirgemişler, ihtilâflara sürüklenmişler,Allah’a ve Resûlü’ne itaatle İslâm düşüncesi çevresinde birlik olmayı terk edince Kur’an’ın ölçüsüylebelirtmek gerekirsekuvvetleri dağılıp gitmiş, za’fa uğramışlardır (Enfâl, 8/46).Günümüzde İslâm ülkelerinin birçoğunda halen cereyan etmekte olan husumet ve şiddet ağırlıklı sonu gelmeyen iç kavgalar, Müslümanların geneldeSiyer-i Nebî’yi özelde muâhâtı doğru anlamadığını göstermektedir. Farklı mezhep veya cemaat yapılanmaları içindeki insanların şiddete yönelerek İslâm coğrafyasının birçok yerinde birbirlerine öldüresiye düşmanlık besleyebilmeleri bunu göstermektedir. Şayet genelde Siyer-i Nebî’yi özelde muâhâtı doğru anlayabilseydik, bu acılar yaşanmazdı. Şayet Siyer-i Nebî’yi doğru anlayabilirsek,muâhâtın günümüze yansımalarını rahatlıkla görebiliriz: Çevremizde kümelenen yoksul kimselerin gönül hazzıyla ellerinden tutarız, yetimlerin yüzünü okşar, açları doyurup kıyafet yetersizliği yaşayanları giydiririz.İşini kaybedenlerin, beklenmedik sıkıntılarla özgürlüklerini yitirenlerin, aç-bîilaç elimizden tutan biri yok mu diyenlerin hanelerine erzak götürür, böyle ailelerin çocuklarının okul masraflarını karşılarız.İhtiyaçlı olup yardım isteyen samimi yoksullara destek olurken, yoksulluk içinde kıvrandıkları halde aşırı duyarlılıkları sebebiyle kendilerini gizleyenleri bulup ellerinden tutarız. Başka ülkelerden zorunlu sebeplerle göç edip ülkemize sığınanlara uyum ve hayatlarını kazanma yolunda yardımcı oluruz. Gerekirse îsar yaparız; kendimiz ihtiyaçlı olsak bile daha muztar ve muhtaç durumda olanı görürsek ihtiyacının karşılanmasını önceleriz. Bir şekilde yoksulluğa mahkûm olmuş yetenekli insanların ellerinden tutarakbaşkalarına el açmaktan kurtarır, ekonomik hayata yönlendirerek üretken hale getiririz.Bütün bunları muâhât (Allah için din kardeşliği) bilinci içinde yaparız ve bu insanlarla İslâm’ın ana düşüncesinin ortak paydaşları oluruz. Buna göre lâyık-ı veçhile yardım edenle hakederek yardım görenin dinî düşünce açısındandeğer boyutu aynı olur. Yardımlarımızı özel çıkarlarımıza basamak yapmayız, başa kakmayız. Böylece nifak ve fitne endişelerine karşı yekvücut bir kardeşler topluluğu oluruz. Allah için muâhât çerçevesinde yaptığımız yardımlaşma ve kucaklaşmalar, birliğimizin, dirliğimizin, huzurumuzun ve güvenliğimizin teminatı olur!..
Bu anlamda muâhât, dertleşmek, muhabbetle kucaklaşmak, halleşip söyleşmek, îsar içtenliğiyle huzur solumaktır…Muâhât, fakirin elinden tutmaktır, yetimin yüzünü okşamaktır… Muâhât, ihtiyaçlıya el uzatmaktır, iffetinden dolayı fakrını gizleyen muhtaçlara ulaşmaktır… Muâhât, zor zamanda mağdurun, mazlumun, işsizin, yetimin, yoksulun, kimsesizin yanında bulunmaktır, onlara: “Biz yanındayız; endişe etme kardeşim, metin ol, senin derdin benim derdim!” diyebilmektir… Muâhât, pazarcının artıklarını akşamın karanlığında komşularına görünmeden toplayıp mutfağına götürmeye çalışan utangaç-mahzun fakire selâm vermektir, yardımcı olmaktır, onurunu yıkmadan ihtiyacını karşılamak, onu da hayatın içinde tutmaktır…Muâhât, eli iş tutan fakat varlıklı iken akla gelmedik sebeplerle malını mülkünü kaybedenlere çarşıda, pazarda, bakkalda, markette, fabrikada, atölyedeiş bulmaktır, iş vermektir, onları hayata yeniden bağlamaktır… Muâhât, muhtacın fikir dünyasına girmek, gönül dünyasını imar etmek, ümitsizlik (ye’s) bulutlarını dağıtıpümit ve neşve rüzgârlarını estirmektir… Muâhât, bütün bunları yaparken muhatabının mezhep, meşrep ve siyasî eğilimlerine saygı göstermek, onunla Allah ve Resûlü’nün tanımladığıkardeşlik anlayışında buluşmaktır… Muâhât, fitneye-fesada son vermektir… Muâhât, olanca güzelliğiyle huzurdur, güvendir, selâmettir, rahmettir, dertleri sonlandıran manevî tabiptir…Muâhât, kelimenin tam anlamıyla muhabbettir, dostluktur, muâhât ve muhabbet dostlarına (Allah dostlarına) keder ve hüzün de yoktur(Yûnus, 10/62)… Muâhât, inşa edicidir, hayat vericidir, manevî anlamda dirilticidir, îmardır, dünya ve âhiret onunla mamur olur…
Ah! Toplumun canı muâhât!.. Ah! İnsan ruhunun tesellisi muhabbet!.. Ah! Allah ve Peygamber muhabbetiyle yoğrulmuş müjdelenen dostluk!
Neredesin? Neredesin?
Ah!İslâm’ın yayılış yıllarında Resûlullah’ın (sas) çevresinde gönüllü olarak kümelenen muhacirlerle ensârı en güzel bir şekilde takip ederek Allah’ın rızasına erişebilen ve kendilerine Cenâb-ı Hak tarafından ebedi cennetler hazırlanan bahtiyar müminler(Tevbe, 9/100)!.. Ah! Kendileri muhtaç bile olsalar daha muztar ve muhtaçların ihtiyacını gidermeyi önceleyen ve bu yaptığından gönlü hazla dolan îsar sahipleri(Haşr, 59/9)!.. Ah! Korku, açlık, mal, can ve ürün kaybı ile imtihan geçirip “Doğrusu biz Allah’a aidiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz” (Bakara, 2/156) diye sabredenler!..
21. Yüz yılın yoksulları, yetimleri, muhtaçları, işsizleri, dertlileri, hastaları, mağdurları, mazlumlarımuâhâtözlemiyle sizleri bekliyor…
Neredesiniz? Neredesiniz?