Menü
İbrahim Barca
İbrahim Barca
Gazze Aynasından Yansıyanlar
Ocak 28, 2025
Yazarın Tüm Yazıları

İsrail İşgal Devleti, Hamas’a bağlı İzzeddin Kassam Tugayları’nın 7 Ekim 2023 tarihinde gerçekleştirdikleri Aksa Tufanı saldırısını bahane ederek Gazzelilere karşı tarihte örneği görülmemiş bir soykırım sürecini başlattı. Aslında bu saldırı, İsrailli Siyonistlerin İsrail devletinin ilan edildiği 1948 yılından beri 75 yıldan beri Filistinlilere uyguladıkları zulümlerin bir neticesiydi. Vahşi ve gaddar bir intikam güdüsüyle hareket eden şımarık ve kibirli İsrailliler, bu saldırı sonrası, bir yılı aşkın bir süredir zulüm ve katliamlarını katmerleştirdi ve soykırım olarak nitelendirilebilecek bir seviyeye taşıdı.  Tüm Gazzelileri en modern ve ilkel yollar kullanarak ırk ve dinlerinden dolayı etnik temizliğe, yerinden edilmeye, işgale, taciz ve tecavüz eylemlerine, her türlü –sözlü ve fiili- aşağılamaya, fiziki ve psikolojik tüm işkence çeşitlerine maruz bıraktılar.

7 Ekim Hamas saldırısını kendilerinin 11 Eylül’ü olarak niteleyen İsrail, Mescid-i Aksâ’yı yıkıp Süleyman Mabedi’ni tekrar inşa etmek; Goog ve Magog/Yecüc ve Mecüc savaşını başlatmak; güya İsrailoğullarına vadedilmiş kutsal toprakların tümünü ele geçirmek için bu saldırıyı zaten bekliyormuş görüntüsü vermektedir.

Siyonist İsrail Devleti bu süre zarfında havadan, denizden ve karadan gerçekleştirdiği insanlık dışı, vahşi ve korkunç saldırılar neticesinde yaklaşık 42 bin Gazzeli’yi katletti. Bu sayının çoğunluğu bebek, çocuk ve kadınlardan oluşmaktadır. Yine bu süreçte yaklaşık 100 bin Gazzeli de yaralandı. Yaralıların büyük çoğunluğu da yine bebek, çocuk ve kadınlardır. Yerel kaynaklar enkaz altında kalmış veya İsraillilerce kaçırılmış ve kendisinden haber alınmayan binlerce kişinin varlığından söz etmektedir. Soykırım süresi içinde 360 km²’lik Gazze Şeridi’nde 2 milyondan fazla Gazzeli bir kuzeye bir güneye, zorunlu göçe tabi tutuldu ve birkaç defa yerinden edildi. Şu anda bile akıbetleri belli değildir. Her an tekrar bir kuzeye bir güneye sürülebilirler. İsrailliler havadan, denizden ve karadan onların gidebilecekleri tüm kapıları ve girişleri kapattı. Adeta bir açık hava hapishanesi olan Gazze’de çoğunlukla aç ve susuz yaşamak zorunda bırakılan 2 milyondan fazla Filistinli, her an ya bombalar ve diğer silahlarla ya da bulaşıcı hastalıklara yakalanıp ölmeyi beklemektedir. Altyapı neredeyse tamamıyla ve bilerek yok edildi. Elektrik, internet, su ve petrol ürünleri kesildi. Meskûn mahaller ve binalar, hastaneler, camiler, eğitim ve öğretim kurumları dâhil birçok yer imha edildi. Birçok gazeteci, BM çalışanı, din adamı, uluslararası yardım elemanı, öğretmen ve öğrenci katledildi.

İsrail’in Gazze soykırımı sürecindeki en büyük hamisi ve destekçisi kuşkusuz ABD’dir. Nitekim malum olduğu üzere İsrail’in 1948 yılında BM’de devlet olarak kabul edilmesinde de en büyük pay ABD’ye aitti. İsrail’in farklı seviyede ikincil derecede destekçileri ise İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya, Kanada, Danimarka, Hollanda, Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Hindistan, Azerbaycan, Sırbistan, Japonya ve Hindistan gibi devletlerdir.  Bu devletlerin yanı sıra Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi Müslüman Arap devletler kendilerinden beklenilmeyecek derecede direniş eksenine, Hamas’a ve Gazzelilere karşı İsrail’i desteklediler.

İsrail’i destekleyen bu güçlerin yanı sıra Hamas’ı ve Gazzelileri bilfiil destekleyen, onlarla beraber direniş eksenini meydana getiren ve İsrail ile sıcak ve/veya soğuk savaş sürdüren güçler ise şunlardır: “Şii İran İslam Cumhuriyeti, Yemen Husileri, Lübnan Hizbullah’ı, Irak ve Suriye’deki İran destekli bazı Şii silahlı guruplar.”  İspanya, İrlanda, Slovenya, Norveç, Venezüella, Brezilya, Bolivya, Rusya, Çin ve Kolombiya gibi ülkeler farklı şekillerde Filistinlileri desteklediler. Geçmişinde ırkçı apartheid soykırımını yaşamış ve Nelson Mandela (öl. 2013) liderliğinde özgürlüğüne kavuşmuş Güney Afrika Cumhuriyeti ise Lahey Uluslararası Adalet Divanı’nda İsrail aleyhine soykırım davası açtı. Filistin destekçisi birçok ülke hem Güney Afrika Cumhuriyeti’ni destekledi hem de bu devletin açtığı davaya müdahillik başvurusunda bulundu. Endonezya, Malezya, Pakistan, Afganistan, Türkiye ve Cezayir gibi ülkeler ise İsrail’in Gazze Soykırımı’na değişik şekillerde ve vesilelerle karşı olduklarını belirten ancak henüz bunun için onlardan beklenildiği derecede yeterli eylemlerde bulunmayan ve adımlar atmayan Müslüman ülkelerdendir.

Arkasına ABD ve bahsi geçen diğer devletlerin desteğini almış İsrail, bugünlerde hem havadan hem karadan Güney Lübnan’a da büyük saldırılar düzenlemektedir. Aynı anda Şam’a da saldırılar düzenleyen İsrail, anlaşılan son kertede ivedi olarak en büyük düşmanı gördüğü İran ile bir savaşa girmek istemektedir. Bunun için elbette öncelikle en büyük destekçisi olan ABD’yi ve Batılı güçleri buna ikna etmelidir. Onu destekleyen Müslüman güçleri ikna etmesine gerek yoktur. Zira İran’a karşı yapılacak bir savaşı ve/veya İran’da bir rejim değişikliğini çoktandır arzulayan ve bekleyen birçok Müslüman devlet ve yerel güç bulunmaktadır. Zira bu durumların örnekleri ABD ve Batılı bazı devletlerin öncülüğünde gerçekleştirilen BOP/BİP[1] gibi projelerle Irak’ta, Suriye’de, Mısır’da, Libya’da ve Tunus’ta görüldü.

İsrail; Müslüman devletlerin, iktidarların, güçlerin ve milletlerin desteklemeleri, onay vermeleri, sessizlikleri ve pasiflikleri olmasaydı kuşkusuz bu denli pervasızlaşamaz, özellikleri zikredilen soykırımı icra edemezdi. Hem de hâlihazırda bunu artırarak ve genişleterek sürdüremezdi.

İsrail’e bu süreçte güçlü veya zayıf bir şekilde destek veren, yaptıklarını onaylayan; nispeten sessiz kalan veya yeterince veya beklenildiği kadar sesini çıkartamayan Müslüman ülkeler ABD, Batı dünyası ve İsrail ile ekonomik ve siyasi ilişkileri olan, bunun neticesinde savunma ve refah açısından kazanımları olduğuna inanan, birbirleriyle veya bazı yakın komşularıyla rekabet içinde olup birbirlerine güvenmeyen ülkelerdir. Ayrıca içte sahip oldukları etnik, mezhepsel ve siyasi farklılıklar ve bunun meydana getirdiği sorunlar onları bir açıdan zayıf ve kırılgan kılmaktadır.

Kendilerini Şii veya Sünni; laik veya gayr-ı laik; sağcı veya solcu; Arap, Azeri, Türk, Türkmen, Tacik, Kürt, Peştun, Beluc vb. gören ve tanımlayan Müslüman devletler ve yerel güçler; İrancılık, Şiilik ve Perslik özellikleri bakımından, İran’ın bölgede etkili ve güçlü bir devlet olmasını istememektedirler. Ayrıca bunlardan bazıları milli menfaatlerinin İran’ın milli menfaatleriyle birçok yerde çatıştığına inanmaktadır. Bu ülkelerin ve güçlerin çoğu saltanat veya darbe ile iktidara gelmiş, aynı zamanda modern seküler ve milliyetçi eğilimleri olan yöneticileri, İhvan-ı Müslimîn gibi siyasî İslâm hareketlerinin yayılmasından ve koltuklarını kaybetmekten de korkmaktadır. Nitekim Hamas, İhvan-ı Müslimîn içinden doğmuş ve bu hareketin bir koludur. Aslında bu yöneticiler aynı zamanda ABD ve İsrail’den de oldukça korkmaktadır. Nitekim ABD ve İsrail karşıtı pozisyonu sebebiyle geçmişte Suudi Arabistan Kralı Faysal’ın başına gelenleri ve nasıl öldürüldüğünü bilmektedir. Son günlerde devlet başkanlarına yönelik suikastlar ve onların şaibeli ölümleri onların korkularını daha da artırmaktadır.

Buraya kadar anlatılan hiçbir özellik ve gerekçe, Gazze Soykırımı bağlamında herhangi bir bahane teşkil etmez, edemez de.  Bahsi geçen Müslüman devletler ve güçler Gazze Soykırımı süresince gizli ve açık aldıkları kararlarla ve gerçekleştirdikleri icraatlarla, tavır ve tutumlarıyla, sessizlik ve pasiflikleriyle -herkes kendi ve yaptıkları ölçüsünde- soykırıma ortak oldu. Hem bu dünyada hem ahirette bunun karşılığını alacaklardır. Zira tüm devletler –imkân ve güçleri nispetinde- hem içte hem de uluslararası arenada adaleti gerçekleştirmek ve zulmü izale etmek ile sorumludur. Adâlet, mülkün temeli olduğu gibi devletlerin –deyim yerindeyse- tek dinidir. Oysaki Gazze Soykırımı yaşanırken bir şekilde İsrail’e destek veren, sessiz kalan, kendisinden bekleneni yerine getirmeyen Müslüman devlet ve iktidarların milli maslahat ve menfaatler dedikleri ve her türlü zulmü kendisiyle meşrulaştırdıkları heva ve hevesleri, rahatlık ve konforları tek dinleri haline geldi.

Devlet ve iktidarlar için söz konusu olan durum, tamamen onların Müslüman ahalisi için de geçerlidir. Çünkü bir devleti oluşturan ve devlete yön veren asıl unsur aslında o devleti var eden millettir. Müslüman devlet ve güçler, Gazze Soykırımı’nın faili İsrail’e neden onay verdilerse, onu destekledilerse, yaptıklarına sessiz kaldılarsa ve kendilerinden beklenileni yerine getirmediyse onların Müslüman vatandaşları da aynı sebeplerle İsrail’e destek verdiler, onu onayladılar, yaptıklarına sessiz kaldılar ve kendilerinden beklenileni yerine getirmediler. Müslüman toplumu meydana getiren bireylerin tavır ve tutumları, Müslüman devletlerin tavır ve tutumlarının belirleyicisi oldu. Bu yüzden Müslüman devlet ve iktidarlar Gazze Soykırımı’nda ne denli suçluysa Müslüman toplumu meydana getiren bireyler de o denli suçludur. Nitekim devletlerin adaletsizliği, onları var eden milletin adaletsizliği paralelinde gelişmekte ve seyir almaktadır. Bir hadiste “Nasılsanız öyle yönetilirsiniz” buyurulmuştur. Yani devletiniz, sizin şekil ve renginizi alır.

Sözü edilen devletlerde yaşayan çoğunluk Müslüman bireyler maalesef artık Allah, onun peygamberi Hz. Muhammed (sas), insanlara hitabı Kur’ân-ı Kerîm ve inanç, ibadet ve amellerden oluşan İslâm dini hususunda eski Müslümanlardan farklıdır. Bunlara olan inancını büyük oranda yitirmiştir. Bu da günümüz Müslümanlarında İslâm dini kaynaklı birçok değerin yok olup yerine zıtlarının peyda olması sonucunu doğurmuştur. Bu inanç yitimi veya azalmasıyla cesaret yerine korkaklık; kanaat yerine hırs; nefis terbiyesi yerine şehvete kulluk; ilim talep etme yerine dünya malı talep etme; cömertlik yerine cimrilik; diğergamlık yerine hudbinlik; merhamet yerine acımasızlık; dürüstlük yerine sahtekârlık; hakperest olmak yerine benperestlik; çalışkanlık yerine tembellik; kendine saygı yerine alçaklık kompleksi; hakka tapınma yerine güce tapınma; yardımlaşma yerine köstek olmak; kendinde olmak yerine kendinden olmak yani hiçbir şey olamamak gibi özellikler öne çıkmış ve Müslüman bünyeye hâkim olmuştur. Özetle artık rahat ve konforunu; heva ve hevesini her şeye önceleyen ve tek önemlisi yapan Müslüman bireyler, tıpkı devletleri gibi Gazze Soykırımı’nın ve işlenen zulümlerin ortağıdır. Çünkü devletleri gibi artık adâlet dini olan İslam ile gerçekte bir bağları kalmamıştır.

Bugünün mezkûr Müslüman çoğunluğu, Gazze Soykırımı’nda görüldüğü üzere Müslüman olmayan birçoklarından insani olarak da geride kaldı. Müslüman olmayan birçok kesim, Gazzeliler için değişik riskler alırken ve bedeller öderken Müslümanların çoğunda maalesef bu türden davranışlar görülmedi. Dünyanın değişik yerlerinde Hristiyan, Yahudi, Ateist, Marksist ve sol kesimden birçokları Gazze Soykırımı bağlamında din, ideoloji ve fikirlerinden yola çıkarak Gazzelilerin yanında İsrail’e karşı insani ve vicdani bir konum aldı. Batıl ve fesadın yerine hakkın ve hakikatin safında yer aldı. Birçokları kariyerlerinden, işlerinden ve itibarlarından oldu. Dövülüp işkenceye uğradı hatta bazıları katledildi. Seslerini duyurmak ve İsrail aleyhine kamuoyu oluşturmak için canından geçenler oldu. Fakat ne yazık ki Müslümanların çoğu, kardeşleri soykırıma maruz kalırken rahatlarını ve yaşam standartlarını hiç bozmadılar hatta aksine daha bir artırmak çabası içine girdiler. Bunun yanı sıra birçok yerde soykırım gündeme gelmesin diye yapay bir şekilde bazı dini konular ve tartışmalar gündemleştirildi. Arada bir gerçekleştirdikleri İsrail karşıtı ve Filistin yanlısı tüm retorik ve eylemleri, samimiyet ve ciddiyetten uzak, zevahiri kurtarmak ve yapmış olmak için yapılmış, isteksizce ve riyakâr bir havada gerçekleşti. Bunlar hak ve hakikatin güçlenmesi için çalışmayarak batıl ve fesadın yayılmasına katkı sundu. Gerçekte artık İslâm dinine inanmayan bu özellikteki Müslümanlar, dürüst davranmamakta ve İslâm dininden de ellerini çekmemektedirler.

Yine bu özellikteki çoğunluk Müslüman bireyler, örgütler ve toplumlar tıpkı devletleri, iktidarları ve yöneticileri gibi soykırım ortaklıklarını ve suçlarını kabul etmediler.  Bunun gibi tıpkı devletleri ve yöneticileri gibi soykırım süresince hep başkalarını suçladılar. Kendi durumlarını ve konumlanışlarını ise değişik bahaneler veya akli çıkarımlarla meşru gösterdiler.

Bazı Müslüman birey, cemaat ve örgütler tıpkı iktidarları gibi soykırıma uğrayan kardeşleri ve yaşadıkları trajedi üzerinden itibar, maddi kar veya siyasi rant devşirmek istediler. Bu Müslümanların soykırıma uğrayan kardeşleri için en çok ve belki de dürüstçe yaptıkları tek eylem dua etmeleriydi. Çünkü dua, dünyevi çıkarlarını her şeye önceleyen, heva ve heveslerini tanrıları edinmiş Müslümanların en sevdiği eylemdir.  Zira zahiri getirileri yanında bedavadır ve risksizdir. Gazze’de İsrail soykırım uygularken buna onay veren, destek olan, sessiz kalan veya kendisinden beklenileni yerine getirmeyen birçok Müslüman devlette, namazlarda, mitinglerde, toplantılarda ve bilumum etkinlik ve alanlarda her vesile ile Gazzelilere dua edildi ve İsrail lanetlendi.

Tabi buraya kadar anlatılan hususlarda Müslüman küçük samimi bir azınlık istisna edilmelidir. Bu küçük azınlığa mensup olan Müslümanlar -ki bunlara garipler de diyebiliriz- ellerinden geleni yapmaya çalıştılar. Mezhep, meşrep ve dinine bakmadan mazlumun yanında yer alan bu Müslüman azınlık, Filistinli kardeşlerine yapılan zulmü her yerde ve her platformda dillendirdi. İran, Perslik, Şiilik-Sünnilik, milli menfaatler ve maslahatlar, sekülerlik ve milliyetçilik kaynaklı hiçbir argümana sarılmadan ve bunu bahane etmeden yöneticileri ve karar alıcıları üzerinde baskı oluşturmak ve onları harekete geçirmek için değişik eylem ve protestolarda yer aldılar. Yaşanan soykırım konusunda insanlarda bir duyarlılık ve farkındalık oluşturmak için her türlü vesileyi fırsat bildiler.  İnternet sosyal iletişim ağlarını ve medya platformlarını soykırıma uğrayan kardeşlerine destek amaçlı kullandılar. Maddi yardım etkinliklerine katıldılar ve bunları organize ettiler. Silahları olmayan veya bizzat gidip savaşamayan bazı Müslümanlar, dilleri ve kalemleriyle cihad görevini ifa etmeye çalıştılar. Edebilenleri soykırımı gündem yapan ilmi ve akademik çalışmalar yaptılar. Geceleri rahat yatmadılar. Gündüzlerini hiçbir şey olmamış gibi dünya metaını toplamak ve dünya lezzetleri tatmak için geçirmediler. Zulme uğrayan kardeşleri için dua etmek bu azınlığın –çoğunluk olan güya Müslümanların aksine- en son aklına gelen işti. Ve çoğu zaman bu gerçek Müslümanların mazlum kardeşleri için gerçekleştirdikleri fiili eylemleri, onlar için yapacakları sözlü duayı unuttururdu. Tüm bunlarla da yetinmeyen bazıları, bireysel tercihleriyle canlarını feda etmeyi bile göze aldı. Ne hazindir ki; bu azınlık Müslüman güruhun önündeki en büyük engel Siyonist Yahudiler ve Siyonist Hristiyanlar yerine bahsi geçen Siyonist Müslümanlardı. İslâm ile bir gerçek bağı kalmayan Müslümanlardı. İslâm boğazlarından geçmeyen Müslümanlardı. Dünyevi fayda ve makam için Müslüman olanlar ve Müslüman görünenlerdi. ABD, Batı ve İsrail’in istediği ve izin verdiği kadar Müslüman olan Müslümanlardı. Değişik sebeplerden dolayı uzun yüzyıllardan beri yorulma ve tükenme trendine girmiş İslâm’ı ve Müslümanları, daha da yoran ve tükettikçe tüketen Müslümanlardı.

Son söz yerine şunu söyleyebiliriz ki; Müslümanlar bağlamında Gazze aynasından görünen portre ve gerçeklik şudur ki: “Modern, konformist seküler ve milliyetçi Müslüman çoğunluk gerçekte Müslüman değil artık.  İslam ile gerçek bir bağı kalmamıştır.  Varmış gibi görünen bağ ise Kapitalist, Liberal, Protestan ABD, Batı ve İsrail devletlerinin Hristiyan ve Yahudi medeniyetinin var olmasını istediği şekilde ve orandaki bir bağdır. Bu bağ ise -kabul edilsin veya edilmesin- Müslümanı Müslüman yerine münafık ve gayr-ı insan kılmaktadır. Gazze Soykırımı’nda yaşanan insanlık dışı zulümler ve korkunç katliamlar karşısında birçok Müslümanın tutumu ve duruşu aslında bunu açık bir şekilde ortaya koymuştur.”

[1] Büyük Ortadoğu Projesi/Büyük İsrail Projesi.

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
Psiko-Sosyal Açıdan Güvenin Yitimi...
Ferhat Kardaş
Meçhulden Maluma Bir Sefer: “Öz”ün Muhasebesi...
Muhammed Ali Alioğlu
Teknolojinin Bilinen ve Bilinmeyen Karanlık Yüzü...
Sadi Özgül
Müslüman Toplumlarda Eleştiri ve Öz Eleştiri İhtiy...
Mahmut Hakkı Akın
İktidar Müslümanlığı Gölge Yanıyla Yüzleşmeden…...
Nihal Bengisu Karaca
RÖPÖRTAJLAR
“Reform edilmesi gereken bir şey varsa o da modern...
Recep Şentürk
Öz eleştiri, varlığımızı geleceğe taşıma konusunda...
Temel Hazıroğlu
“Gazze” demek şahitler diyarı demektir....
Muhammed Emin Yıldırım
“Şahitlik; her zaman ve zeminde hakkı söyleme, hak...
Şinasi Gündüz
“Doğu Türkistan Çin’in bir parçası değildir."...
Hidayet Oğuzhan
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Sinema Sanat Olmasaydı, Çoktan Bitmişti......
Abdülhamit Güler
Doğu Türkistan, Filistin ve Diğerleri: Sinemada Ek...
Abdülhamit Güler
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
Göstermenin Mesuliyetinde Sinemanın Örnekliği...
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Doğunun Tüm Yolları Erzurum'dan Geçer...
Mikail Çolak
Mağrur Bir Tarih Ribatı Gibi Dimdik Ayaktadır Kâşg...
Mikail Çolak
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
Habib-i Neccâr’ın Gözyaşları
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
Ya Hanzala Münafık Olmuş Olsaydı?...
Rumeysa Döğer
Leyla “A” dır
Rumeysa Döğer
Son Dokunuş Sahibi: Kusem b. Abbas
Rumeysa Döğer
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
Afrâ bint Ubeyd Yüzlü Kadınların Zamanından…...
Rumeysa Döğer
NEBEVİ VARİSLER
Ubey b. Kâ'b: Allah’ın Seçtiği Muallim...
Damla Mıdış
Ümmü Seleme
Hayrunnisa Duran
Allame Muhammed Salih Damollam
İkra Nur Demir
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Takvâ Sahiplerinin Öncüsü Hasan Basrî...
Beyza Durna
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x