Menü
Özcan Hıdır
Özcan Hıdır
Göçmenfobi-Suriyelifobi
Eylül 25, 2023
Yazarın Tüm Yazıları

Günümüzde “Müslüman nefreti” veya “kültürel ırkçılık” halini almışolan İslamofobinin -daha genelde de “zenefobi (yabancı karşıtlığı)”nin- bir alt göstergesi olarak “göçmenfobi” son dönemde özellikle Avrupa-Batı’da belirgin olarak gözlemlenmekte ve bazı çalışmalarda zikredilmektedir.

Bu meyanda şunu öncelikle vurgulamak gerekir ki 11 Eylül hadisesinin genelde Batı’da özelde de Avrupa’da Müslüman göçmenler açısından bir kırılma noktası olduğu izahtan varestedir. Zira bu olay ve daha sonrasında farklı ülkelerdeki bazı terör hadiselerine paralel olarak Avrupa’da İslamofobi ve İslâm karşıtlığı-düşmanlığı yükselişe geçmiş, Avrupa’da yaşayan ve uzun yıllar ilgili ülkelerin kalkınmasına önemli katkılar sağlayan göçmenlere ve özel olarak da Müslümanlara yönelik bakış ve politikalarda büyük oranda asimilasyona eğilimli entegrasyon ve güvenliği önceleyen paradigma değişikliğine gidilmiştir. Bu bağlamda farklı etnik-mezhebî kökene sahip (Müslüman) göçmenlerle alakalı, göç başta olmak üzere, esasen sosyal nitelikli pek çok problem din-İslâm ekseninde ele alınarak İslamofobi ve İslâm/Müslüman karşıtlığında önemli bir argüman olarak kullanılmıştır.

Son senelerde Avrupa’daki ekonomik krizin de genelde bütün göçmenlere ama esas itibariyle Müslüman göçmenlere yönelik fobiyi (göçmenfobi) arttırıcı etkisi olmuştur. Bu arada İslamofobi ve alt tezahürü olan “göçmenfobi” bir oy-ekmek kapısı haline de gelmiş ve hemen her ülkede islamofobik-göçmenfobik partiler konjonktürel olarak önemli oranda oy ve kazamınlar elde etmiştir. En son yaşanan Paris’teki Charlie Hebdo saldırısı, Avrupa’da Müslüman göçmenlere yönelik söylem, eylem ve politikaları negatif anlamda arttırıcı ve hızlandırıcı bir etkiye yol açmıştır. Bu itibarla özellikle 11 Eylül sonrasında Avrupa’nın özellikle merkezî-dominant ülkelerinde Müslüman göçmenler, İslamofobinin en temel sebeplerinden biri haline gelmiş, getirilmiştir. Bu yönüyle de İslâm karşıtlığı-düşmanlığı aslında bir “(Müslüman) göçmenfobi” halini almıştır.

Halbuki hangi etnik-sekter ve dini grup olursa olsun, teolojik bazı yönlere ve problemlere sahipse de göç ve göçmenlik asıl itibariyle “sosyal bir fenomen” olup siyasî, dinî, ekonomik, demografik ve sosyo-kültürel pek çok sebeple irtibatlı problemlere sahiptir. Ne var ki göçmen karşıtı tutumlarda ve göçmenlere yönelik politikalarda bu sosyal problemler genelde görmezden gelinmekte veya çok az öne çıkarılmaktadır. Bu durum sosyo-kültürel ve ekonomik problemlerin İslamileştirilirek Müslüman göçmenlere hamledilmesi problemini de beraberinde getirmiştir. Benzer bir durum esasen bazı kesimlerce Türkiye’deki Suriyeliler özelinde de söz konusudur. Bu makalede biz genelde İslamofobi ile ilişkili olarak “göçmenfobi”yi ve Türkiye’deki Suriyeliler üzerinden ortaya konan mülteci-göçmen karşıtlığının (göçmenfobi-Suriyelifobi) temel motivasyon ve sebeplerini ele almak istiyoruz. Ancak öncelikle “göçmenfobi”nin en belirgin tezahür alanı olduğunu düşündüğümüz Avrupa-Batı’daki göçmenfobiyi irdelemek istiyoruz.

Avrupa-Batı’da (Müslüman) Göçmenfobi 

Bilindiği üzere günümüzde uluslararası göç, giderek yaygınlaşarak gerek sosyo-ekonomik, gerek siyasal açıdan belirgin bir niteliğe kavuşmuştur. Bu nitelikteki göç olgusu, ulusal güvenlik, küresel çatışma, uluslararası düzensizlik ve kimlik meseleleriyle ilişkili bir şekilde inceleme ve tartışma konusu haline gelmiştir. Bu meyanda da göçle ilgili uluslararası kurumlar, enstitüler, projeler ve tartışmalar alabildiğine çoğalmıştır. Bugün oldukça yüksek bir ivme kazanan ve sofistike bir hal alan uluslararası göç hareketleri, ülkeler ve toplumlar arasında etnik, dinsel ve kültürel bakımlardan farklılaşmalara yol açmakta veya böylesi farklılaşmaların temel kaynağı olarak görülmektedir.

Böyle bir yaklaşım çerçevesinde, göçmenlerin egemen dile ve kültüre uyumlu kılmaya zorlanması, onlara karşı ırkçı, ayrımcı nitelikte şiddet boyutuna varan tutum ve davranışlar, yeni etnik-dinsel azınlıkların vücut bulmasına hayat vermektedir. Gittikçe yoğunlaşan göç sürecinde; çoğunlukla yoksul ülkelerden gelen vasıfsız göçmenler, sosyo-ekonomik bakımdan dezavantajlı konumda bulunan yerli nüfus ile rekabete neden olabilmektedir. Bu durum ise, “istenmeyen göç” olgusuna ve bununla bağlantılı göçmen korkusuna (göçmenfobi) meydan vererek ırkçı, ayrımcı, ötekileştirici eğilimlerin ortaya çıkmasına veya gelişmesine yol açmaktadır. Bu meyanda kriz durumlarında, olumsuz toplumsal gelişmelerde baş sorumlu olarak göçmenlerin gösterilmesi eğilimi artmıştır. Ayrıca, modernleşme sürecinde ulus devletlerin homojenleşmiş veya homojenleştirilmiş bir toplumsal yapıya önem ve öncelik vererek, milliyetçilik akımından beslenen bir “homojenlik miti” yaratmış olmaları da ayrımcı veya ötekileştirici tutum ve davranışlar sergilenmesine, bu yönde politikalar izlenmesine zemin oluşturmaktadır.

Bugün, Batı Avrupa’da yaklaşık 15-17 milyon civarında Müslüman nüfus yaşamaktadır. Her yıl, gerçekleşen yeni göçlerle birlikte yaklaşık 1.7 milyon yeni göçmen Avrupa Birliğine intikal etmektedir. Batı Avrupa’ya Müslüman göçü, özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra yükselmeye başlamıştır. Bu dönem, Avrupa’nın savaş sonrası ekonomisini toparlayabilmek için göçmen işçilere büyük ölçüde ihtiyaç duyduğu bir dönemdi. Daha sonraki yıllarda Müslüman göçmen nüfustaki artış, siyasal İslâm hareketlerinin yükselişiyle çakışmaya başlamıştır. Bu süreçte; bir yandan Müslümanlara yönelik bir karşıtlık ve dışlayıcılık duygusu güçlenirken, diğer yandan İslâm ile “radikalizm” ya da “köktencilik” arasındaki sınırlar, Avrupalıların gözünde bulanıklaşarak İslâm’a ilişkin bir tehdit algısı oluşmuştur. Bu gelişmelerle bağlantılı olarak Avrupalılar, kıtalarının İslamîleşeceğini, İslâm ile Avrupa medeniyetinin uyuşamayacağını dile getirmeye başladılar. Bu korkunun tipik bir yansımasını, Türkiye’deki Suriyeliler bağlamında da zaman zaman “Türkiye’nin Suriyelileştiği” şeklinde ifade edilebilecek söylemlerle gündeme getirildiği üzere, “Araplaşmış/Müslümanlaşmış Avrupa” anlamında tedavüle sokulan “Eurabia” teriminde görmek mümkündür. Zira “eurabia”, Avrupa’daki düşük doğum oranları karşısında Müslüman toplumlardan ve dünyadaki göçlerin neredeyse %50’sini teşkil eden Arap ülkelerinden gelen ve giderek artan göçler yüzünden birkaç kuşak sonra göçmenlerin çoğunluk haline geleceği endişesini ve Avrupa’nın radikal İslâm tarafından kuşatılacağı korkusunu ifade etmek üzere tedavüle sokulan nevzuhur, “zenefobik-islamofobik” ve “göçmenfobik” bir ifadedir. Böyle bir korkunun yaygınlaşıp pekişmesinde, tedirgin kamuoyunun desteğini kazanmak için “Eurabia”nın bir korku tekniği olarak aşırı sağ siyasal partiler ve merkez partiler içerisindeki ırkçı tutumlara sahip bazı siyasilerce kullanılması da etkili olmaktadır.

İslamofobinin Avrupa’da güçlenip yerleşmesinde, Avrupa’nın göçmenleri durumundaki Müslümanları aşırılık ve fanatizmle eşleştirme ve bunu son yıllarda sürekli gündemde tutma eğilimi önemli bir yer tutmaktadır. Burada da Müslümanların kendi aralarındaki sosyal, ekonomik, siyasal, kültürel, ideolojik ve her şeyden önemlisi yukarıda da sözünü ettiğimiz İslâm telakkîlerindeki ayrılıkları veya farklılıkları yok sayılarak homojenleştirilip genelde köktencilik ya da fundamentalizm ile özdeşleştirilmeleri söz konusudur. Yine Müslüman göçmenler arasındaki kötü örnekler seçilerek sürekli onlar üzerinden bir genelleme yapılmakta, böylece “selektif” bir okumaya gidilmektedir. Bu durum ise ötekileştirilen Müslüman göçmenler üzerinde “refleksif-reaksiyoner” olarak karşı bir tepkiye yol açmaktadır. Hatta Müslüman göçmenler arasındaki bazı gruplarda radikal-ekstremist eğilimlerin öne çıkmasına yol açtığı da söylemek gerekir. Tabiatıyla burada göçmenler arasındaki yüksek işsizlik oranları, dışlanmışlık, ayırımcılık, ötekileştirme de alabildiğine rol oynamaktadır. Tabiatıyla Müslüman göçmenler arasında gelişen bu tutumlar da ilgili ülkelerin yerleşik vatandaşları nezdinde göçmen ve Müslüman karşıtı tutumların beslenmesine ve artmasına sebep olmaktadır. Bu meyanda da karşılıklı bir etki-tepki sarmalı ve kısırdöngü oluşmaktadır.

İlgili bazı araştırmalarda bu fenomen, bir tür ırkçılık veya ırkçılığın yükselişi olarak değerlendirilmektedir.3 Buna göre 11 Eylül 2001’den sonra İslamofobideki hızlı tırmanış, mevcut ırkçılık kalıplarının bir gelişmesi olarak değerlendirilmektedir. Böylece Müslümanlar, Araplar ve Asyalı göçmenlere dönük mevcut karşıtlık, zamanla bir ırkçılığa dönüşmekte ve bu insanlar, ırkçı nefret eylemlerinin nesnesi haline getirilmektedir. Bu meyanda Hollandalı Liberal Yahudilerin eski başkanı Abraham Soetendorp ile İşçi Partisi (PvdA) eski başkanı Yahudi asıllı Job Cohen’in “11 Eylül sonrasında Müslümanlar Avrupa’da Hitler dönemi Yahudileri gibi görülüyor” anlamındaki ifadeleri anlam kazanmaktadır. Bu açıdan bakılırsa Avrupa ülkelerinde bir etno-dinsel grup olan Müslümanların adeta yeni bir ırk gibi değerlendirilmesi, ırkçılığın post-modern dönemdeki yeni bir biçimini oluşturmaktadır. Önce bu gruba mensup bazı kimselerin tutum ve davranışlarında hareketle tüm Müslüman göçmenler hakkında bir dizi önyargı ve kalıp yargı yaratılmaktadır. Ardından, en son Charlie Hebdo saldırısı sonrası pek çok Avrupa ülkesinde görüldüğü gibi, Müslümanlara ve onların kutsal saydıkları değerlere ve mekanlara yönelik birçok sözlü ve fizikî saldırı gerçekleştirilmektedir. Nitekim 1990’lı yıllarda çok sayıda sosyolog ve kültürel antropolog, deri rengine dayalı olarak ileri sürülen ırkçı fikirlerden “kültürel üstünlük” ve “ötekilik” kavramları temelinde yapılan bir ayrımcılığa ve ırkçılığa doğru bir değişme yaşandığını belirtmektedir.4

Dolayısıyla günümüzde Avrupa’daki Müslüman göçmenler, tarihte pek çok Avrupalı düşünürün fikirlerinde tebellür eden Avrupa’nın Doğu’ya, ötekine ve özelde de Müslümanlara bakışındaki ırkçı, dışlayıcı ve oryantalistik bakışın güncellenmesinde öne çıkarılmaktadır. Son dönemlerde Müslümanlar dolayımında ortaya çıkan pek çok olayda bu tutumlar yeni birtakım argümanlarla aktive edilmekte ve güncellenmektedir. Aslında bu durum tarihin farklı argüman, söylem ve tutumlarla tekerrürüdür. Bu söylem, tutum ve davranışlar tarihte genel anlamda Doğu”ya ve Müslümanlara bakışta tebellür ederken, günümüzde Batı’daki ve Avrupa’daki Müslüman göçmenler üzerinden güncellenmektedir. Böylece Müslüman göçmenler, İslâm karşıtı ve İslamofobik tutum ve davranışların önemli, belirleyici ve merkezî bir unsuru haline gelmiş bulunmaktadır. Bu olgu aynı zamanda, göçmen özellikle de Müslüman göçmen karşıtı tutumlarını politik söylemlerinin merkezine yerleştiren Avrupa’daki aşırı sağ partilerin yükselişine de yol açmaktadır. “Bu yüzyılın sonunda Avrupa Müslümanlaşacak”, “her Müslüman terörist olmasa da her terörist Müslümandır” türü, Müslüman göçmenleri de içine alan speküle edilmiş söylemler de bu meyanda muharrik bir unsur olarak öne sürülmektedir. Bunun ise Müslümanlara ve Müslüman asıllı göçmenlere yönelik fobiyi ve karşıtlığı arttırıcı bir fenomen olduğu aşikardır.5

Bütün bunlara paralel olarak Avrupa’nın merkezi ülkeleri, özellikle de 11 Eylül ve akabindeki pek çok terör hadiseleri sonrasında, Fransa, Hollanda, Avusturya, Danimarka ve Almanya başta olmak üzere, aşırı sağ-solun da alabildiğine yüksel(til)mesiyle,6 göçmenlere yönelik dinî, siyasî, ekonomik ve sosyo-kültürel hakları kısıtlayıcı politikalar yönelmekte, asimilasyona eğilimli entegrasyon politikaları devreye sokulmakta, Müslüman göçmenleri ikinci sınıf vatandaşlar, Avrupa toplumları için potansiyel tehlike ve “Avrupa’nın bir tür yeni barbarları” olarak değerlendirip neticede güvenlik eksenli politikalar devreye sokulmaktadır. “Göç” gibi önemli oranda “sosyal” meseleler de bu bağlamda çoğunlukla güvenlik meselesi olarak ele alınmaktadır. Bütün bunların ise Avrupa’daki göçmenlerin -özellikle de gençlerin- günlük yaşayışları ve gelecek perspektifleri üzerinde negatif etkisi büyük olmaktadır.7

Bir paradoks gibi gözükse de burada Müslüman göçmenler ile alakalı bir hususu daha vurgulamak gerekir. Avrupa’daki Müslüman göçmenlerin, özellikle 1980’li yıllardan sonra birer işçi olmaktan çıkıp iş adamı, sanatçı, sporcu, siyasetçi, bürokrat, akademisyen olarak hayatın her alanında nitelikli olarak yer almaya başlaması, yani asimile olmaksızın kendileri olarak topluma katkı yapmaya başlamaları, Avrupalı karar vericilerce bir yandan teşvik ediliyor gibi gözükse de aslında Avrupalı zihinlerde negatif bir etkiye de yol açmaktadır. Bu durum esasen, Müslüman göçmenlere yönelik İslamofobik-göçmenfobik tutumları gizliden gizliye besleyen de bir olgudur. Bu meyanda Müslüman göçmenlerin niceliklerinin yanı sıra esasen niteliklerinin yükselmesi İslamofobiyi ve göçmenfobiyi besleyen bir faktör olarak karşımızda durmaktadır. Zira Müslümanların işgücü piyasasında niteliğinin artması Avrupalıların iş alanlarında daralmaya; siyasal ve kamusal alanda da haklarını çok daha efektif-etkin olarak dillendirmelerine yol açar. Bu durum ise yukarıda da söylediğimiz üzere, görünürde destekleniyor gibi gözükmekle beraber, paradoksal olarak göçmenlere yönelik içten içe olumsuz tutumları beslemektedir. Zira marjinal olanların, periferide olması gerekenlerin merkeze yönelmeleri, merkeze talip olmaları, merkezin sahipleri olan Avrupalılarca hiç de arzu edilen bir durum değildir. Bu yönüyle göçmenfobik tutumları bir yönüyle merkezin periferidekileri öteleme, merkeze almak istememe tutumları olarak da değerlendirebilmek mümkündür.

Burada vurgulanması gereken bir diğer husus da Avrupa başta olmak üzere bütün dünyadaki Müslüman göçmenlerin kendilerine yönelik “göçmenfobik-islamofobik” tutumlara yönelik nasıl bir tavır geliştirecekleridir. Bu meyanda Müslüman göçmenler pek çok açmazla karşı karşıyadır. Bunlardan önemli bazıları olarak, “etnik-sekter bölünmüşlük”, “kök ülkelere aşırı bağımlılık”, “duygusallık”, “reaksiyonerlik”, “eğitimsizlik”, “aşırılık”, ”kurban psikolojisi”, İslâm’ı yeterince bilememe ve konteks merkezli yorum geliştirememe, ”toplumun norm ve değerlerini tanımama ve topluma yeterince/aktif katılamama”, “nitelikli kurumsallaşamama”, “kendilerini hala birer göçmen-yabancı olarak görüp eşit vatandaşlar olarak görememe”, gibi önemli iç sorunlarını halletme gayretleri olacaktır. İç problemlerini çözememiş Müslüman göçmen grupları, Avrupa’da kendilerine yönelik dominant-baskın ve sistemik-sistemli dışsal politikalara ve kendileri dışında gelişen problemlere karşı olumlu-yapıcı ve sonuç alıcı tutumlar ve çözümler geliştiremeyeceklerdir.

Türkiye’deki Suriyeli Misafirler ve

“Göçmenfobi-Suriyelifobi”

Göçmenfobinin en belirgin tezahür alanlarından olana Avrupa-Batı’daki duruma temas ettikten sonra kısaca da olsa, Türkiye’deki Suriyeliler bağlamında “göçmenfobi-Suriyelifobi” olgusuna da değinmek yerinde olacaktır. Buna göre dünyadaki göçlerin neredeyse %50’sini teşkil eden Arap ülkelerinden olan göçler arasında özellikle 2011 sonrası Suriye’den farklı ülkelere yönelen göç akını önemli yer işgal etmiştir. Bu durum aynı zamanda Türkiye’ye yönelen dış göçler açısından da bir kırılma anı-noktası olmuştur. 2011’den bu yana Suriye’den Türkiye’ye olan ve sayıları halihazırda 3 milyon 600 bini bulmuş olan göçün onuncu yılını idrak ettiğimiz ve pek çok Suriyelinin Türkiye’yi artık vatan edindiği bu dönemde, “yerli İslamofobi”nin ve “göçmenfobi”nin bir tezahürü olarak onlara yönelik Türkiye’deki bazı kesimlerce olan İslamofobik tutumları da irdelemek yerinde olacaktır. Zira her ne kadar İslamofobi, Batı ülkeleri başta olmak üzere Müslümanların azınlıkta olduğu ülkelerdeki İslâm-Müslümanlara yönelik korku-karşıtlığı ifade etse de Türkiye gibi halkının büyük çoğunluğu Müslüman olan toplumlarda da farklı şekillerde, sıklıkla tezahür etmiş ve etmektedir. Ne var ki Müslüman ülkelerdeki İslamofobi ile Batı toplumlarındaki İslamofobinin bazı benzerlikleri ve farklılıklarının da bulunduğunu belirtmek gerekir.

Bu meyanda Batı’daki “İslamofobi”nin aslında bir yanıyla Türkiye’de “Suriyelifobi-Suriyeli düşmanlığı” şeklinde de tezahür ettiği söylenebilir ki, böylece literatüre “göçmenfobi-Suriyelifobi” şeklinde yeni bir “fobi” türü de katılmış olmaktadır. Hatta elimizde net istatistikî bilgiler-çalışmalar olmasa da Türkiye gibi bazı İslâm ülkelerinde İslamofobi, Batı’dakine göre çok daha incitici olabilmektedir. Bu meyanda Türkiye başta olmak üzere İslâm ülkelerinde İslamofobi, genelde dinî değer ve kavramların itibarsızlaştırılması, Müslümanların mizah yoluyla alay konusu edilmesi, sosyal ve dijital medya başta olmak üzere çeşitli mecralarda Kur’ân ve Hz. Peygamber’e hakaret edilmesi ya da en hafifinden İslâm’a ve Müslümanlara ait birçok olgunun olumsuz temsillerle sunularak toplumsal ayrışmaya neden olacak önyargıların güçlendirilmesi şeklinde tezahür etmektedir.8 Bu meyanda şunu vurgulamak gerekir ki Hitler’in liderliğinde üstünlüklerini ilan eden Alman ırkının dünya tarihinde yarattığı yıkım, tabir yerinde ise “kolektif narsisizm”in ne kadar tehlikeli olabileceğini bize göstermiştir. “Irkçı-kültürel ırkçı” tutumlarla bugün Avrupa’nın, büyük çoğunluğu Müslüman göçmenlere uyguladığı ve benzerlerini de son dönemlerde Türkiye’deki bazı kesimlerce özellikle Suriyeli göçmenlere yöneldiğini müşahede ettiğimiz tutumların da ırkçılık temelli “kolektif narsizm”i çağrıştırdığını söylemek yanlış olmayacaktır. Irkçılık-nefret söylemi ve İslamofobi-göçmenfobinin aslında “çift yumurta ikizleri” gibi olduğu belirtilmelidir.

Netice olarak Türkiye’deki genelde Arap özelde de Suriyelilere yönelik negatif bakışın, genelde bir bütün olarak İslâm’a olumsuz bakışın yanı sıra, özelde Osmanlı’nın sonu ve Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki iç-dış menfî propagandalarla körüklenen/yükseltilen “Arap karşıtlığı-Arapfobi”ye uzanan bir temelinin bulunduğunu da söylemek gerekir. Bu meyanda Batılı oryantalistlerin bölgeye yönelik teo-politiği ve her iki ulusu birbirine düşman etmeye matuf “Araplar bizi arkadan vurdu”, “Osmanlıya ihanet ettiler” “Türkler bizi-sizi sömürdü”, “Osmanlı sömürgeci” tarzı söylem-eylemler ile bu doğrultuda körüklenen ulusçu ve aşırı milliyetçi politikaların da bu anlamda zihinlerde alabildiğine etkisi bulunmakta; dolayısıyla belli olaylarda Suriyelilere yönelik olarak tezahür etmektedir. Avrupa’da zenefobi, İslamofobi, Türkfobi ve “eurabia-Arapfobi” şeklinde Avrupa’da izlerini gördüğümüz olgu Türkiye’de de “Türkiye’nin Araplaşacağı” veya Suriyeliler yoluyla “selefîleşeceği” şeklindeki zenefobik-İslamofobik ve göçmenfobik söylemin de etkisi söz konusudur. Bu doğrultuda yer yer Suriyelilerin nispeten başka (Arap) bir kültürün temsilcileri olarak Türkiye kimliğini ve iç yapısını tehdit ettiği de düşünülmektedir. Bu bağlamda Türkiye’ye gelen mültecilerin Suriye’den değil de mesela Bulgaristan’dan gelmiş olması durumunda söz konusu karşıt kesimlerin aynı tepkiyi gösterip göstermeyecekleri sorusu anlamlı durmaktadır.

Suriyeli Korkusundan (Suriyelifobi) 

Suriyeli Düşmanlığına

Toplam mültecilerin yüzde ellisini neredeyse Arap asıllı göçmenlerin oluşturduğu günümüz dünyasında en fazla mülteciyi barındıran ülkelerin başında gelen Türkiye, üç buçuk milyondan fazla Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapmaktadır. Son aylarda Suriyeli karşıtlığının Suriyeli düşmanlığına evirildiği bir süreç yaşıyoruz. Hatta bu durum, Türkiye’deki ekonomik sıkıntıların, işsizliğin, yükselen kiraların ve kapanan işyerlerinin sorumluluğunu Suriyelilere yükleyen ırkçı-kültürel ırkçı9 tutumları da beraberinde getirdiği görülmektedir. Dolayısıyla Suriyelilere başlangıçta nispeten gösterilen müsamaha, misafirperverlik ve yardımlaşmanın bugün yerini belli oranda nefret söylemine bıraktığı söylenebilir. Burada da en temel motivasyonun aslında İslamofobi-İslâm karşıtlığı olduğu söylenebilir. Halbuki ülkemizdeki Suriyelilerle ilgili durum, Suriyelilerle ilgili bir uyum sorunundan ziyade Türkiye’deki barış ve çoğulculuk içinde bir arada yaşama konusundaki kapasitemizin yetersizliğinden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Ayrıca Suriyeli göçmenlerin Türkiye’nin hukuktan dış politikaya, güvenlikten sağlığa, eğitimden istihdama, ekonomiden kültüre toplumsal yapının tümünü kendine hissettiren ve kendisini daha ziyade büyük kentlerde hissettiren yeni bir olguyu ortaya çıkarmasıyla da yakın alakası vardır.

Suriyeliler konusunun, bazı partiler ve gruplarca siyasi ve sosyo-kültürel popülizmin malzemesi haline getirilmesi ve bu meyanda Suriyelilerle ilgili yalan haberlerin medyada mutlak doğru olarak sunulması, onlara yönelik nefret söylemine varan İslamofobik tutumların yayılmasına ve Suriyelilerin kolay hedef haline getirmektedir. Mesela sosyal ve dijital medyada Türk bayrağının yakıldığı fotoğraflarla birlikte, Suriyelilerin ayaklanma çıkarıp bu esnada da Türk bayrağını yaktıkları iddiaları bile ileri sürülebilmektedir. Böylece aslında Suriyeliler üzerinden İslamofobi ve ırkçılık-ayrımcılık Türkiye’de canlandırılmakta ve toplumsallaştırılmaya çalışılmakta; adeta Suriyelilere yönelik düşmanlık, ırkçılık, ayrımcılık ve nefret söylemi icat edilmektedir. Halbuki ırkçılık-nefret söylemi ve İslamofobinin “çift yumurta ikizleri” gibi olduğu belirtilmelidir. Bu meyanda ayrıca vurgulanmalıdır ki yine İslamofobik-ırkçı saiklerle, sadece Suriyelilere değil onlarla dayanışma içinde bulunanlara da hakareti marifet saymaktadırlar. Bu meyanda şunu vurgulamak gerekir ki Hitler’in liderliğinde üstünlüklerini ilan eden Alman ırkının dünya tarihinde yarattığı yıkım, tabir yerinde ise “kolektif narsisizm”in ne kadar tehlikeli olabileceğini bize göstermiştir. Irkçı ve kültürel ırkçı tutumlarla bugün Avrupa’nın, büyük çoğunluğu Müslüman göçmenlere uyguladığı ve benzerlerini de son dönemlerde Türkiye’deki bazı kesimlerce özellikle Suriyeli göçmenlere yöneldiğini müşahede ettiğimiz tutumların da ırkçılık temelli “kolektif narsizm”i çağrıştırdığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Bu meyanda Suriyelilerin -aşağılayıcı şekilde- genelde “sığınmacılar” ve hatta “istilacılar” olarak nitelenip “devlet yardımlarıyla yaşayan asalaklar” olduğu, “üniversiteye sınavsız girdikleri, sağlığa para ödemedikleri, para verildikleri gibi söylemler sıklıkla dillendirilmektedir. Hatta ırkçı tutumlarla, Türkiye’de küçük bir selefî grup hariç herkesin Suriyelilere karşı olduğu ve bir olayda ölenlerin Suriyeli olunca “Çok iyi oldu” diye sevinildiği görülmektedir. Hatta uyku esnasında yakılarak öldürülen Suriyelilerin haberleri de medyaya yansımıştır. İslamofobik ve kültürel ırkçılıkla açıklanabilecek bütün bu tutum ve nitelemeler ise belli ölçüde Suriyelilerin marjinalleştirilmesi, ötekileştirilmesi ve kriminalize edilmesi, toplumda onlara yönelik fay hattı oluşmasına neden olmaktadır. Suriyelilerin “moral ctizenship” diye bilinen “ahlâkî-etik tutumlar olarak entegre olmuş olmaları veya “misafirlik’ten belli ölçüde vatandaşlığa geçmelerine dair tartışmalar-eğilimler de bu anlamda fark etmemekte, bu tür İslamofobik tutumlar alabildiğine sürdürülebilmektedir. Bu karşıtlığın temelinde ise esasen İslamofobik-İslâm karşıtı tutumlar olduğu söylenmelidir.

1 Bu makale, büyük oranda Enes Bayraklı ve Oğuz Güngörmez’in editörlüğünde hazırlanan Türkiye’de İslamofobi (İstanbul 2022) adlı yeni yayımlanan edisyondaki “Göçmenfobi” ve “Suriyelifobi” Olarak İslamofobi” adıyla yayımlanan makalemizden istifade ile hazırlanmıştır.

2 İslamofobinin günümüzde aldığı yeni durum-versiyona dair yeni yayımlanan İslamofobi 2.0: Yeni Nesil İslamofobi ile Yeni Nesil Mücadele (İnsan Yayınları, İstanbul Kasım 2022) adlı yeni eserimize bakılabilir.

3 Scott Poyting ve Victoria Mason, “The resistible rise of Islamophobia: Anti-Muslim racism in the UK and Australia before 11 September 2001”, Journal of Sociology, 43 (1), 2007, s. 61-86.

4 Abduljalil Sajid, “Islamophobia: A New Word for an Old Fear”, Palestine–Israel Journal, 12 (2-3), 2005, 31-32.

5 Bu yönde değerlendirmeleri “Avrupa İslâm’ı” projesi çerçevesinde ele alan bir çalışma için bk. Hıdır, Özcan, “Avrupa’da Revizyonist-Liberal İslâm Tartışmaları: ‘Avrupa İslâm’ı’ mı, Avrupa’da İslâm mı?”, ed. Lütfi Sunar, Çağdaş Dönemde İslam Düşüncesi kitabı içinde, Yayım aşamasında, YTB.

6 Aşırı sağ-solun göçmenfobi-İslamofobi ile alakası ve dini-ideolojik kökenlerine dair bk. Hıdır, Özcan, “Avrupa-Batı’da Aşırı Sağın Dini, Tarihi ve İdeolojik Kökenleri”, Muhafazakâr Düşünce Dergisi, Ocak-Nisan 2018.

7 Bu meyanda Roger Garaudy’nin, göçün belki de esas sebebi olan göç ile sömürge arasında doğrudan kurduğu ilişkiye dair otuz yıl öncesinden Batılı karar vericilere yönelik şu uyarısı önemlidir: “Sömürmeye devam ederseniz, o ülkelerin insanları, aç kaldıkları için mecburen sizin ülkelerinize göç edecek! Seller gibi boşanacak o göçleri durduramayacaksınız!” (Cemal Aydın, Star Açık Görüş, 01.05.2021, https://www.star.com.tr/acik-gorus/o-gocler-seller-gibi-bosanacak-haber-1626872/).

8 Yukarıda da atıf yaptığımız üzere Enes Bayraklı ve Turgay Yerlikaya’ya ait “Müslüman Toplumlarda İslamofobi: Türkiye Örneği” (Ombudsman Akademik, 2017, 51-70) adlı makale önemli tespitler içermektedir.

9 Kültürel ırkçılık ile İslamofobi arasındaki ilişkiye dair bkz. Hıdır, Özcan, “İslamofobi-Irkçılık-Kültürel Irkçılık İlişkisi”, Ombudsman Akademik, 2017, sayı: 7, 23-49.

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
İlkeli Yönetim
Ramazan Kayan
Kudüs’te Bir Eşraf Ailesi: el-Hüseynîler...
Sezai Balcı
Gazze: Direniş ve Diriliş Mektebi...
Abdullah Yıldız
Zafer Vadedilen Kur’ân (Tufan) Nesli...
Recep Songül
Filistin Direnişi Bize Ne Anlatıyor?...
Aydın Ünal
RÖPÖRTAJLAR
“Gazze’de yaşananlar, Batı’nın dünya kamuoyundan, ...
Derda Küçükalp
"Filistin davası, Filistinlilerin ya da Arapların ...
Abdurrahman Arslan
“Dünyaların değiştiremediği insanlar ancak dünyala...
Muhammed Emin Yıldırım
“Müslümanın dünyayla ilişkisi tedbir ve temkin ili...
Kasım Küçükalp
... her nimetin bir külfeti var. Gülü seven dikeni...
Ali Osman Öncel
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
Göstermenin Mesuliyetinde Sinemanın Örnekliği...
Abdülhamit Güler
Perdedeki Kimin Afeti, Felaketi, Kıyameti!...
Abdülhamit Güler
Türk Sinemasında Neden Hz. Muhammed (sas) Filmi Yo...
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
Habib-i Neccâr’ın Gözyaşları
Mikail Çolak
Avrupa’nın Ortasında Var Edilen Güçlü Bir İnanç İk...
Mikail Çolak
İnsan Göç Eyler
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
Afrâ bint Ubeyd Yüzlü Kadınların Zamanından…...
Rumeysa Döğer
Bütün Şehit Annelerine: Sümeyra Bint Ubeyd Teselli...
Rumeysa Döğer
Ensârî Bir Muhacir: Zekvân b. Abdükays...
Miraç Okutan
İki Hicret Sahibi: Ca’fer b. Ebû Tâlib...
Miraç Okutan
NEBEVİ VARİSLER
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Takvâ Sahiplerinin Öncüsü Hasan Basrî...
Beyza Durna
Ca'fer b. Ebû Talib
Zeynep Simit
Süleyman b. Yesâr
Ruveyda Büyükkendirci
Ömer b. Abdülaziz
Kevser Özdağ
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x