Hz. Peygamber (sas), tebliğle vazifelendirilmesinden ahirete irtihal edene kadar cemiyetin hiçbir kesimini birbirinden ayırmamış; mesajını kadın-erkek, genç-yaşlı, zengin-fakir demeden toplumun bütün kesimlerine ulaştırmıştır.
Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de insanların yaratılış amacının yalnızca Allah’a kulluk etmek olduğu bildirilir [Zariyat 51/56]. Allah’a kulluk edebilmek için öncelikle O’nu hakkıyla tanıyıp, iman etmek gerekir. Bununla beraber hakiki iman kişiyi harekete/salih amele sevk eder. Zira pek çok ayette iman, salih amelle beraber zikredilmektedir. Bu durumun benzerini hadislerde de görebilmekteyiz. Örneğin Efendimiz’in “Komşusu açken tok olarak geceleyen kimse (kâmil) mümin değildir.” beyanında iman, aç olanın doyurulması ameliyle ilişkilendirilmektedir.
Allah’ı hakkıyla tanıyıp iman etmenin ve bu imanı pratik hayatta kulluğa çevirmenin keyfiyetini, Kur’an’ı tebyinle vazifeli Peygamberimizden (sas) ve onun elinde yetişmiş olan sahabe efendilerimizden öğrenebilmekteyiz. Bu yazıda ise o güzide neslin yıldızlarından biri olan Zeyd b. Desine hazretlerinin imanının nasıl bir kulluk mücadelesine dönüştüğüne şahit olacağız.
Zeyd b. Desine (ra) Medineli Hazrec kabilesine mensuptu. Efendimiz (sas) onu, hicretten sonra muahat sırasında, Reci’ vakasında şehit olan Halid b. Bukeyr (ra) ile kardeş kılmıştı. Zeyd (ra), Bedir ve Uhud gazvelerine katılmış ve kahramanca çarpışmıştı.
Uhud savaşının ardından hicrî 4. yılda Adel ve Kare kabileleri Efendimiz’e (sas) bir heyet göndererek kabilelerinde İslam’ın yayıldığını ve kendilerine dini öğretmek için bir heyet gönderilmesini isterler. Bunun üzerine Peygamberimiz (sas) onların isteklerini kabul ederek Asım b. Sabit (ra) başkanlığında, aralarında Zeyd b. Desine’nin de bulunduğu yedi (veya on) kişilik bir heyeti bu kabilelere İslam’ı öğretmek, zekatlarını toplamak ve ayrıca Mekke yakınlarına giderek Kureyşli müşrikler hakkında bilgi toplamak üzere yola çıkarır. Heyet, Usfan bölgesindeki Reci’ suyu yakınlarında konaklarken Lihyanoğullarından 100 kişilik müşrik bir birlik tarafından kuşatılır. Müşrikler kendilerine teslim olunması halinde kimseye zarar vermeyeceklerini, Mekkelilerden fidye alabilmek için kendilerini kullanacaklarını söylerler. Ancak işin aslı böyle değildir. Zira Lihyanoğulları en başta Adel ve Kare kabileleriyle anlaşmış ve bu ihaneti planlamışlardı. Bunun farkında olan sahabe efendilerimiz teklifi kabul etmeyip 100 kişilik bir birlikle çarpışmaya girişirler. Zeyd b. Desine, Hubeyb b. Adî ve Abdullah b. Tarık (ra) dışındaki sahabe efendilerimiz ilk çarpışma esnasında şehit oldular. Sağ kalan üç sahabe efendimiz Mekke’ye götürülmek üzere yola çıkarılmıştı. Bu sırada Abdullah b. Tarık (ra) bağlı olduğu iplerden kurtularak müşriklerle mücadele etmiş ancak o da daha fazla dayanamayarak şehit olmuştu.
Zeyd b. Desine ve Hubeyb b. Adî’yi esir alıp Mekke’ye götüren Lihyanoğulları, onları, Bedir’de öldürülen yakınlarının intikamını almak isteyen Mekkelilere köle olarak sattılar. Zeyd b. Desine’yi Safvân b. Ümeyye satın aldı ve zincire vurarak hapsetti. Bedir’de öldürülen babasının intikamını Zeyd’den (ra) almak isteyen Safvân, onu haram aylardan sonra öldürmek üzere harem sınırları dışındaki Ten’îm mevkiine götürdü. Ölümünden önce içinde Ebû Süfyan’ın da bulunduğu Kureyşli bir grup yanına yaklaşıp “Ey Zeyd, Allah için söyle, şimdi senin ailen ile beraber olup yerine Muhammed’in bu durumda olmasını ve bizim de onun boynunu vurmamızı istemez misin?” diye sorunca o da şu karşılığı verdi: “Allah’a yemin olsun ki, ben ailemle beraber otururken onun ayağına bir diken dahi batmasını istemem.” Bu sözler üzerine Ebu Süfyan şunu söyledi: “Allah’a yemin olsun ki, arkadaşlarının Muhammed’i sevdiği kadar liderlerini seven bir topluluk görmedim.” [İbn Sa’d, Tabakât, 4/454]. Bu diyaloğun üzerine Zeyd b. Desine (ra), Safvân b. Ümeyye’nin Nistân adındaki azatlısı tarafından şehit edilmişti.
Tüm bu anlatılanlar üzerinden Zeyd (ra) bize, imanın ve Peygamber sevgisinin insana nasıl bir duruş kazandırdığını en açık şekilde öğretmektedir. O, en zor durumdayken, ölümün eşiğindeyken bile çok sevdiği Peygamberine söz getirmemişti. Öyle ki bırakın Peygamber’in boynunun vurulmasını, ayağına bir diken dahi batmasına razı olmamıştı. Zeyd b. Desine’ye, ölümün eşiğinde olduğu için dilinden çıkan inkâr cümleleri bile caiz olduğu halde yukarıdaki sözleri söyleten şey neydi? Öyle düşünüyoruz ki ona bu sözleri söyleten, kuvvetli imanı ve o imanın bir gereği olarak kalbine yerleştirdiği Peygamber sevgisiydi.