Menü
Mustafa Tuncer
Mustafa Tuncer
Kur’ân’da İsrâiloğulları/ Benî İsrâil
Ocak 24, 2024
Yazarın Tüm Yazıları

Kur’ân-ı Kerim’de kendilerinden söz edilen toplulukların başında İsrâiloğulları gelmektedir. Kur’ân’da onlardan söz edilirken en çok “Benî İsrâil” (İsrâiloğulları) kavramı kullanılmaktadır. Bunun dışında öne çıkan kavramlar ise “Ehl-i kitap”, “yehûd”, “hûd/hâdû”, “ehlü’z-zikr”, “ûtü’l-kitâb” gibi ifadelerdir. İslâmî eserlerde Benî İsrâil ırk açısından Yahudi olanları, yehûd ise hem onları hem de başka soydan olup bu dini benimseyenleri temsil etmektedir.

Âyetler incelendiğinde İsrâiloğulları kavramının pek çok farklı konu ile ilişkilendirildiği görülür. İsrâiloğulları, tarihin bir döneminde âlemlere üstün kılınmaları, verimli topraklara yerleşmiş olmaları, kendilerine gönderilen peygamberlere karşı olumsuz tavır takınmaları, kendilerine gönderilen kitapları tahrif etmeleri, din adamlarını ilâh edinmeleri gibi konular nedeniyle gündem yapılmışlardır.

İslâmî literatürde Yakup peygamber soyunu ifade edecek şekilde İsrâiloğulları; daha çok Yakupoğulları anlamını ifade etmektedir. “Benî İsrâil” ifadesindeki “İsrâil” ifadesi İbranicede “Abdullah/Allah’ın kulu” ifadesinin karşılığı olarak kullanılmaktadır (Taberî, Câmiu’l-beyân, 1/593). İsrâiloğulları, Hz. Yûsuf zamanında Mısır’a yerleşmiş, burada ağır işlerde çalıştırılmış, zulüm ve işkenceye maruz bırakılmışlardır.

Mısır kralı firavun bir keresinde rüyasında büyük bir ateşin kendi kavmini (Kıptiler) yakıp ortadan kaldırdığını ve İsrailoğulları’na bir zarar vermediğini görmüştür. Kâhinler bu rüyayı İsrâiloğulları kavminden doğacak bir erkek çocuğun saltanatını yok edeceği şeklinde yorumlamaları üzerine bu tehlikeyi bertaraf etmek için firavun, İsrailoğulları’ndan yeni doğan tüm erkek çocukları öldürtmüştür. Onun bu davranışı ve İsrailoğulları’nın onun zulmünden kurtarılışı Kur’ân’da şöyle ifade edilir: “Hatırlayın ki sizi Firavun’un adamlarından kurtardık. Onlar size işkencenin en kötüsünü revâ görüyorlar, erkek çocuklarınızı boğazlıyorlar, kızlarınızı sağ bırakıyorlardı. Bu size reva görülenlerde Rabb’inizden büyük bir imtihan vardı.” (Bakara 2/49).

Kur’ân’da konu ile ilgili âyetlere bir bütün olarak bakıldığında “İsrailoğulları” kavramının daha çok Babil sürgünü öncesi yaşam için; “Yahudi” kavramının ise daha çok Babil sürgünü sonrasındaki dönem için kullanıldığı ifade edilebilir.

Kur’ân’da İsrâiloğulları’nın Vasıfları

Kur’ân’da yer alan bazı âyetler İsrâiloğulları’nın tarihî süreçte yaşadıklarını gündeme almakta ve bu âyetler genel olarak eleştiri niteliği taşımamaktadır. Bunlardan bazıları: Hz. Mûsâ’nın kendilerine peygamber olarak gönderilmiş olması (Secde 32/23; Mü’min 40/53), kendilerine pek çok nimetin verilmesi (Bakara 2/40, 47, 122, 211), kendilerine kitap verilmesi (İsrâ 17/2), Tevrat’tan önce Yakub’un şeriatına uyulması (Âl-i İmrân 3/49), Firavun’un elinden kurtulmaları (A‘râf 7/137; Duhân 44/30), aralarında yer alan bilginlerin Kur’ân-ı Kerim’in geleceğini biliyor olmaları (Şuarâ 26/197), Hz. İsâ’nın onlara peygamber olarak gönderilmiş olması (Zuhruf 43/59; Saf 61/6) gibi şekillerde ifade edilebilir.

Biz burada İsrailoğulları’nın eleştiriye maruz kalan tutum ve davranışlarını ele alıp değerlendirmeye çalışacağız. Bu konular arasından daha çok üzerinde durulması gerekenler arasında şu maddeler sıralanabilir.

  • İsrâiloğulları’nın Allah’a Verdikleri Sözlerinde Durmamaları

Allah’la ahitleşme veya onlardan söz alma (misak) kavramları, kendilerine gönderilen peygamberlere ve kitaplara uyma, belirtilen emir ve yasaklara uygun hareket etme anlamı taşımaktadır (Bakara 2/83-84; Âl-i İmrân 3/81; Mâide, 5/12-13). Bu kavramlar benzeri şekilde Medine’ye hicretten sonra Müslümanlarla İsrâiloğulları’nın anlaşmaları konusunda da kullanılmaktadır. Ancak İsrâiloğulları gerek Allah’a verdikleri sözlere gerekse Müslümanlarla ahitleşmelerine sadık kalmadıkları, sözlerinin aksine hareket ettikleri Kur’ân’da açıkça ifade edilmektedir. Bu konuya ilişkin örnek bir âyet şöyledir: “Ant içmeleri sebebiyle (sözleşmeyi desteklemek ve önemine dikkat çekmek için) dağı başlarına diktik ve onlara ‘Baş eğerek kapıdan girin.” dedik; onlara, “Cumartesi günü sınırı aşmayın.” dedik; kendilerinden sağlam söz aldık. Sözlerinden dönmeleri, Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri, haksız yere peygamberleri öldürmeleri ve ‘Kalplerimiz kılıflanmıştır.’ demeleri sebebiyle… Dahası inkârları sebebiyle Allah o kalpler üzerine mühür vurmuştur. Pek azı müstesna artık iman etmezler.”  (Nîsâ 4/154-155; Ayrıca bk. Bakara 2/63-64, 83-84, 93; Mâide 5/12-13).

Ayrıca çeşitli âyetlerde onların Allah’ın emirlerine karşı geldikleri, meleklere ve peygamberlere düşman oldukları ifade edilmekte ve yaptıkları bu yanlış eylemlerden dolayı şiddetle azaba uğratılıp cehenneme atılacağı belirtilmektedir.

  • İsrâiloğulları’nın Âlemlere Üstün Kılınması

İsrâiloğullarına sunulan en önemli avantajlardan birisi, onların âlemlere üstün kılınmaları ve kendilerine bazı imtiyazlar tanınmış olmasıdır. Bu hususa birçok âyette atıfta bulunulmaktadır. Bunlardan birisi şöyledir: “Bunları, bilerek (çağdaşları olan) diğer topluluklara göre seçkin kıldık ve onlara, kendileri için apaçık imtihan içeren mûcizeler verdik.”  (Duhân 44/32; Ayrıca bk. Bakara 2/7, 122; A‘râf 7/140)

İsrâiloğulları’nın üstün kılınmasının keyfiyeti Câsiye sûresinde daha açık şekilde şöyle ifade edilmektedir: “Biz, şüphesiz İsrâiloğulları’na da kitap, hüküm ve peygamberlik verdik; onları güzel şeylerle rızıklandırdık ve kendilerini diğer topluluklardan üstün kıldık.”  (Câsiye 45/16) Bu âyette üstünlüğün kriteri kitap, hüküm ve peygamberlik verilmesi; güzel nimetlere ulaşmaları şeklinde olduğu görülmektedir.

Kur’ân âyetlerine bir bütün olarak bakıldığında İsrâiloğulları’nın üstün kılınmaları konusunda Yüce Allah’ın sunduğu nimetler arasında onların Firavun’un zulmünden kurtarılması, onlar için çöl arazisinde taştan sular fışkırtması, içlerinden birçok peygamber çıkarması, gökten yemek indirtmesi sayılabilir. Söz konusu nimetlerin kendilerine ikram edilmesinin başka bir kavim değil de özellikle İsrâiloğulları ile özdeşleştirilmesi cevaplanması gereken bir husustur. Bunun muhtemel nedenlerinden biri, temsil ettikleri gelenek yani İbrâhim peygamberin soyundan gelmiş olmaları (Bakara 2/40), Firavun tarafından kendilerine eziyet ve zulüm uygulanmasıdır. Onların üstün kılınmalarının başka bir nedeni geçmişte Hz. Mûsâ tarafından İsrâiloğullarına bildirildiği üzere kendi soylarından gelen Yahudilerin din konusunda ayrılığa düştükleri bir sırada onları hakka yöneltecek bir peygamberin yani kardeşleri arasından çıkacak olan bir elçinin mesajına muhatap olmaları ve ona uymakla sorumlu tutulmalarıdır.

Üstünlük konusu psiko-sosyal açıdan da okunduğunda toplumların psiko-sosyal değişimlerinin mutlak ve sürekli olmadığı ifade edilebilir. Aksi halde Kur’ân onlardan sürekli övgüyle bahsetmesi gerekecekti. Oysa birkaç âyet hariç (Bakara 2/83-88, 100, 249; Mâide 5/13) genelde Kur’ân’da onların cezaya müstehak olduklarından söz edilmektedir. Şu hâlde İsrâiloğulları’nın üstünlüğü kitap ve hikmet verilmesi ile pek çok peygamber gönderilmesi gibi nimetlere bağlı olarak belli bir dönemle sınırlı veya âyetlerine sadık kaldıkları sürece geçerli bir üstünlük olduğu söylenebilir.

  • Allah’ı Uygun Olmayan Sıfatlarla Nitelendirmeleri ve Başka Varlıkları Tanrı Olarak Görmeleri

İsrâiloğulları’nın evlat edinmekten münezzeh olan Allah’a karşı ortaya attıkları en ağır sıfatlardan birisi O’nun oğulları olduğunu iddia etmeleridir. Bu konu Tevbe sûresinde “Yahudiler ‘Üzeyir Allah’ın oğludur.’ dediler.” (Tevbe 9/30) ifadesi ile açıkça dile getirilmektedir. Yine onlar Allah’ın sevgili kulları olduklarını da iddia etmeleri (Mâide 5/18) başka varlıkları Allah’a ortak koşmaları yüzünden şirke girmişlerdir (Bakara 2/165; Yûsuf 12/106). Günümüz Yahudileri bu iddiayı kabul etmese de Kur’ân, açıkça onların bir zamanlar Üzeyr’i Allah’ın oğlu olarak gördüklerini belirtmektedir.

Yahudilerden bazıları Allah’ın yeri ve göğü altı günde yarattığı, bu nedenle yorgun düştüğü ve yedinci günde dinlendiği yönündeki iddialarına Kur’ân’da “Gökleri ve yeri altı günde yarattık da en küçük bir yorgunluk çekmedik.” (Kâf 50/38) ifadesiyle cevap verilmektedir. Altı gün yaratma ve yedinci gün dinlenme şeklinde formüle edilen Yahudi doktrini, haddizatında Tevrat’ın tahrifine dayalı bir argüman olarak ortaya çıkmıştır.

İsrâiloğulları’nın Allah’a karşı başka bir ithamları da Allah’ın elinin sıkı ve cimri olduğu iddialarıdır. “Yahudiler ‘Allah’ın eli bağlanmış!’ dediler. Asıl kendi elleri bağlanmıştır ve söyledikleri yüzünden lânetlenmişlerdir. Aksine O’nun iki eli de açıktır, dilediği gibi verir. Rabbinden sana indirilen, onlardan birçoğunun azgınlığını ve inkârcılığını kuşkusuz arttıracaktır. Onların arasına kıyamete kadar sürecek düşmanlığı ve kini saldık. Ne zaman savaş ateşini tutuşturmuşlarsa Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde bozgunculuk için çaba harcarlar; Allah ise bozguncuları sevmez.” (Mâide 5/64).  Bu âyette onların iddialarının geçersizliği belirtilmiş ve sözlerinden dolayı lanetlenmişlerdir. Bu âyette İsrâiloğulları’nın kabul edilemez iddialarına temas edilmesinin yanı sıra “Ne zaman savaş ateşini tutuşturmuşlarsa Allah onu söndürmüştür.”  ifadesi ile onların her daim savaş taraftarı olduğuna göndermede bulunmasının ötesinde en sonunda Allah’ın bu savaşı söndürdüğünü ifade ettiği görülmektedir.

İsrâiloğulları Mısır’a yerleştiklerinde oradaki halktan (Kıptiler) etkilenerek buzağıyı tanrı olarak kabul etmişlerdir: “Mûsâ’ya kırk gece için söz vermiştik. Mûsâ gittikten sonra siz, haksızlık ederek buzağıyı (tanrı) edindiniz.” (Bakara 2/51).

  • Peygamberleri Öldürmeleri

Allah, kin ve düşmanlıkta önde gelen İsrâiloğulları’na içlerinden birçok peygamber göndererek onları diğer milletlere karşı üstün kılmış ancak onlar, gönderilen peygamberlerden bazılarını öldürmüşlerdir. Bu durum Kur’ân’da şöyle ifade edilmektedir: “Allah’tan bir ipe ve insanlardan bir ipe tutunmadıkça, nerede bulunurlarsa bulunsunlar, onlara alçaklık damgası vurulmuş; Allah’ın gazabına uğramışlar ve aşağılanmaya mahkûm olmuşlardır. Bu, onların Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri ve haksız yere peygamberleri öldürmeleri yüzündendir. Bu (cüretleri de) onların isyan etmiş ve haddi aşmış bulunmalarındandır.”  (Âl-i İmrân 3/112). Şüphesiz insanları hidâyete erdirmekten başka görevi olmayan peygamberleri öldürmeleri; onların kalplerinin katılık derecesini, azgınlıklarının sınırını gösteren en önemli örneklerden biridir.

İsrâiloğulları Hz. İbrâhim’den önce gönderilmiş ve insanlığın ikinci atası olarak kabul edilen Hz. Nûh ve diğer bazı peygamberlerin peygamberliğini kabul etmemiş, peygamberler arasında ayırım göstererek Allah’ın emrine karşı gelmişlerdir. En son gönderilen peygamberlerden Hz. Îsâ (Nîsâ 4/157) ve Hz. Muhammed’i (sas) (Mâide 5/14) de peygamber olarak tanımamışlardır.

Kaynakların verdiği bilgiye göre İsrâiloğulları’nın öldürdüğü peygamberler arasında Hz. Zekeriya ve Hz. Yahya da vardır (Nesefî, Medârikü’t-tenzîl, 1/52). Onlar ayrıca Hz. Îsâ’yı çarmıha gererek öldürmeye çalışmışlar ancak Allah onların bu girişimini boşa çıkarmıştır. Kur’ân onların Hz. Îsâ diye çarmıha çıkardıkları kişinin aslında onlara Hz. Îsâ diye gösterilen başka bir kişi olduğunu belirtmektedir (Nîsâ 4/157). Onların peygamberlere karşı ihanette sınır tanımayan tavırları Hz. Muhammed (sas) döneminde de devam etmiştir. Nitekim onlar Hz. Muhammed’i (sas) zehirlemek ya da ona sihir yapmak suretiyle öldürmeye teşebbüs etmişlerdir (İbn Kesîr, Tefsir, 1/123; Beyzâvî, Envâru’t-tenzîl, 1/68).

  • Tevrat’la Amel Etmemeleri ve Onu Tahrif Etmeleri

Allah Teâlâ, İsrâiloğulları’ndan kendisine kulluk edeceklerine, ana-babaya iyi davranacaklarına, namaz kılıp zekât vereceklerine dair söz almasına rağmen onların çoğu sözlerinde durmamışlardır (Bakara 2/83). Benzer şekilde birbirlerinin kanını dökmeyeceklerine, birbirlerini bulundukları yurtlardan çıkarmayacaklarına ilişkin verdikleri sözlere de sadık kalmamışlardır (Bakara 2/84). Tevrat’ta da “Adam öldürmeyeceksin!” denilerek haksız yere adam öldürülmemesi gerektiği açıkça vurgulanmaktadır Çıkış, 21/13).

Ayrıca Allah, İsrâiloğulları’ndan kutsal kitapları olan Tevrat’a uymalarını, orada belirtilen ilkelere göre amel etmelerini istemiş; onlar bu isteğe uygun hareket etmek şöyle dursun; bazı âyetler ilave ederek (Nîsâ 4/46) veya ondan beğenmedikleri bazı âyetleri çıkararak (Bakara 2/146) veyahut da âyetlerin yerlerini değiştirerek (Bakara 2/75; Mâide 5/73) Tevrat’ı tahrif etmişlerdir (Mâide 5/41). Bunların yanı sıra yine kendilerinin hoşlanmadıkları hükümleri gizlemişler, sadece işlerine geleni almışlar (En‘âm 6/91) ve bu suretle kitaba uygun hareket etmemişlerdir (Cuma 62/75).

Yahudilerden bazıları “Yahudi veya Hristiyan olanlar hariç, hiç kimse cennete giremeyecek.” (Bakara 2/111) diyerek kendilerini avantajlı bir zümre olarak tanımlamışlardır. Yahudilerin kendilerine bu şekilde imtiyazlı görmüş olmaları elbette Tevrat’ın bir hükmü olamaz. Zira Yüce Allah’ın gönderdiği kitaplarda ne bir zümreye ne de bir millete ayrımcılık yapması söz konusu değildir. Bu şekilde bazılarının kendilerini imtiyazlı sayma durumu olsa olsa tahrif yoluyla Tevrat’a yamanmıştır.

Yine Yüce Allah onların bu yanlış tutumlarını “Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?” (Bakara 2/85) ifadesi ile eleştirmiş ve yanlış yolda olduklarını belirtmiştir.

Bazı Yahudilerin kutsal metni tahrif etmelerinin gerekçesi olarak onların düşüncelerini hayata geçirme konusunda Tevrat’ın âyetlerinin bir engel teşkil etmiş olması söylenebilir. Nitekim benzer durum Mekkeli müşrikler için de geçerli idi. Onlar da Kur’ân’ı kendi menfaat ve çıkarları için engel görüyorlardı. Nefsin arzularına uygun hareket etmeye çalışan kişiler için kutsal metinler bariyer veya set görevi görürler. Bu yüzden bazı Yahudi gruplarının Allah’ın kitabını arkalarına aldığı veya tahrif ettiği düşünülebilir.

  • Lanetlenmeleri

Rahmetten uzaklaştırma, hakaret etme, beddua etme gibi anlamlara gelen lanet kelimesi, Kur’ân’da daha çok İsrâiloğulları’na sunulan bolca nimetlere karşı onların nankör davranışları bağlamında gündeme gelmektedir. Kısacası Allah’ın onları rahmetinden uzaklaştırması hem bu dünyada hem de ahirette onları bağışlamayacağı anlamına gelmektedir.

Hakikati görüp şahitlikte bulunduktan sonra isyan edip inkâra sapan İsrâiloğulları Kur’ân’da en sert ve keskin ifadelerle eleştirilen grupların başında yer almaktadır. Bu yüzden onlara lanet edilmesi meselesi dikkat çeken bir konudur. Yüce Allah’ın İsrâiloğulları’na/Yahudilere lanet okuması elbette bu konuya ilişkin âyetler incelendiğinde onların çeşitli sebeplerle bu ağır cezaya çarptırıldıkları anlaşılmaktadır. Bunlardan birincisi onların, peygamberleri ve peygamberlerin getirdikleri mesajları yalanlamaları ve inkâr etmeleridir. Nitekim bu konuda Kur’ân’da şöyle buyurulur: “Yahudiler ‘Kalplerimiz perdelidir!’ dediler. Aksine, inkârları sebebiyle Allah onlara lânet etmiştir; o yüzden çok az inanırlar.” (Bakara 2/88)

İsrâiloğulları’nın lanete uğramalarının nedenlerinden birisi müşrikleri inananlara tercih edip onların daha doğru yolda olduklarını iddia etmeleridir (Nîsâ 4/51-52). İsrâiloğulları’nın rahmetten uzaklaştırılıp lanete uğratılmalarının diğer bir nedeni de hakikatin kendilerine gelmesinden sonra onu gizlemiş olmalarıdır. Yüce Allah bu durumu çarpıcı bir şekilde şöyle ifade etmektedir: “İndirdiğimiz açık delillerle hidâyet bilgisini -kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra- gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah lânet eder hem de lânet okuyanlar lânet eder.” (Bakara 2/159).

Kur’ân’da İsrâiloğulları’nın lanete uğratılmasına dair yukarıda belirtilen nedenler dışında da başka örnekler de mevcuttur. Bunlardan bazıları onların Allah’ın emir ve yasaklarına karşı gelip isyancı davranışlar sergilemeleri (Nîsâ 4/47); “Allah’ın eli bağlıdır.” diyerek Allah’a yakışıksız iftirada bulunmaları (Mâide 5/64); kitabı tahrif etmeleri (Nîsâ 4/46) ve peygamberleri destekleyip namaz kılacakları, zekât verecekleri (Mâide 5/12); Allah’tan başkasına kulluk etmeyecekleri, ana babaya, yakınlara, yetimlere, düşkünlere iyi davranacaklarına dair söz verip (Bakara 2/83) bu sözlerinde durmamalarıdır.

  • Dünya Malına Aşırı Düşkünlükleri

Yüce Allah İsrâiloğulları’nın/Yahudilerin dünya hayatına düşkünlüklerinden hatta bu konuda ahiret hayatına inanmayan müşriklerden daha ileri derecede olduklarından söz etmektedir. Bu konuya dair âyetlerden birisi şudur: “Yemin olsun ki onları insanların yaşamaya en düşkünü olarak bulursun müşriklerden de çok; her biri ister ki bin sene yaşasın. Oysa çok yaşatılması hiç kimseyi azaptan kurtaramaz.” (Bakara 2/96)

Netice itibariyle İsrâiloğulları’nın burada ele almaya çalıştığımız tavır ve davranışları, karakterleri Kur’ân âyetleri bağlamında tahlil edildiğinde onlara bolca nimet verilmesine ve verilen bu nimetlere karşı kendilerinden söz alınmasına, çağdaşları olan toplumlardan üstün tutulmalarına, içlerinden birçok peygamber çıkarılmasına rağmen verdikleri sözlere sadık kalmadıkları, Allah’a evlat isnat edip başka varlıkları ilâh olarak tanıdıkları, kendilerine gönderilen pek çok peygamberin bir kısmını yalanlayıp bir kısmını da öldürdükleri, hatta gönderilecek son peygambere inanacaklarına ilişkin söz vermelerine rağmen Hz. Muhammed’e (sas) iman etmedikleri anlaşılmaktadır. Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerim’de onların tüm bu yanlış davranışlarını eleştirmiş, onlara zillet damgasını vurarak lanetlemiş ve bu zillet damgasından hiçbir zaman kurtulamayacaklarını ifade etmiştir.

İsrâiloğulları’nın Allah’a oğul isnadı aslında tüm Yahudiler için genelleştirilmemesi gereken bir husus olduğunu, Kur’ân’ın bu konuya dair eleştirisinin mahalli karakter taşıdığını burada belirtmekte yarar vardır.

Kur’ân’ın İsrâiloğulları’na karşı tavrına bir bütün olarak bakılacak olursa tarihin bazı dönemlerinde kendilerine sınama amaçlı pozitif ayrımcılık yapılmış olsa da bunun geçici olduğu, zaman içerisinde tavır ve davranışlarından dolayı Kur’ân’ın onları şiddetle eleştirip lanetlediği görülecektir. Ancak Kur’ân’ın genellemeci yaklaşımdan uzak olduğunu da ifade etmek gerekir. Zira Kur’ân, dünyevî bir statüyü esas alan etnik bir düzleme dayalı, belli bir ırktan gelmeyi önceleyen Yahudi anlayışı ile bu anlayışı benimsemeyen Yahudilerin arasında farklılık gözetmiştir. Çünkü Kur’ân’ın önemsediği konulardan birisi, toptancı bir telakkiye yer vermemesidir.

 

 

Kaynakça

Beyzâvî, Abdullah b. Ömer. Envâru’t-tenzîl ve esrâru’t-te’vîl. Mısır: Muhammed Mahmud el-Halebî, 1968.

Gürkan, Salime Leyla. “Temel Kavramlar”, Kur’ân’da Yahudiler, ed. Ömer Faruk Harman. İstanbul: Kuramer Yayınları, 2019. 88-121.

İbn Kesîr, Ebü’l-Fida İsmail. Tefsiru’l- Kur’âni’l-Azîm. Beyrût: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, 1969.

Kılıçaslan, Mustafa. Kur’ân’da İsrailoğulları ve Yahudilik. Ankara: Fecr Yayınları, 2023.

Kurtûbî, Muhammed b. Ahmed. el-Câmi li-ahkâmi’l-Kur’ân. Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 2006.

Mâtürîdî, Ebû Mansûr Muhammed b. Mahmûd. Te’vilâtü ehli’s-sünne. Lübnan: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2005.

Nesefî, Ebü’l-Berekât Abdullah b. Ahmed. Medârikü’t-tenzîl ve hakâiku’t-teʾvîl. Beyrut: Dâru İbn Kesîr, 2018.

Taberî, Ebû Caʽfer Muhammed b. Cerîr. Câmiʽu’l-beyân. Kahire: Dâru Hicr, 2001.

Râzî, Fahrüddîn Muhammed b. Ömer. Mefâtihu’l-gayb. Beyrût: Dâru’l-Fikr, 1401/1981.

Zemahşerî, Mahmûd b. Ömer. el-Keşşâf. Riyad: Mektebetü’l-Ubeykan, 1418/1988.

5 1 Yorum
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
Şahitliğin Hakkını Veren Şehir: Gazze...
Recep Songül
Şehit ve Şahit İlişkisi
İbrahim Hanek
Şahitlik ve İhsân
Murat Kaya
Seyr u Sülûk Bir Şehâdet Arayışı mıdır?...
Hamit Demir
İlâhî Şahitlik
Yavuz Selim Göl
RÖPÖRTAJLAR
“Gazze” demek şahitler diyarı demektir....
Muhammed Emin Yıldırım
“Şahitlik; her zaman ve zeminde hakkı söyleme, hak...
Şinasi Gündüz
“Doğu Türkistan Çin’in bir parçası değildir."...
Hidayet Oğuzhan
“Eğer insanım diyorsanız, Doğu Türkistan bir insan...
Seyit Tümtürk
“Gazze’de yaşananlar, Batı’nın dünya kamuoyundan, ...
Derda Küçükalp
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Doğu Türkistan, Filistin ve Diğerleri: Sinemada Ek...
Abdülhamit Güler
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
Göstermenin Mesuliyetinde Sinemanın Örnekliği...
Abdülhamit Güler
Perdedeki Kimin Afeti, Felaketi, Kıyameti!...
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Doğunun Tüm Yolları Erzurum'dan Geçer...
Mikail Çolak
Mağrur Bir Tarih Ribatı Gibi Dimdik Ayaktadır Kâşg...
Mikail Çolak
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
Habib-i Neccâr’ın Gözyaşları
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
Leyla “A” dır
Rumeysa Döğer
Son Dokunuş Sahibi: Kusem b. Abbas
Rumeysa Döğer
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
Afrâ bint Ubeyd Yüzlü Kadınların Zamanından…...
Rumeysa Döğer
Bütün Şehit Annelerine: Sümeyra Bint Ubeyd Teselli...
Rumeysa Döğer
NEBEVİ VARİSLER
Ubey b. Kâ'b: Allah’ın Seçtiği Muallim...
Damla Mıdış
Ümmü Seleme
Hayrunnisa Duran
Allame Muhammed Salih Damollam
İkra Nur Demir
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Takvâ Sahiplerinin Öncüsü Hasan Basrî...
Beyza Durna
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x