Menü
Muhammed Çetkin
Muhammed Çetkin
Cahiliyye Döneminde Nübüvvet ve Risâlet Algısı
Eylül 25, 2023
Yazarın Tüm Yazıları

Câhiliye terimi, Arapların İslâm’dan önceki inanç, tutum ve davranışlarını İslâmî dönem inanç ve davranışlarından ayırt etmek için kullanılmıştır. Bu nedenle genellikle Arapların İslâm’dan önceki dönemine “Câhiliye” veya “Câhiliye Dönemi” denir.[1]

Câhiliye devrinde putlara tapmak, zorbalık, zulüm, çapul, ahde vefasızlık, kız çocuklarını diri diri toprağa gömmek, gücünü başkalarına hissettirecek çılgınlıklar yapmak, zina, içki ve kumar gibi inanç, davranış ve tutumlar sergileniyordu.[2]

Arap Yarımadasında Kurtarıcı Beklentisi

Pek çok dinî gelenekte mevcut olan “gelmesi beklenen kurtarıcı inancı” ve bu inancın toplumsal yansımalarının bi’set -Hz. Muhammed’in (sas) peygamberlikle görevlendirilmesi- öncesi dönemde Arap yarımadasında da mevcut olduğu görülür. Hz. Peygamber’den önceki dönemde Arap yarımadasında putperest Arapların yanı sıra yarımadanın çeşitli bölgelerine yayılmış vaziyette Yahudiler, Hristiyanlar ve özellikle Hicaz bölgesinde Hanifler olarak bilinen dini gruplar bulunmaktaydı. İslâm öncesi dönem hakkında bilgi aktaran tarihi kaynaklar Yahudi, Hristiyan ve Haniflerde yoğun bir şekilde kurtarıcı beklentisinden söz etmektedir.

Siyer kaynakları, bi’set öncesi Arap yarımadasında Yahudi ve Hristiyan bilginlerinin yanı sıra Arap kâhinlerinin de geleceği beklenen bir kurtarıcının çıkış zamanına ilişkin tarihin yaklaştığından bahsettiklerini rivayet eder. Yahudi ve Hristiyan bilginlerin kendi kutsal kitaplarında geleceğe dönük beklentileri ifade eden sözlerden yola çıkarak bu beklentileri dile getirdikleri kabul edilir. Kâhinlerin ise cin taifesinden olan şeytanların kulak hırsızlığı yaparak getirdikleri haberler yoluyla bu bilgilere ulaştıkları ifade edilir.[3]

Tarih kaynakları ve delâilü’n-nübüvve konusunda yazılmış olan eserler, bi’set öncesi dönemde bir peygamberin geleceğini haber veren kâhinler ile ilgili pek çok rivayet nakleder. Mesela Benî Leheb kabilesinden Hâtır b. Mâlik adında bir kâhine, kabilesi tarafından yıldızların kayma sebebinin sorulması üzerine, bundan sonra kehanetin kesileceği ve Mekke’de bir peygamberin ortaya çıkacağı cevabını verdiği rivayet edilir.[4] Ayrıca Arap toplumunun bir peygamber beklentisi içerisinde olduğunu gözler önüne seren ve Sevâd b. Kârib gibi bazı kâhinlerin bir peygamberin gelmesinin yakın olduğunu bildiren kehânetlerde bulunduğu ve bu nedenle de nübüvvetten sonra Hz. Peygamber’e inandıklarına ilişkin bazı rivayetler nakledilmiştir.[5] Bi’set öncesi bir peygamberin zuhurunun beklendiğine dair aktarılan bir diğer olay da Hz. Peygamber’in dedesi Abdulmuttalib’in Yemen kralı Seyf Zû Yezen’i ziyaretidir. Bu rivayete göre kral, Abdulmuttalib’e ülkesindeki kâhin ve müneccimlerin yeni bir peygamberi haber verdiklerini ve bu peygamberin omuzunda nübüvvet mührünün bulunacağı ve adının Ahmed olacağını ifade eder.[6]

Öte taraftan Satîh adında bir kâhin, Kisrâ’ya ait sarayın sütunlarının yıkılmasını yorumlamış, yeni bir peygamberi müjdelemiş ve bu son peygamberin ümmetinin İran topraklarını ele geçireceğini haber vermiştir.[7]

İslâmî döneme yaklaşıldığında putperest Arapların nübüvvet ile ilgili bilgileri çok sınırlıydı. Muhtemelen bu bilgileri Ehl-i kitap ile olan ilişkileri sonucu elde etmişlerdi. Zira Cahiliyye dönemi Arapları kitap, nübüvvet, kıyamet, cennet ve cehennem gibi kavramlar hakkında Ehl-i kitaptan duydukları dışında bir bilgiye sahip değillerdi.[8] İslâm öncesi dönemde yaygın olduğu bilinen kehânet ile ilgili rivayetler, Arap yarımadasında yaşayan Yahudi ve Hristiyanların inançlarının ve kurtarıcı beklentilerinin Arap toplumuna yansıması olarak düşünülebilir. Arap yarımadasında varlık gösteren Yahudilik, Hristiyanlık ve Haniflik olmak üzere üç dinî grubun geleceğe dönük beklentileri olmuştur. Bu beklentileri kısaca şöyle aktarabiliriz:

Yahudilerin Beklentileri: İslâm tarihi kaynakları Babil ve Filistin Yahudileri gibi Hicaz Yahudilerinin de yoğun bir şekilde kurtarıcı beklentisi içerisinde olduklarını kaydeder. Yahudiler, mücadele içerisinde oldukları putperest Arapları yakında ortaya çıkacak bir kurtarıcıyla tehdit ediyorlar, onları Âd ve Semûd kavmi gibi yok edeceklerini ilan ediyorlardı.[9] Hicaz Yahudileri beklenen kurtarıcıyı Hz. Harun’un soyundan olacağını iddia etmekteydi.[10] İslâmî kaynaklar, Seleme adında bir sahâbînin çocukluğunda komşuları olan bir Yahudi’nin kendilerine gelip kıyamet, ahiret, hesap, mizan gibi konuları anlattığını rivayet ederler. Ahiret inancına sahip olmayan müşrikler ise onunla alay ederek insanların davranışlarına göre ceza ve mükâfat alacağı günün geleceğine dair bir delil sorduklarında; o, Mekke ve Yemen taraflarını işaret ederek bu bölgeden çıkacak bir peygamberin bunun delili olacağını söylemiştir.[11]

İslâm öncesi döneme dair kurtarıcı beklentisi hakkındaki rivayetlerden Yahudilerin bir kurtarıcı bekledikleri ve Arapları bu beklenti ile tehdit ettikleri anlaşılmaktadır. Bunu, Ehl-i kitabın Hz. Peygamber’i kendi öz oğulları gibi tanıdıklarını,[12] ümmi peygamberin Tevrat ve İncil’de yazılı olduğunu,[13] Yahudilerin daha önce onunla zafer isterlerken Tevrat’tan bilip öğrendikleri gerçekler karşılarına dikilince onu inkâr ettiklerini[14] bildiren âyetlerden anlıyoruz. Gerek Kur’ân’daki bilgiler gerek sahâbe döneminden itibaren oluşan bu algıdan hareketle bi’set öncesi dönemde Yahudilerin kurtarıcı beklentisi ile ilgili rivayetlerde “peygamber” kavramının kullanıldığı anlaşılmaktadır.

Hristiyanların Beklentileri: İslâm tarihi ve siyer kaynakları, Arap yarımadasının Necran gibi belli merkezlerinde cemaat şeklinde, diğer şehirlerde de küçük gruplar halinde varlık gösteren Hristiyanların, Yahudiler gibi bir kurtarıcı beklediklerini rivayet eder. Hz. Peygamber’in nübüvvetinin Hristiyanlarca önceden beklendiği ve bilindiğine dair yaygın rivayetlerden biri Hz. Peygamber’in çocukluğunda yaptığı Şam seyahati ve Rahip Bahira ile görüşmesidir.[15]

Öte taraftan dönemin Ehl-i kitap bilginlerinin “âhir zaman nebisi” ile ilgili olarak bazı bilgilere sahip oldukları ve onun gelmesini bekledikleri açıktır. Zira o dönemin ünlü şairlerinden olan Hassân b. Sâbit, 8 yaşında iken Hz. Muhammed’in (sas) nübüvvetine dair şehirdeki bir Yahudi’den “Ey Yahudi topluluğu! Ahmed’in doğumuyla doğacak olan yıldız, bu gece doğmuştur!” sözlerini işitmiştir.[16] Ayrıca bir Yahudi âlimi olan İbn Heyyiban, Şam’dan ayrılarak Medine’ye yerleşmiş ve vefat edeceği sırada, âhir zaman peygamberinin hicret yurdu olacağını ümit ettiği için Medine’ye gelip yerleştiğine dair söylediği sözler,[17] Hz. Muhammed’in (sas) annesiyle beraber gittiği Medine ziyaretinde bazı Yahudi bilginlerinin kendisini inceleyerek nübüvvetine dair teşhis koymaları,[18] Selmân-ı Fârisî’nin âhir zaman nebisiyle alakalı Hristiyan âlimlerden öğrendiği bilgiler üzerine Medine’ye gitmesi[19] ve Bizans İmparatoru Heraklious’un Ebû Süfyân ile Hz. Muhammed (sas) hakkında yaptığı görüşme[20] kitap ehlinin bu konuda büyük bir beklenti içerisinde olduğunu ortaya koymaktadır.[21] Ayrıca Kur’ân’da, Ehl-i kitabın bazı sıfatlarla Hz. Muhammed’i (sas) bildiklerine işaret eden âyetler de vardır.[22]

Haniflerin Beklentileri: Tarihî verilerden İslâm öncesi dönemde Hicaz bölgesinde varlık gösteren Haniflerin mevcut dinî ve sosyal durumdan memnun olmadıkları, yeni bir arayış içerisinde oldukları ve bir kurtarıcı bekledikleri anlaşılmaktadır. Bu anlamda Hanifler bi’set öncesi dönemde İslâm dininin müjdecisi konumunda olmuşlardır. Onlar Hz. İbrahim’in dinini yeniden diriltecek bir peygamberin geleceğini halka söylemekteydi.[23]

İslâm tarihi ve siyer kaynakları, Haniflerin söz konusu arayışları ve peygamber beklentilerini ifade eden pek çok rivayet nakleder. Mesela Mekke’de yaşayan Haniflerden biri Zeyd b. Amr b. Nufeyl’dir. Kaynaklarda Onun Kâbe’de iken etrafındaki topluluğa “Benden başka İbrahim dini üzere olan kalmadı. Allah’ım sana hangi ibadet şeklinin sevimli geldiğini bilsem o şekilde ibadet ederim. Fakat bilmiyorum.” dediği ve elleri üzere secde ettiği söylenir.[24] Tarihî kaynaklarda aktarılan rivayetlerden birinde Âmir b. Rebiâ adlı bir kişinin Zeyd b. Amr ile karşılaştığını ve kendisine “Ey Âmir! İsmail soyundan bir nebi bekliyorum. Ona yetiştiğimde iman edip tasdik edecek ve son peygamber olduğuna şehadet edeceğim. Ben kavmimi terk ettim, İbrâhim’in dinine tabi oldum. Bu dini aramak üzere pek çok ülke gezip Yahudi ve Hristiyanlarla görüştüm. Karşılaştığım din müntesipleri, son peygamberden bahsedip dönmemi tavsiye ettiler.” dediği nakledilir.[25]

Mekkelilerin Nübüvvet ve Risâlet Algısı

Kureyşlilerin ticaret için gittikleri Suriye, Yemen, Bahreyn, Mısır, Habeşistan, Irak ve İran gibi yerlerde Ehl-i kitap âlimleriyle ve diğer dinlerin bilginleriyle dinî konuları müzakere ettiklerine dair önemli bir rivayet bulunmamaktadır. Ancak bazı istisnai durumlar da vardır.

Hz. Ebû Bekir, Şam’a yaptığı ticarî bir seferde gördüğü rüyayı rahip Bahira’ya anlatmıştır. Rahip onun Mekkeli olduğunu öğrenince ona; “Allah senin rüyanı doğru çıkaracak, kavminden bir nebî gönderecek ve sen onun hayatında veziri vefatından sonra da halifesi olacaksın.” demiştir. Hz. Ebû Bekir de bunu gizlemiş, vakti gelince de Hz. Peygamber’in huzuruna çıkıp: “Ey Muhammed! İddia ettiğin hususta delilin nedir?” diye sormuş O da: “Şam’da gördüğün rüyadır.” cevabını vermiştir.[26]

Öte taraftan Mekkeli Talha b. Ubeydullah, ticaret yapmak amacıyla Busra panayırına gitmişti. Rahiplerden biri panayır halkına; “Aranızda Harem’den bir kimse var mı?” diye sorunca; Talha, Harem halkından olduğunu belirtmiş, rahip de ona, “Ahmed zuhur etti mi?” diyerek bir soru sormuştu. Talha “Hangi Ahmed?” deyince rahip şöyle cevap vermiştir:

Abdülmuttalib oğlu Abdullah oğlu Ahmed! O, Mekke’de ortaya çıkacaktır. Peygamberlerin sonuncusudur! Harem’den ayrılıp, hurmalık, taşlık ve kıraç bir yere hicret edecektir! Ona koşmanı sana tavsiye ederim!

Talha bu cevaptan etkilenerek hızlıca Mekke’ye geri dönmüştür. Halka “Yyeni bir şey var mı?” şeklinde bir soru yöneltince, “Abdullah’ın oğlu Muhammed peygamberliğe özeniyor. Ebû Kuhafe’nin oğlu da ona tâbi oldu.” cevabını almıştır. Daha sonra Talha, Hz. Peygamber’in (sas) yanına giderek Müslüman olmuş ve işittiklerini anlatmıştır.[27]

Ayrıca Câhiliye toplumunda Zeyd b. Amr, Varaka b. Nevfel ve Ümeyye b. Ebi’s-Salt gibi İbrahimî dini arayan birkaç Kureyşlinin bir “âhir zaman nebisi” telakkisine sahip olduğu bilinmektedir. Bunlardan Ümeyye b. Ebi’s-Salt şiirlerinde Allah ve ahiret inancını işlemiş ve bir peygamber gelmesini temenni etmiştir.

Cahiliye Dönemi Şiir ve Nesrinde Nübüvvet

Hanîf şairlerin önde gelenlerinden olan Ümeyye b. Ebi’s-Salt; İncil ve Tevrât’ı okumuş, Arap yarımadasında Hicâz yöresinden bir peygamber geleceğini öğrenmiş, beklenen peygamberin kendisi olacağı ümidine kapılmış,[28] Hz. Muhammed (sas), İslâm dininin hükümlerini tebliğ etmeye başladığında ona karşı kıskançlık duyarak İslâmiyet’i ve onun peygamberliğini kabul etmemiştir. Ümeyye, daima bir peygamberin gerekliliğinden bahsederdi. Nitekim bir peygambere kesin ihtiyaç olduğunu şu beyitlerinde ifade etmektedir:[29]

ما بَعْدَ غَايَتِنَا مِنْ رأسِ مَحْيَانَا
وبَيْنَمَا نَقْتَنِي الْأَوْلادَ أَفْنَانَا
أنْ سَوْفَ يَلْحَقُ أُخْرانا بِأَوْلانَا
ألا نَبِيَّ لَنَا مِنَّا فَيُخْبِـرَنَـا
بَيْنَا يُرَبِّينَنَا آباؤنا هَلَكُوا
وقَدْ عَلِمْنا لَوَ ٱنّ العِلْمَ يَنْفَعُنا

Aramızdan bir peygamber çıkıp da bize

Yaşayıp öldükten sonrası hakkında haber verse,

Babalarımız bizi büyütüp yetiştirmekte iken öldüler

Biz de çocuklarımızı yetiştirmekte iken öleceğiz,

Daha sonra geleceklerin de daha önce gidenlerin arkalarından gideceklerini biliyoruz,

Amma bu bilmenin bize hiçbir faydası yoktur.

Ümeyye b. Ebi’s-Salt bir keresinde Ebû Süfyân’a; âhir zaman peygamberinin sıfatlarını kitaplarda yazılı bulduğunu ve bu nebinin bulundukları coğrafyada yaşadığını, hatta onun Abdimenâfoğulları arasından zuhur edeceğini, Utbe b. Rebîa’dan başka nübüvvet ile muttasıf bir kimse tespit edemediğini söyleyince Ebû Süfyân, Abdullah’ın oğlu Muhammed’in (sas) nübüvvetini ona haber verdi.[30]

Câhiliye devrinde Sakîf kabilesinin büyük simalarından Ümeyye, ölüm döşeğinde iken peygamberliğin kendisine verilmemesinin acısını içinde hissetmiş ve kavmine dönerek aşağıdaki beyitleri söylemiştir:[31]

مُنْتَهَى أمْرِهِ إلَى أنْ يَزُولاَ
في رُؤُوسِ الجِبالِ أرْعَى الْوُعُولاَ
غَوْلةَ الدَّهْرِ إنَّ لِلدَّهْرِ غُولاَ
كُلُّ عَيْشٍ وإنْ تطاوَلَ دَهْرًا
لَيْتَنِي كُنْتُ قَبْلَ ما قدْ بَدَا لِي
اجْعَلِ الْمَوْتَ نُصْبَ عَيْنيْكَ وَاحْذَرْ

Hayat, her ne kadar uzun sürse de

Sonunda yok olmaya mahkumdur,

Keşke bu duruma düşmeden önce

Dağların zirvesinde paye (peygamberlik) arayabilseydim,

Ölümü, sürekli gözünün önünde bulundur

Zamanın bela ve musibetlerinden kendini koru, çünkü onun birçok oyalayıcı şeytanı vardır.

Yine Câhiliye döneminde dinî içerikli şiirler inşâd eden bazı şairler, Hz. Muhammed’in (sas) peygamber olarak gönderileceğini, bozulmuş olan toplum düzenini yeniden inşa edeceğini ve sosyal yaşamla ilgili gerekli kuralları koyacağını şiirlerinde işlemişlerdir. Çok önceden Hz. Peygamber’in geleceğini müjdeleyen şairlerden biri Yemen kökenli şair Abdu Şems b. Yeşcib er-Râiş’dir. Hz. Muhammed’in (sas) gönderileceğinden, kuracağı düzenden ve ondan önceki krallardan bahseden şiirinden bazı beyitleri şöyledir:[32]

نَبِيّ لَا يُرَخِّصُ فِي الْحَرَامِ
يَدِينُونَ الْعِبَادَ بغَيْرِ ذَامِ
يَصِيرُ الْمُلْكُ فِينَا بِاقْتِسَامِ
تَقِيّ مُخْبِتٌ خَيْرُ الْأَنَامِ
أُعَمِّرُ بَعْدَ مَبْعَثِهِ بِعَامِ
بِكُلِّ مُدَجَّجٍ وَبِكُلِّ رَامِ
وَمَنْ يَلْقَاهُ يُبْلِغْهُ سَلَامِي
سَيَمْلِكُ بَعْدَنَا مُلْكًا عَظِيمًا
وَيـَمْلِك بَعْدَه مِنْهُمْ مُلُوكٌ
وَيـَمْلِك بَعْدَهمْ مِنَّا مُلُوكٌ
وَيـَمْلِكُ بَعْدَ قَحْطَانَ نَبِيٌّ
يُسَمَّى أَحْمَدًا يَا لَيْتَ أَنِّي
فَأَعْضِدُهُ وَأَحْبُوهُ بِنَصْرِي
مَتَى يَظْهَرْ فَكُونُوا نَاصِرِيهِ

Bizden sonra büyük bir mülke sahip olacaktır

Harama ruhsat vermeyen bir peygamber,

Ondan sonra da hükümdarlar o mülke sahip olacaklardır

Kınamaksızın kulları dinlerinde devam ettireceklerdir,

Onlardan sonra bizden hükümdarlar o mülke sahip olacaklardır

Hükümdarlık bizde paylaşma ile olacaktır,

Kahtân’dan sonra bir peygamber hâkim olacaktır

O peygamber muttaki, alçak gönüllü ve insanların en hayırlısıdır,

Adı Ahmed olacak o peygambere, ne olurdu ben

Onun gönderildiği yıldan sonra yaşayıp da kendisine yetişseydim,

Ona destek olur ve gücümle ona yardımcı olurdum

Bütün silahım ve bütün kuvvetimle,

Ne zaman çıkarsa ona yardımcı olun

Kim ona ulaşırsa benden ona selâm iletsin.

Câhiliye döneminde Hz. Muhammed’in (sas) peygamber olacağıyla ilgili şiir söyleyenlerden biri de Tubba’ el-Esved’dir. Rivayete göre bu şâir yıldızlarla meşgul olur ve onları takip ederdi. Hz. Peygamber’in yüce yaratıcı tarafından gönderileceğini ve ona iman edeceğini anlatan şiirinden bazı beyitleri şöyledir:[33]

رَسُولٌ مِنَ اللَّهِ بَارِي النَّسَمْ
لَكُنْتُ وَزِيرًا لَهُ وَابْنَ عَمْ
وَفَرَّجْتُ عَنْ صَدْرِهِ كُلَّ هَمْ
شَهِدْتُ عَلَى أَحْـمَدَ أَنَّهُ
فَلَوْ مُدَّ عُمْرِي إِلَى عُمْرِهِ
وَجَاهَدْتُ بِالسَّيْفِ أَعْدَاءَهُ

Ahmed’in, canlıları yaratan Allah tarafından gönderilen

Bir elçi olduğuna şahadet ederim,

Şayet ömrüm ona kavuşmaya yeterse elbette ona

Vezir ve amcazadesi olurdum,

Düşmanlarına karşı kılıçla cihad eder

Gönlündeki bütün sıkıntıları giderirdim.

el-Makdisî’nin zikrettiğine göre Medine Yahudileri, bu gibi bilgileri sızdırdığından dolayı adı geçen şâiri öldürmüşlerdir.[34]

Rivayete göre Hz. Peygamber’in annesi Âmine bint Vehb, ölüm döşeğinde oğluna atfen söylediği şiirinde, onun peygamber olarak gönderileceğini hissettiğini dile getirmiş, her türlü bela ve musibetlerden korunması için de Allah’a niyazda bulunmuştur. Söz konusu şiirinden bazı beyitleri şöyledir:[35]

تُبْعَثُ في الحَلِّ وفي الحَرامِ
دِينِ أبيكَ البَـرِّ إبراهام
أنْ لا تُواليَها معَ الأقْوامِ
فأنْتَ مَبْعُوثٌ إلَى الأنامِ
تُبْعَثُ بَالتَّوْحِيدِ والإسلامِ
فاللهُ أَنـهَاكَ عنِ الأصْنامِ

Sen, tüm insanlığa (peygamber olarak) gönderilmiş (olacaksın)

Mekke’ye ve Mekke dışına gönderileceksin,

Saygı değer atan İbrahim’in dini olan

Tevhit dini üzere gönderileceksin,

Allah, seni kavimlerle birlikte

Putlara tabi olmaktan korusun.

Câhiliye dönemi şairlerin şiirlerinde önceki peygamberler hakkında birtakım bilgilere ait örnekler de mevcuttur. Mesela Hanif şair Ümeyye b. Ebî Salt’ın şiirlerinde Hz. Adem’den, Nuh’tan, İbrahim’den, Zülkarneyn’den, Lokmân’dan ve Lût’tan,[36] bahsedilmektedir.

Öte taraftan İyâd kabilesi mensubu Kuss b. Sâide bir Hanîf idi.[37] Farklı lafızlarla rivayet edilen ve Hz. Peygamber ile Hz. Ebû Bekir’in de hazır bulunduğu meşhur Ukaz çarşısında okuduğu uzun hutbesinde Kuss b. Sâide, ölüm, âhiret inancı ve toplumun yeni bir dine olan ihtiyacını dile getirdikten sonra bir peygamberin geleceğini de şu şekilde haber verir:

يَا أَيُّهَا النَّاسُ اِسْمَعوُا وَعُوا … أَقْسَمَ قُسٌّ قَسَمًا حَقًّا، لاَ خَائِنًا فِيهِ وَلاَ آثِمًا: إِنَّ لِلّهِ دِينَا هُوَ أَحَبُّ إِلَيْهِ مِنْ دِينِكُمْ الَّذِي أَنْتُمْ عَلَيْهِ، ونبيًا قَدْ حَانَ حِينُهُ، وأَظَلَّكُمْ أَوَانُهُ وَأَدْرَكَكُمْ إِبَّانُهُ: فَطُوبَى لِمَنْ أَدْرَكَهُ فَآمَنَ بِهِ وَهَدَاهُ، وَوَيْلٌ لِمَنْ خَالَفَهُ وَعَصَاهُ.

Ey insanlar! Beni iyi dinleyin ve anlayın… Kuss ne haince ne günahkârca ama dosdoğruca yemin eder ki Allah katında, Ona şu inandığınız dininizden çok daha sevimli olan bir din var. Ve bir de gönderilme vakti çok yaklaşmış bir peygamber var. O peygamberin gelme zamanı sizi gölgeledi, devri de sizi kucakladı. Ne mutlu onu anlayan ve ona iman edene. Yazıklar olsun ona karşı gelen ve ona isyan edene.”[38]

Nübüvvetin, insanlık tarihiyle paralel bir süreç olarak tasvir edildiği Kur’ân’da, bu zincirin son halkasını Hz. Muhammed’in (sas) teşkil ettiği ve geçmiş peygamberler tarafından haber verildiği bildirilir. Kur’ân, Hz. Muhammed’in (sas) peygamberliğini nübüvvetin bir devamı olarak açıklamış ve peygamberlerin sonuncusu olması bakımından önceki dinî metinlerde haber verildiğini bildirmiştir. Kur’ân’da Hz. Muhammed’in (sas) son peygamber oluşuna ilişkin ifadeler, tarihî bir gerçekliğe ve sosyal olguya dayanmaktadır. Zira İslâm öncesi ortaya çıkmış dinlerin çoğunda ahir zamanda gelecek bir kurtarıcı inancı benimsenip devam etmiş ve bu inancın yansımaları tarih boyunca söz konusu toplumlarda görülmüştür. Bununla birlikte her dinî gelenek, beklenen kurtarıcıyı kendi tarihi şartları ve geliştirmiş olduğu inançlar çerçevesinde tanımlamıştır.

Arap yarımadasında putperestliğin yanı sıra Yahudiler, Hristiyanlar ve Hanif olarak bilinen dinî gruplar yaşamaktaydı. Kaynaklarda söz konusu üç dinî kesimin kurtarıcı beklentisi içerisinde olduğuna dair pek çok rivayete yer verilmiştir. Bu bilgi ve beklenti, dönemin halkının ve Ehl-i kitaptan olan bazı kişilerin Müslüman olmalarında etkili olmuştur. İslâm öncesi dinî duygu ve temaların işlendiği şiirler göstermektedir ki, o günün toplumunda Hz. Peygamber’in mesajını kabul etmeye yönelik vicdanî bir hazırlık vardı.


Dipnotlar

[1] M. Nihad Çetin, Eski Arap Şiiri (İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, 1973), 8; Mustafa Fayda, “Câhiliye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1993), 7/17.

 

[2] Nafiz Danışman, “‘Cahiliyye’ Kelimesinin Mana ve Menşei”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 5/1-4 (01 Ocak 1956), 194; Ahmet Suphi Furat, Arap Edebiyatı Tarihi-I (İstanbul: Edebiyat Fakültesi Basımevi, 1996), 57.

[3] Ebû Muhammed Cemâlüddîn İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye, nşr. Mustafa es-Sekkā v.dğr. (Mısır, 1955), 1/204.

[4] Cevâd ‘Alî, el-Mufaṣṣal fî târîḫi’l-‘Arab ḳable’l-İslâm (Bağdat, 1993), 6/768.

[5] bk. Ebu’l-Hasan Ali Mâverdî, Aʿlâmü’n-nübüvve (Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 1986), 136-138.

[6] Ahmed Mithat Efendi, Beşâir-i Sıdk-ı Nübüvvet-i Muhammediye, haz. Mehdi Ali Seçkin (İstanbul, 2007), 95, 96.

[7] Ebû Bekr Ahmed b. Hüseyin Beyhaḳī, Delâʾilü’n-nübüvve ve maʿrifetü aḥvâli ṣâḥibi’ş-şerîʿa (Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 1988), 1/126-129.

[8] İbn İsḥâḳ, Sîretü İbn İsḥâḳ, nşr. Muhammed Hamidullah (Fas, 1976), 62; M. Şemseddin Günaltay, İslâm’dan Önce Araplar ve Dinleri (Ankara: Ankara Okulu Yayınları, 2013), 78.

[9] İbn İsḥâḳ, Sîretü İbn İsḥâḳ, 62, 63; İbn Hişâm, es-Sîre, 1/211; Cevâd ‘Alî, el-Mufaṣṣal, 6/537.

[10] Muhammed b. Ömer el-Vâkıdî, Kitâbü’l-Meġāzî, nşr. M. Jones (London, 1965), 1/365.

[11] İbn Hişâm, es-Sîre, 1/212; İbn İsḥâḳ, Sîretü İbn İsḥâḳ, 64.

[12] Bakara 2/146; En’âm 6/20.

[13] A‘râf 7/157.

[14] Bakara 2/89.

[15] Geniş bilgi için bk. Ebû İsâ Muhammed b. İsâ et-Tirmizî, Sünenü’t-Tirmizî, thk. Ahmed Muhammed Şâkir (Kahire, ts.), Menâkıb, 3; İbn İsḥâḳ, Sîretü İbn İsḥâḳ, 53-55; İbn Hişâm, es-Sîre, 1/237, 238.

[16] bk. İbn İsḥâḳ, Sîretü İbn İsḥâḳ, 63; İbn Hişâm, es-Sîre, 1/159; Beyhaḳī, Delâʾilü’n-nübüvve, 1/110.

[17] İbn İsḥâḳ, Sîretü İbn İsḥâḳ, 64, 65; İbn Hişâm, es-Sîre, 1/213, 214; Ebû Bekr Ahmed b. Hüseyin Beyhaḳī, es-Sünenü’l-kübrâ ve fî zeylihî el-Cevherü’n-naḳī (Haydarabâd, 1925), 9/114.

[18] Ahmed b. Muhammed el-Kastallânî, el-Mevâhibü’l-ledünniyye bi’l-minaḥi’l-Muḥammediyye (Kahire, 1864), 1/102; Hüseyin b. Muhammed Diyârbekrî, Tarîḫu’l-ḫamîs fî aḥvâli enfesi’n-nefîs (Beyrut: Dâru’s-Sâder, ts.), 1/229.

[19] İbn İsḥâḳ, Sîretü İbn İsḥâḳ, 66-69; İbn Hişâm, es-Sîre, 1/214-220; Beyhaḳī, Delâʾilü’n-nübüvve, 2/92-97.

[20] ‘Aynî, a.g.e., I, 77-78; Beyhaḳī, Delâʾilü’n-nübüvve, IV, 382.

[21] Yunus Akyürek, “Cahiliye Dönemi Mekke Toplumunun Hz. Peygamber’in Nübüvvetine İlişkin İntibaları”, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 7 (27 Ekim 2015), 58, 59.

[22] Bakara, 2/146; Âl-i İmrân, 3/81; En’âm, 6/20.

[23] Neşet Çağatay, İslâm Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı (Ankara, 1982), 158.

[24] İbn Hişâm, es-Sîre, 287, 288.

[25] Mahmûd Şükrî el-Âlûsî, Bulûġu’l-ereb fî maʿrifeti aḥvâli’l-ʿArab (Beyrut, 1314), 2/247; Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Târîḫu’r-rusül ve’l-mülûk, thk. Muhammed Ebü’l-Fadl İbrâhîm (Kahire: Dâru’l-Maârif, ts.), 2/295, 296.

[26] Muhibbüddin et-Taberî, er-Riyâḍü’n-naḍire fî menâḳıbi’l-ʿaşere (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, ts.), 1/84-87.

[27] İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳātü’l-kübrâ, thk. İhsân Abbâs (Beyrut, 1968), 3/214, 215; Beyhaḳī, Delâʾilü’n-nübüvve, 2/166; Alî b. Burhâniddîn İbrâhîm el-Ḥalebî, es-Sîretü’l-Ḥalebiyye (Beyrut: Dâru’l-Marife, 1979), 1/448.

[28] Ebû Osman Amr b. Bahr el-Câhız, Kitâbu’l-ḥayevân, nşr. Abdusselam Muhammed Hârun (Mısır, 1965), 2/320; İbn Kuteybe, eş-Şiʿr ve’ş-şuʿarâʾ, nşr. Ahmed M. Şâkir (Mısır, 1966), 1/459; Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, el-Eġānî (Kahire: Dâru’l-Kutubi’l-Mısriyye, 1369/1950), 4/122.

[29] İsfahânî, el-Eġānî, 4/129; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi (Ankara: Akçağ Yayınları, 1988), 8/186-189; Âlûsî, Bulûġu’l-ereb, 2/253.

[30] Ḥalebî, es-Sîretü’l-Ḥalebiyye, 1/268; Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye (Beyrut, 1990), 2/224.

[31] el-İsfahânî, a.g.e., IV, 132.

[32] Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ḳurʾâni’l-ʿaẓîm (Riyad, 1999), 6/506.

[33] Mutahhar b. Tâhir el-Makdisî, el-Bedʾ ve’t-târîḫ, nşr. Cl. Huart (Paris, 1899), 3/177; İbn Kesîr, el-Bidâye, 2/166.

[34] Makdisî, el-Bedʾ ve’t-târîḫ, 3/177.

[35] Muhammed b. Abdilbâkī ez-Zürḳānî, Şerḥu’z-Zurḳânî ʿale’l-Mevâhib (Beyrut, 1996), 1/311; Zeyneb Fevvâz, ed-Durru’l-mens̱ûr fî ṭabaḳâti rebbâti’l-ḫudûr (Kahire, 2015), 30.

[36] bk. Behcet Abdulğafûr el-Hadîsî, Ümeyye b. Ebi’ṣ-Ṣalt ḥayâtuhu ve şiʿruhu (Abu Dabi, 2009), 93, 107, 179, 260, 334.

[37] İbn Kesîr, el-Bidâye, 5/93.

[38] Âlûsî, Bulûġu’l-ereb, 2/245; Beyhaḳī, Delâʾilü’n-nübüvve, 2/101-103.

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
Şahitliğin Hakkını Veren Şehir: Gazze...
Recep Songül
Şehit ve Şahit İlişkisi
İbrahim Hanek
Şahitlik ve İhsân
Murat Kaya
Seyr u Sülûk Bir Şehâdet Arayışı mıdır?...
Hamit Demir
İlâhî Şahitlik
Yavuz Selim Göl
RÖPÖRTAJLAR
“Gazze” demek şahitler diyarı demektir....
Muhammed Emin Yıldırım
“Şahitlik; her zaman ve zeminde hakkı söyleme, hak...
Şinasi Gündüz
“Doğu Türkistan Çin’in bir parçası değildir."...
Hidayet Oğuzhan
“Eğer insanım diyorsanız, Doğu Türkistan bir insan...
Seyit Tümtürk
“Gazze’de yaşananlar, Batı’nın dünya kamuoyundan, ...
Derda Küçükalp
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Doğu Türkistan, Filistin ve Diğerleri: Sinemada Ek...
Abdülhamit Güler
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
Göstermenin Mesuliyetinde Sinemanın Örnekliği...
Abdülhamit Güler
Perdedeki Kimin Afeti, Felaketi, Kıyameti!...
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Doğunun Tüm Yolları Erzurum'dan Geçer...
Mikail Çolak
Mağrur Bir Tarih Ribatı Gibi Dimdik Ayaktadır Kâşg...
Mikail Çolak
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
Habib-i Neccâr’ın Gözyaşları
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
Leyla “A” dır
Rumeysa Döğer
Son Dokunuş Sahibi: Kusem b. Abbas
Rumeysa Döğer
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
Afrâ bint Ubeyd Yüzlü Kadınların Zamanından…...
Rumeysa Döğer
Bütün Şehit Annelerine: Sümeyra Bint Ubeyd Teselli...
Rumeysa Döğer
NEBEVİ VARİSLER
Ubey b. Kâ'b: Allah’ın Seçtiği Muallim...
Damla Mıdış
Ümmü Seleme
Hayrunnisa Duran
Allame Muhammed Salih Damollam
İkra Nur Demir
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Takvâ Sahiplerinin Öncüsü Hasan Basrî...
Beyza Durna
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x