Bizler evvela her söze Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla başlarız. Rabbimizin bu sonsuz manayı barındıran en güzel isimleri bize kardeşliği ve merhameti anımsatır ve anımsatmalıdır. Öyle ki merhamet, Rahman ve Rahim isimleri ile aynı kökten gelir. Bu isimlerin anlamları da sevme, acıma, merhamet etme manasındadır.
Allah Resûlü(sas) bir hadis-i şerifinde şöyle buyurur:“Allah, merhametli olanlara rahmetle muamele eder. Öyleyse, sizler yeryüzündekilere karşı merhametli olun ki, semâda bulunanlar da size rahmet etsinler. Rahim (akrabalık bağı) Rahmân’dan bir bağdır. Kim bunu korursa Allah onunla (rahmet bağı) kurar, kim de koparırsa, Allah da ondan (rahmet bağını) koparır.”[1]Esasında bu birbirinden güzel isimler aynı noktada, kardeşliğin ve merhametin etrafında birleşirler. Merhamet olmadan kardeşliği, kardeşlik olmadan da merhameti anlamak mümkün değildir. Bu ikisi birbirine çözülmez bağlarla bağlıdır. Hiç şüphesiz İslam kardeşliği sınırları ve çerçevesi olmayan bir bağdır. Bu bağın içerisine akrabalık bağı, aile içi ilişkiler, arkadaşlıklar ve hatta bizden yaşça büyük olanlarla var olan muhabbetimiz bile dahildir. Bizim annemiz ve babamız her şeyden önce bizim kardeşimizdir. Onlarla var olan ilişkimiz dahi ilk olarak İslam kardeşliği üzerine bina edilmiştir. Bundan sonrası annelik babalık hakkıdır.Bütün bu kişilerle kardeşlik ilişkimiz her şeyden önce merhamet üzere olmalıdır. Zira Rabbimiz insanı yaratmakla bize adeta ilk emir olarak “İnsan ol!” buyurmuştur. Ve merhamet insanı insan yapan şeyin ta kendisidir. İnsanın özü ve fıtratıdır. Toplumumuzda insani olarak yaşanılan sıkıntıların birçoğu iç dünyamızdaki merhamet eksikliğinden kaynaklanıyor. Günümüzde ön plana çıkan hayvanları, doğayı ve insan haklarını koruma dernekleri merhameti dünyaya yaymaya gayret ediyor lakin merhametli insan bunların belki de hiçbirine ihtiyaç duymaz. Çünkü merhamet onun özüdür ve dünyadaki küçük bir karıncaya dahi Allah’ın emaneti olarak bakar. Bu bilinç ve şuurla hareket ettiği için toplumdaki hayırlara, kardeşliğe ve tüm güzelliklere manen öncü konumundadır. Ekmeğe dahi hürmet edip yerden öperek kaldıran bir medeniyetin mensubu olarak elbette bizler merhameti ve kardeşliği başka hayatlardan ve medeniyetlerden değil, kendisine merhametin özü bahşedilen Allah Resûlü’nden(sas) öğreneceğiz. Merhametlilerin en merhametlisi Rabbimiz şöyle buyuruyor; “Andolsun, size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sıkıntıya uğramanız ona çok ağır ve güç gelir. Size çok düşkündür. O, mü’minleri esirgeyicidir, bağışlayıcıdır.”[2]Sahâbe de bu hususta Allah Resûlü’nün(sas) izinden gitmişlerdir. Birbirlerine karşı öyle güzel bir merhamet ve incelik kuşanmışlardır ki diğer bütün güzel hasletleri merhametlerinden doğmuştur. Adâlet timsali olarak bildiğimiz Hz.Ömer’in şahsiyetinin anahtar kavramlarından birisi de merhamettir. Zira Ömer el-Faruk tam bir merhamet timsalidir. Onun adalet, hak ve hukuka karşı hassasiyeti kalbindeki merhametten ileri gelir. Dağdaki koyunun hakkını dahi hesap etmek merhamet duygusundan başka nedir ki?
Allah Resûlü(sas) her ahlaki özellikte olduğu gibi elbette merhamet hususunda da bizden çok çok önde idi. Ona özellikle de merhamet konusunda benzemeye çalışmak hepimiz için güç olsa gerek. Zira hangimiz dünyanın tüm hengamesine karşı, kuşu ölen küçük bir çocuğa taziyeye gitme inceliğini gösterebildik, bilemiyoruz. Lakin her şeye rağmen biz yine onu anlatmaya ve onun gibi yaşamaya gayret edeceğiz. Bir gün Allah Resûlü(sas), torunları Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin’i severken bir bedevî yanına gelir ve “Biz böyle çocuklarımızı öpüp, okşamayız” der. Bunun üzerine Allah Resûlü(sas) şöyle söyler:“Allah senin kalbinden merhameti söküp almışsa ben ne yapabilirim ki!”[3]
Hz.Peygamber’den(sas) sonra da elbette onun izinden giden kıymetli insanlar yetişmiş ve hayatlarında merhameti kuşanarak, bizlere ışık tutmuşlardır. Bu değeri paha biçilemez şahsiyetlerden biri de büyük şairimiz Mehmet Akif Ersoy’dur. Yaşadığı çağda var olan samimiyetsizliğe, merhametsizliğe adeta başkaldırmış ve evvela kendi içinde bir merhamet devrimi başlatmıştır.
Akif, sanatıyla yaşamını örtüştüren nadir sanatkârlardan biridir. Bundan dolayıdır ki Nurettin Topçu’nun gözünde Mehmet Akif, eseriyle hayatını birleştiren, “zulüm ve gösterişe tahammülsüz bir iman ve isyan abidesi”, “fazilet ve hamiyet kahramanı”, bir “büyük adam”dır. O, mücadeleci bir karaktere ve isyanla dolu bir ruh yapısına sahiptir. Onun birçok şiirinde karşımıza çıkan isyankâr tavrın kaynağı, “kâinatın her zerresindeki sefaletten ve bütün varlıklardan bizi sorumlu tutan ilahi merhamet duygusudur.” Akif’in sığınmak için aradığı hayat, içinde yaşadığı gibi haksız ve merhametsiz olan bir hayat değildir. Onda var olan ideal hırsı, “Peygamberin ümmetine çevrilen ilâhî merhamet ihtirası”dır. Bu nedenle şair, eserlerinde de “merhamet ahlâkının dâvacısı” olur.[4]
Mehmet Akif yaşadığı çağın merhametsizliğinin ve kardeşliğin yeniden filizlenemiyor olmasının ızdırabını ta derinlerinde hissetmiş ve şiirlerine de bunu yansıtmıştır. O belki de hepimizin bildiği “Zulmü Alkışlayam” şiirindeki şu mısralarla duruşunu ortaya koyar:
“Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.
Adam aldırma da geç git, diyemem aldırırım,
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.
Zâlimin hasmıyım amma severim mazlûmu…
İrticâın şu sizin lehçede ma’nâsı bu mu?”[5]
Merhametle ilgili söylenen tüm bu güzel sözlerden ve tarihe bırakılan büyük izlerden sonra gelin hep birlikte bizler de kalbimizi yoklayalım. Hakikaten dünyaya, kardeşlerimize, eşyaya, hakikate hürmet ediyor muyuz? Yüreklerimizde merhamet hissediyor muyuz? Attığımız her adımımızda merhameti kuşanıyor muyuz?
[1]EbûDâvud, “Edeb”, 58.
[2]Tevbe 9/128.
[3]Buhâri, “Edeb”, 18.
[4] Selma Baş, “Bir Merhamet Şairi Olarak Mehmet Âkif”,TurkishStudies, 7/2 Spring:2012, s.196.
[5] Mehmet Âkif Ersoy, Âsım (Safahat), Haz. Fazıl Gökçek, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2007, s.71.