Menü
Abdülaziz Tantik
Abdülaziz Tantik
Fıtrat ve Kulluk…
Eylül 25, 2023
Yazarın Tüm Yazıları

Fıtrat ve kulluk iki ayrı kavram ve kelime ama aynı anlamı içerecek bir düzleme sahip iki kelime ve kavramdır. Fıtrat, ikili yapısı gereği olgu ve değer düzlemlerine işaret eder. Fıtrat değer düzlemi üzerinden kulluk düzlemi ile bütünleşerek kulluğun sahici bir zemine sahip olmasına zemin oluşturur. Bu iki temel kavram sadece insanda bütünleşir. Yani fıtrat ve kulluk kavramı insan dışında zaten kendiliğinden birdir. Aynı anlamı ifade ederler. Yani bir varlık; hangisi olursa olsun, kendi fıtratı ile uyumlu olduğu sürece kulluğunu da yerine getirmiş olmaktadır. Yani kendisine yüklenmiş amacı gerçekleştirmiş olmaktadır. Ama bu seviyede kulluklar için imtihan olma olgusu yoktur. Bu ayrıcı vasfı sağlayan ve insanı farklı kılan bu imtihan olgusu içinde anlam kazanmasıdır. Bu yüzden insan fıtrat ve kulluğunu diğer varlıklardan farklı olarak değer üzerine ikame ederek yerine getirdiği zaman ilâhî rızaya ulaşma imkânına sahip olur.

Fıtratın “doğa” olarak tanımlanmasından dolayı olgusal bir düzleme sahip olduğu bildirilmektedir. İnsan, Şems Sûresi’nde ifade edildiği üzere “takva ve fücura eğilimli” yaratılmıştır (Bk. Şems, 91/8). İnsanın fıtratında/doğasında hem iyiye ve hem de kötüye meyyal bir özellik bulunmaktadır. Bu eğilim onu yeryüzünde insan kılmaktadır. İmtihan ise bu ikili yapıya rağmen kötüyü terk edip, onu hapsedip iyiyi açığa çıkarmak ve iyi olmaya matuf eylemler yapmakla başarılabilecek bir olgudur. Ama aynı zamanda insan fıtraten iyidir. İlk yaratılış amacı onun iyi olmasıdır. Bu iyi üzerinden “Şeytan”ın meydan okumasına olumlu cevap verilmektedir. Bu cevaba istinaden imtihan olgusu harekete geçmekte ve her türlü kaybeden “Şeytan”, “İnsan”ın kaybetmesi için ilâhî huzurda elinden geleni ortaya koyacağına yemin etmiştir.

İnsan, bütün varlıklar gibi doğası olgu düzeyinde ortak bir özelliğe sahiptir. Salt bu doğaya sahip olsaydı, imtihan olgusu yersiz bir konuma taşınırdı ki bu durum, dünya yaşamının anlamlılığını yitirmesine neden olurdu. Bu yüzden aslî doğası olan kulluğun yerine getirilmesine matuf değersel bir zemine sahip olan fıtrata da sahiptir. Bu ne demektir: İnsanın yaratılış amacına uygun davranışlar ve düşünceler geliştirerek varlık içinde selamı yaymak ve kalıcı hale getirmek için yaptığı şeylere yüklediği anlamdır. İlâhî rızaya matuf yaptığı ve yapacağı her eylem ve düşünüş kulluğunu olgunlaştırırken selamı yaygınlaştırır ve fıtratına matuf bir amacı gerçekleştirmiş olur.

İşte fıtratın ikili yapısı bu değişimi ve gelişim dinamiklerini içinde taşıyan bir özelliğe sahiptir. Eğer hata yapma imkânı olmasa idi; İnsan, yaratılış amacına uygun davranışları yerine getirse de Şeytan ile tutuşulan ahdin boşa çıkması anlamına geleceği için sorunlu bir durumu açığa çıkaracaktı.

Varlığın yaratılışındaki ikilik her aşamada kendisini göstermektedir. İnsan fıtratında da bu ikili yapı açığa çıkmaktadır. Çocukların içine doğduğu kültür üzerinden bir kimlik edindiğini belirten hadis, meselenin ikili boyutunun tek tarafını açığa çıkarmaktadır. Demek ki fıtrat ikili bir yapı üzerinden değişime açık kapı bırakmaktadır. Bu yüzden insanlar yaşadıkları süre içinde değişim yaşıyorlar. Dinler değişiyor, bakışlar değişiyor, yöntemler değişiyor. Bütün bu değişimler ikili yapı üzerinden gerçekleşiyor. İnsan yaratılış amacına uygun olma fıtratına sahip olduğu gibi içine doğduğu kültürel kimliğin ürettiği fıtrata/doğaya da sahiptir. Ama bu içine doğulan fıtrat değişime açık olduğu için hakikat ile buluşan insan kendisini daha doğru ve sahici olana yönelterek aslî hüviyetine, fıtratına ve kimliğine kavuşmaktadır. Fıtrat, hüviyet ve kimlik ego/ben dediğimiz kavramlar, insanın temsiliyetini sağlayan olgunun farklı veçheleri olmakla birlikte ortak bağıntılar ile sürekli bir ilgi ve iletişim içindedir de…

Kulluk ise bir şuur üzerinden elde edilecek bir olgudur. Fıtrattaki değişimin şuur üzerinden gerçekleştiği gibi kullukta bir şuur ile kendini olgunlaştırmaya yöneltir. Ama burada kişinin durduğu yer, kültürel dokusu ve yaşam ile ilgisi ve ilişkisi bağlamında kazandığı konum önemlidir.

Kulluk; kişinin, yapıp ettiklerini, ilâhî rızayı gözeterek yaptığında sahip olduğu meziyettir. Kulluk, insana has bir meziyettir. Kelimenin sözlük anlamından kavram anlamına yöneldiğimizde hem fıtrat ve hem de kulluk salt insana mahsus bir özellik olarak öne çıkar. Bu yüzden insan fıtratı derken kastedilen şey, yaratılış amacına matuf sahip olacağı özellikleri olur. Kulluk ise amaca matuf fıtratının özelliklerini bir şuur imbiğinden geçirerek karakter kılmaya dairdir. Kulluk ve fıtrat bu çerçeve içinde bir sürece mebnidir. Bu sürecin iniş ve çıkışları olmakla birlikte hep aynı istikamet üzere bulunmayı bir itiyat haine getiren insan iki vasfının hakkını verecektir. Bu hakkı tam olarak verebilmek için; istikametin sağlamlığı ve bunu temellendiren niyetin sahihliği ve eylemin sahiciliğini; yani tam sadakati de barındırmalıdır.

Fıtrat ve kulluğun tam olarak yerine gelebilmesinin temel şartı ise Âlemlerin Rabbi olan Allah ile kurulacak doğru ve sahici bir irtibatın varlığıdır. Bu da tevhid akidesinin tam teşekküllü öğrenilmesi, idrak edilmesi ve şuurun besleyicisi konumunu taşımasıdır. Tevhid, hiçbir şekilde yaratılmışlardan herhangi birini veya birilerini Allah ile ortak şartları haiz biri olarak görmemeyi içerir. Ama en temelde hayatı bütün olarak kuşatan bir temel metafizik/kelam ilkesi olarak idrak ederek onu ifadeye kavuşturabilmektir…

Tevhid; insanın yaşamı süresince varlığını tek bir varlığın/ilâhî varlığın kendisine adamasıdır. Düşündüğü, yaptığı, ilişkiler ağını kullanırken hedefini belirlediği her şeyde ilâhî varlığı hesaba katar ve ilâhî rızaya matuf yaşar… Sadece ilâhî rızaya matuf yaşar. Başka rızalar aramaz! O bilir ki her rıza tek bir rızaya matuftur. Bu yüzden bir şuur ile tek bir rızaya, rıza-ı ilâhîye matuf yaşar. Gündelik hayattan, siyasal hayata, psikolojik vasattan, sosyolojik vasata, duygusal durumdan düşünsel duruma kadar her şeyde ilâhî rızaya uygunluk aramak ve bunu bir şuur üzerinden yapmak kulluğun tam olarak yerine getirilmesinin şartını olgunlaştırır. Bilgi bu sürece mebni olarak vazgeçilmez bir olgu olarak durmaktadır. Bir şuur melekesinin iki temel özelliği bulunur. İlki, bilgi üzerinde elde edilen şuur, ikincisi ise tecrübe üzerinden ve elde olan bilgiye istinaden elde edilen şuurdur. Kulluğun şuur üzerinden gerçekleştirilmesi, bilginin önemini ve değerini de açığa çıkartır. Bilgi üzerinden anlama ve anlam üzerinden tespit ve yoruma ulaşılır. Kulluk, bilgi ile hedefine ulaşma zeminini yakalar…

Fıtratın ve kulluğun korunmasındaki en büyük titizlik ise aldatmaya matuf bir harekete mazur kalındığında uyanık olmak ve ona aldanmamaktır. Şeytan aldatıcıdır. Şeytanın aldatmasına kanan insanların fıtratlarında bir sorun ve kulluklarında bir hasar meydana getireceği açıktır. Bu noktada Şeytan yalnız değildir! Nas Sûresi’nde belirtildiği üzere ins ve cin şeytanların şerrinden Allah’a sığınmak zorunluluğu doğmaktadır.

Burada ikili yapı gereği iyiye yöneltecek öncüler bulunduğu gibi kötülüğe davet eden kişiler de var olacaktır. Burada imtihanın önemi açığa çıkar. İnsan, hep bir imtihan üzere oluşu bir bilinç refleksi haline dönüştürmelidir. Her şey zihinde başlar ve zihinde tamamlanır. Eylemler zihnin dışa yansımasıdır. Bu temel gerçekliği dikkate alan bir şuur üzerinden yaklaşılmalıdır. Ama insan eylemlerden etkilenir. Bu eylemlerin zihne yönelik bir baskı oluşturduğu gerçeğini de hatırlatır. İnsan en doğru şekilde taklit üzerinden öğrenir. Burada taklit olumlu anlamda ve öğrenmenin yegâne vasfı olarak konumlandırılmaktadır. Yoksa ataları taklit anlamında değil, o negatif bir özelliktir.

İşte insan sürekli müteyakkız olmak durumundadır. ‘İki ölç bir biç’ örneğinde olduğu gibi iki düşün bir eyleme geç… Mesele zihninde tam oturmadığı sürece en emin olunan eylemleri devam ettirmekte fayda var. Böylece kişi, hep iyi ile hareket ettiği için yeni iyiler de kendisine kapısını aralık tutar ki içine girerek iyilikleri çoğaltsın, iyilikleri çoğaltan kişi aldatmaya karşı bir korunak elde eder.

Tam bu noktada çok temel bir yaklaşım öne çıkarılmalıdır: Kişi, varlığının olmadığı bir anı hatırından çıkarmamalıdır. Olup biten her şeyin ilâhî irade ile yapıldığı hakikatini tam olarak idrak etmeye yönelik çabalarına hiç ara vermemelidir. Ta ki bir şuura dönüşene kadar… Böylece bir düşünceye, bir güzelliğe, bir iyiliğe, bir mülke sahip olduğunda bu sahip olmanın geçici tabiatını doğru kavramalı ve kendisine ait kılmamalıdır. Bilmeli, neye sahip ise o ancak ilâhî inayet ile olmaktadır ve bu yüzden sadece hamd ile mükellef olduğunu bilmeli, hatırlamalı ve şuura dönüştürmelidir. İşte o zaman fıtratını gerçekleştirme ve kulluğunu yerine getirmede üstünlük kendisine geçecektir. Bu üstünlüğün de kendisine verili olduğunu hatırından çıkarmamalıdır. Yani ezcümle; kişi, kendi benliğini ilâhî benlik içinde yok etmelidir. Salt ilâhî rıza kalana dek…

Fıtrata mugayir davranıldığında kişi rahatsız olur. İşte bu fıtratının temelini işaret eden vicdandır. Vicdan aynı zamanda kişinin üzerinde bulunması gereken fıtratı kodlar. Yanlış yapıldığı zaman alarm verir ve bu alarmı duyan kişi kulak kesilerek hemen yaptığı yanlıştan pişman olur ve tövbe ederek arınır, o hatanın fıtratı üzerine yaptığı tahribatı giderir.

Fıtrat ve kulluk sürecinin sağlıklı bir şekilde işlerlik kazanması ve bir şahsiyet oluşumuna sebebiyet verecek bir karakter oluşumuna yönelebilmesi iki temel haslete sahip olmasını zorunlu kılar. Bu iki temel haslet ise tevazuu ve şükür/hamd üzere olmaktır. Tevazuu, kişinin kendi sınırlarının idraki içinde yerini bilmesi ve ona uygun davranışlar sergilemesidir ki bu onu kulluğun güzelliğine taşır. Sınırlarını bilen kişi, azmaz… Azmanın Kur’ân’ın ifadesi ile tekebbür/müstağni olmakla ilişkisi belirgindir. Kişi tekebbür ettiği andan itibaren ilâhî rızadan kopar ve kendisini bir şey sanarak kendisinin aldatılışına imkân sunar. Bu yüzden kişi asla tekebbür etmemeli, olmayan bir şey gibi davranmamalı; ilişkilerinde, yargılarında ve davranışlarında bu sınırı muhafaza etmeli ki azmaktan kurtulabilsin…

Hamd üzere olmak ise, ilâhî inayetin varlığını en derununda hissederek her şeyin ilâhî meşiet üzere oluşunu kavramak ve bu kavrayış ile sürekli bir şükür hali üzere bulunmaktır. O zaman kişinin sahip oldukları ile ilişkisi bir şükür ilişkisine dönüşür. Çünkü o bilir ki sahip olduğu her şeyin mülkü ilâhî meşiet gereği ilâhî kudretin elindedir. Allah yerin ve göğün ve arasındakilerin Rabbi ve Mâliki’dir. Mülk O’nundur. O zaman kişi fena/geçiciliğin neye tekabül ettiğini anlamış olur. İşte fıtratını bu zemin üzerinden yürüyerek inşa ettiği zaman kulluğu da sağlam bir temele sahip olur.

Yukarıdan itibaren dile getirdiğimiz şuur kulluğun olmazsa olmazıdır. Şuur olmadan fıtratın doğru kavranışı mümkün değildir. Fıtratın doğru kavranmadığı bir zeminde ise kulluk hasarlı olacaktır. Hasarlı olan her şey ise hasarlı bir sonuç doğurur.

Kulluk, temel ilke olarak ilâhî rızaya uygun yaşamı sürdürmek ve nihayete erdirmektir, ölüme kadar Müslüman olarak varlığını idame etme iradesine ve eylemliliğine sahip çıkmaktır. Fıtrat, kulluğun kendi doğal, sahih ve sahici zemininde akarak kişinin karakterini ve şahsiyetini inşa ederek onu ulûhiyet ile buluşturarak kutsallığı idrak ederek ona uygun bir tutum ve davranışa yönelmesidir.

Fıtrat ise vicdan üzerinden sürekli kendini otokontrole tabi tutarak hep daha iyiye yönelik bir niyeti, sahih bir şekilde taşıyarak istikamet sahibi bir kul olma vasfını kazanmaktır. Fıtrat ve kulluk burada örtüşerek tam bir kişilik; aldanışa kapalı bir kişilik oluşturur. İşte bu kul, aynı zamanda fıtratına sahip çıkan kişi, sınırlarını/tevazuu bilen ve ilâhî inayetin varlığı sayesinde varlığını idame ettirdiğinin şuuru üzerinden sürekli bir şükür hali ile hayatını süsler…

İnsan şuur ile farkını izhar eder. Kul, şuur ile fıtratına kavuşur, mü’min şuur üzerinden imanını amelin kaynağı haline dönüştürür. Muvahhid kişi ise Allah’tan başka bir varlığın olmadığını bilerek, var olan her varlığın kaynağının ise Allah olduğu şuuru ile hareket ederek şirkten kendini beri kılar.

Fıtratını İslâm fıtratı üzere inşa eden, kulluğunu iman üzere güzelleştiren, estetik kaygılarını ulûhiyetin temaşası esnasında hisseden ve kendini yakın kılan/mukarrebun olan kişilere ne mutlu…

Rabbim rızası dışında bizi başka rızalardan beklenti içinde olmaktan kurtarsın ve salt kendisine kul ve kulluğunu inşa eden kişiler arasına katsın. Peygamberlerle birlikte bulunmayı nasip etsin, cennetinde ağırlasın, cemali ile de müşerref kılsın…

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
İlkeli Yönetim
Ramazan Kayan
Kudüs’te Bir Eşraf Ailesi: el-Hüseynîler...
Sezai Balcı
Gazze: Direniş ve Diriliş Mektebi...
Abdullah Yıldız
Zafer Vadedilen Kur’ân (Tufan) Nesli...
Recep Songül
Filistin Direnişi Bize Ne Anlatıyor?...
Aydın Ünal
RÖPÖRTAJLAR
“Gazze’de yaşananlar, Batı’nın dünya kamuoyundan, ...
Derda Küçükalp
"Filistin davası, Filistinlilerin ya da Arapların ...
Abdurrahman Arslan
“Dünyaların değiştiremediği insanlar ancak dünyala...
Muhammed Emin Yıldırım
“Müslümanın dünyayla ilişkisi tedbir ve temkin ili...
Kasım Küçükalp
... her nimetin bir külfeti var. Gülü seven dikeni...
Ali Osman Öncel
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
Göstermenin Mesuliyetinde Sinemanın Örnekliği...
Abdülhamit Güler
Perdedeki Kimin Afeti, Felaketi, Kıyameti!...
Abdülhamit Güler
Türk Sinemasında Neden Hz. Muhammed (sas) Filmi Yo...
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
Habib-i Neccâr’ın Gözyaşları
Mikail Çolak
Avrupa’nın Ortasında Var Edilen Güçlü Bir İnanç İk...
Mikail Çolak
İnsan Göç Eyler
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
Afrâ bint Ubeyd Yüzlü Kadınların Zamanından…...
Rumeysa Döğer
Bütün Şehit Annelerine: Sümeyra Bint Ubeyd Teselli...
Rumeysa Döğer
Ensârî Bir Muhacir: Zekvân b. Abdükays...
Miraç Okutan
İki Hicret Sahibi: Ca’fer b. Ebû Tâlib...
Miraç Okutan
NEBEVİ VARİSLER
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Takvâ Sahiplerinin Öncüsü Hasan Basrî...
Beyza Durna
Ca'fer b. Ebû Talib
Zeynep Simit
Süleyman b. Yesâr
Ruveyda Büyükkendirci
Ömer b. Abdülaziz
Kevser Özdağ
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x