Bu soruya çoğumuz hemen olmaz diye cevap veririz. Ancak peygambersiz din olur mu sorusuna bir de şöyle cevap verebiliriz: Olur ama o din Allah’ın gönderdiği din ol(a)maz.
Bugün peygambersiz bir din anlayışında olan binlerce insan var. İnsanların büyük bir kısmı şu an peygamberlik denilen nübüvvet müessesesine karşı farklı farklı tavırlar sergiliyorlar. Menfi anlamda sergilenen tavırları şu beş başlık altında toplamamız mümkündür:
- Peygamberlik müessesesi benim için bir anlam ifade etmiyor.
- Peygamberlik müessesesi benim için gereksiz bir müessesedir.
- Peygamberlik müessesesi benim için tarihte uydurulmuş ve kurgulanmış bir kurumdur.
- Peygamberlik müessesesi benim için Allah’ın vahyini bana ileterek sona ermiş bir vazifedir.
- Peygamberlik müessesesi benim için tarihi anlamda değeri olan ama bugün elimizde Kur’ân olduğu için çok da ihtiyaç duyulmayan bir kurumdur.
Dikkat edilirse ilk üç tavır deizmdir; son iki tavır ise görünürde bir inkâr taşımasa bile eğer eksik ve hatalı düşünceler düzeltilmezse varacağı nokta hiç kuşkusuz yine deizmdir.
Din Binasının Üç Temel Esası
Din dediğimiz ilahî sistem malum olduğu üzere üç temel esastan oluşur:
- Dinin sahibi olan Allah
- Dinin sözleri olan Vahiy
- Dinin sözcüsü olan Peygamber
Bu üç temel esasta bize mahiyet itibari ile yani yaratılış itibari ile tür itibari ile en yakın olanı peygamberdir. Bütün peygamberler beşerdir, beşerî anlamda bizim gibidirler, bizdendirler; hatta sadece “minkûm/sizden” değil “min enfüsikum/sizin nefislerinizden” dir.Dolayısı ile insanlığa örnek ve rehber olarak gönderilen tüm peygamberler, insanların içerisinden seçilmişlerdir.
Onların seçim süreçlerini şöyle bir hatırladığımızda o peygamberler mağarada doğmuş, çocuklukları, gençlikleri kavimlerinin içinde geçmemiş, bir başka yerde yaşarlarken birden ortaya çıkıp “Ben size gönderilen elçiyim.” dememişlerdir. Hepsi belli bir dönem kavimlerinin içerisinde yaşamış, bebeklik, çocukluk, gençlik ve olgunluk dönemleri kendi kavimlerinin içerisinde geçmiş, sonra onların karşısına geçip “Ben size gönderilmiş bir elçiyim.” demişlerdir.
Peygamberlere Nasıl Karşılık Verilmiştir?
Peygamberler seçilip tebliğ vazifesinin gereğini yerine getirmek için kavimlerinin karşılarına geçtiklerinde o muhataplardan farklı farklı tavırlar görmüşlerdir. Bu karşılıkları biz, şöyle özetleyebiliriz:
- Bazıları “Niye bir başkası değil de sen?” diye seçimi beğenmemişlerdi.
- Bazıları “Niye ben değil de sen?” diye haset etmişlerdi.
- Bazıları “Niye önce değil de şimdi; burası değil de orası?” diye karşı çıkmışlardı.
- Bazıları “Niye olağanüstü biri değil de sen?” diye itiraz etmişlerdi.
- Bazıları “Niye bu kadar sade ve basit?” diye kabul etmemişlerdi.
Görüldüğü üzere kendilerine peygamber gönderilen kavimlerin bazıları inkâra şartlandıkları için bazıları şüphelere kendilerini kaptırdıkları için bazıları işi inada ve hasede yasladıkları için peygamberleri kabul etmediler veya çok zor iman ettiler.
Bu tavır ve davranışların hepsinin Kur’ân’da karşılıklarını görürüz. Ancak sadece Hz. Peygamber’e (sas) karşı söylenen sözleri görmemiz açısından şu âyetleri hatırlamamız yeterli olacaktır.
“Onlar (bir de) şöyle dediler: Bu ne biçim peygamber; (bizler gibi) yemek yiyor, çarşılarda dolaşıyor! Ona bir melek indirilmeli, kendisiyle birlikte o da uyarıcı olmalıydı! Yahut kendisine bir hazine verilmeli veya içinden yiyip (meşakkatsizce geçimini sağlayacağı) bir bahçesi olmalıydı. (Ayrıca) o zalimler (müminlere): ‘Siz, ancak büyüye tutulmuş bir adama uymaktasınız!’ dediler.” (Furkân 25/7, 8)
Hz. Peygamber’e (sas) Karşı Sergilenen Tavırlar
Önceki peygamberlere karşı sergilenen tavırların hemen hemen hepsinin Efendimiz (sas) için de sergilendiğini hem Kur’ân’da hem siyer içerisinde görmekteyiz. Hatta daha Efendimiz (sas) hayatta iken özellikle son dönemlerinde kıskançlık ve farklı beklentilerden dolayı “peygamberlik iddiasında bulunan yalancılar” ortaya çıkmıştı.
Bunların ilki; Benî Ans kabilesindenEsved el-Ansîdiye tanınanAbhele bin Ka’b(ö. 11/632) idi. İkincisi ise asıl adıMesleme b. Sümâmeolan ama Yemâme’nin yalancısı olarak bilinen Müseylimetü’l-Kezzâb’dır(ö. 12/633). Ona Müslümanlar, tahkir etmek için Müseylime yani “Müslümancık” demişlerdi. Tarih boyunca bunlardan sonra da niceleri çıkmış kimi resûllüğünü, kimi nebiliğini, kim mesihliğini ve kimi de mehdiliğini ilan etmiştir.
Bütün bunları dikkate alarak günümüze kadar peygamberlik kurumuna istenilen hali ile değil kendi anlayış ve kuruntularına göre karşılık verenleri şöyle 5 başlık altında toplayabiliriz:
- İnkâr ve inattan dolayı karşı olup iman etmeyenler
- Kibir ve hasetten dolayı düşman olup iman etmeyenler
- Şüphe ve tereddütlerden dolayı ikna olmayıp iman etmeyenler
- Menfi propaganda ve telkinlere kapılıp iman etmeyenler
- Cehalet ve gaflet girdaplarına düşüp iman etmeyenler
Neden İman Edecekmişim ki?
Yukarıda sayılan bu beş farklı tavır; tarih boyunca hep vardı, şimdi de var gelecekte de olmaya devam edecektir. Bu beş tavrın ileri sürdükleri birçok iddia ve soru vardır. Bunlardan en fazla dillendirdikleri bazı iddiaları ve soruları burada bir hatırlamış olalım.
Mesela inkâr, inat veya kibir ve hasetten dolayı özellikle son Nebi olan Efendimiz’e (sas) iman etmeyenler şunları diyorlar:
- Ben bir Araba mı iman edeceğim?
- -Haşa- Baldırı çıplak birine mi inanacağım?
- Bilimle, ilimle çelişen bunca şeyi söyleyen birine mi inanacağım?
- Okuma yazma bilmeyen birine mi inanacağım?
- Yaşayıp yaşamadığı belli olmayan birine mi inanacağım?
- Akıl gibi bir imkânım varken ben 14 asır önce geldiği söylenen birine mi inanacağım?
Ve daha neler, neler…
Şüphe ve tereddütlerden dolayı ikna olmayıp iman etmeyenler de zihinlerinde biriktirdikleri birçok farklı soru soruyorlar. Mesela bu sınıfta olanların en fazla sordukları sorular şunlardır:
- İnsanlar neden peygambere ihtiyaç duysunlar ki?
- Allah bizlere akıl vermişse peygambere ne gerek var ki?
- Her topluluğa peygamber gitmiş mi?
- Neden bütün peygamberler aynı coğrafyaya gelmiş?
- Bütün peygamberler neden hep aynı soydan?
- Neden bütün peygamberler erkek, kadından peygamber olmaz mı?
- Âdem (as) ilk insan ve ilk peygamber mi?
- Âdem’in (as) çocukları birbirleri ile mi evlendi?
- Mucizeler çok da inanılacak şeyler değil?
- Hz. Îsâ’nın (as) akıbeti ve tekrar yeryüzüne ineceği doğru mu?
Menfi propaganda ve telkinlere kapılıp iman etmeyenler ise bu sorulardan biraz daha farklı sorular soruyorlar. Özellikle şüphe ve tereddütleri arttığı için zihinlerini meşgul eden meselelerden bazıları şunlar oluyor:
- Peygamberimiz’in (sas) çok eşliliği ve evlilikleri
- Peygamberimiz’in (sas) Hz. Âişe ile evliği ve onun evlilik yaşı
- Peygamberimiz’in (sas) son peygamber olmasının delilleri
- Hadislerin güvenilirliği ve uydurma hadisler
- Peygamberimiz’in (sas) mucizeleri ve Kur’ân dışında mucizelerinin olup-olmadığı
- Neden başka peygamberlere değil de son peygambere salavat getirme zorunluluğunun olduğu
- İhtiram ve saygı ifadelerinde Allah için kullanma zorunluluğu yokken neden peygamber için salavat zorunluluğu olduğu
- Peygamber’e (sas) sihir, büyü yapılıp yapılmadığı meselesi
- Peygamberimiz’in (sas) okuma-yazma bilip bilmemesi
- Peygamberimiz’in (sas) şefaat hakkının olup olmaması ve şefaatin torpil olarak algılanması…
Cehalet ve gaflet girdaplarına düşüp iman etmeyenlere veya imanlarını tahkik üzere şekillendirmeyenlere gelince bu sınıfa girenler de epey fazladır. Böyle olunca soruları da fazlalaşmaktadır. Bu sınıfa girebilecek sorulardan bazıları ise şunlardır:
- Peygamberlerin ve Peygamberimiz’in (sas) din binasındaki yerinin ve konumunun tam olarak anlaşılmaması
- Peygamber’in (sas) diğer peygamberlerle yarıştırılması
- Peygamberimiz’in (sas) tanınmaması
- Siyere ait tarihi malumatı ezberlemeyi Peygamber’i (sas) tanımak olarak zannetmesi
- Hadislerde ciddi çelişkilerin olduğu zannedilmesi
- Diğer peygamberlere ait çok az malumatın bilinmesi
- Mezhebi telkinlerin yanlış yönlendirmeleri
- Peygamber’i (sas) -haşa- basitleştirmesi veya sıradanlaştırması
- Peygamber’i (sas) -haşa- aşırı yüceltmesi veya farkında olmadan Allah’a ait vasıfların ona atfedilmesi
- Sahâbenin tanımaması ve onlar ile kurması gereken hukukun zedelemesi
Beş Mühim Soru
Peygamberlere iman meselesini iyice anlayabilmemiz için şu beş soruya doğru ve ikna edecek cevaplar vermeliyiz. Nedir bu beş soru?
- Peygamber olmadan gerçekten din olmaz mı?
- Peygamberlik müessesesi neden ciddiye alınmalıdır?
- Peygamberleri ciddiye almak hayatımızda ne gibi sonuçlar ortaya çıkarır?
- Peygamberliğin ispatını nasıl yapabiliriz?
- Peygamberimiz ile aramızda kurmamız gereken hukuk nasıl olmalıdır?
Bunlar çok esaslı ve üzerinde ciddi ciddi durulması gereken konulardır. Buradaki her bir soru üzerinde ciddi emekler verilmesi gereken ve sayfalarca irdelenmesi gereken meseleleri içerisinde barındırmaktadır. Ama biz özet niteliğinde bazı noktalara dikkatleri çekmeye çalışalım.
- Peygamber olmadan gerçekten din olmaz mı?
Bunu yazımızın en başında da belirttik; din olur ama o din Allah’ın dini olmaz, yani o dinin adı asla İslâm olmaz. Çünkü dinin sahibi diyor ki “Ben insanla onların hemcinsi olan bir elçi aracılığı ile iletişim kuracağım.” Böylece ilk insan ve ilk peygamberi yaratıyor. Sonra da ihtiyaca binaen ve seçim sürecini kendisinin belirlediği ve bildiği bir yöntemle peygamberler gönderiyor. Sayıları Kur’ân’da 28, hadislerde 124.000 veya 224.000 olan bu peygamberler Allah’ın (cc) kendilerine yüklediği vazifeyi icra ediyorlar.
Dolayısı ile;
- Peygamber yoksa ortada Allah’ın dini yoktur.
- Peygamber yoksa sahih ve selim bir şekilde Allah inancı yoktur.
- Peygamber yoksa sınır ve sorumluluk yoktur.
- Peygamber yoksa inanç ve ibadet yoktur.
- Peygamber yoksa din yoktur, dinsizlik vardır.
Hal böyle olunca deizm de ateizm gibi aslında bir dinsizlik akımıdır.Bunu farklı bir şekilde masum göstermenin hiçbir faydası yoktur. Çünkü peygambersiz bir din anlayışı bir dinsizliktir.
- Peygamberlik müessesesi neden ciddiye alınmalıdır?
Hiçbir şey ama hiçbir şey rehbersiz olmayacağı gibi din de rehbersiz olmaz. Bir an düşünelim; Allah bize peygamber göndermeseydi, vahyi bir dağa indirseydi, o dağa vahyin indirildiğinden bizim nereden haberimiz olacaktı? Burada iki ihtimal düşünülebilir ya Allah bir anda hepimize bunun bilgisini verecekti “Falanca dağda vahiy var.” diyecekti ki bu çok zor bir durumdur. İkincisi ise birisi tevafuken o vahyi bulacak ve insanlara getirecekti ki böyle bir halde ne kadar insan o bulunan yazıların vahiy olacağına inanacaktı. Unutmayalım yazılı kâğıtların veya levhaların vahiy olduğuna inanmak, bir elçiye iman etmekten daha zordur? Elçiye karşı şüpheler ne kadar fazla ise diğer şüpheler ondan onlarca kat daha fazla olacaktır.
Bundan dolayı peygamberlik müessesini ciddiye almak bizim için hayati bir mevzudur. Bu müessese ciddiye alınmazsa hayatta asla kaos bitmez ve insan inanç konusunda asla selim bir çizgiye varamaz. O zaman “peygamberlik müessesi neden ciddiye alınmalıdır?” sorusuna şu cevapları verebiliriz:
- Şüpheleri çoğaltmak için değil bitirmek için
- İhtilafları arttırmak için değil azaltmak için
- Belirsizlikleri ziyadeleştirmek için değil berraklaştırmak için
- Kargaşayı ve karmaşayı fazlalaştırmak için değil bitirmek için
- Hevânın ve hevesin peşinde koşmak için değil hakikatin ve hidayetin yoluna varmak için…
- Peygamberleri ciddiye almak hayatımızda ne gibi sonuçlar ortaya çıkarır?
Aslında bir önceki soruya verilen cevap bu sorunun da kısmen cevabı niteliğindeydi. Ancak yine de bazı hususları biraz daha netleştirelim:
- Peygamberleri ciddiye almak, Allah’ın (cc) emirlerini ciddiye aldırtır.
- Peygamberleri ciddiye almak, otorite boşluğunu giderir.
- Peygamberleri ciddiye almak, örneklik makamını doldurur.
- Peygamberleri ciddiye almak, fitnelerin kapısını kapatır.
- Peygamberleri ciddiye almak, hidayete ve selamete insanı vardırır.
- Peygamberliğin ispatını nasıl yapabiliriz?
Bu konu öteden beri Müslümanların çok ehemmiyet verdikleri bir konudur. Tarih boyunca onlarca âlimimiz bu konuda eserler yazmışlardır. Mesela onlarca;
- Delâilü’n-Nübüvve/nübüvvetin delilleri
- Tesbîtü delâʾili nübüvveti/nübüvvet delilerinin tespiti
- Beşâirü’n-nübüvve/nübüvvetin müjdeleri yani onu doğrulayan belgeler
- Aʿlâmü’n-nübüvve/nübüvvetin aklî yönden ispatları
- Şevâhidü’n-nübüvve/nübüvvetin şahitlikleri
- Meʿâricü’n-nübüvve/nübüvvetin mucizeleri
Başlıklarında kitaplar yazılmıştır. İlgilenenler bu kitaplarla alakalı epey bilgilere ulaşabilirler. Delâilü’n-nübüvve türündeki eserleri, muhtevalarına ve peygamberliği ispat ediş metotlarına göre iki ana gruba ayırmak mümkündür:
- Sadece nakle dayanarak nübüvveti mûcizeler ve diğer hârikulâde olaylarla ispatlamaya çalışan eserler.
- Peygamberlik müessesesini aklî temellere dayandırarak ispatlamaya çalışan eserler.
Bu kitaplar çok çok kıymetlidir ancak biz daha güncel nübüvvet delilleri ile alakalı çalışmalar yapmak zorundayız. Mesela bizim klasik kitaplarımızda nübüvvete delil olarak birçok husus sayılmaktadır. Bu delillerin en fazla öne çıkanı şu altı delildir:
- İrşat delili
- Rüya delili
- Dillerin kaynağı delili
- Hüsün ve kubuh delili
- Mucizeler delili
- Tebliğin tesiri delili
Biz bütün bu delilleri iyice öğrenmeli, araştırmalı ve kavramalıyız ancak bugün karşılaştığımız soru ve sorunlara göre de yeni deliller ileri sürmeliyiz. Özellikle Peygamber Efendimiz’in (sas) peygamberliğine dair şu 10 delil üzerinde daha yoğun bir şekilde çalışabiliriz:
- Geçmiş vahiylerin Peygamberimiz’i (sas) ispatı
- Tarihin Peygamberimiz’i (sas) ispatı
- Kur’ân’ın Peygamberimiz’i (sas) ispatı
- Peygamberimiz’in (sas) kendisini ispatı
- Ahlâkındaki bütünlüğün kendisini ispatı
- Çağdaşı olan muarızlarının Peygamberimiz’i (sas) ispatı
- Sahâbenin Peygamberimiz’i (sas) ispatı
- İlim müktesebatının Peygamberimiz’i (sas) ispatı
- İnsan değiştirme ve dönüştürme potansiyelinin Peygamberimiz’i (sas) ispatı
- Ona karşı beslenen sevginin düzeyinin ve gücünün Peygamberimiz’i (sas) ispatı
- Peygamberimiz (sas) ile aramızda kurmamız gereken hukuk nasıl olmalıdır?
Bu konuda çok ama çok şey söylenir biz bu soruya bu yazımızda sekiz kavram üzerinden cevap vermek istiyoruz. Nedir bu sekiz kavram?
- İtaat
- İttibâ
- İ’tisâm
- İhsan
- İtidal
- İltizam
- İmtisal
- İktida
Bu kavramları birer cümle ile şöyle açıklayabiliriz:
- İtaat, Allah Resûlü’nün (sas) tebliğ ettiği her hakikate, kayıtsız ve şartsız kalben boyun eğmek, teslim olmaktır.
- İttibâ, Allah Resûlü’nün (sas) tebliğ ettiği her hakikate, tâbi olmak ve gereğini yerine getirmek için fiilen harekete geçmektir.
- İ’tisâm, Allah Resûlü’nün (sas) tebliğ ettiği her hakikate, istenilen düzeyde sarılmak, o değerleri korumak ve onlara bağlanmaktır.
- İhsan, Allah Resûlü’nün (sas) tebliğ ettiği her hakikate, en güzel karşılığı ortaya koyarak inanmak ve onlarla amel etmektir.
- İtidal, Allah Resûlü’nün (sas) tebliğ ettiği her hakikate, geldiği gibi rıza göstermek ve hiçbir şekilde aşırılıklara kapı açmadan kabul etmektir.
- İltizam, Allah Resûlü’nün (sas) tebliğ ettiği her hakikate, uygun bir şekilde yapışmak, sebat ve sabır ile bu çizgiyi sonuna kadar korumaktır.
- İmtisal, Allah Resûlü’nün (sas) tebliğ ettiği her hakikate, mutlak örneklik nazarı ile bakmak, rehberiyeti başka yerlerde aramamaktır.
- İktida, Allah Resûlü’nün (sas) tebliğ ettiği her hakikati, uyulması gereken bir mükellefiyet olarak anlamak, uyulan makamın gösterdiği ile yaşamaya gayret etmektir.