Menü
Metin Karabaşoğlu
Metin Karabaşoğlu
İbadeti Ubudiyetle Buluşturmak
Eylül 25, 2023
Yazarın Tüm Yazıları

Din ile hayatı birbirinden ayırmanın yalnızca kendisini ‘seküler’ olarak tarif edenlere mahsus bir tutum olduğu zannedilir. Halbuki, aynı çizgide ilerleyen garip ve epeyce yaygın bir ‘dindarlık’ türünden söz etmek de mümkündür. Bu garip dindarlık tasavvuru, ibadetlere dönük bir vurguyla öne çıkarken, bu ibadetler ile gündelik hayat arasında bir tutarlılığın izini sürmeyi ise ihmal eder.

Dolayısıyla, ibadetleri gündelik hayattan, gündelik hayatı ibadetlerden ayırır. Buna göre ibadetler günün, ayın, yılın, ömrün belli vakitlerinde yapılan görevlere indirgenir; sair zamanlarda ne yapılacağı ise gidişata, hayatın kendi akışına bırakılır. Namazını kıldığı halde yalan söyleyebilen, namazını aksatmadığı halde faizle sınanabilen, oruç tuttuğu halde işçisinin hakkından kısabilen, orucunu tuttuğu halde dilini tutamayan, yemeğini sağ elle yediği halde haram da yiyebilen, suyu çömelerek üç yudumda içtiği halde gözünü kırpmadan cana kıyabilen… diye uzayıp giden her türden arızalı ‘dindarlık’ manzarası, din ile hayatı, ibadetin vakti ile vaktin bütününü ayrı düşünebilen işte böyle bir zihniyet zemininde beslenip büyür.

Oysa Kur’ân’ın en başta peygamberler örneğinde bize verdiği en önemli derslerden biri, dinin hayatın bir alanına dair olmadığı, bilakis tamamını kuşattığıdır.

Hayatı ve davetiyle Şuayb aleyhisselam, bu dersin harikulâde bir örneğidir. Hz. Şuayb, ölçüde ve tartıda hile yapan, hak yemeyi, adaleti gözetmemeyi itiyad edinmiş, güçlünün zayıfa gadrettiği kavmi Medyen’i hakka davetle emrolunmuş; gelin görün ki “Ey kavmim! Ölçüyü, tartıyı adaletle tam yapın; insanların mallarının değerini düşürmeyin, yeryüzünde bozgunculuk yaparak fesat çıkarmayın” (Hûd, 11/85) cümlelerini de içeren davetine karşılık, kavmini yanlışta ısrar, inat ve temerrüd halinde bulmuştur. Medyen kavmi, hak yiyerek yaşamakta kararlı ve ısrarcıdır. Şuayb aleyhisselama ise sorarlar: “Ey Şuayb, atalarımızın taptıklarını terketmemizi ve mallarımızda dilediğimizi yapmaktan vazgeçmemizi sana namazın mı emrediyor?” (Hûd, 11/87)

Kavminin Şuayb aleyhisselama yönelik bu tepkisi, iki şeyi birden gösterir. Hz. Şuayb’ın namazı, ona namazın vakti dışındaki zamanları da Allah’ın emrine uygun şekilde hakkâniyet ve adaleti gözeterek yaşama idrakini nasip etmektedir. Nitekim kavmi de onun hayatın her alanında, bu arada özellikle ekonomi ve ticarette adaleti gözeten tutumu ile namazı arasındaki birebir ilişkinin farkındadır. Kendi ifadeleriyle ‘yumuşak huylu ve aklı başında’ biri olarak bildikleri Şuayb aleyhisselama ettikleri haksızlıklar karşısında onları net biçimde uyarma cesaretini veren sır, onlara göre de onun namazındadır.

Demek ki Şuayb aleyhisselamın namazı, beş vakit içinde dört duvar arasında eda olunup biten bir şey değildir. Bilakis onun namazı, evinin ve mescidinin hudutlarını aşıp yaşadığı diyardaki bütün adımlarını ve bütün vakitlerini biçimlendiren bir keyfiyettedir. Dahası, kavminin de anladığı üzere, namazda öyle bir keyfiyet vardır ki yumuşak huylu bir insana haksızlık karşısında tavizsiz bir direnç kazandırmakta, aklı başında biri olarak onu her türlü risk hesabını yapmaya kâdir olmakla birlikte açıkça hakkı söylemeye ve haksızlıktan menetmeye muktedir kılmaktadır.

Namazın hayatın bütün yönlerini kuşatarak, bilhassa sosyal, siyasal ve ekonomik alanlardaki yanlış ve haksız tutumlar karşısında tavır koyup önleyici bir tutum içine girmeye yönelten bu özelliği, elbette sadece Şuayb aleyhisselama mahsus değildir. Namazın bu özelliği esasen herkes için geçerlidir. Nitekim sûrede kavminin Şuayb aleyhisselam ile imtihanının anlatıldığı bu kısımdan sonra gelen âyetlerden biri “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!”hükmünü içerirken (Hûd, 11/112), bir sonraki âyet “Ve zulmedenlere yakınlık göstermeyin.” buyurmakta (Hûd, 11/113), sonraki âyet ise şu emri içermektedir: “Gündüzün her iki tarafında ve gecenin saçaklarında (gündüze yakın olan saatlerinde) namaz kıl! Muhakkak ki, iyilikler kötülükleri giderir. Bu ise düşünebilenlere bir öğüttür.” (Hûd, 11/114).

Görüldüğü gibi ardı ardına gelen bu üç âyet, Şuayb aleyhisselamda görülen keyfiyeti esasen bütün mü’minlerden beklemektedir. Emrolunduğu şekilde dosdoğru olup haktan ve adaletten sapmamak; dolayısıyla, geçelim zulmedenlerden olmayı, zâlimlere meyil ve rıza gösterenlerden dahi olmamak; bunu ahlâkının ve hayatının vazgeçilmez bir niteliği kılabilmek için ise, ‘kötülükleri gideren bir iyilik’ olarak namazı ikâme etmek…

Namazın hayatın bütün yönlerini istikamet ve adalet üzere biçimlendiren bu niteliği, Ankebût sûresindeki bir âyetle de teyid edilmektedir: “Sana vahyedilen Kitabı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki namaz her türlü aşırılıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı bilir.” (Ankebût, 29/45).

Buna göre hakkıyla kılınan bir namazdan, Şuayb aleyhisselamın örnekliğinde görüldüğü gibi hayatın bütün vakitlerini ve ailevî, ticarî, sosyal, siyasal bütün veçhelerini kuşatan bir dosdoğru olma keyfiyeti hâsıl olur. Yani bir kişi hakkındaki “Namaz kılıyor!” beyanının, tanım gereği, âdil biridir, hak yemez, haksızlığa razı olmaz, zulmetmez, zulmedene meyletmez, hile yapmaz, yalan söylemez şahitliğini de peşinen içeriyor olması gerekir.

Şuayb aleyhisselamdan hakikat dersi almış Hz. Mûsâ’nın, Medyen topraklarından Mısır’a dönerken Tuvâ vadisinde peygamberlik görevi kendisine verildiğinde yüklendiği sorumluluk da bu çift boyutlululuğu içerir. Firavun, kavmine “Ben sizin en yüksek Rabbiniz değil miyim?” diye soracak kadar azgınlaşmış biridir ve Hz. Mûsâ Rabbü’l-âlemîn adına ona gidip iki mesajı birden tebliğ edecektir:

1) Uluhiyet iddiandan vazgeç, Rabbini tanı ve kulluğunu kabul et.

2) Kula kulluğu ortadan kaldır, köleleştirdiğiniz Benî İsrail’i serbest bırak.

Burada da imanın en merkezî esası olarak tevhid davetine, adalet ve hürriyet daveti eşlik etmektedir. İkincisi, birincisinin hem tamamlayıcısı hem de sınanması niteliğindedir.

Bütün kıssalarda bu dersin izleri olduğu gibi Şûrâ, Mü’minûn ve Beled başta olmak üzere sûrelerde de bu din-hayat bütünlüğü açıkça çıkar karşımıza. Meselâ Beled sûresindeki ‘sarp yokuş’u aşabilenlerin sûredeki sıralamayla üçüncü vasfı iman edenlerden olmak ise birinci vasfı boyunduruğu kırmak (köleyi özgürlüğüne kavuşturmak, kula kulluğa son vermek), ikincisi ise salgın bir açlık gününde yetimi ve yoksulu doyurmaktır. Burada da gündelik hayatın siyasete ve ekonomiye bakan veçhelerine dair tutumlar ile iman arasında bir bağ kurulmaktadır. Mü’minûn sûresinde kurtuluşa erdikleri ve Firdevs cennetinin varisi oldukları müjdelenen mü’minlerin ‘namazı huşû ile kılma’ ve ‘zekat için çalışma’ vasıflarına eşlik eden hususların gündelik hayatın bütününe dair ahlâkî ve amelî ölçüler yüklü olduğu apaçıktır. Boş şeylerden yüz çevirmek, iffetini korumak, emanate ihanet etmemek, verdiği sözde durmak… Şûrâ sûresinde de mü’minleri namazla birlikte şu vasıflarla anılır halde görürüz: Büyük günahlardan ve hayâsızlıktan kaçınma, öfkelendiği zaman cezalandırma değil bağışlama yolunu seçme, işlerini meşveret (şûrâ) ile görme, infak, zulmü gidermek için birbiriyle yardımlaşma.

Bu örneklerin de gösterdiği üzere iman kalpte başlayıp hayata aksetmeden sadece orada kalan birşey olmadığı gibi din de hayatın içindeki alanlardan sadece biri değildir. Bilakis din, hayatın tamamını kuşatır ve içerir.

İbadet ile ubudiyet arasındaki ilişki işte tam da bu mânâ ve idrak içinde kendisini gösterir. İbadetler, esasen hayatın bütün alanlarının bir ubudiyet şuuruyla yaşanması içindir. İbadetlerden murad, kulun her daim âlemler Rabbinin huzurunda olduğunun idrakiyle bir ubudiyet şuuruna ermesidir ve Mâûn sûresindeki “Yazıklar olsun o namaz kılanlara!” hitabına benzer bir durumun zuhur etmemesi için her bir ibadetten bir ubudiyet şuurunun hâsıl olması beklenir. Mesele, namazın gün içinde beş vakte hapsedilmeyip, beş sembol vakit üzerinden günün tamamını kuşatması ve yönetmesidir. Meselâ orucun emredilmesiyle kuldan belkenen, onun bir ibadet olarak yıl içinde bir aya hasredilmesi değil, farz olan bir aylık orucun bütün yılı biçimlendirmesidir. Zekâtla, durumuna göre malın kırkta, yirmide veya onda biri Allah için verilirken bizden istenen ve beklenen, malın kırkta kırkının, yirmide yirmisinin, velhasıl tamamının O’ndan olduğu idrakinin kalbe ve hayata yerleşmesidir.

İbadet ile ubudiyet arasındaki ilişki, bir açıdan her gün yediğimiz gıdalar ile bu gıdaların bedenimizdeki en ücra hücrelere kadar ulaşmasına benzer bir durumu andırır. İnsan günde üç veya iki kere sofraya oturur, ayrıca ihtiyaç durumunda belki birşeyler içer yahut atıştırır. Ama günün sadece belli vakitlerinde bedenine aldığı o gıdalar damarlara karışıp bütün gün boyu insanın vücudunu besler, hayatiyetimizi devam ettirir. Aynı şekilde manevî bünyemizde de ibadetlerden ubudiyete bir yol bulup, belli vakitlerde ve belli biçimde eda edilen ibadetlerin bütün vaktimizi biçimlendirmesi ve beslemesi gerekmektedir. İbadetlerin vakitleri bellidir; ubudiyet ise o ibadetlerin de dersiyle bütün vakitleri Allah’a kul olduğunun idrakiyle yaşamak mânâsını içerir.

Gelin görün ki en başta sözkonusu ettiğimiz garip ‘dindarlık’ tasavvurları içinde namaz vardır, ama bu namaz Hz. Şuayb’ın namazındaki mânâ ve ruhun hayli uzağındadır. İbadet vardır, ama belli vakitlerde eda edilen bu ibadetler vaktin bütününde O’nun huzurunda ve O’nun için yaşıyor olduğumuz idrakini bize kazandırmanın uzağındadır.

Birçok insanı da ortada ve tereddütte bırakan bu durumu aşabilmek; ameli sözünü, hali ahlâkını doğrulayan bir mü’min olabilmek için ibadeti ubudiyetle buluşturan bir anlayışı kuşanmamız gerekiyor.

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
Günümüzün Endülüsü: Doğu Türkistan ve Toplama Kamp...
Murat Yılmaz
Doğu Türkistan ile İlgili Uluslararası Kuruluşlar...
Gülden Sönmez
Doğu Türkistanlı Uygur Türklerinin Ulusal ve Ulus...
Şevket Nasır
Türkiye’de Faaliyet Gösteren Doğu Türkistan Kuruml...
Cengiz Hanoğlu
Uygur Tababeti
Ahsen Nur Katırcıoğlu
RÖPÖRTAJLAR
“Doğu Türkistan Çin’in bir parçası değildir."...
Hidayet Oğuzhan
“Eğer insanım diyorsanız, Doğu Türkistan bir insan...
Seyit Tümtürk
“Gazze’de yaşananlar, Batı’nın dünya kamuoyundan, ...
Derda Küçükalp
"Filistin davası, Filistinlilerin ya da Arapların ...
Abdurrahman Arslan
“Dünyaların değiştiremediği insanlar ancak dünyala...
Muhammed Emin Yıldırım
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Doğu Türkistan, Filistin ve Diğerleri: Sinemada Ek...
Abdülhamit Güler
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
Göstermenin Mesuliyetinde Sinemanın Örnekliği...
Abdülhamit Güler
Perdedeki Kimin Afeti, Felaketi, Kıyameti!...
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Mağrur Bir Tarih Ribatı Gibi Dimdik Ayaktadır Kâşg...
Mikail Çolak
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
Habib-i Neccâr’ın Gözyaşları
Mikail Çolak
Avrupa’nın Ortasında Var Edilen Güçlü Bir İnanç İk...
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
Son Dokunuş Sahibi: Kusem b. Abbas
Rumeysa Döğer
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
Afrâ bint Ubeyd Yüzlü Kadınların Zamanından…...
Rumeysa Döğer
Bütün Şehit Annelerine: Sümeyra Bint Ubeyd Teselli...
Rumeysa Döğer
Ensârî Bir Muhacir: Zekvân b. Abdükays...
Miraç Okutan
NEBEVİ VARİSLER
Allame Muhammed Salih Damollam
İkra Nur Demir
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Takvâ Sahiplerinin Öncüsü Hasan Basrî...
Beyza Durna
Ca'fer b. Ebû Talib
Zeynep Simit
Süleyman b. Yesâr
Ruveyda Büyükkendirci
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x