Menü
Abdülaziz Kıranşal
Abdülaziz Kıranşal
Tuz da Koktu…
Mayıs 3, 2025
Yazarın Tüm Yazıları

Bugün 106 İlahiyat Fakültemiz, 10 bin İlahiyat akademisyenimiz, 314 bin İlahiyat talebemiz var. 1607 İmam Hatip Lisemiz, bu liselerde görev yapan 44 bin öğretmenimiz, 504 bin imam hatip öğrencimiz, 100 binin üzerinde din görevlimiz var. Binlerce derneğimiz, STK’mız, vakfımız, tarikatımız, cemaatimiz, yardım kuruluşlarımız, medrese ve İslâmî ilimler merkezlerimiz var. Buralarda görev alan hocalarımız, başkanlarımız, üyelerimiz, yönetim kurullarımız, şeyhlerimiz, müridlerimiz, gönüllülerimiz ve tüm bunların aileleri, eşleri ve çocukları var.

Peki, neden hâlâ sabah namazlarında camilerimiz boş, neden gençler arasında deizm artıyor, neden yapılan röportajlarda gençlerimiz büyük oranda gusül abdestini bile bilmiyor, neden yapılan anketlerde gençler kendisini farklı kimliklerle tanımlıyor, neden boşanma oranlarımız evlilik oranlarımızı geçiyor, neden hâlâ rüşvetten, iltimastan, torpilden, ihaleye fesat karıştırmaktan yakınıyoruz, neden kul hakkından, haksızlıktan ve adaletsizlikten dert yanıyoruz. Neden? Neden? Neden?

Çünkü başta cemaatler, tarikatlar, STK’lar ve öncüler olarak örnekliğimizi ve etkileyiciliğimizi kaybettik. Çünkü niteliğimizi ve eminliğimizi kaybettik. Çünkü savunduğumuz değerleri önce kendimiz yaşamayı ihmal ettik. Çünkü temsilden ziyade tebliğe önem verdik, bilinçten ve şuurdan ziyade bilgiyi önceledik. Yaşanılabilir bir Müslümanlıktan ziyade savunulabilir bir ideolojiye dönüştürdüğümüz İslâmcılığı tercih ettik. Dışarıda güç, sayı ve kalabalık peşinde koşarken içeriden çürüdüğümüzü fark edemedik. Tartışılmaması gereken ne varsa tartıştık. Önceliklerimizi kaybettik. Hem toplumu hem de kendimizi din yorgunu yaptık…

İddialarımızdan vurulduk. Uğruna mücadele verdiğimiz değerleri ihmal ettiğimiz, ideallerimizi unuttuğumuz, hedeflerimizden saptığımız, bilincimizi kaybettiğimiz, ihlâsımızı yitirdiğimiz, kardeşliğimizi katlettiğimiz, eminliğimizi mahvettiğimiz, modern bir “Fetret Dönemine” savrulduk.

Birbirimize düştük. Kırk gün boyunca kılıcını bileyerek Hz. Ali’yi öldürmeyi kendisine nasip etmesi için Allah’a dua eden İbn Mülcem gibi din adına, Allah adına, dava adına kendi kardeşlerimizi harcadığımız, acımasızca birbirimize kıydığımız bir derde düştük.

Doksan yıldır eleştirdiğimiz ne varsa başına “İslâmî” ibaresini koyarak, bir zaruret icat ederek, bir fetva üreterek meşrulaştırdık. Doksan yıldır yakındığımız ne varsa kalıcı bir ahlâka dönüştürdük. Ulvi hedeflerimizi, ideallerimizi, kazanımları kaybetmeme tutkumuzu; haram sınırlarını aşma konusunda elverişli birer malzemeye dönüştürdük.

Büyük bir “vehn” krizine yakalandık. Efendimiz (sas) buyurdu ki; “Diğer milletler, tıpkı sofraya yemek için üşüşen insanlar gibi sizin üzerinize üşüşecekler.” Bunun üzerine sahâbîler şaşkınlıkla sorarlar: “Ya Rasûlullah, o gün sayımız çok mu az olacak?” Efendimiz (sas): “Hayır” der. “Bilakis, o gün sayınız çok olacak. Fakat siz bir akıntıyla sürüklenen çer-çöp gibi olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın kalbinden sizin korkunuzu silecek, sizin kalbinize de “vehn” verecek.” Bunun üzerine sahâbîlerden biri sorar: “Vehn nedir ya Rasûlullah?” O da buyurdu ki: “Dünya sevgisi ve ölümü sevmemek, ondan nefret etmek.”1 işte bu büyük bir dünyevileşme krizidir. “Vehn” ahirete karşılık dayanılmaz bir şehvetle dünyayı tercih etme krizidir. “Vehn” dünyalık kazanımlarını kaybetmeme adına büyük bir cesaretle ahiret kazanımlarını gözden çıkarabilme girişimidir.

Etkisiz, ruhsuz ve mekanik bir dindarlık hastalığına yakalandık. Bir dindarlık düşünün ki; başkalarına sürekli kanaati, şükrü ve yetinmeyi tavsiye ediyor. Ama iş kendi hayatına gelince yaşam konforundan, hayat standartlarından, alışkanlık haline getirdiği lüks ve israfından zerrece taviz vermiyor. Başkalarına asgari ücreti kendisine çifte maaşları, başkalarına gecekonduları ve TOKİ’yi kendisine lüks villaları, başkasına tutumlu olmayı kendisine bolca harcamayı layık görüyor. İşte bu, insanı dinden soğutan bir dindarlıktır. Bir dindarlık düşünün ki; sürekli haktan, adaletten, İslâmî ilke ve prensiplerden bahsediyor. Ama kararlarında adalet yok, atamalarında liyakat yok, tercihlerinde ehliyet yok, işlerinde istişare yok, davranışlarında merhamet yok, vaadinde sadakat yok. Dışarıda eleştirdiği ne varsa içeride hepsini toplu halde uyguluyor. İşte bu, insanı dinden soğutan bir dindarlıktır. Bir dindarlık düşünün ki; namaz kılıyor, sakal bırakıyor, başörtüsü takıyor. Ama kıldığı namaz, bıraktığı sakal ve taktığı başörtüsü topluma ahlâk, adalet, merhamet ve hakkaniyet olarak yansımıyor. Namazı, onu kötülüklerden alıkoymuyor, sakalı onu daha ahlâklı yapmıyor, başörtüsü onu daha hakkaniyetli hâle getirmiyor, dindarlığı onu elinden ve dilinden emin olunan bir Müslüman yapmıyor. İşte bu, insanı dinden soğutan bir dindarlıktır.

Ve en son tüm kokuşmuşluk ve çürümüşlüklere karşı tuz vazifesini yerine getirmemiz gerekirken bizzat tuzun da kokmasına vesile olduk. Zira İslâmî kimlikleriyle daha ahlâklı, daha adil ve daha merhametli bir toplum inşa etmek adına ortaya çıkan, STK mensupları, cemaatler, dernekler, hocalar, ilim adamları, yazarlar, başkanlar, bürokratlar yani öncü ve örnek olma iddiasında olanlar da bozulursa tuz da kokmuş demektir.

Eğer bir toplumda öncü ve örnek olma iddiasında olanlar da sözlerinde durmazlarsa, randevularına dikkat etmezlerse, kendilerini arayanların telefonlarına dönmezlerse, borçlarını ödemezlerse, yalan söylemeyi alışkanlık haline getirirlerse, küfürlü ve müstehcen konuşmaktan çekinmezlerse, gıybet etmeyi bir hayat tarzı haline getirirlerse o toplumda tuz da kokmuş demektir.

Eğer bir toplumda öncü ve örnek olma iddiasında olanlar da namazlarına dikkat etmezlerse, toplantı salonlarını, miting alanlarını, konferansları doldurdukları halde camileri boş bırakıp cemaati terk ederlerse, sabah namazlarına kalkmazlarsa, Allah’ın zikrini, istiğfarı ve günlük Kur’ân okumayı önemsemezlerse, sünnet hassasiyetlerini kaybederlerse o toplumda tuz da kokmuş demektir.

Eğer bir toplumda öncü ve örnek olma iddiasında olanlar da helal gıda hassasiyetlerini kaybederlerse, evlerine haram katkılı gıda maddeleri ve haram lokma sokarlarsa, yolculukta, tatilde, kaldıkları otellerde, toplantılarda, uçaklarda, yurt dışı seyahatlerinde yediklerine ve içtiklerine dikkat etmezlerse, nereden alışveriş yaptıklarına önem vermezlerse, faize karşı ciddiyetlerini gevşetirlerse o toplumda tuz da kokmuş demektir.

Eğer bir toplumda öncü ve örnek olma iddiasında olanlar da kamu malı hassasiyetlerini kaybederlerse, lüks ve israfa düşerlerse, konformist bir dindarlığı benimserlerse, bilmem kaç asgari ücretlinin maaşını bir çantaya, bir ayakkabıya, bir elbiseye, bir yemeğe, bir serpme kahvaltıya, bir tatile harcarlarsa, bu yaptıklarını da elektrik parasını bile ödeyemeyen garibanın gözüne sokarlarsa, gösteriş budalası olurlarsa, elitleşip toplumdan koparlarsa o toplumda tuz da kokmuş demektir.

Eğer bir toplumda öncü ve örnek olma iddiasında olanlar da kul hakkı hassasiyetlerini kaybederlerse, görev yaptıkları derneğin, vakfın, dergâhın, yardım kuruluşunun, partinin imkanlarını şahsi çıkarları için kullanırlarsa, kamuya veya ümmete ait arabaları, yakıtı ve imkanları kendileri ve aileleri için kullanırlarsa, derneklerde ve öğrenci yurtlarında yedikleri ve içtikleri hakkında acaba zekât mıdır, sadaka mıdır? diye hiç düşünmezlerse o toplumda tuz da kokmuş demektir.

Eğer bir toplumda öncü ve örnek olma iddiasında olanlar da temel İslâmî prensipleri ihlal ederlerse, Müslüman erkekler İslâmî faaliyetlerde kadın-erkek münasebetlerine dair ölçüleri aşarlarsa, İslâmî çalışma yapan kadın ve erkekler de ailelerini, evlerini, mahremlerini, özellerini Tiktok ve İnstagram’a servis ederlerse o toplumda tuz da kokmuş demektir.

Eğer bir toplumda öncü ve örnek olma iddiasında olanlar da eşlerine zulmederlerse, birbirlerine karşı saygısızca davranırlarsa, evlerini dizilere ve internete teslim ederlerse, ana-babalarına hürmet etmezlerse, kaynana ve kayınbabalarıyla küs kalırlarsa, akrabalarıyla ilişkilerini keserlerse, çocuklarını İslam’a göre yetiştirmezlerse, Müslümanca bir yuva kurma ideallerini kaybederlerse o toplumda tuz da kokmuş demektir.

Eğer bir toplumda öncü ve örnek olma iddiasında olanlar da birbirleriyle uğraşılarsa, hocalar tebliği bırakıp birbirine reddiye yaparlarsa, cemaatler daveti bırakıp birbirine düşerlerse, Müslüman bürokratlar birbirinin ayağını kaydırmaya, Müslüman siyasetçiler birbirini rezil etmeye çalışırlarsa, Müslüman gençler trolleşip kendi kardeşlerini linç etmeye heveslenirlerse ortada birlik, beraberlik ve kardeşlik adına hiçbir şey bırakmazlarsa o toplumda tuz da kokmuş demektir.

Eğer bir toplumda öncü ve örnek olma iddiasında olanlar da haksızlıklara, adaletsizliklere ve zulümlere sessiz kaırlarsa, yapılan yanlışlar karşısında vardır bir bildikleri derlerse, kendilerinden olanların ahlâksızlıklarını savunurlarsa, dünyevi kazanımlarını, mallarını ve makamlarını kaybetmemek için ahiret kazanımlarını heba ederlerse, bedel ödemekten, riske girmekten, linç edilmekten çekinip de susarlarsa o toplumda tuz da kokmuş demektir.

Eğer bir toplumda öncü ve örnek olma iddiasında olanlar da bağlantılarını ve yüksek makamlardaki tanıdıklarını kullanıp torpil yaparlarsa, iltimas geçerlerse, ihaleye fesat karıştırırlarsa, rüşvete göz yumarlarsa, ehliyet ve liyakate değil kendi partilerinden, kendi tarikatlarından, kendi cemaatlerinden olanlara öncelik verirlerse o toplumda tuz da kokmuş demektir.

Unutmayalım!

Eğer bir toplumda öncü ve örnek olma iddiasında olanlar da tüm bu hataları yapıyorsa yaptıkları İslâmî çalışmalar kendilerine bile etki etmiyor demektir…

Bugün ihtiyacımız olan şey; şehrin sokaklarında, üniversitelerimizin kampüslerinde, fabrikalarımızın koridorlarında, devlet dairelerimizde, okullarımızda, adalet saraylarımızda ve hatta bakanlıklarımızda ve meclisimizde yürüdüğü zaman her kesimden insanın parmakla gösterip, hayranlıkla bakabileceği, örnek alacağı, etkileneceği, Müslümanlardır.

Bugün bir vakfa, bir büroya, bir dergâha, bir üniversite odasına, bir konferans salonuna, bir gazete köşesine hapsolmayan,  şişirilmiş değil, hormonlu değil, Çin malı da değil, sosyal medya kahramanı da değil, doğal ve sahici, örnek Müslüman şahsiyetlere ihtiyacımız var…

Gizemli değil tesirli, olağanüstü değil sıradan, hayatımızın içinde dolaşan, dokunabileceğimiz, konuşabileceğimiz, dertleşebileceğimiz, beraber gülüp, beraber ağlayabileceğimiz, örnek Müslüman şahsiyetlere ihtiyacımız var…

Bakınca Allah’ı ve ahireti hatırlayabileceğimiz, konuşunca ilmimizi arttırabileceğimiz, ibadet bilinciyle, ahlâkıyla, sabrı ve samimiyetiyle, eminliğiyle örnek alabileceğimiz Müslüman şahsiyetlere ihtiyacımız var…

Aynı pazardan ve marketten alışveriş yapabileceğimiz, aynı düğüne ve cenazeye katılabileceğimiz, aynı parkta çocuklarımızı gezdirebileceğimiz, aynı mitingde slogan atabileceğimiz, aynı sohbette diz kırabileceğimiz, halkın içinde, sıradan fakat belirgin, farkında olmadan hürmet edebileceğimiz Müslüman şahsiyetlere ihtiyacımız var…

Yanında gıybet ettiğimiz zaman bizi uyaracak, yamulduğumuz zaman bizi düzeltecek, gevşediğimiz zaman tutup kaldıracak, eksenimiz kaydığında geri döndürecek, içi dışı bir, özü sözü bir, kızınca da, sevinince de değişmeyen gerçek Müslüman şahsiyetlere ihtiyacımız var…

Camide de aynı, evde de aynı, sohbette de aynı sokakta da aynı, değişmeyen, değiştirilemeyen, kılıktan kılığa, renkten renge girmeyen, gizli ajandası olmayan, kamusal alanda da, özel hayatında da aynı ilke ve prensiplere göre hareket eden, emrolunduğu gibi dosdoğru olan Müslüman şahsiyetlere ihtiyacımız var…

Allah böyle Müslümanlardan olabilmeyi nasip eylesin…

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
Hissetmekten mi korkuyorum, yoksa unuttum mu?...
Mehmet Kaman
Dijital Teknolojinin Ahlâkı ve Toplumsal Çürüme Ü...
Sadi Özgül
Cami Mimarisinde Kaybettiğimiz Hikmetin Peşinde Ol...
Avni Çebi
Ait Olmadığımız Dünyalarda Çürümek...
Şule Beşinci
Psiko-Sosyal Açıdan Güvenin Yitimi...
Ferhat Kardaş
RÖPÖRTAJLAR
“Hakikat algısının aşınmasıyla çürüyen insan ve ...
Abdülaziz Tantik
“Reform edilmesi gereken bir şey varsa o da modern...
Recep Şentürk
Öz eleştiri, varlığımızı geleceğe taşıma konusunda...
Temel Hazıroğlu
“Gazze” demek şahitler diyarı demektir....
Muhammed Emin Yıldırım
“Şahitlik; her zaman ve zeminde hakkı söyleme, hak...
Şinasi Gündüz
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Değişemeyen mi çürür, çürümek mi değişimdir?...
Abdülhamit Güler
Sinema Sanat Olmasaydı, Çoktan Bitmişti......
Abdülhamit Güler
Doğu Türkistan, Filistin ve Diğerleri: Sinemada Ek...
Abdülhamit Güler
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Bir Mabedler Şehridir Ankara
Mikail Çolak
Doğunun Tüm Yolları Erzurum'dan Geçer...
Mikail Çolak
Mağrur Bir Tarih Ribatı Gibi Dimdik Ayaktadır Kâşg...
Mikail Çolak
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
Dost Saliha Olandır
Rumeysa Döğer
Ya Hanzala Münafık Olmuş Olsaydı?...
Rumeysa Döğer
Leyla “A” dır
Rumeysa Döğer
Son Dokunuş Sahibi: Kusem b. Abbas
Rumeysa Döğer
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
NEBEVİ VARİSLER
Yahya İbrahim Hasan Sinvar: Filistin Davasının Bir...
Selcan Çakar
Ubey b. Kâ'b: Allah’ın Seçtiği Muallim...
Damla Mıdış
Ümmü Seleme
Hayrunnisa Duran
Allame Muhammed Salih Damollam
İkra Nur Demir
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x