Menü
Ramazan Kayan
Ramazan Kayan
İlkeli Yönetim
Mayıs 6, 2024
Yazarın Tüm Yazıları

İnsan sosyal bir varlıktır. Sosyal yaşam ve sosyal sorumluluk kaçınılmaz olarak bir bilinç gerektirir. Birlikte yaşama bilinci… Bu bilinç ile birlikte yaşama hukuku, ahlakı anlam kazanır. Toplumsal sözleşmelerin zorunlu olarak kanunu, kuralı, kriteri, ilkeleri beraberinde gelecektir. İlke ve esasları oturmuş toplumsal zeminler daha güçlü ve güzeldir. Aksi taktirde sosyal kaos, kriz ve karmaşa kaçınılmaz olarak bir kâbus gibi çöküverir, toplumsal felaketlerin ardı arkası kesilmez olur.
Herkesçe bilinen bir gerçeklik; toplumsal düzenin tesisi için iki önemli unsur vardır;
1-Yönetim unsuru.
2-Yönetilen unsuru.
Tabii ki yönetenlerin yönetilenlerden daha fazla sorumluluk altında olduklarının altını çizmek lazım… Ancak burada öncelikle aranan; ister yönetici, isterse yönetilen olsun, bulunduğu konumun hakkını verebilmektir. Birde ötekinin hakkına saygı duymaktır. Daha doğrusu herkesin kendi hukukunu ve hududunu bilmesidir.
Kuşkusuz yönetici ve yönetilen dengesini tesis etmek oldukça zor bir sınav… Belli bir hiyerarşi içinde hakkaniyet ve adaleti gözetmek, hayırlara vesile olabilmek gerçekten yüce bir erdemdir…
Yönetici ve yönetilen mütekabiliyeti hayati bir önem arz ediyor…
Tahakküme dönüşmeyen bir teşkilatlanma…
Taassup içermeyen bir yapılanma… Rahmet içeren bir riyaset… Merhamet yüklü bir disiplin…
Rakipleşmeyi değil rahmet ikliminde refikleşmeye fırsat verecek bir çalışma düzeni…
Bu dengeyi kurabilmek elbette kolay değil. Fakat konuya basiretli bir bakış, hikmetli bir davranış isabetli sonuçları beraberinde getirecektir.
Belki evvel emirde adalet ve ahlak nosyonunu öne çıkarmak gerekecektir. Dahası yeryüzünün halifesi olma misyonuna açıklık kazandırmak icap edecektir. Attığımız her adımda Allah adına hareket etmek, O’ndan bağımsız hiçbir şey yapmamak ve O’na bağlanmak zorunda olduğumuz inancı ile yola çıkmak mecburiyetimiz var.
Gerek yönetici gerekse yönetilen olsun, şayet Allah’a karşı dürüst değilse sağlıklı bir düzen kuramazsınız.
Unutmamak gerekir, mutlak iktidar Allah’ındır. Sonsuz iktidar Allah’ındır. Beşerî iktidar ve ikbal hesapları fanidir.
Sonlu idari ve siyasi hedeflerimizi Allah’ın iradesine bağlamak zorundayız. Mukayyed tasarruflarımızı rıza-yı bâri’ye odaklamak durumundayız.
Gerçekte hiçbir yönetici sadece yönetici; hiçbir yönetilende sadece yönetilen değildir. Zira her yöneticinin ve yönetilenin üzerinde mutlak bir yönetici vardır.
Buna göre insan; her hal ve şart altında Allah’ın yönettiği “yönetilen”, bazı durumlarda da mutlak yöneticisine vekaleten yönetici olabilmektedir.
Fakat her ne olursa olsun ister yönetici ister yönetilen; insanın Yaradan’ına karşı tek bir sıfatı vardır; öncelikle iyi bir kul olmaktır. İyi bir kul olmadan ne iyi bir yönetici ne de iyi bir yönetilen olunamaz…
Allah’ın (cc) yeryüzündeki murâdı belli…
“Allah sâlihleri yeryüzünün varisleri kılacaktır.” (Enbiyâ, 21/105) Evet sâlih kullar iktidarı ele aldıklarında bozgunculuk yapmazlar. Ekini ve nesli bozmazlar. Onlar arzın imarı ve neslin ıslahı ile meşguldür…
Her bir insanın hem yöneten hem de yönetilen bir rolünün olduğundan bahsedebiliriz…
Allah Resûlü (sas) buyuruyor: “Hepiniz çobansınız/sorumlusunuz ve hepiniz yönettiklerinizden mesulsünüz.” (Buhârî)
Çoban ve sürü metaforu… Kimseyi sürüleştirmeden ve sömürmeden toplumsal sorumluluğu yerine getirmek… İnsanları gütmeyi değil gözetmeyi esas alan bir toplumsal işleyiş…
Çünkü tebaanız tutsağınız değildir. İlahi denetimi ıskalayan ve özdenetimden yoksun yöneticinin geleceği yoktur. Doğrusu yöneten ve yönetilen arasındaki ilişkilerin nasıl kodlanması gerektiğini önemsemek lazım. Bu hususta ilkeli olmak önem arz ediyor. Hem yöneten hem de yönetilen açısından ideale yürümek ilkeler üzerinden mümkün. İşleyiş ve ilişkiler ilke temelli değilse, çıkar çatışmaları başlayıverir. Değerlerin yerine yarar öncelenince sistem mecrasından sapmış olur. Hakikaten yönetim işi ağır bir emanet, ciddi bir sorumluluktur.
Ehliyet, liyakat, adalet, dürüstlük, güvenirlilik gerektirir. Bu iş cinsiyet, milliyet, aşiret, asalet, aile, kavim, kabile, etiket, rozet meselesi değildir.
Ne zaman ki iktidar erki; istikbar, istiğna, imtiyaz, istismar ve ihanetin odağı haline gelirse kıyamet kapıda demektir. Hakeza tebea, fitne, fesat, nifak, şikak, hile ve şikenin pazarı ve parçası olmaya başlamışsa toplumsal yozlaşma ve yok oluş kaçınılmaz demektir.
Efendimiz (sas) uyarıyor: “Yönetim işi ehil olmayan kimselere verildiği zaman kıyameti bekle.”
Anlıyoruz ki yönetici emin, ehil ve erdemli olacak. O zaman emirlerine uymak görev, istikametten saptıklarında uyarmak kaçınılmaz olacak.
Yöneticinin yönetenler üzerinde hakları olduğu gibi yönetilenlerinde yönetenler üzerinde hakları vardır. Karşılıklı haklara riayet esastır. Her hak sahibine hakkını teslim etmek adaletin gereğidir. Yönetici, yönetilenlerin haklı eleştirilerine açık olacak ki hak yerini bulsun.
Haksızlıkları sineye çeken, dilsiz şeytan durumuna düşmeyi kanıksayan bir yönetilen kesim zaten belasını bulmuştur. Karşılıklı sorumluluk bilinci ile karmaşanın önüne geçilebilir…
Hz. Ömer (ra) ne güzel ifade ediyor: “Yanlış yaptığımızda bizi uyarmazsanız sizde hayır yoktur. Uyardığınız halde sizi dinlemezsek bizde hayır yoktur.”
Şimdilerde bu sözü hatırlayıp gereğini yapacak tebaaya ve de bu uyarıdan memnun olacak idareciye ne kadarda hasretiz değil mi?
Herkes kendine çekerse hayat çekilmez olur. Toplumsal düzenin iki temel unsuru olan yönetici ve yönetilenlerin hakkaniyet ekseninde uzlaşısıdır.
Asabiyet, ayrımcılık ve arzuların egemenliğine fırsat vermeden adalet ve ahlak bağlamında sorunu çözmektir. Son tahlilde sorunların çözümünü Allah ve Resûlü’ne arz etmektir…
İtaat ve itirazın hassas dengelerini doğru değerlendirmek durumundayız. Eleştiri ile birlikte eleştiri ahlakını da edinmek zorundayız.
İtaat kültürü ile isyan ahlakını nasıl mezcedebiliriz? “Yaradan’a isyan söz konusu olunca yaratılana itaat edilmez.” (Buhârî)
Nebevî kriterinden hareketle tavrımızı netleştirebiliriz…
Masiyette itaate yer olmadığını bilmek mecburiyetindeyiz. Dahası “İyiliği emretmek, kötülüğü engellemek” gibi bir yükümlülük altındayız. Yine bu konuda Hz. Ömer’ül-Faruk’un uyarısına kulak verelim;
– “Ey nas! Ben Haktan, adaletten ayrılırsam ne yaparsınız? diye sormuştu. Ashab’dan biri:
– Ya Ömer! Sen eğrilir, haktan inhiraf edersen, seni kılıçlarımızla doğrulturuz!
Hz. Ömer (ra):
– Elhamdülillah! Eğrilirsem beni kılıçları ile doğrultacak arkadaşlarım var.” diyerek şükretti…
Maalesef, bugün ne eğrileri doğrultacak kılıçlar ne de doğrulmaya açık idareciler var. Halkından kendisini düzeltmelerini isteyen bir yöneticiye cân-ı gönülden itaat edilmez mi?
Şimdi de bu duyarlılığın toplumda nasıl makes bulduğunu görelim… Hz. Ömer (ra), Beytullah’ı tavaf eden cüzzamlı bir kadın görmüştü, hemen:
– Ey Allah’ın kulu, insanlara eza verme! Evinde otursan senin için daha hayırlı olur, dedi.
Kadın söz dinleyip evinde oturdu. Hasta haliyle insanların arasında tavaf ederek onlara eziyet etmedi.
Hz. Ömer (ra) vefat ettiğinde birisi kadına uğrayarak:
– Seni hacdan yasaklayan kimse artık vefat etti, evinden çıkabilirsin, dedi.
Kadın adama şu asil cevabı verdi:
– “Allah’a yemin olsun ki ben ona sağken itaat edip de ölünce isyan edecek değilim.” (Müslim)
İşte yöneteni ve yönetileni ile ideal toplum… İdeal nesil… İdeal ümmet…
Aynı duyarlılığı ilk haliyle Hz. Ebû Bekir (ra) de de görüyoruz…
Hz. Ebû Bekir (ra) halife seçildiğinde:
“Sizin en iyiniz olmadığım halde sizin başınıza geçmiş bulunuyorum. Vazifemi gereği gibi ifa edersem bana yardım ediniz. Yanılır isem bana doğru yolu gösteriniz. Doğruluk emanet, yalancılık ihanettir. İçinizdeki zayıf olan hakkını alıncaya kadar nazarımda kuvvetlidir. İçinizdeki kuvvetli de ondan başkasının hakkı alıncaya kadar zayıftır.
Bir millet Allah yolunda cihaddan uzak olursa o millet zillete dûçâr olur. Bir millette kötülük revaç bulursa bütün millet belaya uğrar.
Ben Allah’a ve peygambere isyan edersem sizin bana itaatiniz lazım gelmez. Haydi namazınıza, Allah Teâla cümlenizi rahmetine layık kılsın.”
İşte itaati hak eden “bizden olan” ulü’l-emr örnekliği…
İlk Kur’ân neslinde müşahede ettiğimiz yöneten ve yönetilen arasında gerçekleşen muhteşem muvazene, mutabakat ve muvafakat…
Hz. Ömer’den (ra) diğer bir kare:
Mesrûk b. Ecda anlatıyor:
Hz. Ömer (ra) Resûlullah’ın minberine çıkarak:
– Mehrin 400 dirhemin üzerinde olduğunu hiç bilmiyorum, dedikten sonra minberden indi.
Kureyş’ten bir kadın Hz. Ömer’e itiraz ederek:
– Ey müminlerin emiri 400 dirhemden fazla mehri vermeyi yasakladın mı? dedi. Hz. Ömer:
– Evet, dedi. Bunun üzerine kadın:
– Allah’ın Kur’ân-ı Kerîm’de: “Siz onlardan birine yüklerle mehir vermiş olsanız bile, verdiğinizden bir şey almayın.” (Nisâ, 4/20) buyurduğunu duymadın mı?
Hz. Ömer:
– Allah’ım beni bağışla. Bütün insanlar Ömer’den daha bilgili, dedikten sonra tekrar minbere çıkarak şunları söyledi:
– Ey insanlar! Ben size 400 dirhem üzerinde mihri yasaklamıştım. Kim ne kadar isterse malından o kadar mehir versin. (İbn Hacer)
Anlaşılan o ki hakkın hatırı yücedir… Kimseye feda edilemez…
Sanıyorum kulluk sınavımızın en zorlu geçitlerinden biri de yönetim mekanizmalarıdır…
Resûlullah (sas) sürekli bu gerçeğe dikkatlerimizi çekiyor: “Dünya tatlı ve çekicidir. Allah onun yönetimini size verecek ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Sakın dünyaya aldanmayın.” (Müslim)
Nitekim Resûlullah’tan sonra başlayan çürüme ve çöküşün ona ekseni dünyevileşme ve siyasi yozlaşma değil midir?
Hz. Ali (ra) döneminde kriz ve kaos artınca soruyorlar:
– Ya Ali, önceki halifeler döneminde bu kadar fitne yoktu, sen de niye böyle oldu? dediler. Hz. Ali (ra) de:
– Onların arkasında biz vardık, bizim arkamızda da siz varsınız, dedi.
Tekrardan hatırlıyoruz ki sütün üstünde süt kaymağı, şapın üstünde şap kaymağı olur…
Bu mevzuda en doğrusu son sözü Allah ve Resûlü’ne bırakmaktır:
“Şüphesiz ki bir toplum kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.” (Ra’d, 13/11)
Resûlullah (sas):
“Siz nasılsanız öyle idare edilirsiniz.” (Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ)
Yöneten ve yönetilen ikilemi aslında birbirinin lazimesi… Yani mütemmimi… Kutuplaşmadan kardeşlik zemininde birlikte yürümek mümkün…
Birinin yokluğu yaşamda boşluk ve başıboşluk demektir…
Adil yönetim, muttaki toplum iki dünyada kurtuluş anlamına geliyor…
Hülasâ-i kelam; idare eden mi yoksa idare edilen mi ayrımına girmeden Kur’ân’ın buyruğuna kulak verelim:
“Allah yolunda en değerliniz en takvalı olanınızdır.” (Hucurât, 49/13)

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
İlkeli Yönetim
Ramazan Kayan
Kudüs’te Bir Eşraf Ailesi: el-Hüseynîler...
Sezai Balcı
Gazze: Direniş ve Diriliş Mektebi...
Abdullah Yıldız
Zafer Vadedilen Kur’ân (Tufan) Nesli...
Recep Songül
Filistin Direnişi Bize Ne Anlatıyor?...
Aydın Ünal
RÖPÖRTAJLAR
“Gazze’de yaşananlar, Batı’nın dünya kamuoyundan, ...
Derda Küçükalp
"Filistin davası, Filistinlilerin ya da Arapların ...
Abdurrahman Arslan
“Dünyaların değiştiremediği insanlar ancak dünyala...
Muhammed Emin Yıldırım
“Müslümanın dünyayla ilişkisi tedbir ve temkin ili...
Kasım Küçükalp
... her nimetin bir külfeti var. Gülü seven dikeni...
Ali Osman Öncel
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
Göstermenin Mesuliyetinde Sinemanın Örnekliği...
Abdülhamit Güler
Perdedeki Kimin Afeti, Felaketi, Kıyameti!...
Abdülhamit Güler
Türk Sinemasında Neden Hz. Muhammed (sas) Filmi Yo...
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
Habib-i Neccâr’ın Gözyaşları
Mikail Çolak
Avrupa’nın Ortasında Var Edilen Güçlü Bir İnanç İk...
Mikail Çolak
İnsan Göç Eyler
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
Afrâ bint Ubeyd Yüzlü Kadınların Zamanından…...
Rumeysa Döğer
Bütün Şehit Annelerine: Sümeyra Bint Ubeyd Teselli...
Rumeysa Döğer
Ensârî Bir Muhacir: Zekvân b. Abdükays...
Miraç Okutan
İki Hicret Sahibi: Ca’fer b. Ebû Tâlib...
Miraç Okutan
NEBEVİ VARİSLER
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Takvâ Sahiplerinin Öncüsü Hasan Basrî...
Beyza Durna
Ca'fer b. Ebû Talib
Zeynep Simit
Süleyman b. Yesâr
Ruveyda Büyükkendirci
Ömer b. Abdülaziz
Kevser Özdağ
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x