Menü
Cağfer Karadaş
Cağfer Karadaş
Medeniyet Önderleri ve Örnekleri Peygamberler
Eylül 25, 2023
Yazarın Tüm Yazıları

Medeniyet

Medeniyet, şehir anlamına gelen medine’ye mensubiyeti ifade eden medenî kelimesinden türemiştir. Medenî şehirli anlamında olup şehrin içinde bulunan bütün dinî, kültürel, ticarî, sosyal ve siyasal yapıyı bilen ve ona göre yaşayan insan demektir. Bu anlamıyla medenî, hem mekân hem de soysal ve kültürel olarak şehrin dışında yaşayanları ifade eden bedevî kelimesinin karşıtıdır. Şehirli olmak yerleşik olmayı da ifade ettiği için seferî veya göçebenin zıttı olarak kullanılan hadarî kelimesiyle eş anlamlı kabul edilir. Nitekim günümüz Arapçasında hadâra kavramı medeniyet karşılığında kullanılmaktadır. Kur’ân’da peygamber kıssalarında çokça geçen karye ve çoğulu kurâ genellikle şehir anlamında kullanılır.[1] Buna göre yerleşik olmak, iç-dış ticarî faaliyet yürütmek, belli inanç, din ve kültür değerlerine sahip olmak ve sosyal bir yapı içerisinde bulunmak medeniyetin temel unsurları ve göstergeleri olarak karşımıza çıkar. Zaten medeniyet TDK sözlüğünde, “Bir ülkenin, bir toplumun, maddi ve manevi varlıklarının, fikir, sanat çalışmalarıyla ilgili niteliklerinin tümü” diye tarif edilmiştir. Bazı sosyal bilimcilerin “medeniyet, organize edilmiş sosyal hayattır” demeleri yukarıdaki anlatılanları özetler mahiyettedir.[2]

Peygamberler ve Medeniyet

Peygamberler insanlık tarihinin başlangıcından bugüne ilk ve değişmeyen toplum önderleridir. Toplumun ilk yapı taşı olan aile kurumu başta olmak üzere toplumsal yapı onlarla başlamış, şekillenmiş ve devam etmiştir. Peygamberlik, Hz. Muhammed Mustafa’nın (sas) risâletiyle son bulmakla birlikte etkisi her zaman ve mekânda hâlâ canlılığını ve etkinliğini sürdürmektedir. Dinleri dışlama iddiasıyla ortaya çıkan pozitivizm bile son merhalede “insanlık dini” adı altında peygamberleri taklit etmekten kurtulamamıştır. Tersinden/seküler ve kötü bir taklit olsa bile peygamberlerin etkilerini göstermesi bakımından son derece çarpıcıdır. Peygamberlerin etkisini kırmanın bir başka çabası ise tarih boyunca denenen onları büyücü ve kâhinlerle eş tutma ve böylece itibarsızlaştırma çabasıdır. Ancak bu çabanın da tutmadığının göstergesi medeniyetin kurucu unsuru olan din gerçeğinin hem zihinlerde hem yaşantıda yerini ve konumunu hâlâ koruyor olmasıdır.

Öte yandan peygamberlerin din, inanç, kültür, sosyal hayat hatta ticarî hayat noktasında toplum önderleri ve örnekleri olduğu hususu günümüz insanlık tablosuna bakarak anlaşılacak bir gerçekliktir. Çünkü insanlığın maddî ve manevî değerlerini oluşturan, insanî ilişkileri fıtrat zemininde yürüten, insanın varlığını ve varlık nedenini Yaratıcısı, kendisi ve çevresiyle birlikte anlamlandıran medenî yapının gerçek mimarları peygamberlerdir. Yeryüzünde eşi Hz. Havva’yla birlikte toplumun çekirdeği, en küçük yapı taşı aileyi oluşturan ve bu ilk toplumun önderi ve örneği olan Hz. Adem’dir. Son örnek ve önder ise Mekkeli müşriklerinin köy ve badiye olarak küçümsediği Yesrib’i medeniyetin merkezi haline getiren ve Medînetü’n-Nebî olarak anılmasını sağlayan Hz. Muhammed Mustafa’dır (sas).[3]

Peygamberlerin Toplumsal Konumları

İmam Mâtürîdî, peygamberlik konusunda üç temel özeliğe dikkat çeker. Birincisi peygamberlerin davalarını şehirde ilan etmeleri ve orada faaliyet yürütmeleri, ikincisi davalarında kendilerini etkisizi kılacak fakirlik/muhtaçlık pençesinde veya davadan alıkoyacak mal-mülk ağı içinde olmamaları, üçüncüsü ise her kesime hitap edecek şekilde orta kesimden seçilmiş olmalarıdır. Peygamberlerin Kur’ân’da zikredilen tevhîd mücadelelerine baktığımızda bazı istisnalarla birlikte genel olarak bu üç tespiti doğrulayan bir tablo görürüz.[4]

Şehirli

Peygamberlerin şehir ortamında faaliyet yürütmelerinin en temel nedeni şehrin yerleşik nüfusu, ticaret ve kültürel merkez işlevi görmesi, içinde ve çevresinde sürekli bir nüfus hareketinin bulunuyor olmasıdır. Bu durumda şehir, peygamber için faaliyetini yürüteceği sabit zemindir. Bu zemin ona çevreyle ilişki kurmasında ve davasını ulaştırmasında büyük bir kolaylık sağlamaktadır. Bu ilişki kurmada insanları bir araya toplayan ve iletişim kurmasına olanak sağlayan ticari faaliyetler, pazarlar ve panayırlar çok önemli imkânlar sunmaktadır.

Tarih boyunca görülmüştür bir beldenin şehir olmasında ticaretin öncelikli yeri vardır. Diğer medeniyet unsurları ticaret sayesinde yayılma, tanınma ve kabul görme imkânına kavuşmuştur. Ticaret sadece insan hareketini değil, başta eşya olmak üzere kültürel değerlerin ve sosyal tutum ve davranışların bir yerden ötekine intikalini sağlamıştır. Nitekim kültür değişimi denilen kültürler arası iletişim ve geçişlerde ticaretin öncü rolü inkâr edilemez bir gerçeklik olarak kabul edilmiştir.

Hz. Peygamber’in (sas) davasını anlatmak için Mekke civarında kurulan panayırları değerlendirmesi bu açıdan anlamlıdır. Çünkü buralar insanların öncelikle ticarî kaygıyla toplandıkları yerler olsa bile aynı zamanda birbirlerini etkiledikleri ve etkilendikleri zemin olma özelliği taşıyorlardı. Oralara sadece maddî ve somut anlamda alış-veriş yapanlar değil; hatipler, şairler ve ozanlar gibi kültür ve sanat adamları da ilgi göstermekteydiler. Bunlar içerisinde sırf insanları eğlendirmek ve hoşça vakit geçirmek niyetli olanlar olduğu gibi Kus b. Sâide gibi öğüt verenler, geleceğe ışık tutanlar ve insanlara yol ve yöntem gösterenler de bulunmaktaydı. İşte Hz. Peygamber’in (sas) bu panayırlara ilgisi tam da bu son örneğe uygundur. Onun amacı insanlara yol göstermek, varlık nedenlerini hatırlatmak ve gelecekte kurtuluşa ermelerine vesile olacak ilke ve ilahi bildirgeleri iletmek, anlatmak ve öğretmektir. Bunun için en iyi zemin sosyal ve kültürel ufku açık, geniş ve her kesimden insanı toplayan şehirler ve oralarda kurulan panayırlardır.[5]

Orta Halli

Her ne kadar peygamber şehir ortamında bulunsa da onun meşgul edici dünyevî etkinliklerine, kuşatıcı havasına, kuvvetli dip ve yüzey akıntısına kendisini kaptırmaması gerekiyordu. Aksine peygamber şehre yeni bir soluk, adil ve sürdürülebilir hayat muştusu, açıklık politikası ve kurtuluş reçetesi sunan medeniyet önderi ve örneğidir. Ama bunu yaparken şehrin hareketini kesmeden, havasını yok etmeden, akışı durdurmadan; davetlerini gizli ve dipten değil, görünür ve açıklık içinde yapması hem maharetini hem de farkını ortaya koymaktadır. Peygamberlerin Kur’ân’da çizilen hayat serüvenlerine bakıldığında hiçbir peygamber davasını dile getirdiği toplumlarda ne mala ne de iktidara talip olmuştur. En açık örneği Hz. Musa’dır. Firavuna iki öneri götürmüştür: Birincisi Yaratıcısı olan Allah’ı tanıması yani insanlığının farkına varması, ikincisi ise hemcinsleri olan insanlara zulmetmekten vaz geçmesi. Hz. Musa bütün bunları açıklık içinde yürütmüş ne taç kavgasına girmiş ne de mal sevdasına düşmüştür.[6] Hz. Peygamber (sas) bu zincirin son halkasıdır. Mekkeli müşrikler ona “Gel seni başımıza reis yapalım, zengin edelim, en güzel kadınla evlendirelim.” dediklerinde ve amcası Ebû Talib’e baskı kurduklarında onun kesin ve net sözü “Bir elime güneşi bir elime de ayı verseniz yine bu davadan vaz geçememem.” olmuştur.[7] Çünkü peygamberlerin davaları kendi iddiaları değil, Allah’ın onlara yüklediği bir görevdir. Bunu en açık bir biçimde şu ayet ifade eder: “De ki: Ben sizin gibi bir insanın, şu kadar var ki bana ilahınızın tek bir ilah olduğu vahiyle bildiriliyor” (Kehf 110, Fussilet 6). Müşrikler “Bundan başka Kur’ân getir yahut bunu değiştir”, dediklerinde, onlara şöyle demesi istenmiştir: “Ben bunu kendiliğimden değiştirme yetkisine sahip değilim. Ben ancak bana vahiyle bildirilene tabi olurum. Şayet Rabbime itaatsizlik edersen büyük günün azabından korkarım.” (Yunus 10/15). Buradan anlaşılıyor ki peygamberlerin birinci öncelikli görevleri ilahî makam tarafından belirlenen ve tevdi edilen davalarıdır. O yüzden İmam Mâtürîdî, “Peygamberler ne davalarını ihmale götürecek iktidar çarkı ve zenginlik meşguliyeti içinde kaybolurlar ne görevlerini aksatacak derecede fakirlik ve muhtaçlık içinde bulunurlar.” tespitini yapar.[8]

Bu kuralın istisnaları olan sultan peygamberler Hz. Dâvûd ve Hz. Süleyman’ın durumları kafalarda soru işareti oluşturabilir. Ama onların Kur’ân’daki örneklik halleri incelendiğinde onların da birinci önceliklerinin davaları olduğu açıkça görülür. Onların idarecilikleri Hz. Peygamber’in (sas) Medine dönemindeki toplumsal ve siyasî önderliğiyle benzerlik arz eder. Kur’ân’daki tevhîd mücadeleleri incelendiğinde Yüce Allah’ın hiçbir şekilde onların iktidar çarkı içinde kaybolup gitmelerine müsaade etmediği açıkça müşahede edilir. Hz. Dâvûd ve Hz. Süleyman’ın zaman zaman sert ilahî uyarılarla karşılaştıkları da bir gerçektir. Nitekim Hz. Dâvûd’un son derece korunaklı konutuna insan suretinde iki meleğin tepeden girmesi ile Hz. Süleyman’ın tahtında adeta bir cesede dönüştürülmesi uyarılara iki çarpıcı örnektir.[9] Yüce Allah bu iki olayla onlara insanlarla aralarına konut veya makam gibi engeller koymamalarını hatırlatmıştır. Öte yandan Hz. Süleyman’ın Belkis’ın elçilerine “Siz bana mal yardımı mı yapıyorsunuz? Allah’ın bana verdiği sizin verdiğinizden daha değerlidir.” (Neml 27/36) sözü onun durduğu yeri göstermesi bakımından önemlidir. İşte bu sebepten hem Hz. Dâvûd hem de Hz. Süleyman bütün sultanlık haşmetlerine rağmen mütevazı olmayı bilmişler, insanlarla aralarına mesafe koymamışlar ve davalarının öncelikli olduğunun örnekliğini sergilemişlerdir.[10] Benzer bir durum Hz. Peygamber’e (sas) yönelik Mekke’nin fethinin anlatıldığı Nasr sûresinde “Allah’ın yardımı gelip fetih gerçekleştiğinde ve insanların dalga dalga Allah’ın dinine girdiğini gördüğünde Rabbini tesbih et ve ondan bağışlanma dile! O tövbeleri çokça kabul edendir.” (Nasr, 110/1-3) diye buyurulmasıdır. Sûrenin sonundaki tesbîh ve istiğfar aslında bir uyarıdır. Allah’ı tesbîh etmek demek kişinin Allah’ın yegâne tek yaratıcı ve kadîm olduğunu bilmek, kendisinin kulluğunu ve muhtaçlığının bilincinde olmak demektir. İstiğfar ise bütün zafer ve kazanımların Allah’ın desteğiyle gerçekleştiğinin bilincinde olmayanlara yönelik Hz. Peygamber (sas) üzerinden bir ihtardır. Eğer böyle bir bilinçten yoksunsalar tevvâb olan Allah’tan bağışlanma dilemelidirler. Nitekim “Sen onlara Allah’ın lütfu olan rahmetiyle yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın hiç şüphesiz onlar etrafından dağılır giderlerdi.” (Âl-i İmrân 3/159)  âyetinde de insanların etrafında toplanmasının Allah’ın rahmetiyle gerçekleştiğine vurgu yapılmıştır.

Orta Kesimden

İmam Mâtürîdî’nin üçüncü tespiti olan peygamberlerin orta sınıftan seçilmesi her kesime hitap etme imkânı sağlaması bakımından son derece ehemmiyetlidir. Çünkü peygamberlerin asıl görevleri tebliğ yani davalarını ayrımsız bütün insanlığa ulaştırmaktır. Çünkü insanlar, onların davetlerine mal, mülk veya itibar dolayısıyla değil, güttükleri davanın sahihliği ve getirdikleri delillerin inandırıcılığına göre ittiba ve intisap etmelidirler.[11] O yüzden Kur’ân’da peygamberler salt siyasal ve toplumsal otorite değil, mesaj getiren resûl, haber getiren nebî sıfatlarıyla anılırlar. Davalarını tebliğde ise kötülüklere karşı uyarma (inzar) ve iyi olan hususlara teşvik (tebşir) yöntemini kullanırlar. Bütün bu faaliyetleri yerine getirirken peygamberler hem toplumun tam orta yerindedirler hem de içlerinden biridirler. Hz. Peygamber (sas) hakkında “Size içinizden bir peygamber geldi.” (Tevbe 9/128) denilmesi, diğer peygamberin “Görevlendirildikleri kavimlerin kardeşleri” (Hûd 11/50, 61, 84) olarak nitelenmesi bu tespiti doğrulamaktadır. Sözgelimi Hz. İbrahim bir yandan Nemrutla bir yandan put tapan babasıyla bir yandan toplumun ileri gelenleriyle muhatap olurken aynı zamanda gelir bakımından ve yaşantı olarak toplumun alt kademesiyle de iletişim halinde olmuştur. Kur’ân’da ifade edildiği şekliyle peygamberlerin her kesime eşit düzeyde hitap etmesinden rahatsız olan müşrikler ve münafıklar peygamberlerin yanında yer alan bazı insanları “ayak takımdan olanlar ve akılsızlar (erazil ve süfehâ)” olarak nitelemeye kalkışmışlar. Onların bu şekilde halkı aşağılamalarına yönelik “Asıl böyle diyen onlar sefihtirler, ama bunu anlayacak durumda da değildirler”, “siz cehaletin dibini boylamış kimselersiniz.” cevabı verilmiştir (Bakara 2/13; Hud 11/27, 30). Bu cevapta Allah katında insanların değerini kadın, erkek, ırk, renk, zenginlik, fakirlik değil, fıtratı korumak ve yanı sıra iman etmek, güzel işler yapmak ve ahlaklı davranışta bulunmak belirler. Hatta Hz. Peygamber’in (sas) müşriklerin ileri gelenlerini davet sırasında ağma olan Abdullah b. Ummi Mektum’a yönelik küçük bir ihmali bile Kur’ân’da eleştirilmiştir. Bütün bunlar gösteriyor ki peygamberler ortaya koyduğu adil ve müşfik tavırlarıyla kadın-erkek, çocuk-yaşlı, zengin-fakir ayrımı yapmaksızın toplumun tüm kesimlerini eşit düzeyde muhatap almışlardır. Çünkü insanlar Allah’ın kulu olma ve dinine mensubiyet bakımından eşittirler. İmam Mâtürîdî bu durumu “İnsan olmak ve dine mensubiyet bakımından hür ile köle arasında hiçbir farklılık yoktur.” diye net bir şekilde ifade etmiştir.[12]

Sonuç olarak peygamberlerin kurucu önderler oldukları medeniyetinin en önemli manevî göstergeleri adalet, rahmet ve mağfirettir. Kim olursa olsun herkes için adalet esastır. Bir kimsenin inkârcı, isyankâr, günahkâr, zalim olması bu durumu değiştirmez. Çünkü “Yüce Allah hiç kimseye zulmetmez, ama insanlar kendilerine zulmederler.” (Yunus 10/44) Bu konuda Müslümanlara yönelik emir çok açıktır: “Bir kavme olan kin ve nefretiniz sizi adaletsizliğe götürmesin. Bilakis adil olunuz!” (Maide 5/8). Buna karşın mümin, muti ve muhsin olanlara yönelik ise rahmetle ve şefkatle muamele edilir. Nitekim “Allah kendisine rahmeti yazmıştır.” (En’âm 6/54) âyeti Allah’ın mümin kullarına mükâfatıdır. Bu konuda müminlerin tavrı ise  “Muhammed Allah’ın elçisidir. Onunla birlikte olanlar kâfirlere karşı sert tutumlu, kendi aralarında merhametlidirler.” (Fetih 48/29) âyetiyle belirlenmiştir. Âyette sert tutum Türkçedeki anlamıyla şiddet göstermek değil, kâfirler karşısında adaletten ayrılmadan sağlam, sabit ve dik duruş sergilemektir. Öte yandan inkârcı, isyankâr, günahkâr ve zalim bir kimse şayet samimiyetle pişmanlık duyar, ıslah olacağına söz verir ve Rabbine yönelip bağışlanma talebinde bulunursa Yüce Allah ona bağışlama kapısını açar. “Günahından pişmanlık duyup samimiyetle tövbe eden kişi sanki günahsız kimse gibidir.” (İbn Mace, “Zühd” 30) hadis-i şerifi bunun müjdesidir. Yüce Allah’ın “Ey Peygamber! Hem kendi günahın hem de mümin erkekler ve mümin kadınların günahları için bağışlanma talebinde bulun!” (Muhammed 47/19) buyruğu ise merhametin, şefkatin ve bağışlanma talebinin hem kişisel hem de toplumsal boyutta bir genişliğe sahip olduğunun beyanıdır.

Bu medeniyetin maddi unsurları ise kitap, mescit ve şehirdir. Kitap vahyin tezahürü, mescit Allah’ı yegâne ilah, rab ve ma’bud tanımanın merkezi, şehir ise Allah’ın kullarına ilahî mesajı iletmenin zeminidir. Şekil ve mahiyet itibariyle bazı farklılıklar gösterse de bütün peygamberlerin kurucu önderler olduğu medeniyetlerde bu unsurlar kesinlikle bulunmaktadır. Çünkü peygamberlerin şeriatlarında farklılıklar bulunsa da inanç ve din bakımından birinden ötekine asla bir farklılık ve tutarsızlık görülmez.[13] İnsanlığa son kurtuluş reçetesi olan İslâm medeniyeti de tam da bu temel ve ayaklar üzerine kurulmuştur. Bunun örnek tezahürü son elçi Hz. Muhammed Mustafa’nın (sas) ashâbıyla birlikte kurduğu, insanlığa armağan ettiği Medîne-i Münevvere’dir.


[1] bk. O. Gümüşçü-M.S. Küçükaşcı, “Köy”, DİA)

[2] Habil Şentürk, “İnsan, Din ve Medeniyet Kavramlarına Psikososyal Açıdan Bir Bakış” Ana Hatlarıyla İslam Medeniyeti, edit. A. Demircan-M. Akgündüz, İstanbul: Siyer Yayınları 2021, s. 26).

[3] Bk. Âdem Apak, Ana Hatlarıyla İslam Öncesi Arap Tarihi ve Kültürü, İstanbul: Ensar Neşriyat 2016, s. 72-82.

[4] Bk. Te’vilâtü Ehli’s-Sunne, nşr. Fatıma Y. el-Hiyemî, Beyrut 1425/2004, 2/548, 609-610; 3/607; 4/148).

[5] Âdem Apak, Kur’ân’ın Geliş Ortamında Arap Toplumu, İstanbul: Kuramer 2017, s. 270.

[6] Bk. Cağfer Karadaş, Hidayet Rehberleri Peygamberler Kur’ân’da İsmi Geçen 25 Peygamber, Bursa: Emin Yayınları 2013, s. 95-101.

[7] Âdem Apak, Siyer-i Nebî, İstanbul: Ensar Neşriyat, 2020, s. 127-130.

[8] Mâtürîdî, Te’vîlât, 4/148.

[9] Sâd 38/21-22, 34; bk. Fahreddîn er-Razî, et-Tefsiru’l-Kebîr, 16/209.

[10] Bk. Cağfer Karadaş, Hidayet Rehberleri Peygamberler, s. 103-118.

[11] Mâtürîdî, Te’vilât, 2/521.

[12] Mâtürîdî, Te’vilât, 1/400.

[13] Mâtürîdî, Te’vilât, 2/531.

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
İlkeli Yönetim
Ramazan Kayan
Kudüs’te Bir Eşraf Ailesi: el-Hüseynîler...
Sezai Balcı
Gazze: Direniş ve Diriliş Mektebi...
Abdullah Yıldız
Zafer Vadedilen Kur’ân (Tufan) Nesli...
Recep Songül
Filistin Direnişi Bize Ne Anlatıyor?...
Aydın Ünal
RÖPÖRTAJLAR
“Gazze’de yaşananlar, Batı’nın dünya kamuoyundan, ...
Derda Küçükalp
"Filistin davası, Filistinlilerin ya da Arapların ...
Abdurrahman Arslan
“Dünyaların değiştiremediği insanlar ancak dünyala...
Muhammed Emin Yıldırım
“Müslümanın dünyayla ilişkisi tedbir ve temkin ili...
Kasım Küçükalp
... her nimetin bir külfeti var. Gülü seven dikeni...
Ali Osman Öncel
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
Göstermenin Mesuliyetinde Sinemanın Örnekliği...
Abdülhamit Güler
Perdedeki Kimin Afeti, Felaketi, Kıyameti!...
Abdülhamit Güler
Türk Sinemasında Neden Hz. Muhammed (sas) Filmi Yo...
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
Habib-i Neccâr’ın Gözyaşları
Mikail Çolak
Avrupa’nın Ortasında Var Edilen Güçlü Bir İnanç İk...
Mikail Çolak
İnsan Göç Eyler
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
Afrâ bint Ubeyd Yüzlü Kadınların Zamanından…...
Rumeysa Döğer
Bütün Şehit Annelerine: Sümeyra Bint Ubeyd Teselli...
Rumeysa Döğer
Ensârî Bir Muhacir: Zekvân b. Abdükays...
Miraç Okutan
İki Hicret Sahibi: Ca’fer b. Ebû Tâlib...
Miraç Okutan
NEBEVİ VARİSLER
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Takvâ Sahiplerinin Öncüsü Hasan Basrî...
Beyza Durna
Ca'fer b. Ebû Talib
Zeynep Simit
Süleyman b. Yesâr
Ruveyda Büyükkendirci
Ömer b. Abdülaziz
Kevser Özdağ
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x