Bir kar serinliğidir kimine, kimine kavurucu bir ateş…
Kimi için son, kimi için sonsuzluğa bir kapı…
Bir an için duralım ve hiçbir şeyi açıklamadan sadece anlamaya odaklanalım! Anlamak; insanı, hayatı, varlığı… Herhangi bir konuda yeterli bilgiye sahip olsa dahi; bir döngünün aktif unsuru olmanın getirdiği zaruretle insan önce yaşar, sonra anlamlandırır.
Hayatta tattığımız her lezzet, yaşadığımız her an ve karşılaştığımız her zorluk ya da güzellik bizim durduğumuz yer ve hayata olan bakışımızı belirler. Bunu tersinden de okuyabiliriz durduğumuz yer ve hayata bakışımıza göre hayattan lezzet alır, karşılatığımız zorluk ya da güzellikleri bu konumlanmaya göre değerlendirebiliriz. Ama ne olursa olsun yaşayacağımız her duygu sınırlıdır. Çünkü insan hiçbir duyguyu sınırsız yaşayamaz.
Ağlarız ve güleriz, acıkırız ve doyarız. Acı çekeriz, mutlu oluruz. Özleriz kavuşuruz, ararız ve buluruz. Çünkü her sonuç bir oluşa bağlıdır, her oluş bir sonucu doğuracaktır. Yaşayarak öğrenmek ve tecrübe etmek insanoğluna özgü bir durumdur. Olumlu ya da olumsuz bir durumu tecrübe etmeden, ders çıkarmayı öğrenemeyiz. Her duygu hayatımızın özetidir aslında. Tıpkı her güzel şeyin bir gün biteceği, her acının son bulacağı gibi… Bu hayata gözlerini açan her insanın bir gün ölümü yaşacağı gibi. Hiç düşünmek istemesekte, her doğum ölümün habercisidir. Varlığına sevindiğimiz canımızın parçası için gün gelecek üzülecek, ağlayacak ve sadece hatıraları ile yetineceğiz.
Ontolojik olarak bu dünya varlığı bir süreye, ölüm ise bir niteliğe bağlıdır. Bu yüzden ilkel bir varlık olarak insan, göçebedir. Göçebe insanın bohçasından başka bir varlığı yoktur. Yüreğinden ve yüreğinde biriktirdiğinden başka hiçbir azığı yoktur. O biriktirmez, biriktireceklerinin hiçbirini götüremeceğini, kendisine yük olacağını bilir. Evet insan bu dünyada muhacirdir, mültecidir, misafirdir, göçebedir. Konmaya değil, kısa bir süreliğine gelmiştir. O yüzden bağlanmaz bu dünyaya, kazandıklarına sevinmediği gibi kaybettiklerine de üzülmez. Çünkü günün sonunda ne yaşarsa yaşasın hiç yaşamamış gibidir.
Bu ruh her insanın kuşanması gereken belki de tek bilinçtir. Bu bilinçle hayatını inşa eder, bu bilinçle yaşar. Baharda açan papatyalar solarken, göçmen kuşlar göğümüzü terkedecek. Çimenlere uzanıp bulutların şekillerinden çıkardığımız figürler, hayran kaldığımız yıldızların gökyüzünde süzülüşleri sanki her biri bizim uçurtmalarımız gibi dursa da bir gün perde kapanacak ve film bitecek. Önemli olan kendi filmimizin senaryosunu yazıp oynamak ve büyük göçe hazırlanmak.
Bu değişmez gündemimizin dışında bugün tüm dünyada konuşulan nadir konulardan biri de mültecilerdir. Buna bağlı olarak insanların memleketlerini bırakıp başka yerlere göçüdür. İnsanları göçe zorlayan sosyolojik, ekonomik ve bireysel sorunların dışında hiç konuşulmayan hususları Siyer Dergisi olarak sizin için dosya haline getirdik. Yayın Kurulumuzun üzerinde günlerce konuştuktan sonra çerçevesini belirlediği dosyamızı sadece göçle sınırlandırmak konuyu dar bir alana sıkıştırmak ve bağlamından kopararak izafileştirmek anlamına geleceği için tüm peygamberlerin ve Peygamberimizin dünyanın gidişatını etkileyen Hicret’ini konuya dahil ederek göç/hicret, mülteci/muhacir değerlendirmesini yapmayı zorunlu gördük.
Yine her sayımızda olduğu gibi konunun teknik boyutunu ele aldığımız röportajımızı Mülteci Dernekleri Federasyon Başkanı Av. Uğur Yıldırım’la gerçekleştirdik. İnancımız ve kültürümüzün bize sığınan insanlara karşı duruşumuzu belirlediği hususların yanında tüm disiplinler açısından da konuyu ele almaya gayret ettik. Hiçbir gayreti karşılıksız bırakmayan Allah’ın (cc) takdirine razıyız. Sizlerin de toplumdaki tüm tartışmalardan bağımsız ele almanıza yardımcı olacak olan dosyamızın yer aldığı yeni sayımızı beğeninize sunuyoruz.
Gayret bizden, takdir Allah’tan…