Menü
Mehmet Ferhat Ünalan
Mehmet Ferhat Ünalan
Hicretin Meyvesi: Suffa
Eylül 26, 2023
Yazarın Tüm Yazıları

Göç, ekonomik, toplumsal, siyasi sebeplerle bireylerin veya toplulukların bir ülkeden başka bir ülkeye, bir yerleşim yerinden başka bir yerleşim yerine gitme işi, taşınma, hicret, muhaceret anlamına gelmektedir.

Göç, insanlık tarihi ile paralel bir geçmişe sahip olan sosyal bir olgudur. Göç deyince İslâm tarihinde Mekke’den Medine’ye hicret olayı akla gelmekte olup bu olayda hem göç eden muhacir hem de göç kabul eden ensar; göçün olumsuz etkilerinin nasıl ortadan kaldırılarak bir rahmete çevrileceğinin en güzel örnekliğini “muahat” denilen din kardeşliği projesi ile sergilemişlerdir. Kur’ân-ı Kerim hicreti Müslümanlara tavsiye ederken ve hatta emrederken, Allah’ın bağışlamasını ve mükâfatını hak edenlerin (Bakara, 2/218), gerçek mü’min vasfı kazananların (Enfal, 8/74), Allah’ın (cc) rızasına erenlerin (Tevbe, 9/100) hicret edenler olduğunu söylemektedir. Birçok peygamberin zorunlu göç ile muhatap olduğu bilinmektedir. Allah’ın (cc) rızası ve imanı muhafaza için zorunlu göçe maruz kalan ve bu zorlu sürece katlanan toplumları Allah (cc) mükâfatlandırmaktadır.

Bilindiği üzere Peygamber Efendimiz (sas), Mekke döneminde Müslümanları hem itikâdî hem de ahlâkî bakımdan eğitmiş, toplumsal birlik ve bütünlük sağlanması için o güzide nesli hazır hale getirmiş ve böylece İslâm medeniyetinin kuruluşunu başlatmıştır. Hz. Peygamber’in (sas) ve Müslümanların Medine’ye hicreti, önemli bir takım toplumsal değişimlerin başlangıcı olmuş ve ilk dönem İslâm toplumunun inşasında insanların asabiyet bağları ve soya dayalı kabile ittifakı yerine, inanç merkezli olarak bir araya getirilmesi ve bu esasa dayalı bir “ümmet” oluşturulması, din eksenli eşitliğin ön planda olması, eşit hak ve sorumluluklara sahip olunması hedeflenmiştir. Suffa İlim Meclisleri’nde de bu örneklik ışığında insanlar arasında ayrım gözetilmeksizin, toplumsal huzuru, manevi rahatlığı, birlik ve beraberliği sağlama amaçlanmakta, iç barış ve toplumsal uzlaşının hâkim olduğu, insanların ümmet merkezli toplumsal kimliğe kavuştuğu bir birliktelik oluşturulmaya çalışılmaktadır.

Eğitim, tüm toplumsal değerlerin, bilgi ve becerilerin, alışkanlıkların kısaca toplumun kültürünün, ayrıca evrensel değerlerinin, bilgi ve yöntemlerin öğrenilme sürecini içermektedir. Eğitim kurumu yeni bilgilerin üretilmesini, üretilen yeni bilgilerin toplum geneline yayılmasını ve yeni değerlerin geliştirilmesini sağlayarak toplumsal yapının işleyişine katkıda bulunmaktadır.1 Eğitimin gelişim süreci incelendiğinde, ilk sistemli ve resmi eğitimin dini kurumlar aracılığıyla verildiği görülmektedir. Medine’ye hicretten sonra Peygamber Efendimiz (sas) Mescid-i Nebevi’nin yanında hurma dallarıyla yapılan bir gölgelik niteliğindeki, ilk sistemli örgün eğitim kurumu ve ilk İslami üniversite olan “Suffa”yı tesis ederek adaletin ve manevî değerlerin hâkim olduğu bir toplumun nasıl inşa edileceğinin yollarını bize göstermiştir. Bu mektebin talebeleri olan Ashab-ı Suffa da nebevî medreseden ilim ve irfan tahsil edip dünyanın çeşitli bölgelerine göç ederek İslâm’ın tebliği ile yeryüzünde İslâm’ın yayılmasında ve toplumda İslâmî ilimlerin eğitim ve öğretiminin yaygınlaşmasında önemli rol oynamışlardır. Sahâbe efendilerimiz gittikleri yerlerde İslâmî hükümleri uygulanarak oraların Dârü’l-İslâm’a dönüşmesi için büyük çaba göstermişlerdir.

Konumu gereği ulusal ve uluslararası boyutta göç olaylarının merkezi olan ve göç olgusundan en çok etkilenen ülkemizde özellikle 1950’li yıllardan itibaren hızlı bir kentleşme ve kırsal yerleşimlerden büyük şehirlere göç hareketi yaşanmıştır. Bunun tarımda makineleşme, iş imkânlarının yetersizliği, geçim sıkıntısı, daha iyi eğitim ve sağlık olanakları, yaşam koşulları vb. gibi birçok sebepleri bulunmaktadır.

Türkiye, günümüzde dünyada en fazla sayıda mülteciye ev sahipliği yapan ülkedir. Özellikle Suriye, Afganistan, Irak, Doğu Türkistan gibi coğrafyalarda yaşanan zulüm, karışıklık, çatışma, savaş, genel şiddet veya insan hakları ihlalleri gibi durumlar nedeniyle gerek gönüllü gerekse zorunlu olarak ülkemize büyük göç hareketleri olmaktadır. Bu göç hareketinin sonucunda muhacir kardeşlerimize kucak açıp ensar olmak, imkânları zorlayarak onlara yaşam alanları oluşturmak Müslümanlığın bir gereğidir. Nitekim Allah (cc) Hucurât sûresi 13. âyetinde “Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizi tanıyıp sâhip çıkmanız için milletlere, sülâlelere (kavim ve kabilelere) ayırdık. Şunu unutmayın ki Allah’ın nazarında en değerli, en üstün olanınız, takvada en ileri olandır (itaatsizlikten en fazla sakınanınızdır). Muhakkak ki Allah her şeyi bilir, her şeyden hakkıyla haberdardır.” buyurmaktadır. Bu ilahi emir ışığında, müminlerin kardeş ve ümmet olduğu bilinciyle hareket etmek her Müslüman için bir vazife ve sorumluluktur.

İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyükşehirlere Anadolu’nun çeşitli yerlerinden büyük göç dalgaları olduğunu ve bu göç hikâyelerinde kültürlerin ve toplumların yeniden inşa süreci içerisinde bulunduğunu söylemek pek tabidir. Göç eden insanların kültürel farklardan kaynaklanan uyum sorunları çerçevesinde geldikleri toplumla bütünleşebilmesi ve ayrıma uğramaması için sosyal uyum büyük önem arz etmektedir. Kişinin alıştığı toplumdan uzaklaşması yalnızlık, yabancılaşma, kendini değersiz görme, yakınlarının yokluğu ve onları geride bırakmalarından dolayı hissedilen pişmanlık duyguları bireyleri derinden etkilemekte ve yoğun stres yaşamalarına neden olmaktadır.2 Sosyal çevrenin yetersizliği, yakınlarının göç ettikleri bölgeler hakkında beklentilerinin yüksek oluşu ve beklentilerinin hayal kırıklığı ile sonuçlanışı ruh sağlıklarının olumsuz etkilenmesine neden olmaktadır.3

Suffa İlim Meclisleri’nin bir yönü de göç neticesinde Anadolu’nun çeşitli yerlerinden gelerek büyükşehirlerde bir araya gelen kişilerin sancılı uyum sürecini ve toplumla bütünleşmesini kolaylaştırmak, sosyal çevre ortamı sağlamak, ruh sağlığını olumsuz etkileyen etmenleri bertaraf etmektir. Zira bu meclislerde etnik ve kültürel ayrım yapılmaksızın, mensubiyete, ırka, bireysel ve sınıfsal farklılıklara bakılmaksızın kardeşlik iklimi mevzubahistir. Ayrıca bu meclisler, sadece ibadet yapılan mekânlar olarak işlev görmemekte, daha geniş kapsamlı bir rol ile adeta birer kültür merkezi gibi bir fonksiyon icra etmektedir.

Suffa İlim Meclisleri, İslâmi eğitimin bir parçası niteliğiyle, bireylerin manevî ihtiyaçlarını tatmin etmekte, bireysel ve toplumsal açıdan bu alandaki yapıları, mekanizmaları, müesseseleri meydana getirmekte ve toplumsal birleştirici bir işleve sahip bulunmaktadır. Homojen olmayan, farklı etnik gruplardan oluşan halk arasında toplumsal yaşamın oluşması, toplumsal bütünlük ve bir arada yaşayabilmenin imkân ve olanaklarını sağlama gibi önemli görevler görmektedir. Ayrıca bu kardeşlik projesi ile samimi bir birliktelik gerçekleşmekte ve meclise dahil olanlar için bir moral ve motivasyon kaynağı olmaktadır. Hasta ziyareti, iyi ve kötü günde birliktelik (cenaze, düğün, bayramlaşmak vs.), selamlaşmak, hâl hatır sormak, ailece görüşmek, birbirine yardımcı olmak gibi sosyal ilişkileri güçlendirecek davranışlar da bu meclisler sayesinde teşvik edilmektedir. Suffa Meclisleri, benmerkezcilik yerine biz duygusunun hâkim olduğu, isar bilinciyle yani fedakârlık ile Müslüman kardeşini kendi nefsine tercih etme doğrultusunda hareket edildiği bir birlikte yaşam modelidir.

Ne mutlu Suffa kardeşliğiyle dünyadan ahirete olan yolculuğunu kutlu bir hicrete dönüştürebilenlere, ne mutlu bu hicretin sonunda Yüce Allah’ın (cc) rızasına kavuşabilenlere…

 

1 Aslan, A. Kadir, “Eğitimin toplumsal temelleri.” Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 4/5 (2001), 16-30.

2 Beşer, A, “Göç, Kültür ve Sağlık İlişkisi.” Kültürlerarası Hemşirelik. İstanbul: İstanbul Tıp Kitapevi, 2012, 57-74.

3 Topçu, S. – Başer, A., “Göç ve Sağlık” C.Ü. Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 10/3 (2006), 37-41.

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
Şahitliğin Hakkını Veren Şehir: Gazze...
Recep Songül
Şehit ve Şahit İlişkisi
İbrahim Hanek
Şahitlik ve İhsân
Murat Kaya
Seyr u Sülûk Bir Şehâdet Arayışı mıdır?...
Hamit Demir
İlâhî Şahitlik
Yavuz Selim Göl
RÖPÖRTAJLAR
“Gazze” demek şahitler diyarı demektir....
Muhammed Emin Yıldırım
“Şahitlik; her zaman ve zeminde hakkı söyleme, hak...
Şinasi Gündüz
“Doğu Türkistan Çin’in bir parçası değildir."...
Hidayet Oğuzhan
“Eğer insanım diyorsanız, Doğu Türkistan bir insan...
Seyit Tümtürk
“Gazze’de yaşananlar, Batı’nın dünya kamuoyundan, ...
Derda Küçükalp
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Doğu Türkistan, Filistin ve Diğerleri: Sinemada Ek...
Abdülhamit Güler
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
Göstermenin Mesuliyetinde Sinemanın Örnekliği...
Abdülhamit Güler
Perdedeki Kimin Afeti, Felaketi, Kıyameti!...
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Doğunun Tüm Yolları Erzurum'dan Geçer...
Mikail Çolak
Mağrur Bir Tarih Ribatı Gibi Dimdik Ayaktadır Kâşg...
Mikail Çolak
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
Habib-i Neccâr’ın Gözyaşları
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
Leyla “A” dır
Rumeysa Döğer
Son Dokunuş Sahibi: Kusem b. Abbas
Rumeysa Döğer
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
Afrâ bint Ubeyd Yüzlü Kadınların Zamanından…...
Rumeysa Döğer
Bütün Şehit Annelerine: Sümeyra Bint Ubeyd Teselli...
Rumeysa Döğer
NEBEVİ VARİSLER
Ubey b. Kâ'b: Allah’ın Seçtiği Muallim...
Damla Mıdış
Ümmü Seleme
Hayrunnisa Duran
Allame Muhammed Salih Damollam
İkra Nur Demir
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Takvâ Sahiplerinin Öncüsü Hasan Basrî...
Beyza Durna
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x