Menü
Ahmet Mercan
Ahmet Mercan
Afetlerin Fizik ve Metafizik Dili
Aralık 22, 2023
Yazarın Tüm Yazıları

6 Şubat tarihinde büyük depremlerle sarsıldık. Kahramanmaraş merkezli depremler asrın felaketi olarak nitelendi. Bu nitelemeyi belirleyen etkenlerin başında iki büyük sarsıntının şiddeti, etkilediği coğrafi alanın genişliği ve doğrudan etkilenen insan sayısının on milyonun üzerinde olması geliyordu. Bunlara yan etken olarak mevsim şartları, bazı yolların yarılması da eklenebilir.

Her afette olduğu gibi devlet ve millet birlikteliğiyle kurtarma ve barındırma çalışmaları büyük bir gayretle ortaya çıktı. Ancak insan hayatı üzerinden politik algı oluşturma ve yönlendirme girişimlerinin vicdanları rahatsız ettiğini de belirtmek gerek. Bu oranın çok küçük olması teselli sunabilir.

Bir felaket ele alınırken öncesi, felaket anı ve sonrası dikkate alınarak üç aşamanın bütünlük içinde değerlendirilmesinin çok daha sağlıklı olacağı aşikâr. Deprem sonrası yapılması gereken ihmal edilmez görevimiz var. Devlet organları, hükümet, sivil toplum ve fert fert her insanın üzerinde durması, yeni bir afete daha hazırlıklı bulunması ertelenemez bir sorumluluğumuzdur. Bu sorumluluğu yerine getirirken, ekranlardan ve sosyal medyadan uzak durmanın önemini belirtmek gerekir. Din, fikir, kültür seçmeyen depreme karşı, politik algıları besleyen yaklaşımlar bizi çözümden uzaklaştıracaktır. Reyting “canavarı”nın elinde oyuncak olmadan ve iktidar muhalefet ayrımı yapmadan sağlıklı bir tahlil ve planlamaya ihtiyaç olduğu açıktır. Önyargılardan azade devlet ve sivil kurumlar birlikte ve ayrı ayrı çalışmalarla sonuç bildirgeleri yapmalı ve bütün bu çabalar ortak bir potada değerlendirmeye alınmalıdır.

Son yıllarda sık sık karşılaştığımız deprem, sel, fırtına, orman yangınları gibi afetlerden sorumlu bir bakanlığı kurulması, en azından böyle bir ihtiyacın tartışmaya açılması gerekiyor. Açıktır ki, bu tür afetlerde devlet ve milletin verimli bir tarzda buluşması, tecrübe, bilgi, donanım; beceriyi doğru ve hızlı harekete geçirme büyük önem arz etmektedir. Afete hızlı ulaşım önemlidir. Öncelikle hava yolu olmak üzere kara ve deniz yollarının nasıl kullanılacağı bölgelere göre planlanmalıdır. Ulaşım planının yanı sıra arama-kurtarma gücünün envanteri ve bu imkânın en verimli yöntemle harekete geçirilmesi önemlidir. Sivil toplumun entegrasyonu, afeti yönetimi açısından hayatidir. Üçüncü unsur olarak arama-kurtarma çalışmalarıyla aynı anda yeni yaşam alanlarının hızlı bir şekilde aktif hale getirilmesidir. Alt yapısı oluşmuş toplanma alanları ve depremden sonra sekiz saat içinde mevsim şartlarını da dikkate alan barınma ve iaşe merkezleri hazır hale getirilmelidir. Dolayısıyla afet öncesi donanım, afet anında hız ve her zaman tecrübe, bilgi ve becerinin ileri taşınma çabası ihmal edilmemelidir.

Deprem sonra yapılaşma yaklaşımımız yeniden değerlendirmeye alınmalı. Son inşaat yönetmeliği de güncellemeli, sadece yatay mimari değil, betonarme yerine alternatif inşaat malzemesi ve teknikleri, özellikle fay hatlarının geçtiği bölgeler için değerlendirilmelidir. Ayrıca her afet sonrası medya etkisiyle kamuoyunu rahatlatmak amacıyla bir günah keçisi bulma gayretinin ötesine geçilmeli. Gerekirse hukuki düzenleme ile inşaatların bütün paydaşlarının sorumlu olduğu, zeminden çatıya kadar; mimar, mühendis, müteahhit ve denetim sorumlularının yer aldığı bilgiler binaların kimliklerinde yer almalı, kanun karşısında her birim hatası oranında sorumlu tutulmalıdır. Binaların kimlikleri zorunlu olmalı ve açık bilgiler içermeli, belge olarak mahkemelerde kabul edilmeli.

Alınması gereken tedbirlerden anlaşılıyor ki, işimizi sağlam yapmalıyız. Kontrolü her aşamada insan hayatını düşünerek gerçekleştirme zorunluluğumuz var. Bütün bu tedbirler beşeri iradenin üzerine düşen ihmal edilmez görevleridir. Uğradığımız bütün afetlerin ortak dili; tedbirde kusursuz olmak gerektiğini söylemektedir. Açık, net ve anlaşılır bir dille; sağlam yapılar, doğru kontrollerle tedbirde kusur göstermemekle mümkün. Anlamak neden bu kadar zor? Tedbir mühim ancak tedbir almak, felaketin olmaması ve ölümlerin önüne geçilmesi anlamına gelmez. İnsana düşen tedbir; takdir varlığın sahibinin iradesidir. Ona Kimsenin dahli olamaz, gücü de yetmez.

Peki, afetlerin fiziki alanın dışında bir anlatımı yok mu? Yeryüzünde fitnenin, zulmün zirveye ulaştığı çağımızda, sıklaşan afetler sadece kâinatı sarsmıyor. Afet, yaşandığı yerde olsun olmasın insanların dikkatini çekiyor, daha doğrusu çekmeye çalışıyor. Dünyanın neresinde meydana gelirse gelsin afet herkesi tanımlıyor. Öncelikle afete uğrayanları, can ve mal düzeyinde etkilenenleri, arama-kurtarma ekiplerini, yakın uzak demeden yardım ulaştıranları, elinde bir şey gelmediği halde üzülüp gözyaşı dökenleri tanımlıyor, insanın anlamı cihetinden değerlendirmeye tabi tutuyor.

Deprem anında canlar göçük altındayken eylem yerine söze duranların her türlü beyanını geçersiz kılıyor. Afet, bir ahlaki tutum aynası ile insanın karakterini önce kendine gösterip olması gerekenin neresinde olduğunu tespit ediyor, ettiriyor. Afete seyirci kalanlar, ihmaller üzerine konuşma vakti gelmeden, çığlıklara koşmak yerine algı üretimi yapanların insan olmanın en uzağında olmayı irade ettikleri görülüyor.

Kâinat afet diliyle çığlık atıyor! Çığlığına kulak verecek insan arıyor. İnsanlığın toplu akışını yeniden gözden geçirmeyi öneriyor. Kendi lisanı haliyle bunu önce daha düşük dozda, yağmurları azaltarak, mevsimler arası sıcak soğuk günleri taşıyarak hissettiriyor. Bolluk kıtlık; soğuk sıcak üzerinden uyarılarını yapıyor ancak modern insan haddinden fazla kendine güveniyor. Kendine yeteceğini düşünüyor; bigâne tavrını sürdürüyor. Böyle olunca kâinat dilini sertleştiriyor; sel, fırtına, tsunami ve depremlerle bölge bölge arzı sarsıyor. Arzın üzerindeki insana sesleniyor.

Kâinat üzerinde taşıdığı, hizmet ettiği insandan memnun değil! Talepleri, nimete bakışı, üretim ve tüketim alışkanlıklarıyla taşınamaz hale gelen insan benine, maharetine tapmaya başlayınca kâinatin ikaz hattı ortaya çıkar. Şüphesiz bu bir anda oluşmadı. Trans hümanizm aşamasına ulaşan insanın kâinatla ilgisini kesmesi, varlığa karşı hayranlıktan kopup zihnini merkeze alması 17. yüzyıldan başlayan bir hikâyenin bir sürecin ürünüdür. Aydınlanmanın kurucu düşünürlerinden Descartes’in Kartezyen felsefesinin ruh-beden, özne-nesne vb. ayrımları varlığı ikili bir yapıya dönüştürdü, doğa ve insan bedeni mekanik yasalara göre ele alınmaya başlandı. Kadim medeniyetler aşkın âlemin varlığına bağlı olarak ezeli hikmetin izinde evren tasavvuruna sahipti. Dolayısıyla her şeyin olduğu gibi tabiatin da bir ruhu vardı. Yüce bir yaratıcının insana bağışladığı kâinata bir saygı vardı. Mekanik evren anlayışı ile varlıktaki hiyerarşi kalktı, nitelik yerini niceliğe bıraktı. İnsanla eşya arasındaki fark atomların dizilişine indirgendi.

Tanrının bir saat gibi kâinatı kurup çekildiği inancı düne ait, güne ve geleceğe müdahil olmayan bir tanrı inancını geçerli hale getirdi. Descartes’in düşüncesi insanın yeryüzüne müdahalesini ahiret duyarlılığından kopartarak bir dünya cennetine açmış oldu. Buna Bacon’un tabiatın sırlarını ele vermesi için işkenceyi öneren benzetmesi eklenince paradigma kökten değişmiş oldu. Kozmos anlayışının kalkması, tabiatın nesnelleştirilmesi doğa ile insan arasındaki ontolojik ilişkinin bozulması demekti. Doğa yerini zihinde fizik ve matematik normlarıyla temsile bıraktı. Bu aynı zamanda aşkın âlem fikrinden gerçekliğe taşınma olarak tanımlanabilir. İnsan tarafsız gözlemci bir özne olarak her şeyin belirleyicisi konumuna yerleşti.

Kadim zamanlarda varlığın ruhuna olan saygı büyülü, tanımdan uzak tefekküre dayalı tutumken, 17. YY.’dan itibaren bu anlayışın yerine aklın merkezde olduğu, faydayı önceleyen bakış açısı geçerli olmaya başladı. Varlığın ihtişamı yerini tekniğe bıraktı. Varlık ve oluşun insan aklına indirgendiği hümanizm yolculuğu günümüzde teknolojinin gelişimiyle orantılı olarak büyük değişim gösterdi. Bu değişimin nicelikler dünyasındaki karşılığı “gelişme” olarak tanımlanırken nitelikler açısından sonuç farklı değerlendirmeye açıktır.

Aklın tanrı, bilimin dinin alanına yerleşmesiyle gelişen endüstriyel süreçte her buluş ve gelişme insanı biraz daha cesaretlendirerek hümanizmin ufkunu çizdi. Kutsalın dışlandığı ve insanı aşan hakikat anlayışına yer vermeyen dijital çağda sıra insanı yeniden “yaratmaya” geldi.

Tabiattan sonra insanın da gizeminden arındırılması, teknoloji ile desteklenmesi trans hümanizm aşaması olarak küreselleşmenin taşıyıcı ve bütünleştirici unsuru olarak karşımıza çıkıyor. Postmodern durum olarak izafiyetin merkeze yerleşmesiyle bütün öngörüleri içine alarak geçersiz kılan insanın “güzel suretle” yaratılmasının karşısında yeniden “yaratmaya” teşebbüs etmesi, yaratıcıya başkaldırı anlamına geliyor. Biyolojik kusurlara, hastalığa karşı ve vitrine aldığı modellemeye uygun insan fiziği inşa etmenin de ötesinde insanın ve tüm canlıların genetiğiyle oynamayı başarı olarak kodluyor. Çocuğun rahim yerine laboratuvarda sperm ve yumurta sayısını artırarak yapmanın ahlaki sorun olacağını akla getirmeyen faydacılığın kutsandığı yeni bir aşamadayız. Yapay zekâ ve silikonla aklı ve bedeni biçimlendirme, hızlandırma durumu bir başarıdan ziyade insanın bir başka canlıya zorla evrilmesinin ifadesi olarak canavarlaşma durumudur. İnsanın kendi eliyle intiharını simgeleyen bu durum maddenin ruha galebe çalması, ilerleme vurgusu haddi aşmanın görünürlüğüdür.

Aslında insan ölümsüzlüğü arıyor. Ancak fiziki dünyada ölümsüzlüğün imkânını yok ederek bunu yaptığının bilincinde olamıyor. Öznenin aklı merkeze alarak mutlu olamadığı modern dönemden öznenin bu defa hazları çağırdığı bilinçdışı felsefenin imkânıyla mutluluğu arama çabasına postmodern döneme girerken ruhunun talebini yadsıyor. Sorumluluğundan sıyrılmayı nesnellik arayışıyla biyolojiye hapsolmanın çıkış yolunu ölüme çare bularak aşacağı zehabına kapılıyor. Kâinat, üzerinde tanrılık iddiası güden ve her şeyi hemen isteyen hazları ve tutkuları doğrultusunda bir başkasını hesaba katmayan insan karşısında ifadeye duruyor. Meramını önce tatlı dille, anlaşılmadığında şiddetlenen ikazlarla ortaya koyuyor. Kâinat insanın modern ve postmodern paradigmasını yerle bir etmesine rağmen buluşlarının esiri olan insan iddiasından vazgeçmiyor.

Evrenin mekanik olarak düzenlenmiş ve matematiksel determinist yasalarla işleyen bir yapı olduğunu tespit eden ve insana güven veren anlayışı birkaç saniye ile yerle bir eden depremin anlatımı neye denk düşüyor? İnsana ne söylemiş oluyor afetler? Şüphesiz deprem güven paradigmamızı yeniden değerlendirmemizi istiyor. Bu çok açık. Ayağımızı kuvvetle bastığımızı sandığımız toprak, bir kilim gibi, kâğıt misali buruşup ayağımızın altından çekiliyor. Bu duruma karşı dünyanın bütün güvenlik güçleri, insan hayatını sigortalayan şirketleri birleşip gelsin ve insana güvence versin, verebiliyorsa.

Deprem gökdelenleri hamur misali katlarken dağları, ovaları yararken varlığın sahibini işaret ediyor ve çözümün ölümden kaçmakla, insana yedek parça hazırlamakla aşılamayacağını söylüyor. Determinizmin sünnetullah karşısında oyuncağa dönüştüğünün görülmesini istiyor. Tekrar tefekküre dursun, akletsin, varlığın sahibine karşı acziyetini keşfetsin, kudret ve kuvvetin, ilmîn yegâne sahibine teslim olsun istiyor. İnsanı afetlerin meramı üzerine düşünmeye çağıran, afetlerin acılı maliyetlerine rağmen insanlık planında hayra düştüğü aşikâr.

Depremle birlikte ortaya çıkan duruma bakalım: İnsan insanın çığlığına koştu, el uzattı, aşını pişirdi, gözyaşını sildi. İnsan insana barınak oldu, ekmeğini böldü. Acısına omuz verdi. Göçük altından çıkanlar, yardıma koşanlar, her biri bir merhamet gezegeninden geliyor gibi söze başladı. Dakikalar içinde acının ve dehşetin kollarında sarsılan insanlar bir başka dile evrilen cümleleriyle tüm ülke gözyaşlarıyla haline şükretti ve “ne yapabilirim” diye kendine yöneldi.

İnsanın insana borcu iyiliktir. İnsan depremle bunu öğrendi ve anında uygulamaya koyuldu. Göçük altında ortaya çıkan binlerce mucize öyküsünün her biri bir anlatım içeriyordu. 21. asrın sibernetik ve robotlar yüzyılı olmamasını istemek kâinat dili ile başka nasıl anlatılabilirdi? Özellikle hazinenin merhamet ve şefkat dilinin üzerinde uyuyanlar, bu küresel akışın kalkınmasına karşı sözü yükseltmek zorundadır. Kâinat ve arzla sema arasındaki her varlık bir nimettir. Nimetin “şey”leşmesine izin verilmemeli. Aynı zamanda bütünden parçaya varlık insana emanettir, onu gelecek kuşaklardan emanet almıştır, israfa düşmeden onu kullanmak durumundadır. Nimetin amacı dışında kullanılması her biri nimet olan fiziki ve kimyasal imkânların insanlığa silah olarak yönelmesine karşı barış daima güzeldir.

İnsanlık bir yol ayrımındadır; ya bu hümanizmin insanı yeniden yaratacağı şeytani meydan okumaya katılacak ya da kâinatın sesine, işaretine katılıp cahiliye tasarımından kurtulup Nuh’un gemisine koşacak. Cahiliyenin karakteri hep aynı. O gün oğlu, Nuh’un çağrısına sığınacağı dağı göstererek karşı çıktı. ‘Küresel çağ da dağ yapıp yaşlandığı maharetine sarılarak ölümü yeneceğini söylüyor. Cahiliyenin ortak paydası; insanın kendine yeteceği zehabını inanca dönüştürmesidir. Bütün afetler lisan-ı hal ile bunu anlatmaya çalışıyor.

 

Deprem ve Ödevimiz

6 Şubat tarihinde asrın depremi olarak nitelenen afetle yüzleştik. Millet ve devlet olarak bu afetin üstesinden gelmek için büyük bir çaba harcandı. Yurt içi ve dışından desteklerin gelmesi, bu büyük afetin tesirini azaltma noktasında önemliydi. Her olayda olduğu gibi bu afetin de bir tahlile, değerlendirmeye muhtaç olduğunu belirtmemiz gerekir. Afetin insan zihnine, ruhuna yansıması çeşitlilik arz eder. Metafizik alana yönelmeden önce fiziki mekânda neler yapılmalı ve bundan sonra bu tür afetlere karşı devlet ve toplum olarak nasıl hazırlık yapılmalı diye düşünme vaktidir.

Depremin etkisi geçmeden, hafızamızın unutan yanına yaslanmadan, geleceğe yönelik öngörülerimizi ele alma zamanıdır. Bu tür felaketler için üç boyutlu incelemeye ihtiyaç vardır:

  1. Deprem öncesi
  2. Deprem zamanı
  3. Deprem sonrası

Kahramanmaraş merkezli depremde bir bölgeyi kuşatan, 10 ili ve 13 milyon insanı doğrudan etkileyen, kış şartlarında vuku bulan bu ve benzer olayların verdiği ipuçlarını değerlendirdiğimizde, bir Afet Bakanlığı’na ihtiyaç olduğunu görürüz.

Fay hattında olduğumuzu düşünürsek ve ayrıca sel, orman yangını, fırtına gibi olaylar karşısında envanteri, örgütlenmiş yapısı ve eğitimli insan unsuruyla olaylara müdahil olan yapının ihtiyacı, bu depremle birlikte daha etkili hissedildi.

Ayrıca depreme ve diğer afetlere karşı alınacak önlemlerin sürekliliği, bundan böyle daha da önemli olacaktır.

  1. Öncelikle, fay hattında yüksek katlı binalar yerine üç katı geçmeyen yapıların her açıdan daha uygun olacağı meselesi karara bağlanmalı.
  2. Son inşaat yönetmeliği yeniden gözden geçirilmeli ve gelişen yapı malzemeleri ışığında değerlendirmeye alınmalı.
  3. Betonarme yapıların yerine, bu bölgelerde farklı tarz ve malzemeler, iklim şartları da dikkate alınarak masaya yatırılmalı.
  4. Yapılan her inşaat sonrası binaların kimlik kartı bir saç levha olarak girişte asılmalı. Bu kimlik kartında; binanın yapım özellikleri temelden çatıya kadar, elektrik, doğalgaz ve su tesisatını da içine alarak belirtilmeli. Bu bilgiler, zemin etüdünde kullanılan malzemenin cinsi ve markasını da içermeli.
  5. Binayı yapan müteahhit, mühendis ve kontrolü yapan yetkilinin de ismi bu kimlik kartında yer almalı ve yapılan hatalarda eksikliğin kime ait olduğu yargıya açık olacak şekilde, yapım aşamasında bilinmesi sağlanmalı.

Deprem veya başka bir afete hazırlık, yaşanmışlıklar üzerinden bilinçli bir çabayı gerektirir. Deprem anından itibaren sekiz saat içinde, alanda alternatif yaşam alanı kurabilmek için önceden ihtiyaçların belirlenmesi, ulaşımın nasıllığı, insan unsurunun devreye alınması, kısaca depremin yönetilmesi gerekir.

  1. Bakanlık bundan ötürü önemlidir. Öncelikle depreme karşı eğitimin yanında, en kısa sürede bölgeye varmak için kara, deniz ve hava yollarının kullanılması elzemdir. Kara yollarının tahrip olduğu düşünülürse, helikopter marifetiyle bölgeye insan ve acil ihtiyaçları indirme imkânı hasıl olur.
  2. Felaketlerde devletin yanında özel sektörün imkanlarından istifade de önceden mevzuatta sağlanmış bir bilinç haline dönüşmesi elzemdir.
  3. İnsan unsurunun profesyonel yanında büyük oranıyla gönüllü olması kaçınılmazdır. Bakanlık ve STK’ların bünyesindeki insan unsuru, teknik teçhizatı kullanma becerisine ve kurtarma tekniklerini bilme düzeyine taşınıp hazır tutulmalıdır.
  4. Deprem öncesinde STK’lar ile sağlanan iş birliğinde, her bir dernek ve vakfın insan ve malzeme gücü, önceki saha çalışmaları kayıtlanarak sağlıklı iletişim içinde olmalı ve çeşitli ortak tatbikatlar yapılmalı, teorik ve pratik eğitimler programlanmalı.
  5. Depremde en önemli konu, ulaşım ve müdahale gücüdür. Deprem anında ilk faaliyet, kurtarma çalışması yapılırken eşgüdümlü olarak yaşam alanı inşasına da başlanmasıdır. Bunun için gelişen teknikler ve farklı malzemeler devreye alınmalıdır. Mesela modüler ahşap deprem evleri, açılacak yarışma ile devreye alınabilir. Bir aileyi barındıracak, çabuk kurulan ve tekrar toplanma imkânı olan, içinde tuvalet ve banyosu bulunan konteynırdan ilhamla, iklim şartlarına uygun evler mümkün.
  6. Fay hattındaki şehirlerin deprem anındaki toplanma bölgelerinde yapılacak evler için alt yapı, su ve kanalizasyon önceden hazırlanmalı ve deprem evleri bir saat içinde monte edilecek hızla devreye alınmalı.
  7. Aynı anda, sahra hastaneleri, dokümantasyon merkezi gibi ilgili idari ihtiyaç mekanları kurulmalı.
  8. Sevk ve idare bir merkezden ancak pratik dikkate alınarak yapılmalı. STK’lar önceden bilinen imkanlar ve becerileriyle yönlendirilmeli ve önleri kesilmemeli, karışıklığa meydan verilmemeli.
  9. Diğer yandan hasta ve yaralıların tedavisi için Sağlık Bakanlığı ile sağlık konusundaki STK’lar ile iş birliğine girilmeli. Salgın hastalıklara karşı tedbir alınmalı.
  10. Cenaze işleri ile de Diyanet ile iş birliği içinde kayıt ve defin işlemleri yürütülmelidir.
  11. Halktan gelen yardımların hızlı ve kargaşaya mahal vermeden, STK’lar eliyle mağdurlara ulaştırılması sağlanmalıdır.
  12. Deprem bölgesinde oluşturulacak Bilgi Merkezi sayesinde sağlıklı bilgilerle paniğin önüne geçilmeli ve medyaya ev sahipliği yapılmalı.
  13. Yurt dışından gelen ekiplerin yönlendirilmesi, takibi ve hizmetleri özel bir ekip tarafından yapılmalı.
  14. Afet Bakanlığı, afet anında bütün bakanlıklarla önceden belirtilmiş mevzuat gereği, ihtiyaç merkezli paylaşıma girmeli ve Afet Bakanlığı’nın olay anındaki konumu, bir üst makam olarak yine önceden yasa ile belirtilmiş olmalı.
  15. Deprem sonrası rehabilitasyon çalışmaları, eğitim desteği ve moral değerlerin yükseltilmesi bir dizi çalışmayı gerektirir. Bu durum yine devlet ve STK’lar yoluyla ortak çalışmalar üzerinden gerçekleştirilebilir.
  16. Her afet sonrası bakanlık bünyesinde değerlendirme yapılır. Kamuya yansıyan aksaklıklar, organizasyon eksikliği ve diğer bütün aşamalar masaya yatırılır ve kamuoyu ile paylaşımlar yapılır. Yeni bir çalışmaya daha az kusurla hazırlanmak için iç ve dış eleştirilerin alınıp değerlendirilmesi önemlidir.
  17. Deprem sonrası kalıcı konutlara geçiş konusu için oluşturulan arşiv, ilgili bakanlık ile paylaşılır.
  18. Kalıcı konutlara taşınma sonrası modüler yapılar itina ile eksikliği giderilerek toplanır.

Sıraladığımız maddelere başka ilaveler de eklemek mümkün. Ele aldığımız yaklaşımda en önemli kısmın, afet öncesi duruma denk düştüğünü görüyoruz. Bu durumdan da bir bakanlık ihtiyacını hissetmek mümkün. Diğer taraftan devlet-millet iş birliğinin önemi, sağlıklı iletişim ve verimli koordinasyondan geçtiği açık. Afete karşı önleyici tedbirlerin alınması, teknik birikim ve becerilerinin arttırılması, insan unsurunun motivasyon, eğitim ve organizasyonunun önemi kendiliğinden öne çıkmaktadır.

Elbette bütün tedbirlere rağmen can kaybı tamamen önlenecek diyemeyiz. Biz tedbir almakla sorumluyuz. Takdir Mevla’nındır. Bu yazı boşluğa yapıştırılmış bir öneridir. Afetin büyüklüğü, Afet Bakanlığı’nı işaret etmektedir. Hem de bu bakanlığın tepe yöneticileri ve bakanı, bürokratik mevzuatın ağırlaştırıcı etkisine teslim olmayan, araziden yetişen kişilerden olmalıdır.

Unutulmamalı ki hepimizi üzen olay, aynı zamanda hepimizin ödevidir.

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
Şahitliğin Hakkını Veren Şehir: Gazze...
Recep Songül
Şehit ve Şahit İlişkisi
İbrahim Hanek
Şahitlik ve İhsân
Murat Kaya
Seyr u Sülûk Bir Şehâdet Arayışı mıdır?...
Hamit Demir
İlâhî Şahitlik
Yavuz Selim Göl
RÖPÖRTAJLAR
“Gazze” demek şahitler diyarı demektir....
Muhammed Emin Yıldırım
“Şahitlik; her zaman ve zeminde hakkı söyleme, hak...
Şinasi Gündüz
“Doğu Türkistan Çin’in bir parçası değildir."...
Hidayet Oğuzhan
“Eğer insanım diyorsanız, Doğu Türkistan bir insan...
Seyit Tümtürk
“Gazze’de yaşananlar, Batı’nın dünya kamuoyundan, ...
Derda Küçükalp
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Doğu Türkistan, Filistin ve Diğerleri: Sinemada Ek...
Abdülhamit Güler
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
Göstermenin Mesuliyetinde Sinemanın Örnekliği...
Abdülhamit Güler
Perdedeki Kimin Afeti, Felaketi, Kıyameti!...
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Doğunun Tüm Yolları Erzurum'dan Geçer...
Mikail Çolak
Mağrur Bir Tarih Ribatı Gibi Dimdik Ayaktadır Kâşg...
Mikail Çolak
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
Habib-i Neccâr’ın Gözyaşları
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
Leyla “A” dır
Rumeysa Döğer
Son Dokunuş Sahibi: Kusem b. Abbas
Rumeysa Döğer
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
Afrâ bint Ubeyd Yüzlü Kadınların Zamanından…...
Rumeysa Döğer
Bütün Şehit Annelerine: Sümeyra Bint Ubeyd Teselli...
Rumeysa Döğer
NEBEVİ VARİSLER
Ubey b. Kâ'b: Allah’ın Seçtiği Muallim...
Damla Mıdış
Ümmü Seleme
Hayrunnisa Duran
Allame Muhammed Salih Damollam
İkra Nur Demir
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Takvâ Sahiplerinin Öncüsü Hasan Basrî...
Beyza Durna
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x