Menü
Ali Erken
Ali Erken
Cumhuriyet’in Kuruluşunda Sağlık Politikalarına Anlayış ve Amerika’nın Etkisi
Eylül 25, 2023
Yazarın Tüm Yazıları

1850’lerden sonra Osmanlı topraklarında yoğunlaşan Amerikan vakıf faaliyetleri sadece misyoner okulları ile sınırlı kalmamıştı. Yerel halka ve özellikle gayri müslim tebaaya sağlık hizmeti veren sağlık istasyonları da Anadolu, Balkanlar ve Levant bölgesinin farklı şehirlerinde faaliyete geçmişlerdi. Bilindiği gibi Osmanlı topraklarına gelen sağlıkçı misyonerlerden İngiliz hemşire Florance Nightingale, Kırım Savaşı sonrasındaki faaliyetleri ile meşhur olmuştu. Sayısı 400’ü aşan Amerikan okulları ve hastanelerinde görev alan isimler zamanla toplumu tanımış, tanışıklıklar edinmiş ve yaşadıkları bölgelerin ihtiyaçlarına vakıf olmuşlardı. Öncelikli olarak gayri müslim azınlıkları hedefleyen hizmetlere ağırlık veren bu kurumlar Cumhuriyet’in kuruluşu ile birlikte Türk vatandaşlarına yönelik faaliyetlere yönelmişlerdi.

Amerikan misyoner okullarında okuyan kız öğrenciler arasında da hemşirelik tercihi artıyordu. İstanbul’daki Amerikan Kız Koleji’nin 40 yılı aşkın süre müdürlüğünü yapan Mary Mills Patrick kızların sağlık alanında eğitim almasında özellikle durmuş, neticesinde Amerikan Kız Koleji mezunlarından çok sayıda isim hemşirelik veya doktorluk bölümlerine başvurmuştu. Mills Patrick müdürlüğü esnasında Osmanlı’nın yıkılışına ve Cumhuriyet’in kuruluşuna şahit olmuştu. Benzeri ihtiyaçların yeni Türkiye Cumhuriyeti için de geçerli olduğunu düşünüyordu. Ona göre sadece Türkiye’de değil bölgenin genelinde bayan sağlıkçı yetiştirecek kurumun olmaması büyük eksiklikti ve Batılı metotlarla eğitim veren bir kız sağlık okulu kurulması gerekmekteydi. 1920 senesinde Amerikan Yüksek Komiseri olarak Türkiye’de vazifeli bulunan Amiral Bristol’un ısrarı ile İstanbul’da “Amerikan Hastanesi” açılmış, bu hastanede Mills Patrick’in de yönlendirmesi ile bir “Hemşirelik Okulu” faaliyete başlamıştır. Hastane ve Hemşirelik okulu bünyesinde hem sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi hem de hemşire yetiştirilmesi amaçlanmıştır. Okulun ilk müdürleri Amerika’dan gelmiş, öğrenciler de ilk yıllarda çoğunlukla gayrı müslim azınlıklardan olmakla birlikte zamanla Türk öğrenci sayısı ağırlık kazanmıştır.

Cumhuriyet Türkiye’sinde misyoner okullarının öğrenci sayısı azalırken Amerikan vakıflarının sağlık alanındaki varlıkları da yeni bir şekil almaya başlamıştı. Cumhuriyet’in kuruluşundan iki sene sonra Türkiye’ye ilk ziyaretini yapan Rockefeller Vakfı yetkililerinden Selskar Gunn İsmet İnönü ve Refik Saydam ile yaptığı görüşmelerde Türkiye’nin ihtiyacı olan sağlık hizmetlerini tespit etmeye çalışmış, buna dair detaylı bir rapor hazırlamıştı. Rockefeller Vakfı’nın desteklerinden Türkiye’nin de faydalanması gerektiğini vurgulayan siyasetçilerin taleplerini not eden Gunn, vakfın Türkiye’de yapabileceği olası projeleri değerlendireceklerini belirtmişti. Gunn’dan sonra Türkiye’ye gelen bir diğer Rockefeller yetkilisi Ralph Collins de sağlık eğitimine dair araştırmalarda bulunmuş ve Refik Saydam dahil birçok yetkili ile görüşmüştü.

Genel anlamda Amerikalı uzmanlar Türkiye’deki sağlık altyapısının zayıflığının, personel eksikliğinin ve zaman zaman karşılarına çıkan “kaderci anlayışın” temel problemler olduğu üzerinde durmuşlar, uzun dönemde bu meseleler üzerine eğilmek gerektiğini not ettikten sonra acil olarak özellikle sıtma ve tüberküloz hastalıklarının önlenmesi için kampanyalar yapılması gerektiği konusunda fikir birliğine varmışlardı. Amerikalı uzmanlara göre “önleyici” tıbbın gelişmesi ancak yaygın sağlık hizmetlerinin ve bilincinin daha iyi bir noktaya taşınması ile mümkün olabilirdi. Her iki açıdan da Türkiye’yi yetersiz bulmuşlar, özellikle “temizlik/hijyen” koşullarının iyileştirilmesinin sâri hastalıkların nasıl engelleyeceği üzerinde durmuşlardı.[1]

Atatürk hükümetlerinin en uzun süre bakanlık yapan isimleri arasında olan Sağlık Bakanı Refik Saydam Rockefeller Vakfı yetkilileri ile yaptığı görüşmelerde somut projeler üzerinde durmuştu. Netice olarak gündeme gelen öneriler İstanbul Edirnekapı ve Ankara Etimesgut’ta Kamu Sağlığı Merkezleri[2] ve Ankara’da bir Hijyen Enstitüsü’nün açılması olmuştur. Bunların dışında hemşirelik eğitiminin geliştirilmesi, yurtdışına bursiyer gönderilmesi ve bölgesel sağlık hizmetlerini geliştirecek laboratuvarların güçlendirilmesi hedeflenmiştir. Yine bu planlar çerçevesinde Refik Saydam ve İsmet İnönü’nün Amerika’ya davet edilip ilgili çalışmaları yerinde görmesi gündeme gelmiş, netice olarak Refik Saydam 1929 senesinde Rocekfeller Vakfı’nın davetlisi olarak Amerika’ya gitmiş ve oradaki sağlık uygulamalarını incelemiştir.

Rockefeller Vakfı’nın devrede olduğu en ciddi proje olarak görülen Ankara’daki Enstitü yapısı için yine yabancı mimarların tasarladığı bir bina inşa edilmiş, 1928 senesinde de Meclisten ilgili yasa tasarısı çıkarılmıştır. Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün resmi olarak faaliyete geçmesi uzun süren hazırlıklardan sonra gerçekleşebilmiştir. Daha sonra Refik Saydam’ın isminin verildiği bu kurum dönemin Avrupa’daki emsalleri arasında da öne çıkan bir tesis olarak açılmıştır. Enstitü kuruluş aşamasında yetkililerle yakın temasta olan Ralph Collins okulun ilk müdürü olan göreve başlamıştır. Rockefeller Vakfı bu süreçte 250.000$’a yakın bir destek sağlamış, buna ilaveten çalışan personellerle ilgili de farklı imkanlar sunmuştur.

Rockefeller Vakfı altyapı yatırımlarıyla birlikte 1930 senesinden itibaren genç Türk doktor ve hemşirelerini eğitim amaçlı bursiyer olarak Amerika’ya göndermeye başlamıştır. Refik Saydam ve İsmet İnönü’nün bu yöndeki ricaları Vakıf personeli tarafından da kabul görmüştür. Amerika’ya giden personelin eğitim ve staj bilgileri Vakıf tarafından tutulmuş, faaliyet takvimleri Sağlık Bakanlığı ile koordineli olarak yürütülmüştür. Bu isimler Türkiye’ye döndükten sonra Sağlık Bakanlığı bünyesinde göreve başlamış, önemli mevkilere gelmiştir. Hamit Fişek, Cemal Kiper, Asuman Türer gibi isimler Amerika’dan döndükten sonra Hıfzıssıhha Enstitüsü, Merkez Teşkilatı, Hemşirelik Okulunda yöneticilik yapmaya başlamışlardır.

1923 sonrasında Amerikan vakıflarının Türkiye’de artan faaliyetlerinin yanında aslında erken Cumhuriyet dönemi tıp hayatında Alman bilim adamlarının ciddi bir etkisinden bahsetmek mümkündür. Yine 1920’lerden itibaren Türkiye’ye akademisyen olarak davet edilen Alman tıp profesörlerine ilaveten Hitler’in iktidara gelişi ile birlikte Almanya ve Avusturya’dan kaçmak zorunda kalan Yahudi doktorların önemli bir kısmı Türkiye’ye yerleşmiştir. Kendisi de bir patoloji mütehassısı olan Philip Schwartz’ın ön ayak olduğu proje dahilinde 1933 senesinden sonra Türkiye’ye çok sayıda Alman bilim adamı gelmiş, üniversite ve hastanelerde çalışmaya başlamıştır. İstanbul ve Ankara’daki tıp fakültelerindeki kürsülerin birçoğunun kurucu isimleri Alman profesörler olmuştur.

Almanya’dan gelen doktorlardan birisi de pediatri uzmanı Albert Eckstein’dır. Refik Saydam tarafından özel olarak vazifelendirilen ve Anadolu’nun köylerini gezen, anne ve çocuklarının sağlık koşullarına dair veri toplayan Eckstein Ankara Numune Hastanesinde çocuk sağlığı biriminin gelişimi için özel bir birim kurulmasını önermiştir. Eckstein’a Anadolu turlarında eşlik eden ve daha sonra Ankara Üniversitesinde asistanlığını yapan isim İhsan Doğramacı’dır. Tıp fakültesinden yeni mezun olan Doğramacı, Eckstein ile birlikte pediatri ihtisasını sürdürmüş, 1940’lı yıllarda ise Boston ve Washington’da kurulan özel pediatri birimlerini inceleme maksadıyla Amerika’ya gitmiştir. Eckstein Ankara Üniversitesinde arzu ettiği yatırımların yapılmaması sonrası yaşadığı anlaşmazlıkların da etkisiyle 1949 senesinde Almanya’ya dönmüştür. Bu tarihte artık Amerika’daki çalışmalarını bitiren ve Türkiye’ye yerleşmiş İhsan Doğramacı kendi projelerini gerçekleştirmek için yine uluslararası iş birliklerine yönelmeye başlamıştır.[3]

Cumhuriyetin kurucu kadrosu açısından sağlık hizmetlerinin seviyesi medeniyetin bir göstergesi olarak değerlendirilmişti. “Muasır Medeniyet”in yakalanması için ilk olarak sağlık hizmetlerinin yaygınlaşması ve iyileştirilmesi sağlanmalıydı. Refik Saydam da Türkiye’ye çağırdığı yabancı doktorlara bu misyonu vurgulamaktaydı. Türkiye’deki sağlık hizmetlerinin Batı’daki seviyeyi yakalaması ve aynı zamanda ülkede modern tıp anlayışının hâkim olması gerektiğine inanıyorlardı. Bu açıdan ilk yıllardaki Alman etkisinden sonra Amerikan nüfuzunun artması da siyaset ve bilim dünyasındaki değişimle anlaşılabilirdi. Amerikan üniversiteleri özellikle tıp eğitiminde Avrupa’nın dışında yeni modeller geliştirmeye çalışmış, 1910 senesinden sonra Amerika’daki tıp eğitimi ve hizmetleri baştan sona yeniden kurgulanmıştı. Bu reformun fikir babalarından Abraham Flexner 1920’lerden itibaren Rockefeller Vakfı’nın sağlık birimini koordine etmiş, abisi Simon Flexner de Vakıf yönetimine üst yöneticiler arasında yer almıştı. Rockfeller Vakfı gerek Amerika’daki “kamu sağlığı” hizmetleri, gerek salgın hastalıkların önlenmesine dair yaptığı fonlamalar 1950’lerde spesifik tedavi alanları ve nüfus çalışmalarına kaymış, her iki dönemde de ilgili alanlarda Türkiye’deki yatırımlar bu ilgi alanlarına göre yoğunlaşmıştır.

Genel Vakıf politikasındaki bu değişimler ile birlikte 1940-1950 arası Rockefeller Vakfı sağlık alanında başlattığı faaliyetlerini rutin olarak takip etmiş, Vakıf görevlileri Ankara ve İstanbul’daki kurumları sık sık ziyarette bulunmuştur. Bu süreçte İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinde de görüşmelerde bulunmuş, bakteriyoloji ve laboratuvar alt yapısının güçlendirilmesi için öneriler gündeme getirilmiştir. Ancak 1950’lerde yine Ankara Üniversitesinde görev yapan İhsan Doğramacı ile Vakıf uzmanlarının görüşmeleri sonucu yeni bir projeye başlanmıştır. Doğramacı aslında Amerika’da gerçekleşen tıp reformunu yakından incelemiş, bir benzerini Türkiye’ye taşımayı tasarlamıştır. Alandaki en iyi kurumlar olan Boston, Washington St. Louis ve John Hopkins’de başlayan üniversite hastane modelini geliştirmeye çalışmıştır. Netice olarak Amerika’daki uygulamaları tatbik edebileceği bir örnek olarak Ankara Üniversitesi bünyesindeki Hacettepe Projesine ağırlık vermiştir. 1955’den sonra Rockefeller’den 500.000$’ın üzerinde destek alan Hacettepe projesi 1962’de bağımsız bir Tıp Fakültesi, 1967’de bağımsız bir üniversiteye dönüşmüştür. Bu süreçte öğretici, müfredat ve altyapı özelinde Amerika’dan sağlanan destekler ile Hacettepe yeni bir model ortaya koymayı başarmıştır.

Hacettepe’de Rockefeller’in destek olduğu bir diğer proje “Nüfus Planlaması” çalışmaları olmuştur. 1950’lerin sonundan itibaren yine Rockefeller’in destek olduğu sağlıkçılardan Dr. Nusret Fişek’in de öncülük etmesiyle aile sağlığı ve planlaması özelinde ihtisas merkezi kurulması fikri ortaya atılmış, 1967 senesinde Hacettepe Nüfus Etütleri Enstitüsü faaliyete geçmiştir. Hacettepe’deki merkez hem aile planlaması kampanyaları için içerik üretme hem de sahada uzman yetiştirme amacıyla faaliyetlerini yürütmüştür. Bu süreçte Rockefeller Vakfı hem eğitimci personel hem de diğer malzeme giderlerinin karşılanması için Enstitü’ye destek olmuştur.

Son olarak, Türkiye’de hemşireliğe yapılan yaptırımlar 1950’lerde yeniden değerlendirilmiştir. Türkiye’ye gelen Amerikalı uzman Elizabeth Varley hemşirelere dair detaylı bir rapor hazırlamış, hemşirelik eğitiminin nasıl geliştirilebileceğini Amerika’daki ve Türkiye’deki yetkililerde müzakere etmiştir. Hem kızların mesleğe özendirilmesi hem de başarılı adayların Amerika’ya gönderilmesi üzerinde durulmuştur. Varley’e göre Türkiye’deki hemşirelik sisteminin gelişimi için çalışma koşulları iyileştirilmeli ve hemşirelik okullarının idarecileri eğitilmelidir. 1948-1960 yılları arasında yine Rockefeller Vakfı’nın desteği ile hemşire adayları Amerika’ya gönderilmiş, yeni açılacak olan hemşirelik okullarının gelişimi takip edilmiştir.

Netice olarak, erken dönem Cumhuriyet Türkiye’sinde sağlık hizmetlerinin gelişimi sadece “muasır medeniyet”in yakalanmasını değil, toplumun ve düşünce dünyasının değişimini amaçlamıştır. Modern tıp uygulamalarının Türkiye’ye taşınması ve doktorların, hemşirelerin eğitimi bu çerçevede kurgulanmıştır. İlk aşamada Alman bilim adamları, ardından Amerikalı uzmanlar ve Rockefeller Vakfı’nın destekleriyle bu hedefe ulaşılmaya çalışılmıştır. 1930 ila 1970 arasında faaliyete geçen Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Hacettepe Tıp Fakültesiyle Amerika’da uygulanan sağlık hizmetleri ve eğitimi Türkiye’ye taşımıştır. Hemşirelik okulu da benzeri bir destek ile gelişmiştir. Her bir kurumun işleyişinde siyasî ve insanî ilişkiler rol oynamıştır. Bu kurumların sundukları hizmetler, personel kadroları ve tatbik ettikleri metotlar açısından incelenebilmesi ve modern tıp uygulamalarının Türkiye’de yerleşiklik kazanmasının etkilerinin değerlendirilebilmesi hem düşünce hem de toplumsal değişimlerin daha iyi anlaşılması açısından önem taşımaktadır.

Kaynakça

Alice Shephard Riggs, Shephard of Aintab, New York: Interchurch, 1920; Arslan Terzioğlu, “Cumhuriyet Dönemi Türk Tıbbına ve Tıb Eğitimine Kısa Bir Bakış”, Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları, 2002, No:2;  Ali Erken, Amerika ve Modern Türkiye’nin Oluşumu, (Çev: Ebru Kılıç), Vakıf, 2020; Celal Ertuğ, Dünyada ve Türkiye’de İhsan Doğramacı Olayı, Meteksan, 2015; Mary Mills Patrick, Bosporus Adventure, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2016; Nejat, Akar. Anadolu’da Bir Çocuk Doktoru: Albert Eckstein, Pelikan: 2003; Ralph Colllins, “Public Health in Turkey: September 1926”, RFA, Rockefeller Foundation Records, RG 1.1, Seri 805, Kutu 1, Klasör 1; Selskar Gunn, “Selskar Gunn “Diary of Visit to Turkey: May 5–May 13 1925”. RFA, Rockefeller Foundation Records, RG 6.1, Seri 1.1, Kutu 37, Klasör 458


[1] Amerikan belgelerinde Hıfzıssıhha Enstitüsü, Institute of Hygiene (Hijyen Enstitüsü) olarak geçmektedir.

[2] Etimesgut’taki Dispanser’in Müdürlüğünü yapan toplum sağlığı uzmanı Dr. Cemalettin Or da Rockefeller bursu ile Amerika’da eğitim almıştır.

[3] İhsan Doğramacı’yı Eckstein ile tanıştıran isim olan eniştesi Lütfi Kırdar daha sonra Demokrat Parti döneminde Sağlık Bakanı olarak görev yapmıştır.

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
Şahitliğin Hakkını Veren Şehir: Gazze...
Recep Songül
Şehit ve Şahit İlişkisi
İbrahim Hanek
Şahitlik ve İhsân
Murat Kaya
Seyr u Sülûk Bir Şehâdet Arayışı mıdır?...
Hamit Demir
İlâhî Şahitlik
Yavuz Selim Göl
RÖPÖRTAJLAR
“Gazze” demek şahitler diyarı demektir....
Muhammed Emin Yıldırım
“Şahitlik; her zaman ve zeminde hakkı söyleme, hak...
Şinasi Gündüz
“Doğu Türkistan Çin’in bir parçası değildir."...
Hidayet Oğuzhan
“Eğer insanım diyorsanız, Doğu Türkistan bir insan...
Seyit Tümtürk
“Gazze’de yaşananlar, Batı’nın dünya kamuoyundan, ...
Derda Küçükalp
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Doğu Türkistan, Filistin ve Diğerleri: Sinemada Ek...
Abdülhamit Güler
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
Göstermenin Mesuliyetinde Sinemanın Örnekliği...
Abdülhamit Güler
Perdedeki Kimin Afeti, Felaketi, Kıyameti!...
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Doğunun Tüm Yolları Erzurum'dan Geçer...
Mikail Çolak
Mağrur Bir Tarih Ribatı Gibi Dimdik Ayaktadır Kâşg...
Mikail Çolak
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
Habib-i Neccâr’ın Gözyaşları
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
Leyla “A” dır
Rumeysa Döğer
Son Dokunuş Sahibi: Kusem b. Abbas
Rumeysa Döğer
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
Afrâ bint Ubeyd Yüzlü Kadınların Zamanından…...
Rumeysa Döğer
Bütün Şehit Annelerine: Sümeyra Bint Ubeyd Teselli...
Rumeysa Döğer
NEBEVİ VARİSLER
Ubey b. Kâ'b: Allah’ın Seçtiği Muallim...
Damla Mıdış
Ümmü Seleme
Hayrunnisa Duran
Allame Muhammed Salih Damollam
İkra Nur Demir
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Takvâ Sahiplerinin Öncüsü Hasan Basrî...
Beyza Durna
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x