Menü
Ömer Çelik
Ömer Çelik
Kur’ân Örnekliği
Aralık 22, 2023
Yazarın Tüm Yazıları

Yaratılan her bir canlı varlığın kendi yapısına ve şartlarına göre bir eğitilme, yetişme ve olgunlaşma süreci vardır. Bir kuşun, bir kuzunun, bir karıncanın, bir kelebeğin doğup büyümesi, gelişip olgunlaşması ve var oluşunun kemâl noktasını yakalayabilmesinde bunları gözlemlemek mümkündür. Şu bir gerçek ki her canlı varlık eğitimi sürecinde hep bir örneğin arkasında yürümekte ve örnek aldığı varlığı taklit ederek onun gibi olmaya çalışmaktadır. Meşhur bir misaldir: Kanguru anne yamuk yamuk yürüyen yavrusuna “Niçin öyle yan yan yürüyorsun?” deyince, yavru kanguru annesine şu dikkat çekici cevabı verir: “Anneciğim, bu şekilde yürüyüşü ben sende gördüm, senden öğrendim.”

İnsan da dünyaya gözünü açtığı andan başlayarak yaşadığı sürece her hususta kendisine örnek alacağı birine ihtiyaç halindedir. Öğrenip konuşacağı dil, tedeyyün edeceği din, kazanacağı ahlâkî vasıflar, edineceği alışkanlıklar hep bir örneğin arkasında şekillenecektir. Bunun yanı sıra o, hayatını biçimlendiren bütün düşünce, inanç, tutum ve davranışlarını örnek aldığı kişilere ve onlardan aldığı intibâ, in’ikâs ve insibağlara göre oluşturur. Resûlullah’ın (sas) “Her do­ğan ço­cuk, İs­lâm fıt­ra­tı üze­re (temiz ve günahsız olarak, tevhîde meyilli bir şekilde) do­ğar. Da­ha son­ra anne ba­ba­sı onu (inanç­la­rı­na gö­re) ya hris­ti­yan, ya ya­hudî ya da me­cû­sî ya­par.” (Buhârî, “Cenâiz”, 92), şeklinde mübarek sözleri bu gerçeği açıklama açısından ne kadar önemlidir. Buna göre bir çocuk, anne babası hangi dili konuşuyorsa ancak onu öğrenir, onu konuşur. Anne babası hangi gelenek ve görenekler çerçevesinde hayatlarını devam ettiriyorlarsa, ona göre bir tutum ve davranış geliştirir. Anne baba ve çevresi hangi dini benimsiyor ve yaşıyorlarsa o dine uygun hareket etmeye başlar. Bir bakıma insanın terbiyesi, eğitim ve öğretimi, kalbî ve ruhî biçimlenmesi haricî pek çok etken yanında doğasında var olan bir başkasını örnek alma ve onu taklit etme özelliği ile gerçekleşir. Ama bu şekillenme ve biçimlenme olumlu yönde olabileceği gibi olumsuz yönde de olabilir.

Yüce Allah, Şems sûresinin ilk ayetlerinde peşpeşe on bir kez yemin ettikten sonra insan gerçeğine dikkat çekmekte, nefsi yaratan ve onu insan olarak düzenleyene de yemin ettikten sonra, o nefse hem sahibini Allah’a götürecek takvâ yolunu tutma hem de onu cehennem çukurlarına yuvarlayacak fücur yolarına düşme özelliğini yerleştirdiğini bildirmektedir Peşinden de Allah’ın buyrukları istikametinde nefsini kötü sıfat ve vasıflardan arındırıp bunların zıddı olan güzel huylarla bezeyen kişilerin kurtuluşa ereceğini; bunun aksine Allah’ın buyruklarını hiçe sayıp nefsini mezmum sıfatlarıyla başbaşa bırakıp onu kötülüklere gömen kişinin neticede büyük bir hüsrana uğrayacağını haber vermektedir. Dolayısıyla bu âyetler bize insanın dînî, ahlâkî ve mânevî âleminin şekillenmesine büyük bir ihtimam göstermemiz gerektiğini; ihmal edildiği takdirde çok kötü sonuçların ortaya çıkabileceğini öğretmektedir. Ancak bu konuda insanın kötülüklerle arasına mesafe koyup iyiliklere yönelmesinin önünde büyük ve ciddî engeller vardır. İnsana imtihân gâyesiyle verilmiş olup onu hiç terk etmeyen nefs ve şeytan bu engellerin başında yer almakta ve onu sürekli şer istikametinde harekete sevk etmektedir.

Bu gerçeklerden hareketle Yüce Rabbimiz, insanı başıboş bırakmamış, ona lütfettiği akıl ve diğer manevî istidatlar yanında, yine ona örneklik yapıp onu hayra istikametlendirecek ince rûhlu, zarif ve rakik kalbli rehberler olan peygamberlerini görevlendirmiştir. “(Resûlüm!) Doğrusu biz seni hak ile desteklenmiş bir müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Hiçbir ümmet yoktur ki içlerinden bir uyarıcı gelip geçmemiş olsun.”  (Fâtır 35/24) âyet-i kerimesinin de işaret ettiği gibi Rabbimiz, bu şekilde bir lütufta bulunmadığı bir ümmet bırakmamıştır. Bu şekildeki bir ilâhî uygulama, Yüce Allah’ın kullarına en büyük bir rahmet tecellisi olmuştur. Bu örnek şahsiyetler her türlü hâl ve hareketleriyle,  tutum ve davranışlarıyla, dînî, ilmî ve ahlâkî fazilet ve üstünlükleriyle her yönden mükemmellik arz etmişlerdir. Onların her biri sıdk, emânet, ismet, fetânet, tebliğ gibi zarurî pek çok hususta ortak vasıflara sahip olmakla birlikte ayrıca özellikle belli bir örnek davranışı zirveleştirerek insanlık alemine fevkalade güzellik ve yücelik taşıyan hususi hizmetlerde bulunmuşlardır.

Kur’ân-ı Kerîm, öncelikle bir terbiye ve tezkiye, bir eğitim ve öğretim kitabıdır. Onun en önemli vasıflarından biri hüdâ olmasıdır. Bu vasfıyla Kur’an insanlara doğru yolu gösterir ve onları en doğru olana yönlendirir: “Kuşkusuz bu Kur’ân en doğru olana iletir; dünya ve âhiret için yararlı işler yapan müminlere, kendileri için büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler.” (İsrâ 17/9). Kur’ân’ın bu açıdan önem arzeden bir diğer vasfı onun furkân olmasıdır. O, hakla bâtılı, doğruyla eğriyi tüm detaylarına varıncaya kadar ayırır ve bizlere rehberlik eder. Aslında Yüce kitabımızın her vasfı ve her âyeti bize örneklik teşkil edecek hakikat nurlarıyla doludur. Mevlânâ’nın ifadesiyle “Kur’ân-ı Kerîm Fâtiha’dan Nâs’a kadar lebalep edep doludur ve hep edep talimi halindedir.” Şunu ifade etmek gerekir ki Kur’ân-ı Kerîm, bizlere olan örnekliğini daha çok seçkin kullar olan Peygamber Efendilerimiz, onların örnek hayatları ve güzel ahlâkları üzerinden gerçekleştirmektedir. Bu açıdan bakıldığında şu tespitlerde bulunmak mümkündür:

Hz. Âdem (as), ilk insan ve ilk peygamberdir. Allah’ın vahyine mazhar olmuştur. Safiyyullâh vasfını taşıyan seçkin bir kuldur. Cenâb-ı Hakk’ın çok özel lütuflarına nail olmuştur. Ama Yüce Rabbimizin tekrar tekrar tekitle hatırlatmalarına rağmen yasak ağaca yaklaşmama hususunda İblis’in iğvalarına aldanarak günaha sürüklenmiştir. Ama asla o günahta ısrar etmemiş, “Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz, bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” (A’râf 7/23) niyazıyla hemen tevbeye sarılmış ve ilâhî affa nail olmuştur. Cenâb-ı Hak onu bize diğer güzel vasıfları yanında günahına tevbe eden, af dileyen, affa ve rahmete eren bir seçkin kul olarak örnek göstermektedir.

Hz. Nûh (as) uzun yıllar boyunca gece gündüz, açık ve gizli, durup dinlenmeden gerçekleştirdiği Allah’a dâvetle, âh vâh edip sızlanmadan gösterdiği büyük bir tahammül ve sabırla, netîcede de küfre ve küfür erbâbına karşı sergilediği şiddetli bir buğz ve öfkeyle temayüz etmektedir. Ama Yüce Rabbimizin Hz. Nuh’u bize asıl örnek gösterdiği yön ise onun şükrüdür. Çünkü, Nuh’un (as) zürriyeti olan bütün insanlığa hitap ederek “Ey Nûh ile birlikte taşıdıklarımızın soyundan gelenler! Bilesiniz ki Nûh şekûr yani çok şükreden bir kul idi.” buyurmuştur. Onun şükrüyle ilgili olarak şu bilgiler rivayet edilir: Hz. Nûh bir şey yediğinde, “Beni doyuran Allah’a hamdolsun. Dileseydi beni aç bırakırdı.” bir şey içtiğinde “Beni içiren Allah’a hamdolsun. Dileseydi beni susuz bırakırdı.” bir şey giydiğinde “Beni giydiren Allah’a hamdolsun. Dileseydi beni çıplak bırakırdı.” büyük abdestten sonra “Afiyet vererek benden ezayı gideren Allah’a hamdolsun. Dileseydi bunu hapsedip tutardı.” derdi (Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 15/27).

Hz. İbrâhîm’in (as) hayatı, şirke karşı amansız bir mücâdele ve putperestliği yok etme uğrunda geçmiştir. Yüce Rabbimiz pek çok güzel vasfının yanında özellikle bu yönünü daha çok öne çıkararak bize örnek göstermiştir. Şu âyet-i kerimeler bu konuda çok net bilgiler vermektedir: “İbrâhim’de ve beraberindeki müminlerde sizin için uyulması gereken güzel bir örnek vardır. Onlar putperest kavimlerine şöyle demişlerdi: “Biz kesinlikle sizden de sizin Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan da uzağız. Sizi ve bâtıl dininizi reddediyoruz. Sizinle bizim aramıza, siz sadece tek olan Allah’a iman edinceye kadar sürüp gidecek bir düşmanlık ve nefret girmiş bulunmaktadır.” Ancak İbrâhim’in babasına söylediği: “Senin için Rabbim’den bağışlanma dileyeceğim ancak Allah’tan gelecek bir azabı senden savmam da mümkün değil.” demesi örnek olmaz! Onlar şöyle dua ederlerdi: “Rabbimiz! Yalnızca sana güvenip dayandık, sana yöneldik. Dönüşümüz de ancak sanadır! Rabbimiz! İmtihan için kâfirleri üzerimize salıp bizi musîbetlere maruz bırakma! Rabbimiz! Bizi bağışla! Şüphesiz sen, kudreti daima üstün gelen, her hükmü ve işi hikmetli ve sağlam olansın!” Doğrusu onlarda sizin için, Allah’ı ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar için uyulması gereken güzel bir örnek vardır. Kim yüz çevirirse, şunu bilsin ki Allah, hiçbir şeye muhtaç değildir ve her türlü övgüye lâyık olan da yalnız O’dur.” (Mümtahine 60/4-60) Bunun yanında Hz. İbrâhim, Nemrud’un ateşlerini gül bahçelerine çeviren Hakk’a teslimiyet, tevekkül ve güven hususunda müstesnâ bir nümûne-i imtisâl olarak takdim edilmiştir: “Rabbi İbrâhim’e, ‘Bana teslim ol’ buyurmuş o da ‘Âlemlerin Rabbine teslim oldum.’ demiştir.” (Bakara 2/131).

Hz. Mûsâ’nın (as) hayatı başlı başına bir ibret sahnesidir. Onun hayatının önemli bir kısmı, zâlim Firavun ve onun önde gelen avanesi ile mücâdele hâlinde geçmiştir. Mısır’da yıllardır oldukça zor şartlar altında köle hayatı yaşayan İsrailoğulları’nı Firavun’un zulmünden kurtarmıştır. O, daha sonra ge­tirdiği hukuk sistemi ile müminler için ictimâî bir nizam tesis etmiş­tir. Onun mücadelesinin her karesi gerek Peygamberimiz gerekse bizler için müstesnâ örneklerle doludur.

Hz. Îsâ’nın (as) tebliğinin fârik vasfı, insan­lara karşı şefkat ve merhametle dolu bir kalbî rikkattir. Onda, insanlara af ile muâmele ve tevâzû gibi yüksek hâller dikkat çekmektedir. Ruhânî hayatın ulaşılabilecek en zirve noktalarını insanlığa örnek olarak sergilemiştir. Dünyaya kaşı zahid olmanın numune-i imtisâli olmuştur. Rivayet edilir ki dünyalık olarak Hz. Îsâ’nın (as) yüzüne bakıp saçlarını taramak için kullandığı bir tarağı bir de aynası vardı. Bir gün elinin parmaklarının tarak vazifesini görebileceğini farkedince tarağı bırakmış, dupduru bir su birikintisinde yüzünü net görebilince de elindeki aynayı bırakmıştı. İşte o, maddeye karşı bu kadar zahid olan ruhânî bir şahsiyetti.

Hz. Süleyman’a (as) dillere destan olan gerçekten göz ka­maştırıcı bir saltanat lütfedilmişti. Buna rağmen, tevâzû ve şükür ile kalbî kıvamını muhâfaza ederek Rabb’e kullukta yü­celmesi hayranlık veri­ci bir örnekliğe sahiptir. Rivayete göre Süleyman (as) kendisi arpa ekmeği yer, buna karşılık ai­le halkına kaba undan yapılmış ekmek yedirir, yoksullara ise has undan ek­mek yedirirdi. O, hiçbir zaman karnını tıka basa doyurmazdı. Kendisine niçin böyle yaptığı sorulunca da “Karnımı doyurursam, açları unutmaktan korkarım.” derdi. Bu da ancak pek az kimsenin başaracağı bir şükür çeşididir (Kurtubî, el-Câmi‘, 14/277). Bu sebeple Yüce Allah onun “Ni’me’l-abd: Ne güzel bir kul” olduğunu belirtmiştir.

Hz. Eyyûb’un (as) hayatında ağır hastalıklar başta olmak üzere belâla­ra sabrın ve her hâl ve durumda Allah Teala’ya şükrün yüksek ve müstesnâ örnekleri yer almaktadır. Yüce Rabbimiz onun hakkında “…Gerçekten biz onu sıkıntılara sabredici (sâbiran), dayanıklı bulduk. O ne güzel bir kuldu! Yönü hep Allah’a dönüktü.” (Sâd 38/44) buyurarak, özellikle sabır ve her daim Allah’a yöneliş halinde bulunma vasfıyla öne çıkararak örnek göstermektedir.

Hz. Yû­nus’un (as) hayatı, kusurundan dola­yı nedâmet gösterip tev­beye sarılmanın; denizlerin kalın dalgaları ve balığın karnındaki karanlıkların içinde “Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben kendime zulmettim.” (Enbiyâ 21/87) diyerek yalvarmanın, böylece Yüceler Yücesine sığınıp sarılmanın misali olarak takdim edilir.

Hz. Yûsuf (as), esâret hâlindeyken dahi Cenâb-ı Hakk’a bağlılığın ve insanları O’na dâvetin zirve örneğini takdim etmiştir. O; servet, şöhret ve şehvet gibi her cihetten cezbedici güzel bir ka­dının “haydi gelsene bana” diyerek nefsi tahrik edici bir teklifte bulunduğu zamanda bile son derece büyük bir iffet sergilemiştir. “Hâşâ, Allah’a sığınırım! Zira kocan benim velînimetimdir, bana iyilik edip evini açtı. Gerçek şu ki zalimler iflah olmaz.” demiştir (Yûsuf 12/23). “Rabbim! Zindan bana bu arsız kadınların benden istediklerinden daha iyidir. Eğer onların bana kurdukları tuzağı boşa çıkarmazsan, onlara meyleder ve cahillerden olurum!” diye Allah’a sığınmış, Rabbimiz de onu bütün bu kötülüklerden korumuştur (Yûsuf 12/33-34). Dolayısıyla onun yüksek bir takvâ ile müzeyyen gönlü, davranış mükemmelliklerinin muhteşem membaı, tüm insanlık için muazzam örneği hâlinde olmuştur.

Hz. Dâvud’un (as) hayatı, ilâhî azamet karşısındaki sergilediği güzel kulluğun eşsiz numûmeleri ile dolu­dur. Onun havfullah ve haşyetullâh içinde, gözyaşı dökerek hamd ü senâsı ve zikredişi, hep tazarrû ve niyâz hâlinde Allâh’a yönelişi hepimiz için takdim edilen pek ibretli örnek tablolarıdır.

Hz. Yâkub’un (as) hayatı ise insanın gözünde dünya karardığı zaman bile ye’se düşmeyip, sabr-ı cemîl ile Allah Teala’ya bağ­lanmak ve O’nun rahmetinden asla ümit kesmemek gerektiğine dâir büyük bir örnektir. Onun şu yalvarışı ne kadar tesirlidir: “Ben acımı ve kederimi ancak Allah’a arzediyorum ve ben sizin bilmediklerinizi Allah’tan gelen bilgiyle biliyorum.” (Yûsuf 12/86).

Peygamber Efendimiz (sas) ile dinî hayat Kur’ân-ı Kerîm’in rehberliğinde inanç, amel, ahlâk, takvâ… gibi bütün yönleriyle örnekliği kıyamete kadar devam edecek son bir kemâl zirvesi ortaya koymuştur. Peygamberler göndermek sûretiyle dinî hayatın tekrar ihyâsı nihayet bulmuş, Allah’ın bizim için râzı olduğu din Resûlullah’ın (sas) örnekliğinde İslâm olmuştur. Buna göre de insanın öğrenme ve yönlenmesinde fıtrî olan taklîd meyli için en mükemmel örnek, sonsuz ve müşahhas misâlleriyle önümüzde sergilenmiştir: “İçinizden Allah’ın lutfuna ve âhiret gününe umut bağlayanlar, Allah’ı çokça ananlar için hiç şüphe yok ki, Resûlullah’ta güzel bir örneklik vardır.” (Ahzâb 33/21) “De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.” (Âl-i İmrân 3/31).

Hasılı Kur’ân-ı Kerim bize olan örnekliğini, ismini andığı veya anmadığı bütün peygamberlerin güzel ahlâklarını ve sîretlerini tesirli sahneler halinde takdim ederek gerçekleştirmiş ve gerçekleştirmeye devam etmektedir.

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
Şahitliğin Hakkını Veren Şehir: Gazze...
Recep Songül
Şehit ve Şahit İlişkisi
İbrahim Hanek
Şahitlik ve İhsân
Murat Kaya
Seyr u Sülûk Bir Şehâdet Arayışı mıdır?...
Hamit Demir
İlâhî Şahitlik
Yavuz Selim Göl
RÖPÖRTAJLAR
“Gazze” demek şahitler diyarı demektir....
Muhammed Emin Yıldırım
“Şahitlik; her zaman ve zeminde hakkı söyleme, hak...
Şinasi Gündüz
“Doğu Türkistan Çin’in bir parçası değildir."...
Hidayet Oğuzhan
“Eğer insanım diyorsanız, Doğu Türkistan bir insan...
Seyit Tümtürk
“Gazze’de yaşananlar, Batı’nın dünya kamuoyundan, ...
Derda Küçükalp
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Doğu Türkistan, Filistin ve Diğerleri: Sinemada Ek...
Abdülhamit Güler
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
Göstermenin Mesuliyetinde Sinemanın Örnekliği...
Abdülhamit Güler
Perdedeki Kimin Afeti, Felaketi, Kıyameti!...
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Doğunun Tüm Yolları Erzurum'dan Geçer...
Mikail Çolak
Mağrur Bir Tarih Ribatı Gibi Dimdik Ayaktadır Kâşg...
Mikail Çolak
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
Habib-i Neccâr’ın Gözyaşları
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
Leyla “A” dır
Rumeysa Döğer
Son Dokunuş Sahibi: Kusem b. Abbas
Rumeysa Döğer
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
Afrâ bint Ubeyd Yüzlü Kadınların Zamanından…...
Rumeysa Döğer
Bütün Şehit Annelerine: Sümeyra Bint Ubeyd Teselli...
Rumeysa Döğer
NEBEVİ VARİSLER
Ubey b. Kâ'b: Allah’ın Seçtiği Muallim...
Damla Mıdış
Ümmü Seleme
Hayrunnisa Duran
Allame Muhammed Salih Damollam
İkra Nur Demir
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Takvâ Sahiplerinin Öncüsü Hasan Basrî...
Beyza Durna
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x