Umudun bir şeyin yokluğunda ortaya çıkması manidardır. Umut, bu anlamda varlığı hissettiren bir duygudur. Bu da eşyanın fiziki tabiatına zıt bir durumdur. Eşya ya vardır ya da yoktur. Metafizik alemde ise var ile yok zıt manalar taşıyabilir. Gözleri büyüleyen dünya yoktur fakat ahiret vardır. Görünmeyen ikinci hayat, görünen birinci hayattan daha kalıcı ve gerçektir. Birinci hayat fani yani yok olucudur. Dünya, insanla etle tırnak gibi iç içe geçmiştir; zahirdir fakat “küllu men aleyhâ fân” yani “yeryüzünde bulunan her şey yok olucudur.” İkinci hayat gaiptir ve ruh planında idrak edilir. Hayat ise beş duyu ile algılanır. Algılanan her şeyin yitirilmesi ya da eksilme hissi, bünyeyi dal budak sarmıştır. Gözlemlenebilir her nimet arzulanır; insan, ötekinde gördüğü şeye karşı bir istek duyar. Kur’an’da, ‘Ötekine verilen nimeti temenni etmeyin’ buyruğuyla bu duruma dikkat çekilir. İnsan kanaatkâr olmalı; ancak yine de ‘Rabbinden isteyebilir.’ Buna rağmen, ‘bir vadi dolusu altını olsa, bir ikincisini ister.’ Çünkü insanın, arzuladığı her şeyi elde etme umudu daima vardır. Elde ettikten sonra yitirilme korkusu veya yitirilme halinde yeniden arzular belirir. Ummak kökünden gelen umut, arzularla iç içe bir duygu olabilir. “Ümniye” yani temenni etmek kökünden gelen ümit, ruhun dalgalandığı bir umut olmaktan ziyade tutkulara yönelik bir anlamdadır.
Umudun, yokları var eden asıl manası; haz arzusundan uzak duyguların içinden neşet etmesidir. Umut bu manada sabır ve tevekkül ile birlikte anılır. Eşyanın hakikatinde yani batınında yoklar var olur. Rabb’in varlığı gaiptir fakat aynı zamanda en büyük zahirdir.
Umuda dair yaşanmış ulvi manada beklentiler vardır. İbrâhim, eşi Hacer’i ve bebek yaşta oğlunu bir yokluğa bırakmıştı. Zahirde yokların ötesinde batında büyük varlar idrak ediliyordu. İbrahim, ailesini görünürde hiçbir şeyin olmadığı bir mekânda, gönülde varlığı hissedilen bir kudrete teslim etmişti.
Umut, iman ile yükselir. Peygamberler için yok ile var, uzak ile yakın, lütuf ile kahır kalplerde aynı etkiyi uyandırır. Yûsuf’unu bekleyen Ya’kûb için Allah’ın rahmetinden umut kesilmez. Bu manada Yûsuf kalpte vardır. Herkesin ümidini kestiği bir demde, göğüslerin kederini teskin eden bir nida yükselir: “Ey oğullarım! Gidin, Yûsuf’u ve kardeşini araştırın ve Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Zira kâfir bir toplumdan başkası, Allah’ın rahmetinden ümit kesmez” (Yûsuf, 12/87).
Bir fıtrat duygusu olarak umut, yitiğin netameli halini belirgin hale getirir. Umut, gözler önünde yok olanın gönülde var olmasıdır. Bu varlık hissi, yitiğin ya da beklentinin yıkıcı etkisini gideren bir temastır. Kalbinde umut beliren Yakup, Allah’tan bir nefha ile oğullarına seslenir; O’nun rahmetinden ümit kesmeyin. Rahmet, kalplerde umudu yeşertendir. Vuslata ulaşmayan gönül mahzun olmaz. Umut edilene erişemeyen kalp, rahmetle teselli bulur. Yitirilen şeyde hayır olabilir. Ne ki bir ölçüde hayırda şer, şerde hayır vardır.
Hakka dayalı bir ümit taşıyan kişi karamsarlığa yenik düşmez. Mûsâ’nın kalbinde, kendisini takip eden orduya rağmen ve önünü kesen denize karşın bir tereddüt oluşmadı. Havf ve reca arasında eminlik duygusu boşa çıkmadı. Rabb’inden umuyordu, O da karşılığını verdi. Bazen bir beladan kurtulma imkanınız yüzde bir bile değildir. Fakat yol açılır, deniz yarılır ve umduğunuz gerçekleşir. Yıllarca hapis yatan Yûsuf, zindandan çıkma ümidindeydi. Hakikatin temsilcileri olarak peygamberlere baktığımızda en büyük belalara rağmen, ilahi bir nefha ile soluk almışlardır. Bunun yanında, gerçekleşmeyen beklentiler karşısında da kalpler, kadere teslimiyetle itminan içindedir.
Umut etmek bir hakikattir; karamsarlık ise gerçeklikten uzak bir kaygı hâlidir. Depresyon gibi duygu durumlarının arka planında genellikle umutsuzluk ön plandadır. Oysa umut, ayette de geçtiği üzere Allah’ın kullarına bir rahmet vesilesidir. Rızık gibi O’ndan gelen her iyi hâl, insanların gönüllerini aydınlatır.
Akıllı Makineler Çağında Yitik Duygular
İnsanın yokluk hissini yaşamasına fırsat vermeyen bir teknoloji ile karşı karşıyayız. Teknolojinin kas ve zihin üzerindeki yükünü gidermenin ötesinde, duygulara ve benliğe dokunuşlar yaptığı bir çağda, duygular dumura uğramış olabilir. Hissiyatın azaldığı en belirgin duygu özlemdir. Bir şehir ötedeki yakını ile ancak mektupla özlem gideren bir dünyadan, elli yılda kıtalararası yüz yüze hem de sınırsız sürede görüşme imkanı elde edildi. İnsanlar arasındaki özlem bağı, kablosuz teknoloji ile çözüldü.
Dijital aynalardan nasibini alan duygulardan biri de umuttur. Yarım kalan bir hissin oluşturduğu kaygı bazen yerini umuda bırakır. Bir şeyin yokluğu üzerindeki netameli algı, umut ile dengelenir. Umut, yoğu var kılan bir nimet olarak elini uzatır. Fakat teknoloji çağında bu organik duygunun itibarsızlaştığını bir başka deyişle, önceki yerinden yeller estiğini görmekteyiz. Sanal ağlar, duyguları dumura uğratarak hayatın bütün kayıplarına avunma hissi vermektedir. Bir beklentinin gecikmesi durumunda oyalayıcı aygıtlar hemen devreye girer. Sayısı her gün artan uygulama seçenekleri, duygu ve düşünceye eklenen bir uzantıdır. Derdiniz hakkında tefekkür etmek yerine avuntu mekanizması imdadınıza yetişir! Sosyal medya, çevrim içi oyunlar, diziler, paylaşımlar, videolar ve algoritmalarla şekillenen dünya dolusu içerik; düşünceye mahal bırakmadan benliğinizi kuşatır.
Modernizm, teknoloji vasıtası ile insan üzerindeki etkinliğini ileri boyutlara taşıdı. Bugün, teknoloji ile insan arasındaki bağın gücü, bebek ile anne arasındaki bağ ile yarışacak ölçüde. Gelenek içinde algılanan saygınlık, merhamet, sorumluluk ve umut gibi duygular yeni bir tasarım içindedir. İnsanın fizik gücü üzerinde devrim yapan teknoloji, bugün zihin ve duygu boyutlarını aşarak insan psikolojisini etkilemektedir. Kadim hayat biçimlerinin fıtrata özgü yapısı, önemli düzeyde değişmektedir. Fromm, “Bütün geleneksel değerler teknoloji öncesi toplumda anlam taşımaktaydı” der. Yeni toplumda insanın ruhsal dinamikleri ve manevi değerlerine ihtiyaç duymasına gerek olmadığı vurgulanır. Teknolojizmin insan varoluşunu bir endüstri meselesi gibi ele almasının sebebi, onu dürtü odaklı bir çözümlemeye hapsetmesidir.
Tüm ihtiyaçları karşılayacağını vaat eden bir teknolojiyle karşı karşıyayız. “Metaverse” gibi projeler, insan ontolojisini değiştirme çabalarının bir parçasıdır. Bu ise, insanı ‘ahsen-i takvîm’den sarfı nazar etmektir. Her şeyin makineler tarafından yapılması, insanı adeta bebekliğine döndürmektedir. İnsan, manevi ve ruhsal ihtiyaçlarını terk ederek, haz ve dürtü ekseninde yaşayan bir varlığa evirilmektedir. Teknoloji, geçmişte posasından ayrılmayan gıdanın bugün en yüksek lezzete ulaşmasını sağlamaktadır. Haz teknolojisi, bu marifetiyle insana; emzirilen bir bebeğin mutluluğuna benzer duygularla geçici bir haz sunar. Bu da derin ruhsal tatmin ihtiyacını görmezden gelmesine neden olur.
21 yüzyılda geldiğimiz tabloda teknoloji, umut gibi duyguları simülatif bir algı ile meşgul etmektedir. İşgal edilen zihinler bilakis daha çok umutsuzluğa sürüklenmektedir. Umut ve özlem gibi duygular, organik duyguları zedelenmemiş kişilerin hissedeceği duygulardır. Mekanik hayat biçiminin yorduğu zihin, dinlenmek adına ekran kaydırarak teselli aramaktadır. Toplumu dönüştüren teknoloji çarkıyla, dürtü odaklı yaşayan insanların umutsuz olmalarına şaşırmamak gerekir. Sanal ağlarda, umut gibi duygu paylaşımları ruhsuz bir tonda ve gelecek adına “iyi günler” temennisi formundadır. Sanal ortam sistemi, kendini gerçek inançlara refere etmeden, icatları ile insana iyi oluşa dair iddialarda bulunmaktadır.
Şimdiki zaman ile gelecek arasında, anlamlı bir bağa ve umuda ihtiyaç vardır. Sosyal ağlarda gezinen insan, geleceği konusunda bir boşluk içindedir; hangi kavrama ya da hangi değere tutunabileceğine dair algısı müphemdir. Bütün zamanları aydınlatan değerlere yüzünü dönen bir teknoloji nedeniyle, bugün ile yarın arasında sağlıklı bir bağ kurulamamaktadır. Bu durumda ağ kurbanlarının nesneyle kurduğu ilişki, daha etkindir. Alışveriş uygulamasından hem karnını doyurmakta hem de konfor alanı edinmektedir. Ruhsal açıklarını ağlarda beğeni ve paylaşım ile gidermeye çalışan yeni insan tipi, metafizik ve semavi deneyimlere ihtiyaç duymadan yaşadığını sanmaktadır.
Akıllı makineler çağında, doğasından koparılmış duygular arasında insanın kendini inşa etmesi mümkün müdür? Umut duygusu, insandaki özgün ve derin yerini yeniden alabilir mi? Tabiata galip gelen insan, bugün âdeta onun intikamı gibi, kendi elleriyle ürettiği makinelerin tutsağı hâline gelmiştir. Öyle ki neo-kapitalizm; insanı baş döndürücü bir silahlanma yarışına sürüklemekte ve bu yolla fıtrattan uzak, yapay bir umut duygusu aşılamaktadır. Silahlanarak yarına dair daha çok umutlu olmamız ilzam edilmektedir. Güçlü ve güvenliği yüksek toplum için Nevada insanı ile Sahra insanı aynı aracı tasarlamaktadır. Ahlak ve ruha özgü değerler gözardı edilmektedir. Geleceğe yönelik yarışta insanların bunaltısına göz yummaktayız. En iyi silahı geliştirmekten umutluyuz! Halbuki, kadim milletlerin savaşlarından daha büyük bedeller ödemekteyiz. Kendimizi, bize ait olmayan, duygularımıza yabancı ve fikriyatımızın idrak etmekte zorlandığı bir yarışın içinde bulduk. Aygıtlarla birlikte düşünmek, insan tabiatında gizli olan umut gibi duyguların yönünü değiştirmektedir. Silahlardan oyun konsoluna kadar baştan aşağı metalik hipnozun içindeyiz. İnsan zihni makine sesiyle ya da ekranın ışığı ile aydınlanabilir mi? Masal dinleyen bir çocuğun zihninde canlanan imgeler ile led ekranda animasyon izleyen çocuğun zihin dünyası farklı olacaktır. Ekran içerikleri zihin dünyasını bir kalıba dökerken, masal dinleyen çocuğun imgeleri ve kahramanları daha sahici olacaktır. Sanal ağların ötesinde duygular canlanır ve benliğe kodlanır, umut yeşerir.
Umuttan Umulan Nedir?
İman hakkında değinilerde bulunan Tillich, umut hakkında şöyle der: “İnsan ilah inancıyla umutsuzluk durumundan kurtulabilir.” İnsan sadece akılla donatılmış bir varlık değildir, duyguları vardır. Umut gibi bir duygu, insan aklının ayrılmaz bir parçasıdır. Umut her şeyden önce insanın sonlu ve sınırlı dünyayı aşma çabasıdır. Çünkü insanın varlığının ölümle birlikte sona erdiği düşüncesi onları her zaman rahatsız etmiştir. Seküler bir zihin için dünyayı aşan umut sorusunu sormaya gerek yoktur. Onlarda bütün umutlar, bu dünyada gerçekleşebilecek bir rüyadır. Bu rüya ütopyalarda, insanların duygularından soyutlandığı, mekanikleştiği herkesin her nasılsa iyi davrandığı bir dünya olarak resmedilmiştir. En nihayetinde bu anlayışta umudun gerçekleşmesinin herhangi bir garantisi yoktur.
Yaratıcı bir ilahın varlığına dayalı olarak ruhun ölümsüzlüğü ve ahiret düşüncesi, bu dünyada olan bitene dair umudu gündeme getirmektedir. Umut, psikolojik bir bakış sağlayarak direnç sağlamaktadır. Aynı zamanda Allah inancı ve ruhun ölümsüzlüğü umutsuzluğun devasıdır. Ölüm, her nesnenin üzerindeki kalıcı vazgeçilmezliği şüpheli hale getirir. Bununla birlikte ilah inancına ve ahirete inanmayan biri, gerçek hayatta kırılgan bir durumdadır. Umutsuzluk onun hayatını kuşatmıştır.
İnsan tabiat şartlarına tabidir, sonlu bir varlık olarak her zaman engellerle karşı karşıyadır. İnsanın her zaman umuda ihtiyacı vardır. Kendisi dürüst ve yardımsever olsa da ötekiler dürüst davranmayarak hayatı tehdit edebilirler. Bunun yanında yoksulluk, hastalık ve yakın kayıplarıyla karşılaşırlar. En kritik durumlarda umut, yeniden hayata bağlanmak için taşıyıcı olacaktır. Allah’a güvenmek ve tevekkül etmek, gerçekleşmeyen şeyler karşısında da inançta ve duygularda bir itminan duygusu oluşturur. Kendini yeryüzüne fırlatılmış bir nesne olarak algılayan ve öte dünya ile bağlarını koparmış kişi ise umutsuzluk uçurumuna yuvarlanır. Hayatın zor deneyimlerine sadece nedensellik ilkesi ile dayanan kişi, eşyanın görünen yüzü ile ilgilenir. Nihai amaçlarından vazgeçecektir çünkü umudunu besleyen bir iç dinamiği yitirmiştir. Yeryüzünde kendini kul olarak gören kişi ise gaybi yardıma umudu sebebiyle hedefleri olan bir özne durumundadır.
Direniş Ekseninde Gazzeli’nin Umudu
Direniş ile umut birbirine ihtiyaç duyan iki histir. Bir halk düşünün ki yediden yetmişe umutla ayakta durmaktadır. Onların umutlarıyla savaşan soykırımcı Siyonizm’e karşı 21. yüzyıl insanından beklenmeyen bir direniş içindedirler. Bireysel düşüşler yaşansa da halkın güçlü inancına dayalı umut, her bireyi ayakta tutmaya yetmektedir. Gazze dışındaki dünyanın hayat akışında; yükseltilmiş standartlar, konfor endüstrisi, damak tatları, görsel zevklerden vazgeçilemiyor. Gazze ise hayatın, bütün renklerin soldurulduğu bir coğrafyadır. Müstahkem olan her şeyin müphem hale geldiği bir yerdir. Beş duyu ile ulaşacağınız her şeyin yitirildiği bir coğrafyada barışa ve düzenli hayata dair ne zaman bir umut beslense, meşum gücün pençesinde hayat daha grileşir. Bomba düşmeyen beldelerde ise hazların eşlik ettiği bir hayatta boşluk ve anlamsızlık, duyguları küntleştirir. Bir çare gibi yaygınlaşan antidepresanlar, iç dinamiklerde varoluşu perdelemiştir. Buna karşın ateş hattının sakinlerinde umut ve psikolojik dayanıklılık zirve noktadadır. Onların savaşın bitmesine dair öne çıkan sabırsızlığından ziyade, bedenden öte ruhu ile yaşama mücadelesi vardır.
Ruhu ile yaşayan insanlar için beden ihtiyaçları geri plandadır. Ruhla yaşamak, umut gibi duyguların tezahürüdür. Artık insan umuda şartlanmıştır. Umut yok olduğunda, farkında olalım ya da olmayalım hayat enerjisi kaybolur. Umut, mevcut olumsuzluğa rağmen hayata tutunma aracıdır. Gerçekleşmesi kesin olan beklentiler hakkında umut beslemeyiz. Umut daha çok müphem olana inanmaktır ve inançlarla temellenir. Bir inanma biçimi olarak umut, inanca bağlı olarak gelişir. Umudun arkasında inanç yoksa bu sözde kalan bir terennümdür.
İnsanoğlu umutsuz yaşayamaz. Umudu tamamen yitiren kişi, zamanla hayattan nefret etmeye başlar. Hayatında üretmeye yer vermeyen biri için yaşamı sürdürmek neredeyse imkânsız hâle gelir. Yaşanmış hayal kırıklıkları nedeniyle kişi kendini suçlamaya başlar; âdeta intikam alırcasına, kendini kınamayı bir ruhsal denge biçimine dönüştürür.
Umut ne edilgen bir bekleyiştir ne de gerçekleşmesi imkansız, şartlara bağlı gerçekçi olmayan bir zorlanma sürecidir. Umut bir ütopya değildir. Bir düşünürün dediği gibi; “Henüz doğmamış şey için her an hazır olmak ama doğumun bizim hayatımızda gerçekleşmemesi hâlinde umutsuzluğa düşmemek.” Müminler Allah’ın vaadini tutacağına tam bir güven duyarlar ve duymalıdırlar. Kur’ân’da müminlerin yalnız Allah’a güvenmesi ve Allah’tan umut kesmemesi vurgusu defalarca yapılmıştır: “Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin” âyeti mutlak bir umudu ilzam etmektedir.
Hasta iyileşmeyi umut eder, ağaç ışık almak için güneşe dal uzatır, bebek bakım için annenin gelmesini bekler, tutuklu özgürlük günleri için af umudu içindedir. Tarladaki ürün suyun gelmesini bekler, genç aday evlenmeyi, iş arayan kişi iş bulacağı ümidiyle hayata tutunur. Dezavantajlı kimse yitiğine eksiğine rağmen umutla müşahhas bir varoluş sergiler. İnsan umutla yükselir.