Menü
Muhammed Emin Yıldırım
Muhammed Emin Yıldırım
İnsanlığın En Sâlihleri Olarak Peygamberler
Eylül 25, 2023
Yazarın Tüm Yazıları

“İman edip amel-i sâlih işleyenlere ne mutlu! Onların sonunda varacakları yer ne güzel!” (Ra‘d 13/29)

“Kim sâlih bir amel işlerse kendi iyiliğine, kim de kötülük işlerse kendi aleyhine işlemiş olur.” (Câsiye 45/15)

“İman edip sâlih amel işleyenleri, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size Allah’ın apaçık âyetlerini okuyan bir Peygamber göndermiştir. Kim Allah’a inanır ve faydalı iş yaparsa Allah onu, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere sokar. Allah o kimse için gerçekten güzel bir rızık vermiştir.” (Talâk 65/11)

Allah (cc) kullarına olan o eşsiz rahmetinden dolayı onlara birçok peygamber göndermiştir. Sayıları bazı hadislerde 124.000 (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, XXXVI, 618, 619), bazı rivayetlerde 224.000 (Bursevî, Tefsiru Ruhu’l-Beyan, II, 350) olan o peygamberler, aldıkları vahiy ile insanları Allah’a iman etmeye ve sâlih ameller işlemeye davet etmişlerdir.

Seçilen ve gönderilen tüm peygamberler, öncelikle davet ettikleri esaslara kendileri iman etmiş, o değerleri en güzel bir şekilde temsil etmiş, sonra muhataplarını o değerlere çağırmışlardır. Bu hakikati muhataplar iyice kavrasın diye Kur’ân-ı Kerîm’de birçok âyette peygamberlerin sâlih insanlar olduğuna dikkatler çekilmiştir.

Bu âyetlerden bazıları şunlardır:

Allah, inkâr edenlere, Nûh’un karısı ile Lût’un karısını örnek gösterdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki sâlih kişinin nikâhları altında bulunuyorlardı…” (Tahrîm 66/10)

“Sâlihlerden bir peygamber olarak O’na (İbrâhim’e) İshak’ı müjdeledik.” (Sâffât 37/112)

“Biz ona (İbrâhim’e) İshak’ı ve Ya’kub’u armağan ettik. Hepsini hidayete erdirdik. Daha önce Nûh’u da hidayete erdirmiştik. Zürriyetinden Dâvûd’u, Süleyman’ı, Eyyûb’u, Yûsuf’u, Mûsâ’yı ve Hârûn’u da. İyilik yapanları işte böyle mükâfatlandırırız. Zekeriyyâ’yı, Yahyâ’yı, Îsâ’yı, İlyâs’ı doğru yola erdirmiştik. Bunların hepsi sâlih kimselerden idi.” (En’âm 6/84, 85)

“Ona (İbrâhim’e), İshak’ı ve fazladan bir bağış olmak üzere Ya’kub’u lutfettik; her birini sâlih insanlar yaptık.” (Enbiyâ 21/72)

“Zekeriyyâ mâbedde durmuş namaz kılarken melekler ona şöyle nida ettiler: Allah sana, kendisi tarafından gelen bir Kelime’yi tasdik edici, efendi, iffetli ve sâlihlerden bir peygamber olarak Yahyâ’yı müjdeler.” (Âl-i İmrân 3/39)

Kur’ân Peygamberlerin Sâlih Oluşlarına Neden Dikkatleri Çeker?

Allah’ın insanlık için seçip beğendiği ve tek din olarak belirlediği İslâm’ın şöyle temel bir özelliği vardır: Kendisine inanan ve teslim olanlardan bir şey istediğinde onun nasıl yerine getirileceğine dair de bir örneklik ortaya koyar. Mesela, “Namaz kılın.” der; sonra o namazın nasıl kılınması gerektiğini peygamberler aracılığı ile akıllarda hiçbir şüphe kalmayacak şekilde gösterir. “Hacca gidin.” der; aynı şekilde o haccın nasıl yapılacağını en ince ayrıntısına kadar fiilî bir şekilde gösterir. Bu durum zekât, oruç, cihad, tebliğ, infak ve daha akıllara gelen birçok amel için söz konusudur.

Mesele sâlih amel olunca, Kur’ân-ı Kerîm onlarca âyette; “İman edin ve sâlih ameller işleyin.” der. Onlarca âyette, sâlih amel işleyenlerin dünyada ve âhirette kazanacakları mükâfatları nazarlara verir. Bütün bunların yanında gönderilen peygamberlerin üzerinden sâlih amellerin neler olduğuna dikkat çekilir. Aslında Kur’ân, peygamberlerin sâlihler olduğunu birçok âyette belirterek, onların yollarını izleyenlerin ancak sâlihlerden olabileceğini ortaya koymuş olur.

Biz yine de tüm bunlara ilave olarak Kur’ân peygamberlerin sâlih oluşlarına neden dikkatleri çeker? sorusuna yanıt aradığımızda karşımıza şu cevaplar çıkacaktır:

  • Peygamberler insanlığın en sâlih şahsiyetleridir; dolayısıyla en güzel ve en sâlih ameller onlarınkilerdir.
  • Peygamberler insanlığın en sâlih şahsiyetleridir; dolayısıyla sâlih ameller kesinlikle onların örnekliğinde öğrenilmelidir.
  • Peygamberler insanlığın en sâlih şahsiyetleridir; dolayısıyla onlar yaşayan sonra yaşadıklarına başkalarını davet edenlerdir.
  • Peygamberler insanlığın en sâlih şahsiyetleridir; dolayısıyla onların miraslarına sahip çıkan ve yaptıklarını yapmaya çalışanlar sâlihlerden olacaklardır.
  • Peygamberler insanlığın en sâlih şahsiyetleridir; dolayısıyla onlara vadedilen mükâfatlar, onların izlerini takip edenler için de geçerlidir.

Bir Amelin Sâlih Olduğu Nereden Anlaşılır?

Şeytan, insana çoğu zaman yaptığı yanlışları süslü ve cazip göstererek saptırmakta ve bunu bazen Allah adına da yapmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm bu hakikati   nazarlarımıza şöyle vermektedir: “Ey insanlar! Şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. Sakın çok aldatıcı (şeytan), Allah hakkında sizi aldatmasın.” (Fâtır 35/5)

Demek ki şeytan, insanı Allah ile de kandırabilir, bazen fasit bir ameli sâlih bir amelmiş gibi gösterebilir ve insanı bir ömür yaptığı yanlış amele, doğru bir amelmiş gibi inandırabilir. İnsan bu hale düşmemek için öncelikle hangi amelin sâlih amel olduğunu, hangi amele Allah’ın gerçekten sâlih bir amel dediğini ve onu kabul ettiğini iyice öğrenmelidir. İşte biz bu hakikati öğrenmek için Kur’ân’a ve hadislere müracaat ettiğimizde hangi amelin sâlih bir amel olarak kabul göreceğine dair şu hususları çıkarabiliyoruz.

Bir amelin sâlih bir amel olarak kabul edilebilmesi için;

 Sağlam bir iman üzere yapılması,
 Kur’ân’a ve sünnete uygun olması,
 Doğru zamanda, doğru işin ortaya konması,
 Kendisine faydası olduğu gibi başkalarına da faydası dokunması,
 Bir zararı ve kötülüğü ortadan kaldırıp, bir iyiliği ve yararı insanlara sağlaması gerekir.

Eğer bunlar varsa o amel, sâlih bir amel olarak kabul edilir. Eğer bu hususiyetler yoksa o ameli sâlih bir amel olarak göstermek, onu sâlih bir amel kılmayacaktır.

Peygamberimizin (sas) Örnekliği

Hz. Âişe validemizin rivayet ettiği bir hadis bizim için sâlih amel meselesini öğrenme adına çok mühimdir. Diyor ki annemiz: Resûlullah (sas), ashâbına bir ameli emrettiği zaman, güçlerinin yeteceği amelleri işlemelerini emrederdi. Ashâb: ‘Ya Resûlallah! Biz senin gibi değiliz; Allah senin olmuş ve olacak günahlarını bağışlamıştır (biz, senden daha çok ibadet etmek zorundayız)’ derlerdi de, Resûlullah (bu sözlerden hoşnut olmaz) kızar ve hatta kızdığı yüzünden belli olurdu. Sonra şöyle derdi: “Sizin en müttakiniz ve Allah’ı en çok bileniniz benim.” (Buhârî, “İman”, 13)

Burada Efendimiz’in (sas) dikkatleri çektiği birçok husus vardır; bunlardan bir tanesi de sahâbeye, sâlih amellerin mutlak manada öğrenileceği yerin, kendisinin sünneti olduğu gerçeğidir. Eğer bu konuda itidal çizgisi korunmazsa bazen çok iyi bir amel bile sâlih amel olma özelliğini kaybedebilir. Mesela, kişinin sabaha kadar nafile namaz kılıp, gündüz uykusuz kaldığı için işinin hakkını verememesi, bakmakla yükümlü olduğu insanların nafakalarını karşılayamaması, çalıştığı yerde işvereninin hukukuna zarar vermesi gibi nice şeyler buna örnek olarak verilebilir.  Dolayısıyla sâlih amel meselesinde doğru işi doğru zamanda yapmak çok önemli bir husustur.

Doğru İşi Doğru Zamanda Yapmaya Bir Örnek

Düşünce ve eylem dünyamızda yaptığımız en mühim hatalardan biri de doğru işi doğru zamanda yapamamaktır. Ne yazık ki zamanlamada yaptığımız hatalar, çoğunlukla doğru eylemlerimizi gölgede bırakmakta ve bir türlü beklenilen kazanımların ortaya çıkmasını sağlayamamaktadır. Böyle olunca da yaptığımız amel, çoğu zaman sâlih bir amel olma özelliğini yitirmektedir. Buna anlayabileceğimiz bir örnek vermek gerekirse, size; “Efendimiz (sas), Cuma namazına iştirak etti diye, hepinizin çok yakından tanıdığı büyük sahâbî, Peygamber’in şairi ve aşığı olan Abdullah b. Revâha’ya kızdı?” desem, hemen: “Efendimiz (sas) bir farzı, hem de Cuma namazı gibi bir farzı yerine getirdiği için neden Abdullah b. Revâha’ya kızsın ki?” diye itiraz edebilirsiniz. Ama gerçekten Efendimiz (sas) Abdullah b. Revâha’ya kızmış; onu, kıldığı Cuma namazından dolayı ciddi bir şekilde eleştirmiştir. Efendimiz (sas) böyle doğru bir amelden dolayı Abdullah b. Revâha’ya neden kızmış olabilir? Bu eylemin zamanlamasında nasıl bir eksik vardı ki o büyük insan, kutlu Nebî’nin (sas) çatan kaşlarının ve uyarı dolu sözlerinin muhatabı olmuştur? Sözü fazla uzatmadan, gelin meselenin iç yüzünü bir anlamaya çalışalım.

Efendimiz (sas) hicretin 8. yılında Busrâ hükümdarına ulaştırılmak üzere, sahâbeden Hâris b. Umeyr’in eliyle o bölgeye bir davet mektubu gönderir. Hâris, bugün Ürdün sınırları içerisinde kalan topraklara varınca, oranın valisi olan Şürahbîl b. Amr’ın askerleri tarafından tutuklanır; saraya valinin huzuruna götürülür ve orada sorgulandıktan sonrada kılıçla boynu vurdurulur. Hâris’in şehâdet haberi Medine’ye ulaşınca, Efendimiz (sas) hem çok üzülür hem çok sinirlenir ve haksızca öldürülen elçisinin kanını yerde bırakmama adına hemen bir ordu tertiplenmesini emreder. Efendimiz’in (sas) bu emri gereği 3000 kişilik bir ordu Medine dışındaki ordugâh olan Cürüf’de toplanmak için seferber olur. O gün, günlerden Cuma’dır. Efendimiz (sas) ordu içerisinde yer alacak askerlere sabahın erken saatlerinden itibaren Medine’den Cürüf’e doğru hareket etmeleri emrini vermiş, kendisinin de Cuma namazından sonra gelip orduyu yolcu edeceğini onlara bildirmişti.

Bu ordunun Ca’fer b. Ebî Tâlib ve Zeyd b. Hârise’den sonra üçüncü komutanı olan Abdullah b. Revâha: “Madem Efendimiz (sas) Cuma namazını kıldırdıktan sonra Cürüf’e gelecek, o halde ben, neden Cuma namazından mahrum olayım ki? Namazı Allah Resûlü (sas) ile birlikte kılar, sonra gider ordugâha yetişirim. Hem de namazdan mahrum olmam.” diye düşünmüştü.

Abdullah b. Revâha (ra) böyle masumane bir düşünce ile namaz vakti Mescid-i Nebevî’ye gelmiş, kılacağı o son Cuma namazında Efendimiz’i (sas) iyice görebilmek için tam karşısında bir yerde oturmuştu. Efendimiz (sas) minbere çıkıp hutbesini irat etmeye başlayacağı sırada ordunun komutanlarından biri olan Abdullah b. Revâha’yı görmüş, o anda mübarek vechesi bir anda değişmiş ve sert bir üslup ile Abdullah’a şöyle bir soru yöneltmişti: “Ey Abdullah! Sabah arkadaşlarınla beraber Cürüf’e gitmen gerekmiyor muydu?” Bu soru karşısında Abdullah b. Revâha bir anda sarsılmış, Efendimiz’den (sas) hiç beklemediği bir tepkiyi almanın şaşkınlığı ile demişti ki: “Ya Resûlallah! Cumayı seninle kılmak, sonra da arkadaşlarımın yanına gitmek istedim. Nasıl olsa siz de Cuma’dan sonra yanımıza gelecektiniz.” Efendimiz (sas) bu cevap karşısında biraz daha hiddetlenmiş ve demişti ki“Ey Abdullah! Unutma ki yeryüzündeki varlığın tamamını Allah yolunda harcasan yine de arkadaşlarının sabah evlerinden çıkarken elde ettikleri sevabı asla kazanamazsın.” (Şâmî, Sübülü’l-Hüdâ, VI, 124, 125)

Abdullah b. Revâha (ra) bu söz karşısında donakalmıştı. O, aslında Cuma namazının sevap ve rahmetinden mahrum kalmamak için sabah ordugâha gitmemişti. Yapmak istediği sâlih bir amel işleyip sevap kazanmaktı ama şimdi yolunun rehberi olan Efendimiz (sas) ona kaybettiği mükâfatın ne kadar büyük olduğunu söylüyordu. Abdullah b. Revâha namaz sonrası büyük bir pişmanlık içerisinde doğruca Cürüf’e doğru koştu. Efendimiz de (sas) namaz sonrası oraya gitti ve o bahtiyar orduyu Mûte’ye doğru yolcu etti. O gün Abdullah ordunun diğer iki komutanı olan Ca’fer ve Zeyd ile birlikte yola çıkıyor ama üçü de bir daha Medine’ye geri dönemiyorlardı. Çünkü onlar Mûte’nin kahramanları olarak, o topraklarda şehâdet şerbetini içeceklerdi. İşte bu, insanı gerçekten derinden sarsan hatıra, bize çok önemli bir hakikat olan; doğru işi, doğru zamanda yapmanın gerekliliğini anlatır ve sâlih amel meselesinde peygamberlerin rehberiyetinin ehemmiyetini gözler önüne serer.

Mevlâ hepimize bu şuur ve bilinci kazandırtsın. Yazımızın sonunda şu iki güzel âyet dua olsun:

 “Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da âhirette de benim sahibimsin. Beni Müslüman olarak öldür ve beni sâlihler arasına kat!” (Yûsuf 12/101)

“Ey Rabbim! Bana bir hikmet bahşet ve beni sâlih kimseler arasına kat.” (Şuarâ 26/83)

Muhammed Emin Yıldırım

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
İlkeli Yönetim
Ramazan Kayan
Kudüs’te Bir Eşraf Ailesi: el-Hüseynîler...
Sezai Balcı
Gazze: Direniş ve Diriliş Mektebi...
Abdullah Yıldız
Zafer Vadedilen Kur’ân (Tufan) Nesli...
Recep Songül
Filistin Direnişi Bize Ne Anlatıyor?...
Aydın Ünal
RÖPÖRTAJLAR
“Gazze’de yaşananlar, Batı’nın dünya kamuoyundan, ...
Derda Küçükalp
"Filistin davası, Filistinlilerin ya da Arapların ...
Abdurrahman Arslan
“Dünyaların değiştiremediği insanlar ancak dünyala...
Muhammed Emin Yıldırım
“Müslümanın dünyayla ilişkisi tedbir ve temkin ili...
Kasım Küçükalp
... her nimetin bir külfeti var. Gülü seven dikeni...
Ali Osman Öncel
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
Göstermenin Mesuliyetinde Sinemanın Örnekliği...
Abdülhamit Güler
Perdedeki Kimin Afeti, Felaketi, Kıyameti!...
Abdülhamit Güler
Türk Sinemasında Neden Hz. Muhammed (sas) Filmi Yo...
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
Habib-i Neccâr’ın Gözyaşları
Mikail Çolak
Avrupa’nın Ortasında Var Edilen Güçlü Bir İnanç İk...
Mikail Çolak
İnsan Göç Eyler
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
Afrâ bint Ubeyd Yüzlü Kadınların Zamanından…...
Rumeysa Döğer
Bütün Şehit Annelerine: Sümeyra Bint Ubeyd Teselli...
Rumeysa Döğer
Ensârî Bir Muhacir: Zekvân b. Abdükays...
Miraç Okutan
İki Hicret Sahibi: Ca’fer b. Ebû Tâlib...
Miraç Okutan
NEBEVİ VARİSLER
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Takvâ Sahiplerinin Öncüsü Hasan Basrî...
Beyza Durna
Ca'fer b. Ebû Talib
Zeynep Simit
Süleyman b. Yesâr
Ruveyda Büyükkendirci
Ömer b. Abdülaziz
Kevser Özdağ
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x